Süleymaniye Vakfı
Ramazan ve Oruç

Durma Yap Yapma Dur!
Ramazan yaklaşırken… Ramazan ayında daha dinç, daha rahat bir şekilde oruç tutabilmek için bir ay önceden oruç alıştırmaları yapabilir, şaban ayında nafile oruçlar tutabilirsin. Aişe Validemizin “Resûlullâh’ın (ramazan dışında) şaban ayından daha fazla oruç tuttuğu bir ay görmedim” açıklamasını göz ardı etme, sen de bu nimetten nasiplen! Bunun için Resûlullâh’ın daima yaptığı gibi pazartesi ve perşembe günleri ile şaban ayının 13, 14 ve 15. günlerini değerlendirebilirsin. Bu nafile oruçların zararını değil; faydasını görürsün. Şaban ayının son günü geldiğinde “Arabistan’dan haber geldi, hilali görmemişler!” dedikodusuna kulak asıp herkesin oruca başladığı zaman sen oruçsuz olma! Nebîmizin hilal gözlemi (rasat) yapılması gerektiğine dair hadisleri aklını karıştırmasın. O, “Biz hesap-kitap bilmeyen bir toplumuz” demiş, gerekli alet-edevat ve uzman yoksunluğundan ötürü o dönem için tek çare olan rasat yolunu seçmiştir. Yoksa Allah ayların başlangıç ve bitişleri için hilal gözlemine değil, hesap yöntemine dikkatlerimizi çekmiştir. -Hâşâ- Allah başka bir şey, Resûlü başka bir şey söylememiş ki! Formül bellidir; imkan varsa hesap, yoksa rasat! Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte hesap yöntemi günümüzde doğru bir şekilde uygulanabilmektedir. O yüzden takvimlerde ramazanın biri olarak hangi gün yazıyorsa gönül rahatlığı ile o günü öyle kabul et ve herkesle birlikte oruca başla! Oruca başlama konusunda takvime güvenebilirsin derken takvimleri tamamen akladığımı […]

ALLAH’IN KOYDUĞU SINIRLARIN AŞILMASI VE ORUÇ ÖRNEĞİ
Bu makalede Kur’an kavramlarından tasdik, nesh ve tahrif konularında sınırların nasıl aşıldığı üstünde durulacak örnek olarak da Ramazan orucu ilgili aşırılıklar anlatılacaktır. Konu, şu iki âyette özetlenen, Kur’an’ı Kur’an ile anlama yöntemiyle işlenecektir: “الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آَيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ. أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ” ELİF LÂM RÂ! Bu, doğru hükümler veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından âyetleri hem muhkem kılınmış hem[1] de ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (De ki:) Ben de sizi onunla (o Kitap ile) uyaran ve size müjde veren bir kişiyim.” (Hud 11/1-2) Sınır, Arapçada had = الحد kelimesi ile ifade edilir. Had, iki şey arasında yer alan ve birinin diğerine karışmasına engel olan şeydir[2]. Allah; orucun içeriğini, zamanını, kimlerin kazaya bırakabileceğini ve oruç tutulan günlerin gecelerinde bu ümmet için helal kıldığı şeyleri, arka arkaya dört ayette açıklamış ve en son şunları söylemiştir: تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, bunlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini yanlışlardan korusunlar.” (Bakara 2/187) Allah, koyduğu sınırlara yaklaşmayı yasaklamış ama Müslümanlar hemen her konuda, aşmadık sınır bırakmamışlardır. Bu yazıda bunlardan birkaçı üzerinde durulacaktır. […]

Kadir Gecesi
Kadir gecesini, Türkçeye “kader/takdir gecesi” diye tercüme edebiliriz. Arapçada “kadr” veya “kader”, ‘ölçü koyma’ ve ‘ölçü’ anlamlarına gelir. Tâbiînden Atâ b. Ebî Rebâh, Abdullah İbn Abbâs’ın bu geceye niçin “kadir gecesi” denildiğine dair şu sözlerine yer vermiştir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme, öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir eder.”[1] Buradan hareketle kadir gecesi, ‘bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve görevli meleklere emirler halinde verildiği gece’ olarak tarif edilebilir.[2] Kadir gecesi ile ilgili olarak Allah Teâlâ müstakil bir sûre indirmiş ve sûrede bu geceyi şöyle tarif etmiştir: Biz Kur’an’ı kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sen nereden bileceksin? (Öyleyse dinle!) Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, her bir konuyla ilgili ruh (aldıkları emir) yanlarında, Rablerinin izniyle inerler. O, tanyeri ağarıncaya kadar esenlik gecesidir.” (Kadr, 97/1-5) Kadir gecesinin Ramazan ayının içinde olduğu bellidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ramazan, insanlara rehber olan ve rehberin açıklayıcı ayetlerinden oluşan Kur’an’ın ve o Furkan’ın indirildiği aydır…” (Bakara, 2/185) Başka bir ayetler grubunda ise bu gecede neler olup bittiğine dair şu hususlara yer verilmiştir: “Hâ, Mîm. Her şeyi açıklayan Kitaba yemin olsun. Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Biz insanları uyarırız. Karara bağlanmış görevler o gece taksim […]

İtikaf
Orucun tarif edildiği Bakara sûresi 187. ayetinde oruçla veya bir başka deyişle Ramazan ayı ile yakından alakalı başka bir ibadete daha yer verilmiştir: İ’tikâf. Sözlükte ‘hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp kalmak’ anlamlarındaki “akf” kökünden türeyen i’tikâf, fıkıh terimi olarak kişinin ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalmasını ifade eder.[1] İ’tikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnetle sabittir. Orucu tarif ettiği ayetin sonunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ … Mescitlerde i’tikâf halinde iken kadınlarınızla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini korusunlar.” (Bakara, 2/187) Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem Medine’ye hicretten sonra vefat edinceye kadar her yıl Ramazanın son on gününde i’tikâfa çekilirdi.[2] “Allah’a tam bir teslimiyet içerisinde ibadet ve taatte bulunmak amacıyla zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa her türlü nefsanî ve şehevî arzulardan uzak durması kişinin manen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu ibadetlerin yanı sıra nafile ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce yaratıcıya yönelinen bir ortam insana derin bir manevî ufuk ve imkân sunmaktadır. Bu bakımdan i’tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet olmayıp vahiy geleneğine sahip hemen bütün dinlerde […]

Herkesin Bildiği Oruç
Beslenme yaşamın kaynağıdır. Mikroorganizmalar da dahil beslenmeksizin yaşayabilen bir canlı yoktur. Hatta cansız nesneler bile bir şeylerden beslenerek varlıklarını sürdürürler. Dünya, Güneşten aldığı enerjiyle, Güneş, kendi içinde sahip olduğu yakıtla beslenir. Beslenme ihtiyacı olmayan tek varlık Allah’tır. O’nun dışındaki tüm varlıklar hayatta kalabilmek için beslenmek zorundadırlar. Yüce Allah da kendisinden başkalarının tanrılaştırılması konusunda beslenme çelişkisine dikkat çekmiştir: “Meryem oğlu Mesih sadece Elçi’dir. Ondan önce gelmiş elçiler de vardır. Annesi ise doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Şimdi sen şu ayetleri nasıl açıkladığımıza bak; bir de onların nasıl yanlışa sürüklendiklerine bak.” Maide 5/75. Tüm canlılar doğar doğmaz yeme içgüdüsüyle hareket ederler. Bebekler ilk bir yıl ellerine geçirdikleri her şeyi ağızlarına sokmak isterler. Bu dönemde yeme içgüdüsü her şeyin üstündedir. Bu dönemlerde insan yavruları ile hayvan yavruları arasında bir fark göremezsiniz. İnsan geliştikçe yeme içgüdüsüne hükmetmeyi öğrenir. Hayvanlar ise aynı çizgide devam ederler. Öyle ki hayvanlar için yemek bulma ve beslenme bir varoluş gayesi gibidir. İnsanlar gibi yeme içgüdüsünü dizginleyemeyen hayvanların yemekten çatlayıp ölmeleri de bilinen bir şeydir. Özellikle çayıra salınan sürüler işi bilen bir çoban tarafından otlatılmazlarsa telef olabilirler. İnsan, yeme içgüdüsünün kölesi olduğu oranda hayvanlara benzemeye başlar. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: “… Ayetleri görmezlikten gelenler ise […]

Kur’an’da Oruç İbadeti
Ay takvimindeki 12 aydan biri olmasına rağmen, adı söylendiğinde dünya üzerindeki herkesin, sadece yılın bir ayını kastetmediğimizi anladığı tek aydır Ramazan. Zira Yüce Allah’ın yerine getirilmesini farz kıldığı, her biri insanlıkla yaşıt ibadetlerden biri bu ay boyunca yerine getirilir. Oruç ayı geldiğinde her birimizin aklına pek çok soru takılır. Gerçekte bu soruların tamamı Allah’ın Kitabı’nda cevaplanmıştır. Oruç ibadetiyle ilgili Kur’an’da yer alan tüm ayetler dikkatle okunursa akıllarda cevaplanmamış bir soru kalmayacaktır. O halde biz de öyle yapalım ve Ramazan orucundan bahseden ayetleri dikkatle okuyarak ayetlerden öğrendiklerimizi sıralayalım: Bakara Suresi 183. Ayet: Ey inanıp güvenenler! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız. 1. Oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı: Ayette oruç ibadeti الصيام(es-sıyâm) şeklinde belirlilik takısı ile kullanılmaktadır. Bu durum oruç ibadetinin herkes tarafından bilindiğini gösterir. Nitekim ayetin tamamından da orucun önceki ümmetlerde de aynı şekilde tutulduğu ve farz bir ibadet olduğu net bir biçimde anlaşılmaktadır. 2. Ki kendinizi koruyasınız: Oruç insanı koruyan bir ibadettir. Allah’ın oruç tutma emrini yerine getiren bir kimse aynı zamanda kendini korumuş olmaktadır. Bu korumanın hem maddi hem manevi olması gerekir. Diğer bir deyişle oruç tutan kişi, Allah’ın bir emrini yerine getirmekle manevî olarak korunduğu gibi bedensel bir ibadet olması […]

Ana Hatlarıyla Oruç İbadeti
Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Bu kavram Farsça “rûze” kelimesinden Türkçeye geçmiş, zamanla “rûze”, “urûze”, “uruç” şeklinde kullanılmış ve daha sonra “oruç” halini almıştır. Arapça karşılığı ise “savm (الصوم)” ve “sıyâm (الصيام)”dır. Savm sözlükte; ‘kişinin yeme, içme, karı-koca ilişkisi, konuşma vs. gibi herhangi bir şeyi terk etmesi’ anlamına gelir. Terim olarak oruç; tan yerinin ağarmasından akşam oluncaya kadar şer’an belirlenmiş ibadeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak[1] demektir. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre oruç, hicretin ikinci yılı Şaban ayında (Şubat 624) farz kılınmıştır. Namaz, zekât, hac, kurban vs. ibadetlerde olduğu gibi oruç da yalnızca Ümmet-i Muhammed için değil, tüm nebîler ve ümmetleri için farz kılınmış bir ibadettir. Nitekim orucun farz kılındığını bildiren ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183) Ayet metninde yer alan “es-sıyâm (الصِّيَامُ)” kelimesinin başında yer alan elif-lâm (harf-ı ta’rîf) takısı, Arapçada belirlilik (ma’rifelik) ifade ettiği için mana “o oruç” olur ki bu da bize farz kılınan orucun bizden önceki ümmetlere farz kılınanla aynı olduğunu gösterir. Zaten ayetteki “sizden öncekilere yazıldığı şekliyle (كَمَا […]

Adetli Kadının Orucu ve Namazı
ADETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI Âdetli ve Lohusa Kadın ile İlgili Nesih Nesih sözlükte, bir kitaba diğerindeki bilgiyi aktarma veya bir şeyi uygulamadan kaldırıp yerine başka bir şey koyma anlamlarına gelir[1]. Neshin tarifini veren âyet şudur: مَا نَنْسَخْ مِنْ آَيَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak, yerine daha hayırlısını ya da dengini getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106) Buna göre nesih, bir âyeti bir başka âyetle değiştirmektir. Bu, hem Kur’an’ın ayetleri arasında, hem de Kur’an ayetleri ile önceki kitaplardaki ayetler arasında olur. Kur’an, ilahi kitapların son nüshası olduğu için ondaki ayetlerin çoğu, önceki kitaplarda olanların aynısıdır, yani onları dengiyle neshetmiştir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: “Bu dini ayakta tutun ve o konuda birbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına (yoluna) seçer ve ona yöneleni hedefine ulaştırır.”(Şûrâ 42/13) “Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, indiren O’dur. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.”(Al-i İmran 3/3) Bu ayetler, önceki kitaplardaki âyetlerin büyük […]

Oruç Keffâreti
Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda neredeyse ittifak vardır.[1] Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği şu rivâyettir: “Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi. Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’ deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene yedir’ buyurdu.”[2] Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre, Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere toplam altmış bir gün[3] oruç […]

Ramazan: Bir Hazırlık Kampı
Çeşitli spor dallarında sporcular, kamplara tabi tutulurlar. Sezon öncesi hazırlık kampları olarak nitelenen bu kampların birçok amacı vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: 1. Sporculara bir disiplin kazandırmak ve bu sayede onlara sporcu yaşam tarzını benimsetebilmek, 2. Yoğun antrenmanlarla, sporcuların sportif bilgi ve yetkinliklerini geliştirebilmek için onlara kondisyon, teknik ve taktik bilgiler yükleyebilmek, 3. Dengeli beslenme programı ile sporcu beslenmesi gerekliliklerini alışkanlıklara dönüştürebilmek, 4. Arkadaşlık bağlarını güçlendirebilmek ve sporcuların sosyalleşebilmelerini sağlamak. Peki, bu anlatılanların, yazının başlığında belirtilen Ramazanla, oruçla ne ilgisi var? Bu sorunun cevabına geçmeden önce, şunları söylememiz gerektiğini düşünüyoruz: Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadeti, Bakara suresinin 183-187. ayetleri arasında etraflıca tarif edilmiş, bu ibadetin tarihi arka planı, hangi vakitler arasında tutulabileceği, kimlerin tutup tutamayacağı, nelerin orucu bozacağı vs. gibi konular hakkında geniş ve yeterli bilgiler verilmiştir. Bunun yanı sıra, ilgili ayetlere bütüncül bir bakış açısı ile bakıldığında dört büyük kavramın ön plana çıktığı görülmektedir: Takvâ, Kur’an, şükür ve dua. Bunlar, oruç ibadeti ile birlikte insana, normal zamanlardan daha fazla kazandırılmak istenen hasletlerdir. Kişi, diğer zamanlarda olmadığı kadar Ramazan’da kendisini koruyacak (takvâ), bu ayda Kur’an’a daha fazla zaman ayıracak, daha fazla şükredip daha çok dua edecektir. Bu açıdan Ramazan, tam bir fırsatlar ayı olarak değerlendirilmeye hazırdır.[1] Oruçla ilgili olarak buraya […]

Namaz ve Oruç Vakitleri
Müslim[1], Allah’a teslim olan ve onun yolunda her zorluğa göğüs geren kişilere Allah’ın verdiği addır[2]. Dini, eğip bükmeden uygulayanlar onlardır. “Kimin sözü, Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “Ben Allah’a tam teslim olanlardanım!” diyenin sözünden daha güzel olabilir!”(Fussilet 41/33) Bu yazıda namaz ve oruç vakitleri, müslim olanlar için anlatılacaktır. Kendisini yahut bir kişiyi veya kurumu, dini konularda yetkili sayanlar, hedef kitlemizin dışındadırlar. Kur’ân’da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle başlayan iki âyet vardır: وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde/gündüze yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl.” (Hûd, 11/114) أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا “Namazı, Güneşin dülûk’ndan /tepe noktasını geçmesinden gecenin ğasakına/ gecenin soğuğunun /karanlığının bastırmasına kadar kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de fecrin kur’ân’ında/ doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte kıl! Fecrin kur’ânı meşhûddur./ Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür. “ (İsrâ 17/78) Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamaya yardımcı olan âyetlerin başlıcaları şunlardır: ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن يبعثك ربك مقامًا محمودًا “Sana özel ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz kılmak için uykudan kalk. Belki […]

Teravih Namazı
Resulüllah’ın (s), gerek ramazanda olsun ve gerekse ramazan dışında olsun, kıldıkları gece namazı sekiz rekâttır. Bu namaza üç rekâtlık da vitir namazının eklenmesiyle, toplam 11 rekât 11 olmaktadır. Kimileri de olayı çarpıtarak: “Sahabe başlangıçta, Nebimizin uygulamasına bakarak sekiz rekât kılmışlardır” diyerek bir gerçeği dile getiriyor. Ki bu gerçek, Resulüllah’ın kıldığı sekiz rekâtlık gece namazıdır, teravih namazı değildir. Hz. Aişe (ra) diyor ki: “Resulüllah (s) (Mescitteki) hücresinde geceleyin namaz kılardı. Hücresinin kenarları yüksek değildi. Halk Resulüllah’ın karaltısını görüyordu. Onlar da kalkıp onun kıldığı gibi namaz kılmaya başladılar. İki veya üç gece böyle oldu. Resulüllah, bir daha öyle yapmadı, bulunduğu yerde oturup kaldı, halkın kendisini görebilecekler şekilde davranmadı. Sabah olunca Resulüllah (s) “Ben, gece namazının size farz kılınacağından endişe duydum dedi.”[1] Buhari’nin rivayetinde Hz. Aişe (rh) hücre ile ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Resulüllah’ın (s) bir Hasırı vardı, onu gündüzleri yere serer ve üzerinde dinlenirdi. Geceleyin de kendisine hücre edinirdi. Bu durumu gören insanlar da buna katılarak saf halinde Resulüllah ile birlikte onun kıldığı gibi kılmaya başladılar.”[2] Zeyd b. Sabit’ten gelen rivayette de Zeyd diyor ki: “Resulüllah (s), Ramazanda kendisine bir hücre edinirdi. Hücresi hasırdan idi. Resulüllah (s) geceleri bunun içinde kalarak namaz kılardı. Ashabı da, onun kıldığı gibi namaz kılmaya başladılar. Resulüllah […]

Kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitleri
Yaz aylarında hep aydınlık olan kuzey ülkelerinde oruç nasıl tutulacak? Karanlık olmasa veya hep karanlık olsa ne yapılacak, nasıl oruç tutulacak? İşte tüm bu soruların cevabını Süleymaniye Vakfı Başkanı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek üzere gittiği Norveç’te verdi. Güneşin hiç doğmadığı zamanlarda da namaz ve oruç vakitlerinin oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Norveç’te yaptığımız tespit ve gözlemlerle, insanların burada 13 saatten fazla oruç tutamayacaklarını tespit ettiklerini söyledi. Süleymaniye Vakfı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi ve Marmara Üniversitesi eski Dekanı Prof. Dr. M.Saim Yeprem, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Servet Bayındır, İstanbul Üniversitesi Uzay Bölümleri Öğretim Üyesi Adnan Ökten, Türkiye ve Norveç’ten basın mensuplarının katıldığı “kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek üzere Norveç’e kalabalık bir ekiple program düzenlendi. Programın içeriği hakkında bilgi veren Süleymaniye Vakfı Başkanı aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Kutuplarda Namaz ve Oruç vakitlerini gözlemlemek amacıyla geldiğimiz Norveç’te güneşin doğmadığı zamanlarda da gündüzün olduğu ve namaz vakitlerinin oluştuğunu gözlemledik. Kışın günler kısa, geceler uzun olmasına rağmen oruç ve namaz vakitleri açısından herhangi bir problem olmadığını tespit ettik.” Dedi Ayrıca Prof.Dr. […]

Fitre ve Bayram Namazı
HACI–Hocam, Ramazan’ın sonuna geldik; bayram namazından önce fitreleri vereceğiz, bunu biliyoruz. Çok merak ediyorum; fitreyi emreden bir âyet var mı? HOCA–Elbette var; Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(İster hasta, ister yolcu olsun) Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak fidye (fitre) vermesi de gerekir.” (Bakara, 2/184) Fidye, ibadetteki eksiği gidermek için ödenmesi gereken bedeldir[1]. Abdullah b. Abbâs demiş ki: “Allah’ın Elçisi fitreyi, oruçlunun ağzından çıkmış olabilecek boş ve çirkin sözler için temizlik ve çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kıldı. Kim onu (bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra verirse sadakalardan bir sadaka olur.” (Ebû Davûd, Zekât 18) HACI–Allah’ın Elçisi nasıl farz kılıyor; onun böyle bir yetkisi var mı? HOCA–Elçi, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir[2]. Dolayısıyla Muhammed aleyhisselamın Allah’ın Elçisi sıfatıyla söylediği sözler kendi sözü değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bu Elçi’ye itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80) HACI–Tamam, anladım ama fitre vacip değil mi? HOCA–Fitre Hanefilere göre vaciptir. Onlara göre vacib, kesin bir delile dayanmamakla birlikte pek kuvvetli bir delil ile sabit olan dini görevdir. Onlar şu hadise dayanırlar: “Her hür, esir, küçük ve büyük adına yarım sa’ (yaklaşık 1.5 kilo) buğday veya bir sa’ hurma […]

Ekvatordan Kutuplara Namaz ve Oruç Vakitleri
GİRİŞ İmsâk ve yatsı vakitlerinin yanlış hesap edildiğini ve bunun sıkıntı doğurduğunu 1978’den beri her vesile ile dile getirdim. T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın öncülüğünde, 1988-1991 yılları arasında yaptığımız gözlemlerle de yanlışları önemli ölçüde belgeledik. Daha sonra gittiğim her yerde gözlemler yaparak çalışmalarımı sürdürdüm. Süleymaniye Vakfı – Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi olarak 2011 yılı Ocak ayının ikinci haftası ile Haziran ayının dördüncü haftasında, dünyanın en kuzeyinde, kutuplara en yakın yerleşim yeri olan Norveç’in Tromso şehrine iki seyahat gerçekleştirip gözlemler yaptık. Bu sayede gecenin göstergesinin olmadığını, gündüzün göstergesinin de güneş değil, aydınlık olduğunu bildiren âyetleri keşfettik. Ayrıca yazın namaz ve oruç vakitlerinin kutup bölgelerinde hem hesapla hem gözlemle belirlenebileceğini ve hesabın ölçülerinin Kur’ân’da ayrıntılı olarak açıklandığını gördük. Takvimi ve saati olmayan kişilerin, bu vakitleri belirleme ölçütlerini de Kur’an ve Sünnetten çıkardık. İlgili ayetler okunduğunda görüleceği gibi Allah, güneş ışınlarının geliş zamanlarını ve yerlerinı değişmez ölçülere bağlamıştır. Bu ışınların gün boyu dolaştığı 360 derecelik çemberin, dünyanın ekseniyle, doğu ufkuyla bir de gözlemciyle yaptığı açılar, vakit hesabı açısından büyük öneme sahiptir. Güneş ışınlarının dolaştığı çember, kutup noktasında dünyanın eksenine sürekli paralel olur ve onunla sıfır derecelik açı yapar. Ekvatorda ise bu açı 90 derecedir. Namaz vakitlerinin hesaplanmasında gölge son derece önemlidir. Güneşin, kutup […]

Bayramı Nebimiz Gibi Yaşayalım
BAYRAMI NEBİMİZ GİBİ YAŞAYALIM, BAYRAM NAMAZINA AİLECE GİDELİM Bayram coşkusunu yaşamak, bayram namazına birlikte gitmekle olur. Nebimiz (s.a.v) bayramlarda eşlerini ve kızlarını namaz kılınan yere çıkarır, bütün kadınların namaza gelmelerini emrederdi. Hanım sahabîlerden Ümmü Atiyye diyor ki: “Her iki bayram gününde de bize verilen emir; adetli kadınları, bakireleri ve evlerinden çıkmayan kadınları çağırmamız ve bayram yerine çıkarmamızdı. Adetli olanlar, diğer kadınların namaz kıldıkları yerden ayrı bir yerde dururlardı.” (Buhârî ve Müslim) Adetli kadınlar arkada durur, herkesle beraber tekbir getirir ve duaya katılırlardı. Bayram namazlarını ayıran en önemli özellik tekbirlerdir. Onlar Allah’ın emridir. Çünkü Ramazan ve Kurban ile ilgili âyetlerde şu sözler yer alır: “… Size doğruyu göstermesinden dolayı tekbir getirerek Allah’ın yüceliğini ifade edesiniz diye … ” (Bakara 2/185 ve Hac 22/37) Tekbirler abdestsiz de getirilebileceğinden Resulumuz bayram namazına adetli kadınları bile çağırmış, arkada durup herkesle birlikte tekbir alarak görevlerini yerine getirmelerini sağlamıştır. Evli, bekâr, genç, yaşlı bütün kadınların da gelmesi cemaati çok büyüttüğünden Nebimiz bayram namazlarını açık sahada kılar, o neşeyi herkese yaşatırdı. Daha sonra kadınlar camilerden uzaklaştırılmışlardır. Yeniden eski günlere dönmek, yanlış alışkanlıkları terk etmek ve Nebimizin yaşattığı heyecanı tekrar yaşatmak için Sultanahmet Camii gibi büyük meydanlarda yer alan camilerin çevresinde gerekli tedbirleri alıp oraları, bu büyük coşkunun […]

Teravih Namazı
Teravih, ‘tervîha’ kelimesinin çoğuludur. Tervîha ise sözlükte ‘istirahat etmek’, ‘dinlenmek’, ‘huzur duymak’, ‘sevinmek’ ve ‘bir işi kolaylaştırmak için nöbetleşe yapmak’ gibi anlamlara gelir. Teravih namazı Ramazan ayında yatsı namazının son sünnetinden sonra kılındığı ve her dört rekâtından sonra biraz istirahat edildiği için bu adı almıştır. Buharî’de geçen bir rivayette Aişe Validemiz, Peygamberimizin Ramazan ayında olsun ya da başka vakitte olsun geceleri on bir rekâttan fazla nafile namaz kılmadığını söylemiştir.[1] Aişe Validemizden gelen bir başka rivayet şöyledir: “Allah’ın elçisi bir gece mescitte nafile namaz kılmıştı. Birçok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca Ashab, “Allah’ın elçisi geceleyin mescitte namaz kıldı” diye konuştular. Ertesi gece Allah’ın elçisi yine namaza durdu. Halk yine onları konuştu, katılanların sayısı iyice arttı. Üçüncü veya dördüncü gece halk yine toplandı. Öyle ki mescid, insanları alamayacak hâle gelmişti. Ancak Peygamberimiz o gece yanlarına çıkmadı Sabah olunca: “Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, namazın sizlere farz oluvermesinden korkmamdır” dedi. Bu hâdise Ramazanda cereyan etmişti.”[2] Konuyla ilgili olarak nakledilen hadislerde Peygamberimizin ashaba kaç rekât namaz kıldırdığı belli değildir. O, Ramazan dışında nafile namazlarını mescitte kılmazdı. Ramazan’ın son on gününde itikâfta bulunduğu için sürekli kıldığı 11 rekâtı mescitte kılmıştı. Bunlardan üç rekâtı vitir olduğu için geriye sekiz rekât kalıyordu. […]

Ramazan ve Kur’ân
Kur’an, Ramazan ayında indirilmiştir. Bu itibarla Ramazan, Kur’an ayıdır. Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki, insanlara yol gösteren, doğrunun belgelerini içeren ve doğruyu yanlıştan ayıran Kur’ân o ayda indirilmiştir…” (Bakara, 2/185) Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi bu aydadır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır…” (Kadr, 97/1–3) Kur’an’ın indiği gece olduğu için bin aydan hayırlı olduğu ilan edilen Kadir Gecesi, Kur’an’ın Allah katında ne kadar önemli olduğunu gösterir. Kur’an’ı okuyup anlamı üzerinde düşünürsek onun önemini asıl o zaman anlamış ve Kur’an’dan yararlanmaya başlamış oluruz. Bunun için Ramazan ayı tam bir fırsattır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed, 47/24) “Biz o Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alsınlar.” (Duhan, 44/58) “Andolsun ki biz bu Kur’an’ı öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Yok mu düşünen?” (Kamer, 54/17) Allah Teala, Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğini ise şöyle açıklamıştır: “Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an oku. (Müzzemmil, 73/1–9) Biz, sana, taşıması ağır bir söz (bir görev) yükleyeceğiz. Gece kalkmak daha dokunaklı ve o okumak […]

Ramazan ve Dualarımız
Ramazan ayı bağışlanma için tam bir fırsat. Bu ayda kendimizi gözden geçirmeli, günahlarımıza tevbe ve istiğfar etmeliyiz. Bu ay bizim için yeni bir başlangıç olmalı. Yaptığımız ibadetler sadece bu ayda kalmamalı, Ramazanı fırsat bilip kendimizi rabbimizin razı olacağı yeni alışkanlıklara hazırlamalıyız. Bunun için öncelikle günahlarımızdan tevbe etmeli, yüce rabbimizden bağışlanma dilemeliyiz. Yüce rabbimiz “bana dua edin duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60) buyurmuştur. Oruçla ilgili ayetler arasında dua ile ilgili bir ayet vardır. Ayet şöyledir: “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık versinler. Bana güvensinler. Böylece olgunlaşırlar.” (Bakara, 2/186) Demek ki oruç ile dua arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu yüzden Peygamberimiz (sav), Allah tarafından reddedilmeyecek duaları sayarken oruçlunun duasını özellikle belirtmiştir. [1] Bu bölümde Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı dua cümlelerini hem Arapça asılları hem de Türkçe anlamları ile vermeyi uygun gördük. Bu duaları ezberlemeli, özellikle iftar ve sahur vakitlerinde, namazlarımızda, yolda yürürken, gece yatarken kısacası her zaman bu dualarla rabbimize yalvarmalıyız. سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ “İşittik ve boyun eğdik. Bağışla bizi rabbimiz! Dönüş sanadır.” (Bakara, 2/285) رَبَّنَا لا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلا تَحْمِلْ […]

Fitre (Fıtır Sadakası)
Sözlükte ‘yaratmak’, ‘icat etmek’, ‘kesmek’ manalarına gelen “fatr” kökünden türeyen “fıtr” kelimesi oruca son vermeyi, orucu açmayı (iftar) ifade eder. Ramazan ayını yaşamanın, onun mükâfat ve bereketinden faydalanmanın bir şükran belirtisi olarak verilen sadakaya sadaka-i fıtr denir.[1] Kelime Türkçede yaygın olarak fitre şeklinde kullanılmaktadır. Fitre, Ramazan orucunun farz kılındığı hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Bir hadiste Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemin, fitreyi 1 sâ’ (yaklaşık 3 kg civarında bir ölçek) hurma veya 1 sâ’ arpa olmak üzere kadın erkek her Müslümana farz kıldığı rivayet edilmiştir.[2] Allah’ın Resûlü’nün bir şeyi farz kılmış olması, onun Allah tarafından farz kılınmış olması demektir. Zira resûl, kendisine verilen sözü yüklenen ve kendisini gönderenin haberlerine/emirlerine tabi olan kişidir. Dolayısıyla Allah’ın Resûlü, Allah’ın emir ve yasaklarını olduğu gibi tebliğ eder. Buradan hareketle Resûlullâh fitrenin farz olduğunu söylemişse mutlaka Allah öyle emrettiği içindir. Allah’ın bununla ilgili emri ise şu ayette yer almaktadır: وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ “… Onu tutabilecek olanların bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) vermesi gerekir. Kim bir iyiliğin fazlasını yaparsa onun için iyi olur…” (Bakara, 2/184) Ayet metninde yer alan “yutîkûnehû (يُطِيقُونَهُ)” kelimesindeki “hû (ه) onu” zamiri 183. ayetteki “es-sıyâm” yani “o oruç” kelimesini gösterir. Bu durumda […]
Namaz

Namaz ve Oruç Vakitleri
Müslim[1], Allah’a teslim olan ve onun yolunda her zorluğa göğüs geren kişilere Allah’ın verdiği addır[2]. Dini, eğip bükmeden uygulayanlar onlardır. “Kimin sözü, Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “Ben Allah’a tam teslim olanlardanım!” diyenin sözünden daha güzel olabilir!”(Fussilet 41/33) Bu yazıda namaz ve oruç vakitleri, müslim olanlar için anlatılacaktır. Kendisini yahut bir kişiyi veya kurumu, dini konularda yetkili sayanlar, hedef kitlemizin dışındadırlar. Kur’ân’da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle başlayan iki âyet vardır: وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde/gündüze yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl.” (Hûd, 11/114) أَقِمِ الصَّلَاةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا “Namazı, Güneşin dülûk’ndan /tepe noktasını geçmesinden gecenin ğasakına/ gecenin soğuğunun /karanlığının bastırmasına kadar kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de fecrin kur’ân’ında/ doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte kıl! Fecrin kur’ânı meşhûddur./ Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür. “ (İsrâ 17/78) Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamaya yardımcı olan âyetlerin başlıcaları şunlardır: ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن يبعثك ربك مقامًا محمودًا “Sana özel ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz kılmak için uykudan kalk. Belki […]

Yatsı Namazının Vakti Ne Zaman Sona Erer?
İnsanlık tarihi kadar eski olduğu bilinen, Rasûlullah’tan en fazla fiili uygulamanın gözlemlenip nakledildiği, vakitle mukayyet olduğu için cephede dahi terkine izin verilmeyen bir ibadetin vakti konusunda, o ibadeti geçersiz kılacak herhangi bir ihtilaf beklenmemelidir. Beklenti böyle olsa da; bu konuda, mesela yatsı namazının son vaktinin ne olduğu hususunda mezhep imamları ile onların takipçileri arasında, bazen de mezheplerin genel kabulüne muhalefet gösterenler arasında görüş farklılıklarının olduğu, konuya derinlemesine eğilenlerin malumudur. Yazının Devamını Okumak İçin Lütfen Tıklayınız. Dr. Fatih Orum

Zikir ve Namaz
Zikir, çok önemli bir kavramdır. Namaz da Allah’ı zikir için kılınır. Allah Teâlâ Musa aleyhisselama şöyle emretmiştir: إِنَّنِيأَنَااللَّهُلَاإِلَهَإِلَّاأَنَافَاعْبُدْنِيوَأَقِمِالصَّلَاةَلِذِكْرِي “Ben, evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve benim zikrim için namaz kıl.”(Taha 20/14) Namazda zikir emri bize de verilmiştir: فَإِذَاقَضَيْتُمُالصَّلاَةَفَاذْكُرُواْاللّهَقِيَامًاوَقُعُودًاوَعَلَىجُنُوبِكُمْ… “Namazı kıldığınızda ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde iken Allah’ı zikredin…”(Nisa 4/103) Namaz “Allah’ın zikri için” kılındığına göre “zikir” kavramını iyi bilmek gerekir. ZİKİR Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmeye marifet[1], o marifeti koruyup kullanıma hazır tutmaya veya dil ile söylemeye de zikir denir[2]. Zikrin ilk kaynağı doğadır. İnsan, doğada yaptığı gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre ulaşır. İlgili ayetlerden bir kaçı şöyledir: وَهُوَالَّذِيأَرْسَلَالرِّيَاحَبُشْرًابَيْنَيَدَيْرَحْمَتِهِوَأَنزَلْنَامِنَالسَّمَاءمَاءطَهُورًا.لِنُحْيِيَبِهِبَلْدَةًمَّيْتًاوَنُسْقِيَهُمِمَّاخَلَقْنَاأَنْعَامًاوَأَنَاسِيَّكَثِيرًا.وَلَقَدْصَرَّفْنَاهُبَيْنَهُمْلِيَذَّكَّرُوافَأَبَىأَكْثَرُالنَّاسِإِلَّاكُفُورًا. Rüzgârları, ikramının önünde müjdeci olarak gönderen Allah’tır. Gökten dupduru su indirir ki, onunla ölü bir beldeyi canlandırsın. Yarattıklarını; büyük ve küçükbaş hayvanları ve çok sayıda insanı suya kavuştursun. O suyu, aralarında halden hale çevirir ki tezekkür etsinler. Ama insanların çoğu, nankörlük dışında her şeye direnç gösterir[3].(Furkân 25/48- 50) Âyetteki “tezekkür” tefa’ul (تفعُّل) bâbındandır. Bu bâb[4], fiile tekellüf yani hedefe adım adım ulaşma anlamı yükler. Bu sebeple tezekkür’ün anlamlarından biri, zikre adım adım ulaşmaktır. Çünkü doğa olaylarını izleyerek bir bilgiye ulaşmak için zamana ihtiyaç olur. Doğa, bilginin kaynağıdır. Kur’ân’ın Allah’ın […]

Adetli Kadının Orucu ve Namazı
ADETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI Âdetli ve Lohusa Kadın ile İlgili Nesih Nesih sözlükte, bir kitaba diğerindeki bilgiyi aktarma veya bir şeyi uygulamadan kaldırıp yerine başka bir şey koyma anlamlarına gelir[1]. Neshin tarifini veren âyet şudur: مَا نَنْسَخْ مِنْ آَيَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Biz bir âyeti nesheder veya unutturursak, yerine daha hayırlısını ya da dengini getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106) Buna göre nesih, bir âyeti bir başka âyetle değiştirmektir. Bu, hem Kur’an’ın ayetleri arasında, hem de Kur’an ayetleri ile önceki kitaplardaki ayetler arasında olur. Kur’an, ilahi kitapların son nüshası olduğu için ondaki ayetlerin çoğu, önceki kitaplarda olanların aynısıdır, yani onları dengiyle neshetmiştir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: “Bu dini ayakta tutun ve o konuda birbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına (yoluna) seçer ve ona yöneleni hedefine ulaştırır.”(Şûrâ 42/13) “Gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, indiren O’dur. Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.”(Al-i İmran 3/3) Bu ayetler, önceki kitaplardaki âyetlerin büyük […]

Herkesin Bildiği Namaz
A.GİRİŞ Namazın ilk defa Allah Rasûlü’ne öğretildiği, önceden namaz diye bir uygulamanın olmadığı düşüncesi halk arasında son derece yaygındır. İnsanlar nazarında itibar sahibi, ilim ehli olarak görülen bazı şahısların bile bu yanılgıya düştüklerini görebiliyoruz. Namaz konusunun zihinlerde yanlış ve eksik bilgilere dayandırılması, beraberinde pek çok sorunu ve soru işaretini ortaya çıkarmaktadır. Kişinin Kur’an algısının bozulması, vahiy algısının bozulması, nebî algısının bozulması, din algısının bozulması, usûl algısının bozulması vb. pek çok sorunun temelinde bu yanlış tasavvurlar yatmaktadır. Bu yazımızda namazla ilgili olarak Kur’anî bir algı ortaya koymaya çalışacağız. B. NAMAZIN KILINIŞI Kur’an’da namaz var mı? Namazın nasıl kılındığını bana Kur’an’dan gösterebilir misin? Bu gibi soruları daha önce sormuş veya benzer sorularla karşılaşmış olabilirsiniz. Aslında bu sorular birçok sorunun göstergesidir. Bunların en başında Kur’an ve din algısının doğru oluşmaması gelmektedir. Kur’an’da neler yer alır, nelerin yer alması gerekmez? Bir rasul veya nebinin Kitap’da olmaksızın dine bir şey sokup çıkarma (teşri) yetkileri var mıdır? İnsanın Kur’an dışında inanmak zorunda olduğu bir kaynak var mı? Bu ve benzeri soruların cevapları kişinin zihninde doğru bir şekilde yer etmezse doğru bir din anlayışına sahip olması imkansız hale gelir. O halde biraz Kur’an algısı üzerinde durup, Allah’ın elçisinin başta namaz olmak üzere dindeki ibadetleri nasıl ve nereden […]

Namazlarda Okunan Dua ve ZİKİRLER
1- Allâhu Ekber الله اكبر “Allah en büyüktür.” Kıbleye yani Kâbe’nin bulunduğu tarafa yönelerek ayakta, eller kulak hizasına kadar kaldırılır ve Allâhu Ekber denerek namaza başlanır. 2- Namazın başında okunan dua: “Allâhu Ekber” diyerek namaza başladıktan sonra “Sübhâneke” okunur. سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، وَتَبَارَكَ اسْمُكَ، وَتَعالَى جَدُّكَ وَلاَ إِلٰهَ غَيْرُكَ “Allahım, sana yöneldim. Ne yaparsan güzel yaparsın. Adın yücedir. Zenginliğin çok fazladır. Senden başka ilah yoktur.” “Sübhâneke” yerine; şu ayet de okunabilir: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا أَنَاۨ مِنَ الْمُشْرِكِينَ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَاۨ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ben, bir Müslüman olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana doğrudan doğruya çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Benim ibadetim, kurbanım, hayatım ve ölümüm, varlıkların Rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Böyle emir aldım. Ben Müslümanlardanım.” Sübhâneke veya diğer duayı okuduktan sonra, 3- Eûzübillâhimineşşeytânirracîm ( أعوذ بالله من الشيطان الرجيم) = Taşlanan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım 4- Bismillâhirrahmânirrahîm” (بسم الله الرحمن الرحيم) = “İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla” denilerek Fatiha Suresine geçilir. 5- Fatiha Suresi 1. الحمد لله رب العلمين Elhamdulillâhi rabbil’âlemîn. Her şeyi güzel yapmak Allah’a mahsustur. O, varlıkların sahibidir. 2. الرحمن الرحيم […]

Haydi Hep Birlikte Namaza!
Kur’an-ı Kerim’de cemaatle namazın önemine işaret eden bazı ayetler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra hadis kitaplarında yer alan sahih rivayetlerden anlaşıldığına göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. İlgili ayetler ve Resûlullâh’ın uygulamaları sebebiyle sahabe döneminde özürsüz yere cemaate katılmayanlara neredeyse münafık gözü ile bakıldığı rivayetlere yansımıştır. Mesela ashâb-ı kirâm’ın önde gelenlerinden Abdulah İbn Mes’ud’un bu konuda şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin ederim ki ben, münafık olduğu (ayan beyan ortada olduğu için) bilinenler veya hastalardan başka hiçbirimizin cemaatle namaza katılmaktan geri kaldığını görmedim! Hatta hastalar bile iki adamın arasına girerek/onların omuzlarına tutunarak da olsa mutlaka namaza gelirlerdi…”[1] Ashab-ı kirâm’ın namazlarını cemaatle birlikte kılmaya olan bu düşkünlükleri hiç şüphesiz ki Nebîmizi örnek almalarından kaynaklanıyordu. Zira O, farz namazlarda cemaatten hiç geri kalmadığı gibi vefatına sebep olan hastalığa yakalandığında bile Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah İbn Abbas’ın kolları arasında ayakları yerlere sürünür bir vaziyette dahi cemaate iştirak etmiştir.[2] Onun beş vakit namazın farzlarını cemaatle kılmasına ve kıldırmasına sıcak, soğuk, yağmur, fırtına gibi tabiat olayları ile yolculuk veya savaş durumları gibi hiçbir zorluk ve sıkıntılı durum engel olamamıştır.[3] Aşağıda görüleceği gibi Nebîmizin cemaatle birlikte namaz kılmaya bu denli önem göstermesi konuyla ilgili ayetler sebebiyle olmalıdır. Asr-ı […]

YOLCULUKTA VE KORKU HALİNDE NAMAZ
Namaz, Adem aleyhisselamdan beri devam edegelen bir ibadettir. Allah Teâlâ namazı, bütün ümmetlere emretmiştir. وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ “Onlara, dine bir şey katmadan ve yanlış yola sapmadan Allah’a kulluk etmeleri, namazı düzgün ve sürekli kılmaları ve zekâtı vermeleri dışında bir emir verilmedi. Doğru din işte budur.” (Beyyine, 98/4-5) وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ. “Musa ile kardeşine şunu vahyettik: Siz ikiniz Mısır’da halkınız için evler hazırlayın. Evlerinizi, kıbleye yönelik yapın; namazı düzgün ve sürekli kılın.” (Yunus 10/87) İsa aleyhisselâm, beşikte iken, bir mucize olarak yaptığı konuşmada şunları söylemişti: وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا “Nerede olursam olayım (Allah) beni değerli kıldı; yaşadığım sürece bana namaz ve zekât görevi yükledi.” (Meryem, 19/31) İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile eşi Hacer’i Mekke’ye yerleştirdiğinde şu duayı yapmıştı: رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ “Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını senin dokunulmazlığı olan Beyt’inin[1] yanında, çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz bunu, namazı düzgün ve sürekli kılsınlar diye yaptım.” (İbrahim 14/37) İsmail aleyhisselamın bu duaya uygun hareket ettiğini de şu ayetten öğreniyoruz: وَاذْكُرْ […]
Fıtrat ve Tıp Araştırmaları

Genital Sırt ve Araf 172. Ayeti
“Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden/sırtlarından nesillerini aldı..sonra (NESİLLERİNİ ALDIĞINDA)onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyamet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.” (A’raf, 7/172) İNSANIN OLUŞUMUNDAKİ TEMEL FAKTÖRLER: ÜREME ORGANLARI SİSTEMİDİR Üreme organlarını oluşturan sisteme “genital sistem” denir. Genital sistem “üreme sistemi” olarak da bilinmektedir. GENİTAL SİSTEM=İÇ GENİTAL VE DIŞ GENİTALDİR.. ŞEKİL 1 Genital Sistem embriyolojik dönemde yani anne karnında ki ceninin gelişim döneminde belden, sırttan köken alır. Ana kaynak aldığı, geliştiği yer ise Genital Sırt=Genital Ridge bölgesidir. (Şekil 1/B) Genital sırt Torakal 10 seviyesine denk gelir. Şekil 2 ŞEKİL2 10th=torakal10 TIBBİ AÇIKLAMA Primordial germ hücreleri (PGH),=çocuk oluşumu için gereken sperm ve yumurtanın ana hücresi olup bu hücreler anne karnındaki cenin döneminde oluşur. (Şekil 1/A) Bebek doğduğunda genital sistemde depolanır, bir daha ömür boyu öncü yumurta ve öncü sperm hücresi imalatı olmaz. Depolandıkları genital sistemden salınarak farklılaşım geçirerek değişime uğrar ve nesil devamı, üreme için olgun sperm ve olgun yumurtaya dönüşür. İlk olarak umbilikal vezikülün duvarında net olarak görünmeye baslayan PGH=Primordial germ hücreleri’nden (ŞEKİL 1/A) binlercesi, yaklasık zigot oluşumundan sonraki 3. haftada, 10. torasik düzeydeki tabaka içine (mezodermal tabaka) içine aktif ve pasif hareketler ile göç eder. Üreme […]

Aort Ana Damar ve Tarık (5-8 Ayetleri)
“İnsan neden yaratıldığına bir baksın. İleri giden bir mayi(sıvı, su) yaratılmıştır. O su, omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkar.” (Tarık, 86/5-8) Şekil 1 Anne karnındaki 6 haftalık cenin görünümü ŞEKİL1; dorsal aorta ve yukarısını takip ediniz kırmızı hat ve devamı ana damar yani aortadır. Aortun çıkış yeri ise kalptir. İleri giden mai atardamarda adeta birbiri ardınca ilerleyen su gibidir. En büyük atar damar olan aorttaki kalbin büyük bir basınçla fırlattığı kanın yüksek akımla birbiri ardınca ilerlemesi sonucu tüm vücuda ulaşması ve nihayetinde en küçük hücrelerin dahi ihtiyacını sağlamak amaçlı minik kılcallara ayrılmasıyla son bulur. Şekil 2 Ana damar aort kalpten yani göğüs ile sırt arasında kalan omurga ile göğüs kemikleri arasından KALPTEN çıkar. Ve tüm vücuda bölüm bölüm atardamarlar olarak dağılır. Organların dokuların hücrelerin beslenmesi dolayısıyla da yaşamın idamesi sağlanmış olur. Şekil 2 Şekil 3 Sonuç: Kalpten çıkan ana damar aortun =ana atar damar şekil3 deki gibi omurga ile göğüs kemikleri arsında yer aldığı görülmektedir. Bu damar hayatın ve neslin ana kaynağı dolayısıyla can damarıdır… İnsan hayatının devamı için şart olan bu ana damar aynı zamanda kadında ve erkekte üremeyi, çoğalmayı sağlayan üreme organları sistemini, dokularını ve hücrelerini besler. Ancak sonrasında insanoğlu üreyebilir ve neslin devamlılığı sağlanabilmiş olur. Uzm. Dr. […]

Kürtaj ve Cenin
T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ İSLÂM HUKUKUNDA CENİNE MÜDAHALENİN HÜKMÜ ABDULAHAT UCATLI 2501060884 TEZ DANIŞMANI: PROF. DR. ABDÜLAZİZ BAYINDIR İSTANBUL – 2009 ÖZ İslâm Hukukunda Cenine Müdahalenin Hükmü, Abdulahat Ucatlı. Bu araştırma, İslam hukukunda cenine müdahalenin hükmünü içermektedir. Üç bölüm halinde sunduğumuz bu çalışmanın birinci bölümünde Kur’an, hadis ve modern tıp ilmi açısından ceninin anne rahminde geçireceği safhalar üzerinde durulmaktadır. Yine bu bölümde cenine ruh üflenme zamanı, can ile ruhun farkı ve fıkıh âlimlerine göre cenin kavramı için yer verilmektedir. İkinci bölümde modern tıp bilimi açısından ceninin anne rahminde geçirmiş olduğu safhalar, kürtajın tanımı ve onun tehlikelerine dair kısaca bilgi verilmektedir. Çalışmamızın üçüncü bölümünde hamileliğin ilk safhasından itibaren doğuma kadar olan hamileliğin tüm evresinde, çeşitli nedenlerle anne rahmindeki cenine yapılan (müdahale) kürtaj’ın hükmü incelenmektedir. Konu bilimsel bir konu olduğu için Kur’ân ve modern tıp ışığında yapılmış özel çalışmalardan yararlanmakla birlikte, tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarından yararlanılmaktadır. ABSTRACT What’s the judgement of the interferencing (to) the fetus in the Islamic Law, Abdulahat Ucatlı. In several verses of the Qur’an, ÖNSÖZ Ana rahmindeki cenine müdahale, genellikle kürtaj yoluyla yapılmaktadır. Başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere, nüfus ve aile planlama […]

Tarık Sûresine Bilimsel Bakış Açısı
Tarık yıldızının, nötron yıldızı olduğu, uzayda kalp gibi atıp damar gibi pulsasyon verdiği gökbilimciler tarafından düşünülmüştür. Tarık suresi 6,7,8. ayetlerine, Tıbbi ve Anotomik açıdan değerlendirme yapmamız gerekmektedir. Yaptığım araştırmalar omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkan ve ileri itilen mainin insanda kalp, kalpten çıkan ve pulsasyon veren damar olduğunu göstermektedir. Tarık suresinin 6,7, ve 8. ayeti şu ana kadar yapılmış Kuran tefsirlerinde doğru mu yorumlanmıştır? İncelediğim Kuran-ı Kerim tefsirlerinde veya açıklama dipnotlarında Omurga ile Göğüs kemikleri arasından çıkan oluşumun erlik suyu (meni)olduğu anlatılmıştır ve Kadın Anatomisinde buna mana verilememiştir. Yeni yapılacak tefsirler Tıbbi bilgiler ışığında değerlendirilmelidir. Tarık Suresi Astronomi, Tıp ve İslam Biliminin mucizevi şekilde birleşmesidir. Dr. Seda Sezer Çalışma için tıklayınız.

Bir Damla Sudan Yaratılış
İslama kayıtsız şartsız teslim olan dışında ”Gözle görülemeyecek kadar küçük hücrelerin” birleşmesinden insanın oluştuğuna 1500 yıl önce kim inanırdı? Mikroskop, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük cisimlerin birkaç çeşit mercek yardımıyla büyütülerek görüntüsünün incelenmesini sağlayan bir alettir. Mikroskobu, ilk önce Hollandalı Zacharias Janssen’in, 1590 dolaylarında bir teleskopu tadil etmek suretiyle meydana getirdiği kabul edilmektedir. Gelişen teknolojinin Tıp alanında kullanılmasıyla hücresel anlamda insanın oluşumuna açıklık getirilebilmiştir. Kuran-ı Kerim mikroskop gelişiminden çok önce bu konuya ışık tutmuştur. Asıl ilim kitabımız olan Kuran insanın adeta bir damla sudan oluştuğuna işaret etmektedir. Asırlardır bilimsel gelişmede bu kadar gecikmenin nedeni, Kuranı Kerim Ayetlerine yeterince hâkim olamamaktan kaynaklanmaktadır. Günümüz Teknolojisi Tıpla birleşince Kuran-ı Kerim’de anlatılan nutfe, alaka terimlerinin ne ifade ettiğini, insanın bir damla sudan nasıl yaratıldığını anlayabildik. Yaratılışla ilgili henüz açıklayamadığımız ayetler de mevcuttur. Zaman içerisinde bilimin daha iyi gelişmesiyle ayetler daha iyi anlaşılacak veya Kuran daha iyi anlaşılıp bilimin gelişmesine yol gösterecektir(inşallah). Belki de yıllar içinde iki gelişme aynı anda olacaktır. Şüphesiz en doğrusunu bilen Allah’tır. Kuran’da insanın yaratılışı anlatılırken ifade edilen nutfe, alaka dönemlerinin Tıbbi karşılığı nedir? Dr. Seda Sezer Çalışma için tıklayınız.

Anne Karnında Cenine Ruhun Üflenmesi
Canlılar gelişimlerinin ilk haftalarında anne karnında benzerlik göstermektedir. İlerleyen haftalarda yeni bir biçimlendirilmeyle minyatür insan haline dönüştüğünde cenine ruh üflenir. Kuran ayetleri ruhun üflenmesine matematiksel ve tıbbi olarak nasıl işaret eder? Dr. Seda Sezer Çalışma için tıklayınız…

Ruh ve Vücut Dengesi
Ruh Ve Vücut Dengesi İnsan, ruh ve vücuttan oluşan bir varlıktır. Ruh, insanı diğer canlılardan ayırır. Ancak uzun süreden beri ilim adamları ruhun müstakil varlığını inkâr ettiği için bu konu, din sahasına bırakılmıştır. Bu da dengeleri bozmuş ve birçok yanlışlara sebep olmuştur. Kur’ân bize, insanla ilgili önemli bilgiler verir. İlgili ayetler toplu olarak değerlendirildiğinde ceninin yapısının tamamlanıp dengesinin kurulduğu 15. haftada ruhun üflendiği, bundan sonra onun, ana rahminde 6 ay daha kaldığı ortaya çıkar. Ruhun üflendiği andan itibaren insan diğer canlılardan farklı hale gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve o insanı (Âdem’i) yaratmaya çamurdan başlayan O’dur. Sonra onun soyunu bir özden; zayıf bir sudan yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlamış) dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiş; (böylece) size dinleme, ileri görüşlü olma (basiret) yeteneği ve gönüller vermiştir. (Bu yetenekleri) Ne kadar az değerlendiriyorsunuz!”(Secde 32/7–9) Ruh, vücudu ev gibi kullanır. Uykuya dalınca gider, uyanınca geri gelir. Ölen vücut, yıkılan ev gibi olur. Yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya girmez. Şu âyet bunları anlatmaktadır: “Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini o belirlenmiş eceline belli bir vakte kadar salıverir. Bunda, düşünen bir topluluk için göstergeler (ayetler) vardır.(Zümer 39/42) Uyku, dinlenmek için, ölüm de bozulmayan, ihtiyarlamayan […]

Cehennem ve Yanık Protokolü
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap; Allah’tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir. (Hadid 57/20) Sakın Allah’ı haksızlık edenlerin işlediklerinden habersiz sanma. Şüphesiz O gözlerin kapaklarını kırpmaksızın bakakalacağı güne kadar, onları ertelemektedir.(İbrahim 14/42) Sen insanları, o azabın geleceği günle ilgili olarak uyar. Yanlışlar içinde olan o kimseler şöyle diyeceklerdir: “Rabbimiz! Kısa bir süreliğine bizi geri gönder de çağrına olumlu karşılık verelim ve elçilere uyalım.” Onlara denir ki: “Bizim düzenimiz bozulmaz, diye daha önce yemin edenler siz değil miydiniz? (İbrahim 14/44) Azap Günü ve Cehennem Bilgisi Kuran Ayetleri Işığında nasıl anlatılmıştır? İlgili hadisler nelerdir? Dünya hayatında yanığa maruziyete tıbbi yaklaşım ve tedavi protokolü nedir? Dr. Seda Sezer Çalışma için lütfen tıklayınız…

Kadını Erkekten Aşağı Gören Anlayış ve Kur’ân
Kadın, tam bir ilgi odağıdır. Şu ayete göre o, insanı etkileyen varlıkların başında gelir: “Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am[1] ve toprak ürünleri insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir.” (Âl-i İmrân 3/14) Kadınlar, kadın erkek her insana süslü gösterilmiştir. Nitekim bir kadının diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin, erkeğin beğenisini kazanma isteğinden fazla olduğu daima gözlemlenebilir. Bu yüzden kadının çok iyi korunması gerekir. Allah, Müslüman – kâfir, hür ve esir ayrımı yapmadan, namusunu koruyan her kadına “muhsana” demiş[2] ve onu kalenin içindeymiş gibi koruma altına almıştır.[3] Ama Kur’an’a uyma yerine onu kendilerine uyduranlar her şeyi bozmuş, kadının korunmuşluğunu yok saymış ve onu değersizleştiren hükümleri, Sünni – Şii bütün mezheplere yerleştirmeyi başarmışlardır. Bu yazıda, kadına yapılan haksızlıkların bir kısmı, ilgili ayetler ışığında ele alınacaktır. A. KADININ KABURGA KEMİĞİNDEN YARATILDIĞI İDDİASI Elimizdeki Tevrat mealine göre Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. “RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, «İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir» dedi, «Ona Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.»” (Yaratılış 1/21-23) Tevrat ve İncil meallerine sokuşturulan bazı yanlışlar, bize hadis olarak geçmiştir. […]

Organ Nakli Konusunda Katkı
Sayın Abdulaziz Bayındır Hocam, Organ Nakli konusunda Ali Rıza Hoca ile birlikte yaptığınız tartışmaya ufak da olsa katkıda bulunmak istedim. Ben üroloji uzmanıyım ve böbrek nakilleri konusunda bilgi birikimim var. Öncelikle bu husus yani organ naklinin caiz olup olmadığı çok önemli, ivedi ve milyonlarca müslümanın hayatını ilgilendiren bir konudur, bir ayrıntı kesinlikle değildir. Çünkü her yıl ülkemizde onbinlerce yeni hasta dializ makinalarına bağlanmaktadır. Dializ hastalarının çektikleri acıları bir kendileri bir de hekimleri bilir. Allah kimseyi böyle ağır imtihan etmesin. Ve bugün artık organ naklinde başarı oranları %100 lere yaklaşmış durumdadır. Nakil sonrasında da eskisi gibi yoğun ilaçlara duyulan ihtiyaç ortadan kalmıştır, bu hastalar normal insanlar olarak sağlıklarına kavuşmaktadırlar. Nakil gerektiren hastalıkların en büyük bölümünü böbrek hastalıkları oluşturmaktadır ve ilginç olan (bence Allah’ın takdiri) yedeği olan nadir organlardan biri de böbrektir. Şunu kesin olarak söyleyebilirim ki her iki böbreği sağlıklı olan bir insanın bir böbreğini almak ile ona hiç zarar vermiş olmuyoruz, yani bir böbrek fazlasıyla bir insana yeterlidir. Benim yarım hatta 1/3 böbrekli ve sıkıntısız yaşayan çok sayıda hastam vardır. Doğuştan tek böbrekli olan ve bu durumun farkına bile varmadan eceliyle ölen binlerce insan vardır. Öyleyse yüce Rabbimizin neden her organı değil ama bu organı çift (yani fazladan ya da […]

Zakkum ve Medusa
Zakkum’un hangi bitki olduğu hep tartışılmış ve birtakım yorumlar yapılmıştır. Türkiyede zakkum olarak bilinen bitki aslında Kuran’da bahsedilen zakkum değildir. Edindiğim birtakım bilgiler nedeni ile bende bir fikir oluştuğundan, bilgilerimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu amaçla önce zakkumdan bahseden ayetleri okumak gerekir. Saffat 62.ayet: Şimdi ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Saffat 63.ayet: Biz onu (zakkumu) zalimler için bir fitne (imtihan) kıldık. Saffat 64.ayet: O cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Saffat 65.ayet: Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. Saffat 66.ayet: (Cehennemdekiler) ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar. Saffat 67.ayet: Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır. Duhan 43.ayet: Şüphesiz zakkum ağacı, Duhan 44.ayet: Günahkârların yemeğidir. Duhan 45.ayet: Erimiş maden gibi. Karınlarında kaynar. Duhan 46.ayet: Kaynar suyun kaynaması gibi. Vakıa 52.ayet: Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Vakıa 53.ayet: Karınlarınızı ondan dolduracaksınız. Vakıa 54.ayet: Üstüne de kaynar sudan içeceksiniz. Vakıa 55.ayet: Susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz. Vakıa 56.ayet: İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur! Ayetlerde geçen ağaç kelimesinin orjinali “şeceratün” dür. Arapça’ da oluşmak, gelişmek,firar,etkileşim anlamlarına gelmekle birlikte ağaç anlamında kullanılır. Arapçada ağaç kavramı bizden farklıdır. Ağaç kavramı ile çok yıllık bitkiler de ifade edilir. Algol […]

İbn Sina’nın Felak Suresini Tefsiri
KELAM ARAŞTIRMALARI 7:2 (2009), SS.53-72. Doç. Dr. Abdülhamit SİNANOĞLU KSÜ. İlahiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. Abstract In this paper, one of the greatest Muslim philosopher, Ibn-i Sînâ‘s comment on Quran’s 113. Sura, Sura Al- Falaq, and within the context of this sura, his vision about creation and expulsion have teologically been evaluated. In this study, the approaches to bring together Ibn-i Sînâ’s idea of “eternal world with God “ under Aristotle’s philosophy and the theory of expulsion in Neo-platonism and Muslim Theologian’s idea of creation have been analysed. Key Words: Creation, Existence, Evil, Wickedness, Expulsion, Adjudication and Fate, Appreciation. GİRİŞ İslâm düşünce tarihinin en büyük düşünürlerinden biri olan İbn Sînâ (Ebû Ali el-Hüseyin ibn Abdullah ibn Sînâ el-Belhi) (d. 980, Buhara yakınları-ö.1037, Hemedan1), Türk filozof ve hekim. İbn Sînâ, babasından sonra Sâmânîler Devletinin hizmetine girerek hükümdarın kütüphane müdürü iken, hükümdarının ölümü üzerine Buhara’dan Harzem’e gitmiş, daha sonra da Büveyhîler emiri Alaud-devle Kaküveyh’in hizmetinde çalışmıştır. Zaman zaman hapsedilmiş ve sürgün edilmiş olan İbn Sinâ kitaplarını bir kısım zor şartlar altında yollarda ve hapislerde yazmış ve bir kulunç rahatsızlığından Hemedan’da ölmüştür. 2 İbn Sînâ her şeyden önce bir İslâm Filozofu olarak tanındığından onun Kur’an’a yaklaşımı ve tefsircilik yönü pek fazla […]

Seher ve İmsak Vaktinin Tıp Bilimi Açısından Önemi
Güneşin ilk ışıklarının, doğu ufkunun üst tarafına gelmeye başladığı ve beraberinde tabiatın uyandığı vakte, “Seher Vakti”, bu vakitte yenen yemeğe de “Sahur yemeği” adı verilir. Kur’ân’da geçen fecr sözcüğü;ufkun alt tarafında enlemesine oluşan kalın kırmızı renk kuşağının (kızıllık), ufku yarması olayıdır. Fecr’de, gündüzün ilk ışıkları, gecenin karanlığına karışır. İmsak vakti de; bu kızıllığın üzerinde bir beyaz ve bunun da üzerinde ikinci bir kuşak oluştuğunda girer. Böylece; en üstte beyaz kuşak, ortada kızıllık, altta da siyah karanlık bir kuşak oluşur. İşte bu an, yeme yasağının başladığı an olup; …Tan yerinin beyaz ipliği,siyah ipliğinden sizce ayırdedilinceye kadar yiyin,için…(Bakara 2/187) ayeti ile birebir örtüşmektedir. Seherle birlikte kuşlar cıvıldamakta, hayvanlar hareketlenmekte ve insan bedeninde de fizyolojik bir uyanma gerçekleşmektedir. Seher ile tüm biyolojik ve hormonal aktiviteleri canlılık kazanarak güne başlayan insan organizması; özellikle de imsak vakti ile birlikte tam bir olgunluğa ulaşmaktadır. Böylelikle vücud güne hazırlanmış olmaktadır. Peki vücudumuzun fizyolojik olarak güne hazırlanışı nasıl olmaktadır, buna hangi hormonlar aracılık etmektedir? Seher vaktinde vücudumuzun fizyolojisine yani biyoritmine baktığımız zaman aşağıdaki beş belirleyici etken görülür: 1-İnsülin hormonu 2-Kortizon hormonu 3-Adrenalin hormonu 4-Vücud ısısı 5-Uyku fizyolojisi İNSÜLİN HORMONU Kan şekeri (serum glukozu) düzeyini ayarlayan ve belirli aralıkta kalmasını sağlayan bir hormon olup; pankreas’ın beta hücrelerinden salgılanır ve […]

Âdem ve Havvâ
Dünya, iki günde[1] yaratılmış; gıda ölçülerinin konması ile birlikte süre dört güne çıkmıştı. Gökler de iki günde yaratılmış, toplam süre altı gün olmuştu[2]. Dünya, insanlar için dayalı döşeli hale getirilmişti. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Yerde olan her şeyi sizin için yaratan da O’dur. Sonra göğe yöneldi ve onları yedi gök olarak düzenledi[3]. Her şeyi bilen O’dur.”(Bakara 2/29) Yeryüzünü altınızda bir yaygı, göğü de bina gibi yapılandıran O’dur. Gökten su indirir de onunla oluşan ürünlerden size yiyecek çıkarır. Öyleyse bile bile, Allah’a benzer nitelikte varlıklar uydurmayın (Bakara 2/22) “Âdemoğullarına çok değer verdik; karada ve denizde taşıttık; onlara temiz ve lezzetli nimetler verdik; yarattığımız akıllı varlıkların çoğundan da üstün kıldık.” (İsrâ 17/70) “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyleri denizde taşıyıp götüren gemilerde, Allah’ın gökten indirdiği suda, o su ile ölü toprağı diriltmesinde, kıpırdayan her canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârların farklı yönlere esmesinde, gök ile yer arasında görevli bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için göstergeler vardır.” (Bakara 2/164) İlk insan, Âdem aleyhisselâmdır. Âdem ve eşi Havvâ, insanlığın ana-babasıdır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye ırklara ve boylara ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, Allah’tan en çok çekinerek korunanızdır. […]

Hermafrodizm ve Hermafrodit Gebelikler
Normal olarak insanlarda biri sağda biri solda olmak üzere iki adet yumurtalık bulunur (erkeklerde iki testis, kadınlarda iki over). Bazı bireylerde ise iki testis/iki over yerine, bir testis bir over bulunabilir. Veya karma yumurtalıklar (ovotestis) bulunabilir. İşte bu şekilde hem over hem testise (veya ovotestise) sahip olan bireylere ‘Hermafrodit’ (True Hemaphrodite) denir.(2,3) Gerçek hermafroditler de diğer insanlar gibi ya dişiya da erkek olurlar (büyük çoğunluğu dişi, azınlığı erkektir). Yani hermafrodizm çift cinsiyetlilik demek değildir (eşcinsellik hiç değildir). Ama bazı hermafrodit bebeklerin dış genital (cinsel) organları hem erkek hem dişi cinsel organ gibi görülebilir. Buna ‘ambigus genitalia’ denir. Lakin kromozom analizi, ultrason ve MR gibi gerekli tetkikler yapılınca bu bebeklerin de erkek mi dişi mi olduğu anlaşılır (bu şekildeki bebeklerin bir bölümüne bazı cerrahi tedaviler de yapılabilir). Buna karşı dış genital organları tamamen normal olan hermafroditler de vardır. Kaldı ki hermafroditlerin genel vücut yapıları çoğunlukla normaldir. Yani erkek ise erkek, dişi ise dişi anatomisine sahiptirler. Ayrıca, ambigus genitalia’sı bulunsun veya bulunmasın dişi hermafroditlerin vajen, rahim ve tüpleri de çoğunlukla normaldir. Ama ambigus genitalia’sı bulunan hermafroditlerde en sık görülen ambigus bulgusu klitoris hipertrofisi (büyümesi) olduğu için bu bebeklerin büyümüş klitorisi ‘pipi (penis)’ gibi görünebilir. Ne var ki gerekli inceleme yapıldığı zaman bunun […]

TIBBÎ, ETİK VE DİNÎ AÇIDAN CERRAHÎ SÜNNET/HİTAN
Erkek çocukların sünnet edilmesi dünyada en çok yapılan cerrahi operasyondur. Son yıllarda bu konu tıbbî, etik ve dinî açıdan tartışılmaktadır. Bu yazı ile bu tartışmalar özetlenecek ve sonuç itibari ile bir kanaat serdedilecektir. 1. Tıbbî Boyut Cerrahi sünnetin tıbbî boyutunu bu konuda yayınladığım tıbbî makalenin özetini naklederek özetlemiş olalım: “Elektif erkek sünneti (EES) hakkında bazı medikolegal tartışmalar vardır. Amerikan Pediatri Akademisi’nin (AAP) 2012 yılındaki raporuna göre, yeni doğan erkek sünnetinin tıbbî faydaları risklerinden fazladır. AAP’nin bu raporu, EES hakkındaki tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu rapor, sünnetin etik ve yasal bir müdahale olmadığını söyleyen çevreler tarafından eleştirilmiştir. Ancak, mevcut literatür AAP’nin bu raporunu doğrulamaktadır. EES, üriner enfeksiyonlar, fimozis, balanit, kandidiyaz, yüksek riskli HPV enfeksiyonu, HIV, genital ülser, sifiliz, trikomonas vaginalis, mikoplazma genitalium, herpes simpleks virüs tip 2, şankroid, penil kanser, prostat kanseri ve serviks kanseri riskini anlamlı derecede azaltıyor iken, seksüel fonksiyonlar üzerinde de olumsuz bir etki yapmamaktadır. EES için önerilen yaş 0-1 yıldır. Çünkü infantil ES’de komplikasyonlar daha az, iyileşme daha hızlı ve maliyet daha avantajlıdır. Bu dönemdeki sünnetin ruh sağlığı açısından da bir riski bulunmamaktadır. İnfantil ES’nin komplikasyonları % 0,2-0,3 civarındadır ve bunların çoğu da genellikle minimal müdahalelerle önlenebilmektedir. Eğer 0-1 yaş arasında sünnet yapılmamış ise kastrasyon fobisi […]

ORUÇLU HASTALAR İÇİN BAZI TIBBÎ ÖNERİLER
Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de farz kılındı. Sayılı günlerde… Sizden kim hasta veya yolculukta olursa, (tutamadığı) o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha hayırlı olur. (Fakat) Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha iyidir. (Bakara 2/183,184) Görüldüğü üzere Kur’ân’a göre oruç, ancak sefer ve hastalık halinde ertelenebilir. Bu iki hal haricinde orucun ertelenmesini caiz kılan başka bir durum yoktur. Ne var ki ilgili ayet, “gücü yeten hastalar oruç tutarsa daha iyi olur” buyurmaktadır. O halde hangi hastalık hallerinde ve/veya hangi tedavi seçeneklerinde oruç ertelenmeli, hangi hallerde ertelenmemelidir? Tıbbî olarak bu konuda (sıkıntıya düşmeden) ne tür öneriler yapılabilir? Müminler, bu konuları haklı olarak merak etmektedirler. Bu nedenle, bu yazımızı, en sık sorulan şu sorular vesilesiyle bu konulara tahsis ettik; Sık Sık Su İçmesi Gereken Böbrek Hastaları Oruç Tutabilir Mi? Her böbrek hastalığı sık sık su içmeyi gerektirmez. Hatta bazı böbrek hastalıklarında su kısıtlaması bile yapılır. Ama özellikle böbrek taşı bulunan hastalar ve iltihabi böbrek hastalıkları gibi durumlarda sık su içmek tavsiye edilir. Buradaki amaç, günlük idrar miktarını artırmaktır (bu hastaların 24 saat boyunca en […]
Kuran'da Nebiler

İblisin Yoldan Çıkışı
Secde Emri 28-9. Rabbin meleklere: “Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın” demişti. (Hicr 15) 71-2. Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” (Sad 38) İblis”in Cevabı “Allah, “Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?” dedi, “Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm” cevabını verdi.” (Araf 7/12) “Allah: “Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?” dedi. O: “Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem” dedi.” (Hicr 15/32-33) “Allah: ” Ey İblis Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlananlardan mısın?” dedi. İblis: “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. Allah: “Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Din gününe kadar lanetim senin üzerinedir” dedi.” (Sad 38/75-78) Aldığı Ceza “Ona, ” İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın tekisin” dedi. (Araf 7/13) “Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır” dedi.” (Hicr 15/34-35) “Oysa Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurdum. Saptıranları hiçbir işte asla yardımcı da edinmedim. O gün Allah: “Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin” der. […]

Davud Aleyhisselam
Hz. Davud, Yakub aleyhisselam’ın oğlu Yehûda’ın soyundandır. İşmuil (Şemuyel = Samuel) aleyhisselamın ölümünden sonra kendisine nebilik verilmiş, kayınpederi Talut’un ölümünden sonra da İsrailoğullarına hükümdar olmuştur. Nebiliğinden Önceki Olaylar “Musa’dan sonra, İsrailoğullarının önde gelen adamlarını gözünde canlandırmaz mısın? Onlar nebilerine “Bize bir başkomutan görevlendir de Allah yolunda savaşalım!” demişlerdi. “Ya savaş emredilir de savaşmazsanız?” dedi. “Kaybedecek neyimiz kaldı ki Allah yolunda savaşmayalım! Hem yurtlarımızdan çıkarılmışız hem çocuklarımızdan ayrı düşürülmüşüz.” dediler. İstedikleri savaş üzerlerine farz kılınınca, pek azı dışında hepsi kaçıverdi. O zalimleri bilen Allah’tır.” (Bakara 2/246) Talut’un (Saul) Hükümdarlığı “Nebileri onlara “Allah, size başkomutan olarak Tâlût’u görevlendirdi” dedi. “O bize nasıl komutanlık yapabilir? Komutanlık ondan çok bizim hakkımızdır. Ona fazla bir mal verilmiş de değil!” dediler. Nebi, “Onu başınıza Allah seçti. Ona, bilgi ve vücut bakımından üstünlük de verdi. Allah yetkiyi, tercih ettiğine verir.” dedi. Allah, imkânları geniş olan ve daima bilendir. Nebileri onlara dedi ki: “Ona başkomutanlık verildiğinin belgesi, size Sandık’ın gelmesidir. İçinde Rabbinizden /Sahibinizden sizi rahatlatacak bir şey, bir de Musa ve Harun ailelerinin bıraktığı hatıralar olacak ve onu melekler taşıyacaktır. Eğer inanıyorsanız bunda sizin için gerçek bir ayet /gösterge vardır.” (Bakara 2/247-248) Ürdün Nehrini Geçiş “Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, “Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen […]

Musa ve Harun Aleyhisselam
Kitapta Musa’dan da söz et. Çünkü o içten bağlıydı. O bir elçi, bir peygamberdi. Ona Tur’un sağ yanından seslenmiş ve gizli konuşmak için iyice yaklaştırmıştık. Ona acıdığımızdan, kardeşi Harun’u da bir peygamber olarak ona bağışlamıştık. (Meryem19/51-53) Biz, Musa’ya ve Harun’a gerçekten iyilikte bulunmuştuk. O ikisini ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık Onlara yardım etmiştik de yenen taraf onlar olmuştu. Her ikisine, o apaçık Kitab’ı vermiştik. Her ikisini de doğru bir yola çıkarmıştık. Arkadan gelenler içinde onlara şunu bırakmıştık. “Musa ve Harun’a selam olsun”. İşte biz, iyilere böyle ödül veririz. Çünkü her ikisi de inanmış kullarımızdandı. (Saffât 37/114-122) O ikisini Firavun ve ileri gelen adamlarına elçi göndermiştik de onlar hemen büyüklük taslamışlardı. Onlar zaten mağrur bir topluluktular. Dediler ki, “Tıpkı bizim gibi olan iki insana mı inanacağız? Üstelik kavimleri zaten bizim kölelerimizdir. Onları yalan saydılar ve yok edilenlere karıştılar. Biz o Kitabı Musa’ya, belki yola gelirler diye vermiştik. (Müminûn 23/46-49) Hz. Harun vahiy almıştır. Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere nasıl vahyettiysek sana da öyle vahyettik. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmişizdir. Davud’a da Zebur’u verdik. (Nisa 4/163) Firavun Kazıklı Firavun’a Rabbinin ne ettiğini görmedin mi? (Fecr 89/10) Firavun o yerde gerçekten bir […]

Yakub Aleyhisselam
Yakub Aleyhisselamın Vasiyeti “Kendi değerini düşüren akılsızdan başka kim İbrahim’in dini yaşama biçimine kayıtsız kalabilir! Biz onu dünyada seçkin kıldık. O, ahirette de iyiler arasında olacaktır. Rabbi ona “Teslim ol!” demiş, o da “Varlıkların Rabbine /Sahibine teslim oldum!” demişti. İbrahim bunu evlatlarına da vasiyet etti. Yakup da öyle yaptı. Şöyle dediler: “Evlatlarım! Allah sizin için bu dini seçti. Sakın ha, Allah’a teslim olmadan ölmeyin!” Yoksa siz Yakup ölmek üzere iken orada mıydınız! O sırada evlatlarına, “Benim arkamdan kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar, “Senin ilahına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahına yani tek ilaha kulluk edeceğiz. Biz, ona teslim olmuş kimseleriz!” dediler. Onlar gelip geçmiş bir toplumdur. Onların kazandıkları onlara, sizin kazandıklarınız size! Onların yaptıkları işler size sorulmayacaktır.” (Bakara 2/130-134) Yakub Aleyhisselamın Haram Kıldığı Şeyler “(Yahudiler dediler ki) “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram ettiği yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir.” De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.” Kim bundan (Tevrat’ı okuduktan) sonra hâlâ bu yalanı Allah’a mal ederse, işte onlar yanlış yapmış olanlardır.” (Ali İmran 3/93-94) Abdulaziz BAYINDIR

İshak Aleyhisselam
Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olana, Rableri /Sahipleri tarafından bütün nebilere verilenlere inandık. Onlardan birini diğerinden ayırmayız. Biz sadece Allah’a teslim olmuş kimseleriz. (Bakara 2/136) Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının Yahudi veya Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi iyi bilirsiniz, Allah mı?” Allah’ın şahitlik ettiği bir şeyi bile bile gizleyenden daha büyük yanlışı kim yapabilir? Allah, yaptığınız hiçbir şeye ilgisiz kalmaz. (Bakara 2/140) İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsine doğru yolu gösterdik. Daha önce Nuh’a da doğru yolu göstermiştik. Onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da gösterdik. Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da… Bunların hepsi iyilerdendir. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a, Lut’a da doğru yolu gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık. Onların babalarından, soylarından ve kardeşleri içinden de… Onlardan da seçtik ve doğru yola yönlendirdik. İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah’ın doğru yoludur. O, gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, […]

İsmail Aleyhisselam
“O Beyt’i insanların toplanacağı ve güvende olacağı bir yer yaptık. Siz makam-ı İbrahim’i /İbrahim’in ibadet için durduğu yerleri, ibadet yeri yapın. İbrahim ile İsmail’e görev verdik, “Beyt’imi tavaf edenler, itikâfta bulunanlar, rükû ve secde edenler /namaz kılanlar için tertemiz tutun!” dedik. Bir gün İbrahim şöyle yalvardı: “Rabbim /Sahibim, burayı güvenli bir belde yap! Buranın halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları her üründen rızıklandır!” Allah da şöyle dedi: “Ayetleri görmezlikte direneni de bir süre nimetlerden yararlandırır, ama daha sonra onu ateş azabına mahkûm ederim. Ne kötü hale gelmektir o!” İbrahim ile İsmail, Kâbe’nin temellerini yükselttikleri sırada şöyle yalvardılar: “Rabbimiz, bu işimizi kabul et, daima dinleyen ve bilen sensin!” “Rabbimiz! İkimizi de sana teslim olmuş kişiler yap, soyumuzdan gelenlerden sana teslim olmuş bir toplum oluştur! Bize hac ve umre ibadetlerini yapacağımız yerleri göster ve tövbemizi /dönüşümüzü kabul et! Tövbeleri /dönüşleri kabul eden ve ikramı bol olan sensin! “Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir elçi görevlendir de senin ayetlerini onlara, bağlantılarıyla birlikte okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları geliştirsin. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan sadece sensin!” (Bakara 2/125-129) Gelen Vahiy “Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş […]

Eyyüb Aleyhisselam
İbrahim Aleyhisselamın Soyundan Bir Nebi İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsine doğru yolu gösterdik. Daha önce Nuh’a da doğru yolu göstermiştik. Onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da gösterdik. Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da… Bunların hepsi iyilerdendir. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a, Lut’a da doğru yolu gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık. Onların babalarından, soylarından ve kardeşleri içinden de… Onlardan da seçtik ve doğru yola yönlendirdik. İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah’ın doğru yoludur. O, gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, görmezlik etmeyecek bir topluluğu, onları korumakla görevlendiririz. İşte onlar, Allah’ın rehber /kitap verdiği kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy. De ki: “Ben yaptığım bu iş için sizden bir karşılık beklemiyorum. O, alemler için sadece bir öğüt ve akılda tutulması gereken bilgidir!” (En’am 6/84-90) Hastalıktan Kurtulması “Eyüb… O bir gün Rabbine şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Ben (yorgunluk ve acı veren) bir derde düştüm sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” İsteğini kabul edip derdine derman olduk. Katımızdan ona bir ikram […]

Yusuf Aleyhisselam
(Firavun hanedanından olup imanını gizleyen mümin bir kişi onlara şöyle demişti:) “Daha önce Yusuf da size o açık belgelerle (mucizelerle) gelmişti. Getirdiği şeylerde ikileme düşmüş, öldüğü zaman da “Ondan sonra Allah, artık elçi göndermez” demiştiniz. Allah, böyle saçma sapan düşünceler kurgulayan kişiyi işte böyle sapık sayar.” Onlar Allah’ın ayetleri hakkında, kendilerinde bir delil olmadan haklı çıkmaya çalışanlardır. Bu hem Allah katında, hem de inanıp güvenler katında onlara büyük bir nefret oluşturur. Allah, büyüklük taslayan her bir zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mümin 40/34-35) YUSUF SÛRESİ Bismillahirrahmanirrahim ELİF! LAM! RA! Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir. Aklınızı kullanasınız diye, biz onu Arapça kümeler hâlinde indirdik. Şimdi, vahyettiğimiz bu ayet kümeleriyle sana hikâyelerin en güzelini anlatacağız. Daha önce sen bundan tamamen habersizdin. Yusuf’un Rüyası Bir gün Yusuf babasına şöyle demişti: “Babacığım! Rüyamda on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Baktım ki hepsi bana doğru eğiliyor.” Dedi ki “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma; sana bir oyun oynarlar. Çünkü Şeytan insanın açık düşmanıdır.” “Rabbin, işte bu yolla seni seçecek ve olaylar arasındaki bağlantıyı (tevili) öğretecek, daha önce ataların İbrahim’e ve İshak’a olan iyiliklerini tamamladığı gibi sana ve Yakup ailesine ettiği iyilikleri de tamamlayacaktır. Senin Rabbin, daima bilen ve kararları doğru olandır.” Kuyuya Atılışı Kuşkusuz […]