Süleymaniye Vakfı
Araştırmalar

CENNETTE HURİLER
Huriler, cennete giden kadının ve erkeğin yakın çevresinde olan dişi hizmetçilerdir. İnsanlar ve cinler, imtihan için yaratılmışlardır[1]. İmtihanı kazananlar, kötü duygulardan arınmış olarak eşlerinden, üst ve alt soylarından uygun olanlarla birlikte cennete yerleşeceklerdir[2]. İsa (a.s.) gibi evlenmemiş olanlara, Nuh ve Lut (a.s.) ile Firavun’un hanımı gibi eşi kafir olanlara[3] yahut boşanmış olanlara da tertemiz eşler verilecektir[4]. Allah Teâlâ şöyle buyurur: إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ . هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ. لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ. سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ “Cennet ahalisi, o gün bir takım uğraşlar içinde, neşelidirler[5]. Kendileri ve eşleri, gölgelikler içinde koltuklara kurulurlar.[6] Orada onlar için meyveler[7] ve istedikleri her şey vardır. Bir de ikramı bol olan Rabbin tarafından söylenecek selam (hep huzur, hep mutluluk) sözü vardır.” (Yasin 36/55-58) Ahirette insanlar, daha önce bilinmeyen bir yapıda yaratılacak, mümin erkekler ile mümin kadınların yüzleri ışık saçacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ . عَلَى أَنْ نُبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ . “Aranızda, ölümü biz takdir ettik, bizim önümüze geçilemez.[8] Bu, (tanınmanızı engellemeden) yapınızı değiştirmek ve bilmediğiniz bir şekilde sizi yeniden oluşturmak içindir.[9]” (Vakıa 56/60-61) يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعَى نُورُهُمْ بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِمْ بُشْرَاكُمُ الْيَوْمَ […]

YOLCULUKTA VE KORKU HALİNDE NAMAZ
Namaz, Adem aleyhisselamdan beri devam edegelen bir ibadettir. Allah Teâlâ namazı, bütün ümmetlere emretmiştir. وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ “Onlara, dine bir şey katmadan ve yanlış yola sapmadan Allah’a kulluk etmeleri, namazı düzgün ve sürekli kılmaları ve zekâtı vermeleri dışında bir emir verilmedi. Doğru din işte budur.” (Beyyine, 98/4-5) وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ. “Musa ile kardeşine şunu vahyettik: Siz ikiniz Mısır’da halkınız için evler hazırlayın. Evlerinizi, kıbleye yönelik yapın; namazı düzgün ve sürekli kılın.” (Yunus 10/87) İsa aleyhisselâm, beşikte iken, bir mucize olarak yaptığı konuşmada şunları söylemişti: وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا “Nerede olursam olayım (Allah) beni değerli kıldı; yaşadığım sürece bana namaz ve zekât görevi yükledi.” (Meryem, 19/31) İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile eşi Hacer’i Mekke’ye yerleştirdiğinde şu duayı yapmıştı: رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ “Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını senin dokunulmazlığı olan Beyt’inin[1] yanında, çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz bunu, namazı düzgün ve sürekli kılsınlar diye yaptım.” (İbrahim 14/37) İsmail aleyhisselamın bu duaya uygun hareket ettiğini de şu ayetten öğreniyoruz: وَاذْكُرْ […]

KİTAP VE SÜNNET Mİ? KİTAP VE HİKMET Mİ?
Kitap ile kastedilen Kur’an’dır. Allah, yalnızca ona uymayı emreder. Bir ayet şöyledir: اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ . Rabbinizden /Sahibinizden size indirilene uyun; Allah ile aranıza koyduğunuz velilere[1] uymayın. Doğru bilgileri ne kadar az kullanıyorsunuz! (A’raf 7/3) Hikmet, ilim ve akıl yolu ile doğru hüküm verme anlamındadır[2]. Kelime, 18 ayette Hikmet, dört ayette de hüküm şeklinde olmak[3] üzere toplam 22 ayette geçer. Bunlardan 13’ü Kitap ile birlikte zikredilir[4]. İlgili ayetler, birbiriyle bağlantılı olarak okununca görülür ki Hikmet, Allah’ın kitabından doğru çözümler üretme ilmidir. Kur’an’ın temel kavramlarından olan Sünnetin kök anlamı yoldur[5]. Bu kelime 11 ayette, 16 kere geçer. Ayetlerin ikisinde Allah, Sünnete uyulmasını ister[6]. Kalan dokuz ayet ve bağlantılarında ise Sünnete uymamanın kötü sonuçları anlatılır[7]. Bir ayette de geniş yol anlamında minhac[8] şeklinde geçer. Sünnete uyanlar kazanırlar, uymayanlar ise hem dünyada hem de ahirette kaybederler. Nebî ve resul kavramları da çok önemlidir. Nebî, değeri Allah tarafından yükseltilmiş kişidir[9]. Allah, nebî yaptığı kişilere Kitap ve Hikmet vermiş ve onları insanlar arasındaki ihtilafları çözmekle görevlendirmiştir[10]. Resul ise kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir[11]. Allah, bütün nebilerine, Kitab’ı ve Hikmeti insanlara ulaştırma ve öğretme görevi yüklediği için her nebi, aynı […]

Ölüme Hazırlık
“Ölümü ve hayatı yaratan odur. Bunlar, hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir…” (Mülk, 67/2) diye buyuran Allah, ölümün de tıpkı hayat gibi bir imtihan aracı olduğunu bizlere öğretmiştir. O, bir taraftan Nebîmize hitaben “Senden önceki hiç bir insanı ölümsüz yapmadık. Sanki sen ölürsen onlar sonsuza dek mi yaşayacaklar?” (Enbiyâ, 21/34) diye buyururken diğer taraftan “Her canlı ölümü tadacaktır!” (Âl-i İmrân, 3/185) düsturu ile ölümün herkes için geçerli ilahi bir kanun olduğunu ilan etmiştir. “Nerede olursanız olun, isterseniz sağlam kaleler içinde olun, ölüm sizi yakalayacak…” (Nisâ, 4/78) ve “De ki: Kendisinden kaçtığınız ölüm sizi yakalayacak. Sonra, gizliyi de açıkta olanı da bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız…” (Cuma, 62/8) ayetleri de ölümden kaçışın asla mümkün olmadığını gösteren ilahi ilkelerdendir. İnsanlar hayat kadar gerçek olan ölümden genelde; – ölümün gerçek niteliği hakkında bilgi sahibi olmamaktan, – ölümün zor ve acı veren bir olay olduğunu düşünmekten, – ölümle birlikte maddi (mal-mülk gibi) ve manevi değerlerini (aile gibi) yitirecek olmaktan, – bedenin çözülüp bozulmasıyla ruhun da aynı akıbete uğrayacağını zannetmekten, – ölüm sonrasında başına gelecek şeyleri tam olarak bilmemek veya kötü şeyler geleceğini tahmin etmekten dolayı korkarlar.[1] Ölüm karşısında duyulan korku ve endişenin en etkili ilacı olan ahiret inancına[2] sahip […]

BEDİR SAVAŞI VE KADER
Kader, bir şeyin değerini, özelliklerini ve sınırlarını gösteren ölçüdür[1]. Allah Teâlâ şöyle buyurur: إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ. “Biz, yarattığımız her şeyi bir kadere /ölçüye göre yaratırız.” (Kamer 54/49) تَبَارَكَ الَّذِي بِيَدِهِ الْمُلْكُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ . الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ. “Bütün yetkileri elinde tutan Allah, her türlü iyiliğin kaynağıdır. Her şeye bir kader /ölçü koyan, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Bunlar, hanginiz daha güzel iş yapacak diye sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmesi içindir. Daima üstün olan ve kusurları örten O’dur.” (Mülk 67/1-2) Allah, sistemini imtihan için kurmuş, bunun bir bilgi imtihanı değil, cihad ve sabır imtihanı olduğunu bildirmiş, bu sebeple kimin başarılı olacağını önceden bilmediğini şöyle açıklamıştır: وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ “Şurası kesin ki içinizden cihad edenleri ve sabırlı /kararlı davrananları bilinceye ve gerçek yüzünüzü ortaya çıkarıncaya kadar sizi zorlu bir imtihandan geçireceğiz.” (Muhammed 47/31) أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ . “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri bilmeden, sabredenleri de bilmeden Cennet’e gireceğinizi mi hesap etmiştiniz!” (Âl-i İmrân 3/142) Cihad, düşmanın, şeytanın ve arzuların baskısına var gücüyle direnmektir[2]. Sabır ise şartlar ne olursa olsun kararlı davranıp duruşunu bozmamaktır[3]. Duruşunu bozmadan yoluna devam […]

KUR’ÂN’DA BEŞER VE İNSAN
GİRİŞ Kur’an’da beşer kelimesi, daha çok kişinin maddi yapısını, insan kelimesi de maddi ve manevi yapısını birlikte ifade için kullanılır. Bunu, şu âyetten öğreniyoruz: إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ طِينٍ . فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ . Bir gün Rabbin (Sahibin) meleklere şöyle dedi: “Balçıktan bir beşer yaratıyorum, Organlarını tamamlayıp içine ruhumdan üfleyince ona secdeye kapanın.” (Sad 38/71-72) Daha sonra görüleceği gibi beşer, kendine üflenen ruh sayesinde dinleme ve gözlem yapma yoluyla yeni bilgilere ulaşma kabiliyetine kavuşur. Bu bilgileri aklı ile değerlendirir ama kararını gönlü ile verir. Bu yüzden birçok insan, doğrular ile menfaatleri arasında gelgitler yaşar. Menfaatlerinden vazgeçemeyenler yanlış kararlar alırlar. İnsandaki duygusallığa vurgu yapan ve doğru davranış gösterenlerin özelliklerini anlatan âyetlerin bir kısmı şöyledir: إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا . إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا. وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا . إِلَّا الْمُصَلِّينَ . الَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ . وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ. لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ . وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ . وَالَّذِينَ هُم مِّنْ عَذَابِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ. إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ. وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ . إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ. فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاء ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ . وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ. وَالَّذِينَ هُم […]

ŞİA’DA TAKİYYE KİMLİĞİNİ GİZLEMEK
Arapça و ق ي kökünden türemiş olan “تقية = takıyye” kelimesi; “korunmak”, “çekinmek” ve “sakınmak” anlamlarına gelmektedir. Takva bilinciyle ihtiyatlı davranan, haram işlemekten sakınan ve salih amel işleyerek nefsini her türlü kötülükten koruyan kimseye “takiyy” denilmektedir.[1] Takıyye kelimesi lafız olarak Kur’ân-ı Kerim’de geçmez. Ancak aynı kökten olan “=تقاة tukah” sözü Âl-i İmrân suresinin 28. ayetinde yer alır.[2] Takıyye kelimesinin “takva” kelimesiyle kök ve anlam bakımından irtibatı vardır. Çünkü hem takvanın hem de takıyyenin temelini korku ve korunma oluşturur.[3] Takıyyenin ıstılahi manası, “Açık ve muhtemel tehlikeden korunmak maksadıyla inancın gizlenmesi” olarak tarif edilmiştir.[4] İnsanın can tehlikesi dolayısıyla gerçek inancını gizlemesi Kur’ân-ı Kerim’e de kolaylıkla dayandırılabileceği için[5] can tehlikesi söz konusu olduğunda kişinin kalbindeki inancını gizleyebileceği ruhsatı hemen her mezhep tarafından kabul edilmiş bir vakıadır. Söz konusu ruhsatın delili de Peygamber (sav)’in, Ammar b. Yâsir’in davranışını tasvip etmesidir.[6] Olayın şöyle gerçekleştiği rivayet edilir: Ammar b. Yâsir Mekke müşrikleri tarafından anne ve babasıyla birlikte yakalanır ve sırf imanlarından dolayı akla gelmedik işkencelere maruz kalırlar. Efendimiz (sav) onların yanından geçerken, “Ey Yasir ailesi! Sabredin, yeriniz cennettir.” buyurur. Ammar’ın anne ve babasını Mekke müşrikleri işkence yapıp öldürürler. Böylece Ammar (ra)’ın annesi ve babası, İslam’ın ilk şehitleri olurlar. Annesini ve babasını gözlerinin önünde ve işkenceler altında […]

EHL-İ BEYT KAVRAMI VE İMAMLARIN MASUMİYETİ
Allah’a ortak koşanların genel özelliklerinden biri sadece Allah’a ait vasıfların başkalarında da var olduğunu öne sürmeleridir. Bunların din anlayışında Allah’a ait yetkiler birçok kişi ile ya da başka varlıklarla paylaşılmış olur. Yetkileri paylaşılmış bir ilah’a ve O’nun ortaklarına (!) tapanları ise Kur’ân müşrik olarak adlandırmaktadır. Maalesef, “Müslümanım” diyen kesimin büyük çoğunluğunun Allah’a ait yetkileri başkalarıyla paylaştırmada, müşriklerden daha cömert davrandığına şahit olmaktayız. Mesela, konumuz gereği Şiîlerin imamlarının masum olduklarıyla ilgili görüşlerini paylaşmak istiyoruz. Şiiler, Ehl-i Beyt imamlarının masum (günahsız) olduğunu iddia etmekte, bu iddialarına Kur’ân’dan delil getirmeye çalışmaktadırlar. Bunun için de Ahzap suresi 33. ayetini ellerinden geldiğince tahrif etmektedirler. “Tathir”[1] ayeti diye isimlendirdikleri bu ayetle Ehl-i Beyt imamlarının günahsız/masum kılındıkları ileri sürülmektedir. Konunun daha iyi anlaşılması açısından önce Ehl-i Beyt kavramının ne demek olduğunu anlatmaya ve bundan sonra Kur’ân’da bu kavramla kimlerin kastedildiğini göstermeye çalışalım: Arapça “Ehl-i Beyt” kelimesi “aile”, “ev halkı, sakinleri” anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ise bu kelimeden Nebîmiz (a.s.)’ın ailesi ve ev halkı kastedilmektedir. Yani Ehl-i Beyt, Nebîmizin hanımları ve evlatlarıdır. Bir Müslüman Allah’ın Nebî’sini ve Ehl-i Beyt’ini sevmelidir. Sevmeyenin imanı şüphelidir. Allah Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: النَّبِيُّ أَوْلَىٰ بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ ۖ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ Nebî, müminler için kendi canlarından önce gelir; eşleri de onların anneleridir… (Ahzâb […]

SAVAŞIN EVRENSEL İLKELERİ
SAVAŞIN EVRENSEL İLKELERİ Heyet[1] GİRİŞ İnsanların fıtratında yer alan birbirinin yerine geçme dürtüsü çoğu zaman kuralları hiçe sayma şeklinde tezahür eder. Aile bireyleri arasında bile küskünlüklere sebebiyet veren bu hırs zaman zaman toplumları da birbirine düşürür. Başkasının haklarını kısıtlama hatta hayat hakkından bile mahrum etme çabaları insanlık tarihi boyunca sürtüşmeleri ve nihayetinde de savaşları hep beslemiştir. Bir toplum, ne kadar iyi bir istikamet üzere olursa olsun, haklı gerekçelerle başkalarıyla savaşmak zorunda kalır. Bu, insanoğluna ev sahipliği yaptığı günden beri yeryüzünün değişmez döngüsüdür. Sürtüşmenin ve savaşın olmadığı bir dünya hayali, hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği için savaşa her an hazırlıklı olmak, geri dönüşü olmadığında da hakkıyla bu görevi icra etmek Müslümanların en temel sorumluluklarından biridir. İnsanların hoşuna gitmese de hayatın bir gerçeği olan savaş, kimi zaman daha büyük olumsuzlukların önünü kesmek, kimi zaman da beklenmedik fırsatlar yaratması sebebiyle olsa gerek müminlere farz kılınmıştır. Konuyla ilgili olarak Yüce Allah şöyle buyurur: Savaş, hoşunuza gitmediği halde size, görev olarak yazıldı. Hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin iyiliğinize olabilir. Hoşunuza giden bir şey de sizin için kötü olabilir. Bunları bilen Allah’tır, siz bilmezsiniz. (Bakara 2/216) Her şeye bir ölçü koyan Yüce yaratıcı, hazırlık aşamasından icrasına, ganimet paylaşımından ele geçirilen esirlere muameleye dek savaşın da evrensel ilkelerini belirlemiştir. Bu […]

KADINLARIN YOLCULUĞU
Yasak bildiren bazı hadisler sebebiyle Müslüman bir kadının sefer mesafesindeki bir yere (yani yaşadığı yerden ortalama 85-90 km ve daha uzağa) yanında kocası veya mahremi[1] bulunmadan yolculuk yapmasının caiz olmadığı konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Hanefî ve Hanbelî mezhebine mensup âlimler hac yolculuğunun dahi bu yasak kapsamında olduğunu söylerken Şâfiî ve Mâlikî mezhebi mensupları söz konusu hadislerde hac ibadetinin yer almadığını, yasağın farz olmayan yolculuklar hakkında olduğunu, dolayısıyla kendisine hac farz olan bir kadının güvenilir kadınlardan oluşan bir kafile ile birlikte hac yolculuğuna çıkabileceğini ileri sürmüşlerdir.[2] Şehirlerarası ve uluslararası seyahat imkanlarının gelişmesi, yol ve yolcu güvenliğinin artması ve kadınların toplumsal hayatta eskiye nazaran çok daha fazla yer almaları sebebiyle güncel bir fıkıh problemi haline gelmiş olan bu konuyu ayetler ışığında ve “yolculuk”, “yol güvenliği”, “konuyla ilgili hadisler” alt başlıkları altında incelemeye çalışacağız. A- YOLCULUK Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bazı amaçlarla yolculuk yapılması gerektiğini bildirmiştir. Bunlar sırasıyla şöyledir: 1- Kültür amaçlı yolculuk: فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “Biz nice kenti yanlış yaparlarken etkisiz hale getirdik. Onlara, devrilmiş direkleri üzerine […]

KUR’ÂN’I DEĞERSİZLEŞTİRME ÇALIŞMALARI
(Bu yazı, Kitap ve Hikmet dergimizin 24. Sayısı için yazdığımız NEBİLERİN VE KİTAPLARIN ÖLDÜRÜLMESİ başlıklı yazımızın bir bölümüdür.) Zeyd ve Zeynep Olayı İmam Şafiî’nin kitabında Sünnetin, Allah adına, onun, özel ve genel hükümlerdeki muradını açıkladığı iddiasını ispat için delil getirilen şu âyet, bu iddiayı tümüyle çürütür: “Allah ve Resulü bir işi kesinleştirince inanmış bir erkeğin ve kadının, kendi işlerinde seçme hakkı kalmaz. Kim, Allah’a ve Resulüne isyan ederse açık bir şekilde sapmış olur.” (Ahzab 33/36) Bu âyetin hemen arkasından Zeyd ve Zeynep ile ilgili şu âyet gelir: “Allah’ın nimet verdiği ve senin de nimet verdiğin kimseye: “Eşini nikâhında tut, Allah’tan kork” diyordun ama aslında insanlardan korkarak Allah’ın açığa çıkaracağı şeyi içinde gizliyordun. Oysa doğru olan[1] (insanlardan değil) Allah’tan korkmandır. Zeyd eşiyle ilişiğini kesince onu seninle evlendirdik ki, müminlerin evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kesince onlarla evlenmelerinde bir sıkıntı olmasın. Allah’ın buyruğu yerine gelmiştir. (Ahzab 33/37) İddia edildiği gibi bu âyet, Nebî’mizin sözlerinin, Allah adına, onun özel ve genel hükümlerdeki muradını açıkladığının delili olsa onun verdiği: “Eşini nikâhında tut” emrinden sonra Zeyd’in eşini boşamaması gerekirdi. Ama Zeyd, Nebî’mizin emrine uymadı ve Zeyneb’i boşadı. Geleneğe göre Zeyd’in suçlanması gerekirken Allah Nebî’mizi suçlamıştır. Nisa 23. âyette, öz oğlun boşadığı eş, evlenilmesi yasak olan kadınlardan sayıldığı […]

KUR’ÂN’DA ŞEYTAN KAVRAMI
Giriş Bu yazıda Kur’ân’da birçok yerde geçen şeytan kelimesinin anlamına ve neye delalet ettiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu sebeple yazıya şeytan kelimesinin Kur’ân’daki kullanımını irdelemeden önce sözlük açısından ne manaya geldiğiyle başlamak istiyoruz. Arapça’da Şeytan Kelimesi Şeytan kelimesi, Arapça ş-t-n (شَطَنَ) fiilinden türemiştir. Ş-t-n fiili, uzaklaşmak manasına gelen bir fiildir.[1] Şeytan kelimesi, kibirlenip isyankâr olan ve kötülük eden her hayvan, cin veya insan için kullanılır.[2] Kelimenin ayrıca, yanmak ve yok olmak manasına geldiği de söylenmiştir.[3] Sözlüklerden anlaşılacağı üzere, “şeytan” kelimesi Arapçada genel olarak, insan veya cin olsun, doğrudan uzaklaşan ve Allah’ın emirlerine başkaldıran herkes için kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Şeytan Şeytan kelimesi tekil ve marife (bilinen) olarak (الشَّيطان) Kur’ân’da 68 ayette geçmektedir. Çoğul çekimi olan şeyâtîn (الشَّياطين) şeklinde 17, nekra (شيطاناً) şekliyle 2 ve “onların şeytanları” manasına gelen (شياطينهم) şeklinde 1 ayette geçmektedir. Allah Teâlâ, İblis’i Âdem (a.s.)’a secde emrine başkaldırması sebebiyle şeytan olarak nitelendirmiştir. İblis böyle yapmakla haktan (doğrudan) uzaklaşmış ve Allah’a meydan okuyucu bir tavra bürünmüştür: “Yine demişti ki: “Benden üstün tuttuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.” (İsra 17/62). Âdem (a.s.) ve eşi, Şeytan’ın (İblis’in) ilk kurbanları olmuştur. Onun vesvesesine kulak vermeleri […]

Misyonerlerin Tanrı ve Sevgi Retoriği Bağlamında İslam’â Saldırıları
Bugün özellikle misyonerler çeşitli vesilelerle, İslam’da tanrı korkusundan bahsedildiğini, Hristiyanlıkta ise tanrının iyi-kötü ayırt etmeksizin herkesi sevdiğini ileri sürüp, İslamın korku, Hristiyanlığın ise sevgi dini olduğunu insanlara söylüyorlar. Böylece insanları İslam’dan soğutup, Hristiyanlığa yönlendirmeyi amaçlıyorlar. Hristiyanlar kendi kitaplarını bir bütünlük içerisinde okumadıklarından dolayı yanlış yorumlar yapıyorlar. Onların tanrı ve sevgi hakkında söyledikleri, insanların gözünü boyamaktan başka bir şey değil. Üstelik İslam hakkındaki söylemleri de son derece yanıltıcı ve gerçeği yansıtmıyor. Öncelikle Kitab-ı Mukaddese bakıldığında tanrı, onu sevenleri sever, sevmeyenleri cezalandırır. “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın Rab benim. “ ‘Benden başka tanrın olmayacak. “ ‘Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın Rab, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm.” Tesniye 5:6-8. Yine başka bir bölümde tanrının kötü insanlardan tiksindiği, sadece doğru insanları sevdiği yazıyor: “Rab kutsal tapınağındadır, O’nun tahtı göklerdedir, bütün insanları görür, herkesi sınar. Rab doğru insanı sınar, kötüden, zorbalığı sevenden tiksinir. Kötülerin üzerine kızgın korlar ve kükürt yağdıracak, paylarına düşen kâse kavurucu rüzgar olacak. Çünkü Rab doğrudur, doğruları sever; Dürüst insanlar O’nun yüzünü görecek.” Mezmurlar […]

Din ve Fıtrat
Fıtratın sözlük anlamı uzunlamasına yarmaktır[1]. Bu, varlıkların oluşumunu sağlayan bölünme kanununu akla getirir. Ayetlere göre bu kanunun hem göklerin ve yerin yaratılışında hem de insanın yaratılışında geçerlidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: أَوَلَمْيَرَالَّذِينَكَفَرُواأَنَّالسَّمَاوَاتِوَالْأَرْضَكَانَتَارَتْقًافَفَتَقْنَاهُمَاوَجَعَلْنَامِنَالْمَاءِكُلَّشَيْءٍحَيٍّأَفَلَايُؤْمِنُونَ “Kafirlerin görmeleri gerekmez mi, gökler ve yer bütün halinde iken patlattık ve her canlı şeyi sudan yarattık, hâlâ inanmayacaklar mı?” (Enbiya 21/30) وَإِلَىعَادٍأَخَاهُمْهُودًاقَالَيَاقَوْمِاعْبُدُوااللَّهَمَالَكُمْمِنْإِلَهٍغَيْرُهُإِنْأَنْتُمْإِلَّامُفْتَرُونَ .يَاقَوْمِلَاأَسْأَلُكُمْعَلَيْهِأَجْرًاإِنْأَجْرِيَإِلَّاعَلَىالَّذِيفَطَرَنِيأَفَلَاتَعْقِلُونَ “Âd’a soydaşları Hûd’u gönderdik. Dedi ki; “Ey halkım! Allah’a kul olun; sizin başka ilahınız yoktur. Siz sadece (din) uyduruyorsunuz. Ey halkım! Bunun için sizden bir karşılık istemiyorum. Benim ödülümü, beni yaratan verecektir. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Hûd 11/50-51) Son ayette yaratma anlamı verilen kelime fıtrat kökünden fatara = فَطَرَ’dır. Fıtrat, varlıkları oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunları, şeklinde tarif edilebilir. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi fıtrata göredir. Fıtrat kanunları ve o kanunlarla oluşan varlıklardan her biri, birer âyettir. Bu sebeple varlıklar âlemine kâinat kitabı demek uygun olur. Her insan, bu kitabın ayetlerini okur ve kendi kabiliyeti oranında ondan bilgiler alır. Araştırma ve gözlemlerini derinleştirenler daha derin bilgilere, keşiflere ve icatlara ulaşırlar. Evrensel değerler, bilim ve felsefe böyle oluşur. Kitaplar, bu bilgileri saklamak, eğitim ve öğretim de onu, yeni nesillere aktarmak içindir. İşte din, fıtrat kanunlarının toplamıdır. Allah Teâlâ şöyle demiştir: فَأَقِمْوَجْهَكَلِلدِّينِحَنِيفًافِطْرَتَاللَّهِالَّتِيفَطَرَالنَّاسَعَلَيْهَالَاتَبْدِيلَلِخَلْقِاللَّهِذَلِكَالدِّينُالْقَيِّمُوَلَكِنَّأَكْثَرَالنَّاسِلَايَعْلَمُونَ […]

Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri
KUTLAMALARIN TARİHÇESİ Son yıllarda ülkemizde 14-20 Nisan tarihleri arası Kutlu Doğum Haftası olarak kutlanmaktadır.[1] Fakat bu tarih, 2008 yılından beri böyle olup adı geçen hafta, 2008 yılına kadar 16-22 Nisan veya 20-26 Nisan günleri arasında kutlanmaktaydı. 2008 yılından itibaren geçerli olmak üzere yapılan bu tarih değişikliğinin sebebi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Bazı kimselerin bu kutlamaları 23 Nisan’a alternatif olarak görmeleri” şeklinde açıklanmıştır. Basına da yansıyan açıklamanın ilgili kısmı şöyledir: “Bu haftanın önceki yıllarda 20-26, 16-22 Nisan gibi tarihlerde yapılmasının, Milli Bayramımız olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na alternatif kutlama olarak gösterilmesi gibi hiç de doğru olmayan bazı değerlendirmelere yol açması veya böyle algılanmayı besleyen bazı tedahüllerin bulunduğunun görülmesi üzerine, Başkanlığımızca etkinliklerin il ve ilçelerde mülki amirlerin onayı dahilinde, müftülerin başkanlık ettiği komitelerin yönetiminde ve Başkanlığın ilgili genelgelerine uygun olarak 14-20 Nisan tarihleri arasında yapılması ve bu tarihlerin dışına taşınmaması karar altına alınmıştır.”[2] Açıklamadan da anlaşılacağı üzere Diyanet İşleri Başkanlığı, kamuoyunda oluşan/oluşturulan ve kendi ifadeleri ile “hiç de doğru olmayan bazı değerlendirmeleri” bertaraf etmek için 2008 yılında 14-20 Nisan arasını Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etmiş olup o günden beri de kutlamalar aynı tarihlerde yapılmaktadır. Daha da eskilere bakıldığında Kutlu Doğum Haftası’nın, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk olarak 1989 […]

Batı Güdümünde Doğan Yeni Din
Irak ve Suriye’de bazı yerleri ele geçirip devlet kurduğunu duyuran Işid’in esirlere yaptığı muamele ile Mısır mahkemelerinin Mursî ve ihvan ile ilgili idam kararları Kur’ân’a ters olsa da Şii-Sünni bütün mezheplere uygundur. Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Ömer Nasuhi BİLMEN, özetle şöyle der: “Savaş esirleri konusunda yetkili makamın seçim hakkı vardır. Müslümanların menfaatlerine göre hareket ederek isterse onların savaşçılarını öldürebilir; isterse köle ve cariye yapılmalarıyla yetinir.[1]“ Farklı ülkelerden 126 İslâm âlimi, kölelik ve cariyeliğin Bedir savaşından önce Muhammed Suresinin 4. âyetiyle kaldırıldığını bilmedikleri için Işid’e gönderdikleri mektupta şu ifadeleri kullanmışlardır: “Müslümanlar hatta bütün dünya, yüz yılı aşkın bir süreden beri köleleştirmeyi yasaklama ve suç sayma konusunda icma etmiştir. Bu, İslam tarihinde büyük öneme sahip bir iştir. İcma ile ortadan kaldırılmasından sonra köle edinmek haramdır[2].” Bu zatlara göre kölelik ve cariyelik, Kur’ân ve Sünnet ile sabittir. Öyleyse bu iki kaynağa ters olan icmaya uymamak nasıl haram olabilir! Batılıların baskısıyla köleliği kaldırmak zorunda kalan siyasilerin davranışı, neye göre icma sayılır! İnsanların icma etmesi ile değiştirilebilen din nasıl Allah’ın dini olur! Darbe ile görevden uzaklaştırılan Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursî ve destekçileri hakkında Mısır mahkemelerinin verdiği idam kararı da Kur’ân’a ters; ama Şii-Sünni bütün mezheplere uygundur. Abbasîlerle birlikte oluşturulan geleneksel dine göre fesada yönelen […]

Kadınların Yolculuğu – 2
KADINLARIN MAHREMSİZ OLARAK YOLA ÇIKMASI SORU: Mahremsiz bir bayanın bazen görev gereği, bazen de gezmek amacıyla tek başına veya hanımlardan oluşan bir grupla, sefer müddeti ve mesafesinde şehirlerarası yolculuklara çıkmasının hükmü nedir? CEVAP: Konuyu; yolculuk ve yol güvenliği başlıkları altında incelemek uygun olacaktır. A- YOLCULUK Allah Teâlâ, bazı sebeplerle yolculuk yapmayı emretmektedir. Bunlar: 1- Kültür amaçlı yolculuk: أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “(Kafirlik edenler) Yeryüzünü gezip dolaşmadılar mı ki kendisiyle doğru bağlantı kuracakları kalpleri, dinleyecekleri kulakları oluşsun! Şu bir gerçek ki, gözler kör olmaz ama göğüslerdeki kalpler kör olur.” (Hac 22/46) 2- Bilim ve araştırma amaçlı yolculuk قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bir bakın!” Sonra Allah, yaratmayı son kez yapacaktır. Allah her şeye bir ölçü koyar.”(Ankebut 29/20) 3- Dinler tarihi amaçlı yolculuk وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ “Kulluğu Allah’a yapın ve tağutlardan uzak durun!” desinler diye her ümmete bir elçi gönderdik. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler […]

Taoizm
GİRİŞ Din, insanın var olmasından bu yana onun hayatında önemli bir yer işgal eden bir kurum olmuştur. Din kurumunun en temel öğelerinden biri de tanrı inancıdır. Bu tanrı tek, yüce, yaratıcı, yönetici ve her şeye sahip olandır. Başlangıç itibariyle büyük bir tanrı inancını dayalı olmayan hiçbir din yoktur. Ancak daha sonraları insanlar çeşitli nedenlerle bu tanrıya ulaşmak ve onun yardımını elde etmek için birçok aracı tanrılar, kutsallar, tabular edinmişlerdir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, göze görünmeyen, aşkın (müteal) ilahi varlığa ulaşmak için onunla irtibata geçecek aracı ilahlar edinmeleridir. Bu çalışmada ise başlangıçta tek tanrılı daha sonraları tahrife maruz kalmış Çin milli dinlerinden Taoizm’deki tanrı inancıyla Kuran’daki tanrı inancı karşılaştırılacaktır. Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Taoizm hakkında kısa bir bilgi verilecektir. Daha sonra Taoizm’deki tanrı anlayış ve bunu oluşturan ana kavramlar, (Tao, Te, Yin ve Yang ve Wu-wei) onların kutsal metinlerine göre açıklanacaktır. İkinci bölümde, Kuran’ı Kerim’in tanrı anlayışı anlatılacaktır. Allahu Teala’nın varlığı hakkında bazı bilgiler verildikten sonra onun sıfatları Kuran’ı Kerim ayetleri ışığında açıklanacaktır. Üçüncü bölümde ise bu iki tanrı anlayışının karşılaştırılması yapılacaktır. Bu karşılaştırma tevhid ve şirk bağlamında olacak ve aradaki farklar ortaya konacaktır. BİRİNCİ BÖLÜM TAOİZM’İN KISA TARİHİ ve TAOİZM’DE TANRI İNANCI A. Taoizm 1. Lao-Tzu’nun […]
Kandil Geceleri

Kandil Geceleri
Ülkemizde kandil geceleri diye bilinen geceler takvim sıralamasına göre; Rebiulevvel ayının 12. gecesi Mevlid, Recep ayının ilk cuma gecesi Regâip, yine Recep ayının 27. gecesi Mirac, Şaban ayının 15. gecesi Berat ve Ramazan ayının 27. gecesi olan Kadir gecesidir. Bu geceler Osmanlılar döneminde II. Selim (1566-1574) zamanından başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için “Kandil” olarak anılmaya başlamıştır.[1] Bu çalışmada kandillerin tarihi ile ilgili bilgi verilip dinimizin bunlara bakışı ortaya konulmaya çalışılacaktır. 1. Kadir Gecesi Kadir gecesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de müstakil bir sûre bulunmaktadır. Bu sûrede Allah Teala, Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdiğini ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Bakara suresinin 185. ayetinde de Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiği beyan edildiği için Kadir gecesinin Ramazan ayında bulunduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Fakat bunun Ramazanın 27. gecesi olduğuna dair kesin bir delil yoktur. Kadir gecesi ile ilgili hadislere bakıldığında Hz. Peygamber’in mü’minlere tavsiyesi, Kadir gecesini Ramazanın son on gününde ve özellikle de tek gecelerinde aramaları şeklinde olmuştur.[2] Buna göre Kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi veya yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Yani Kadir gecesi, zamanımızda Müslümanlarca ihya edilmeye çalışıldığı gibi herkesçe bilinen sabit bir gece olmayıp, aksine gizlenmiştir. Konuyla ilgili sahih rivayetlerden […]

Kadir Gecesi ve İtikâf
“Doğrusu Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”(Kadr, 97/1–5) Kadir gecesinin Ramazanda olduğu bellidir. Çünkü Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o ayda, insanlara doğruyu gösteren ve doğruyu yanlıştan ayıran belgeler halinde indirilmiştir…” (Bakara, 2/185) Ama Ramazanın hangi gecesinin Kadir Gecesi olduğu belli değildir. Peygamberimizin (sav) tavsiyesi onu Ramazan ayının son on gününün tek gecelerinde aramaktır. Buna göre kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç, yirmi beş, yirmi yedi ve yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir. Kadir gecesi ile ilgili hadisler şöyledir: “Her kim sevabına inanıp onu kazanmak ümidiyle Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları affedilir.”[1] Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha çok çaba gösterirdi. Son on günde geceyi ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası için) uyandırırdı…”[2] Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve derdi ki: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın.”[3] Ebu Saîd (ra) anlatıyor: “Biz Peygamberimiz (aleyhissalâtu […]

Berat Gecesi Hakkında Kütüb-ü Sitte’de Yer Alan Hadisler
Berat gecesi ile ilgili olarak Nebîmizden nakledildiği söylenen hadisler Kütüb-ü Sitte[1]’den Tirmizî ve İbn Mâce’nin Sünen’lerinde geçmektedir. Tirmizî’de geçen rivayet şöyledir: حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ، حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أَخْبَرَنَا الْحَجَّاجُ بْنُ أَرْطَاةَ، عَنْ يَحْيَى بْنِ أَبِي كَثِيرٍ، عَنْ عُرْوَةَ، عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتْ فَقَدْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَيْلَةً فَخَرَجْتُ فَإِذَا هُوَ بِالْبَقِيعِ فَقَالَ ” أَكُنْتِ تَخَافِينَ أَنْ يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْكِ وَرَسُولُهُ ” . قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي ظَنَنْتُ أَنَّكَ أَتَيْتَ بَعْضَ نِسَائِكَ . فَقَالَ ” إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَنْزِلُ لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا فَيَغْفِرُ لأَكْثَرَ مِنْ عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ كَلْبٍ ” . وَفِي الْبَابِ عَنْ أَبِي بَكْرٍ الصِّدِّيقِ . قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ عَائِشَةَ لاَ نَعْرِفُهُ إِلاَّ مِنْ هَذَا الْوَجْهِ مِنْ حَدِيثِ الْحَجَّاجِ . وَسَمِعْتُ مُحَمَّدًا يُضَعِّفُ هَذَا الْحَدِيثَ وَقَالَ يَحْيَى بْنُ أَبِي كَثِيرٍ لَمْ يَسْمَعْ مِنْ عُرْوَةَ وَالْحَجَّاجُ بْنُ أَرْطَاةَ لَمْ يَسْمَعْ مِنْ يَحْيَى بْنِ أَبِي كَثِيرٍ . Âişe’den (r.anhâ) rivâyete göre, o şöyle demiştir: “Bir gece Resûlullâh’ın (s.a.v.) yanımda olmadığını görerek dışarı çıktım ve onu Bakî’ mezarlığında buldum. “Allah ve Resûlünün sana haksızlık etmelerinden mi korkmuştun?” buyurdular. Ben de dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, hanımlarından birisinin yanına gittiğinizi zannetmiştim.” Bunun üzerine; “Allah, Şaban ayının yarısında dünya semasına iner ve Kelb […]

Kadir Gecesi
Kadir Gecesi’ni, kader gecesi diye tercüme edebiliriz. Kadr veya kader, ölçü koyma ve ölçü anlamlarına gelir. Kadir gecesi, bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve görevli meleklere emirler halinde verildiği gecedir. Yaratılacak her şeyin önce ölçüsü oluşturulur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz, her şeyi bir kadere (ölçüye) göre yaratırız.”. (Kamer 54/49) Kadir gecesi Ramazan ayı içerisindedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ramazan Kur’ân’ın indirildiği aydır.” (Bakara 2/185) “Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sen nereden bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, Rablerinin izniyle, her konudaki ruhlarla (kendilerine verilmiş görevlerle) inerler. O, tanyeri ağarıncaya kadar güvenlik ve esenlik gecesidir.” (Kadr Suresi) “Hâ, Mîm. Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitap önemlidir. Onu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirdik. Onunla uyarılarda bulunmaktayız. Karara bağlanmış her iş için o gece görev paylaşımı yapılır. Paylaşım tarafımızdan yapılır. Biz, elçiler (melekler) göndeririz. Rabbinin /Sahibinin bir ikramı olarak… O, her şeyi dinler ve bilir. ” (Duhân 44/1-6) Kadr suresi 4. ayetteki melekler, ruh ve emir ile ilgili Nebimizden gelen bir açıklama yoktur. Bu bize konuyu Kur’ân’dan kolayca öğrenebileceğimizi gösterir. MELEKLER Allah Teâlâ meleklerle ilgili olarak şöyle buyurur: “Göklerin ve yerin fıtratını (kanun ve kurallarını) koyan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah her şeyi güzel yapar. Koyduğu kurala göre yaratılışa ilavelerde de bulunur. Allah […]

Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler
Recep, Şa’ban ve Ramazan aylarına geleneğimizde “üç aylar” ismi takılmış ve bu isim oldukça yaygınlaşmıştır. Bu aylara ve bu aylar içinde bulunan bazı önemli gün ve gecelere dair hem bazı dînî kitaplarda hem de halk arasında birçok hadis dolaşmaktadır. Bunlardan bazıları sahih, bazıları zayıf ve birçoğu ise uydurmadır. Hurafelerin halk nezdindeki itibarı ve yaygın oluşu göz önünde bulundurulduğunda bu gibi konularda uydurma hadislerin sahihmiş gibi bilindiği görülmektedir. Bu itibarla biz, üç aylar hakkında oldukça yaygın olan; fakat hadis uleması tarafından uydurma olduğu ortaya konulan hadislerden bazılarını tespit etmeye çalıştık. Üç ayların ilki Recep olduğu için, bu yazıda Recep ayı hakkında uydurulmuş hadisler üzerinde durulacaktır. Şa’ban ve Ramazan ayları hakkında uydurulan hadislerin tespiti ise başka bir araştırmaya bırakılmıştır. Araştırmada kaynak olarak mevzû/uydurma hadisler hakkında yazılmış olan ve ulema tarafından kabul gören kitapları kullandık. Bunlar Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200)’nin el-Mevzû’ât, İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350)’nin el-Menâru’l-Munîf, Suyûtî (ö. 911/1505)’nin el-Leâli’l-Masnûa, İbn Arrâk (ö. 963/1556)’ın Tenzîhu’ş-Şerîa, Aliyyü’l-Kârî (ö. 1014/1606)’nin el-Esrâru’l-Merfûa, Aclûnî (ö. 1162/1749)’nin Keşfu’l-Hafâ ve Şevkânî (ö. 1250/1834)’nin el-Fevâidu’l-Mecmûa adlı kitaplarıdır. Bunların yanı sıra İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852/1449)’nin Tebyînu’l-Aceb bi mâ Verade fî Fadli Receb adlı kitabı da araştırmamızın temel kaynakları arasındadır. İbn Hacer, Recep ayı hakkındaki hadisleri derlediği bu önemli eserinde […]

Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri
KUTLAMALARIN TARİHÇESİ Son yıllarda ülkemizde 14-20 Nisan tarihleri arası Kutlu Doğum Haftası olarak kutlanmaktadır.[1] Fakat bu tarih, 2008 yılından beri böyle olup adı geçen hafta, 2008 yılına kadar 16-22 Nisan veya 20-26 Nisan günleri arasında kutlanmaktaydı. 2008 yılından itibaren geçerli olmak üzere yapılan bu tarih değişikliğinin sebebi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Bazı kimselerin bu kutlamaları 23 Nisan’a alternatif olarak görmeleri” şeklinde açıklanmıştır. Basına da yansıyan açıklamanın ilgili kısmı şöyledir: “Bu haftanın önceki yıllarda 20-26, 16-22 Nisan gibi tarihlerde yapılmasının, Milli Bayramımız olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na alternatif kutlama olarak gösterilmesi gibi hiç de doğru olmayan bazı değerlendirmelere yol açması veya böyle algılanmayı besleyen bazı tedahüllerin bulunduğunun görülmesi üzerine, Başkanlığımızca etkinliklerin il ve ilçelerde mülki amirlerin onayı dahilinde, müftülerin başkanlık ettiği komitelerin yönetiminde ve Başkanlığın ilgili genelgelerine uygun olarak 14-20 Nisan tarihleri arasında yapılması ve bu tarihlerin dışına taşınmaması karar altına alınmıştır.”[2] Açıklamadan da anlaşılacağı üzere Diyanet İşleri Başkanlığı, kamuoyunda oluşan/oluşturulan ve kendi ifadeleri ile “hiç de doğru olmayan bazı değerlendirmeleri” bertaraf etmek için 2008 yılında 14-20 Nisan arasını Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etmiş olup o günden beri de kutlamalar aynı tarihlerde yapılmaktadır. Daha da eskilere bakıldığında Kutlu Doğum Haftası’nın, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk olarak 1989 […]
İslam İktisadı

Kredi Kartının Taksitlendirilmesi
Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi kabul ederek ona kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya hizmetler sunar ve karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman, alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi kartları bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe ayrılabilir. 1- Normal Kredi Kartı Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu geciktirme imkânı verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar. Faizsiz finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan gecikme cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden çözmek mümkün olduğu halde henüz uygulanmamaktadır. ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür, biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]

Dâru’l-Harp’Ta Faiz
Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İslam, yani İslam ülkesi, egemen olmadığı ülkelere de dâru’l-harp, yani düşman ülkesi adı verilir. Bunların içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış anlaşması yapmış olanlara dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Hanife ile İmam Muhammede göre gayrimüslimlerin ülkesinde (dâru’l-harp) bulunan bir Müslüman, o ülkenin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun. Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine girmesine müsade ettiğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem yapamayacağına göre bir müslüman da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz. Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde yasaktır. Çünkü faizi yasaklayan ayet ve hadislerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer yiyorlarsa, dâru’l-harp ahalisine ölmüş hayvan eti ve domuz satmada ve onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında faiz olmaz.” Bu hadis hakkında çok söz söylenmiş ve bir çokları böyle bir hadisin varlığını kabul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]

Borsa
Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler borsası adı verilir. Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer. Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senetleridir. Bunların alım satımı faizli işlem kapsamına girer. Hisse senetleri ise şirketlerin ortaklık senetleridir. Bunları alanlar, ilgili şirketin ortağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından A.Ş.’nin büyük ortaklarının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye çalışılmıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan, yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6. maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır. Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne gerçeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak yorumlanmasına yol açacak […]

İslam Hukukunda Yeni Metod Arayışları ve Faiz Örneği
Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır, büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Her kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse geçmişte olan kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, işte onlar cehennemliktir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]

Ödemeyi Geciktiren Borçluya Maddi Ceza
I- BORCU GECİKTİRME SIKINTISINA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER A- Borcu Geciktirme Suçuna Denk Maddi Ceza B- Borcu Geciktirme Suçuna Denk Olmayan Maddi Ceza Teklifleri 1- Borcu geciktirmeyi menfaat gasbı sayıp tazmin ettirmek a- Karar yanlış bir gerekçeye dayandırılmıştır. b- Alacaklının zarara uğradığı iddiası c- Gecikme bedeli üzerinde önceden anlaşma yapılamaması d- Geçerli faiz oranının reddi 2- Mesâlih-i mürseleye dayanarak gecikme cezası vermek 3- Bazı hadislere dayanarak gecikme cezasına hükmetmek 4- Cezai şartla gecikme cezasını aynı yere koymak 5- Kaparoya bakarak gecikme cezasına hükmetmek 6- Gecikme cezasını alıp hayır yollarına harcamak C- Yeni Bir Akit Türü Önerisi II- BORCU GECİKTİRME SIKINTISINA ÇÖZÜM OLAMAYAN GÖRÜŞLER A- Borçluya Hapis Cezası B- Borçluya Maddi Cezayı Faiz Sayıp Başka Bir şey önermeme III- DEĞERELENDİRME VE SONUÇ FAİZSİZ SİSTEMDE ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA UYGULANACAK MADDİ CEZA (ÖZET) Faizli sistemde borcunu geciktirene temerrüt faizi uygulanır. Faizsiz sistemde uygulanabilecek maddi ceza ile ilgili farklı görüşler vardır. Bunun için ya maddi suça maddi ceza düşüncesinden hareket edilir, ya da yeni bir akit türü önerilir. Bu makale, maddi suça denk, maddi ceza önermektedir. Önerinin esası şudur: Ödemeyi geciktiren borçlunun suçu, alacaklının malını bir süre haksız yere kullanmaktır. Suçuna denk maddi ceza ise borcu ile birlikte o miktarda bir parayı alacaklıya vermesi, alacaklının […]

İslam Fıkhı Açısından Borçlanmalarda Enflasyon Farkı
Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir. O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır. Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır. Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü […]

Kur’ân’da Piyasa ve İnsan Hürriyeti
Yrd. Doç. Dr. Servet Bayındır ((İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.)) 15. 03. 2007 ÖZET Mal ve hizmetlerin el değiştirdiği ortama piyasa denir. Piyasa ile mülkiyet özgürlüğüne yaklaşım tarzı arasında doğrudan bir ilişki vardır. İlk çağlardan beri üretici, tüketici, tüccar ve yöneticilerin piyasalardaki işlemler ve dolayısıyla insanın özgürlüğüne müdahil olma noktasında istekli oldukları anlaşılmaktadır. Bunun bir sonucu olarak, tarihî süreçte çok sayıda iktisadî ve siyasî ekol ortaya çıkmıştır. Kur’an’ı Kerim ve onun açıklamasından ibaret olan Hz. Peygamber’in sünnetinde ekonomik refah ve toplumsal huzura erişilmesi noktasında bir takım genel ilkeler ortaya konulmuştur. Nahl suresi 112. ayet ile Nisâ suresi 29. ayette bu ilkelerden belirgin olarak bahsedilmektedir. Elinizdeki bu çalışmada, söz konusu iki ayetten hareketle Kur’an’ın piyasaya ve dolayısıyla piyasada işlem yapan insanın özgürlüğüne yaklaşımı hususundaki genel ilkelerin tespitine çalışılmıştır. http://www.suleymaniyevakfi.org/wp-content/uploads/2009/12/kuranda-piyasa-hurriyeti.pdf

Daru’l-Harbde Faizin Hükmü
DÂRU’L-HARBDE FAİZİN HÜKMÜ Doç. Dr. Servet BAYINDIR ÖZET Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki faiz sözleĢmesinin hükmü Ġslâm hukukçularının üzerinde önemle durduğu konulardan biridir. Fukahanın bir kısmı yer ve kiĢi farkı gözetmeksizin faizi her durumda haram, diğer bir kısmı ise müslümanla gayrimüslim arasında yapıldığında bazı Ģartlarla caiz görürler. Bu görüĢlerde fukahanın Kur’an, Sünnet ve diğer delillere yaklaĢım tarzı ile “ötekine” atfettikleri hukukî konumun etkisi görülür. Bu makalede din, uyruk ve ülke ayrılığının faizin hükmüne etkisi konusunda fıkıh mezheplerince ileri sürülen görüĢler incelenecektir. Faizin kapsamına yaklaĢım tarzlarına göre mezheplerin durumu tespit edilerek ileri sürülen deliller ve bu delillerin değerlendirilmesi yapılacaktır. Ayrıca mevcut görüĢler günümüzün siyasi ve ekonomik Ģartlarıyla mukayese edilecektir. Anahtar Kelimeler: Dârulislâm, Dârussulh, Faiz, Harbî, Müste’men, Zimmî REFLECTION OF THE RELIGIOUS AND TERRITORIAL DIVERSITY ON RIBA’S (INTEREST) RULES SUMMARY One of the most important subjects which preoccupy the Muslim jurists is the legal rule (Hokum) of interests’ contracts between Muslim and non-Muslims. While some of jurists declare that this contract is illicit without any distinction between persons or territories, some others find them licit if they are contracted under some conditions. In these opinions it can be seen the approach method of Islamic Jurist’s to Quran, Sunna, and the other arguments in addition […]

Faizsiz Sukuk!
HACI –Bir gazetede şöyle bir haber okudum: “Türkiye, tarihinde ilk kez, faizsiz gelir imkânı sunan tahvil (sukuk) ile borçlanmaya gidiyor. 5,5 yıl vadeli tahvilin faizsiz getirisinin dolar bazında yüzde üç civarında olması bekleniyor.” Hocam tahvil nedir; sukuk ne demektir? HOCA –Tahvil, faizli borç senedi, sukuk ise bir iddiayı ispata yarayan belgedir. Farsça’dan Arapça’ya geçmiş olansakk (الصك)’ın çoğuludur. Bugün Araplar, faizli veya faizsiz olarak borsada işlem gören senetlere sukuk derler. HACI –Öyleyse Hazine’nin çıkardığı sukuk, faizsiz olanıdır. HOCA –Gazete onlara tahvil diyor. Getirisi olan borca faizsiz diyen ya ekonomiyi bilmiyor ya da insanları farklı yöne çekmek istiyordur. HACI –Ama bunların birer kira sertifikası olduğu ve üzerinde yıllardır çalışıldığı söyleniyor. HOCA –Hacı Bey, bu iş için “Hazine Müsteşarlığı Varlık Kiralama Anonim Şirketi” adıyla bir şirket kuruldu. Hazine, devlete ait taşınmazları mesela bir devlet hastanesini bu şirkete 1 milyara satacak sonra o hastaneyi yıllığı 50 milyondan 5.5 yıllığına kiraya tutacak. Sonra Hazine’nin şirketi, 100 lira değerinde on milyon adet sukuk çıkaracak. Halka diyecek ki, “Sukuku alırsanız, hastaneye ortak olacağınız için onun kirasından pay alacaksınız. 5.5 yıl sonra hastaneyi Hazine’ye 1 milyara satacağım ve elinizdeki sukuku da 100 liradan geri alacağım.” HACI –Satan Hazine, alan Hazine, kiraya tutan Hazine, kira bedelini ödeyen […]

Hazinenin Çıkardığı Kira Sertifikaları Helal mi?
Doç. Dr. Servet BAYINDIR[1] (13. 10. 2012) Son yıllarda özellikle “İslami” diye nitelenen finans piyasalarında SUKUK kavramı yaygın şekilde kullanılmaya başlandı. Bu Türkçe’de SERTİFİKA olarak adlandırılmaktadır. Hazine’nin çıkardığı KİRA SERTİFİKALARI da bu türdendir. Hazinenin kira sertifikalarının ayrıntısına geçmeden önce Sukuk’un teorik temelleri ve dünyadaki tarihçesine kısaca göz atalım. Her ne kadar örnekleri İslam tarihinin erken dönemlerine kadar uzansa da günümüz sukuk işlemlerinin ilham kaynağını Batıdaki faizli menkul kıymetleştirme (securitization) uygulamaları oluşturmaktadır. Menkul kıymetleştirme özellikle ipotekli konut satışları, finansal kiralama, faktoring ve kredi kartı işlemlerinden doğan alacaklar gibi getirisi sabit (standart) ve düzenli varlıklar esas alınarak yapılır. Yani mevcut alacak/borç senetlerinin faiz karşılığı kırdırılmasından ibaret bir işlemdir. Batılı tarzda tipik bir menkul kıymetleştirme işlemi şu şekilde gerçekleştirilir: Yukarıda belirtilen alacaklara temel oluşturan işlem veya projeyi finanse eden devlet veya özel kurum –ki bu Kaynak kuruluş olarak adlandırılır- dayanak, vade, miktar ve kredi değerliliği bakımından benzer olan alacak senetlerini bir havuzda toplar. Bu varlıklar, kendisi bir şirket olup, kuruluş amacı yalnızca menkul kıymetleştirme işlemi olan Özel Amaçlı Kuruluşa (Türkiye’deki ismi Varlık Kiralama Şirketi (VKŞ) yahut Genel Finans Ortaklığı) satım veya devir yoluyla aktarılır. Özel amaçlı kuruluş, bu alacaklar toplamını tek bir varlık haline dönüştürüp sigorta ettirir ve uzman bir kuruluşa değer biçtirir. […]

El Birliği Sistemleriyle Ev Almaya Emin miyiz?
Bir birikimimiz yok, ama bir eve ihtiyacımız var. Almak istediğimiz evin 200 bin TL olduğunu ve ayda 3333 TL taksitler halinde, günlük ihtiyacımızın dışında, birikim oluşturma kabiliyetimizin varlığını düşünelim. Bu durumda almak istediğimiz eve, hiç bir borca girmeden tam altmış ay, yani beş yıl sonra sahip olabiliyoruz. Diğer taraftan aynı imkânlarla eve daha erken de ulaşabileceğimizi hiç düşündünüz mü? Bizim gibi aynı durumda olan birçok insanın varlığını hayal edelim ve bu durumda olan yalnız altmış ayrı insanla birlikte bir araya geldiğimizi düşünelim. Ev alacak aynı ihtiyaca sahip bu altmış kişi, bir araya gelip her biri 3333 TL aylık taksitlerini ortak bir havuzda toplayabilirler. Aydan aya bir araya getirilen bu paralarla her ay, guruptaki bir üyenin evi satın alınabilmektedir. Çünkü her ay 60 kişiden 3333 TL ödeme alındığında, ev almak için 200 bin TL bir araya gelmiş olur. Neticede 60 ay içinde 60 üyenin tamamının evleri sırasıyla alınmış olurlar. Böylelikle grupta, altmışıncı sırada olanın dışında, diğer elli dokuz üye, evlerini yalnız davranana göre, çok daha erken almış olacaktır. Yani 60 üyeden 59’u, altmış ay beklemek zorunda kalmadığı ortadadır. İlk elli dokuz üye süre bakımından kazançlı, altmışıncı üyenin durumu ise değişmemiş olacaktır. Sonuçta; birlikte hareket etmeyle neredeyse herkes kazançlı, fakat hiç kimse […]

MERKEZ BANKASI OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU
Son günlerin popüler tartışma konusu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın Genel Kurul Toplantı tarihini öne çekerek olağanüstü olarak 18 Ocak tarihinde toplanacağı bilgisi. 18 Ocak’ta yapılacağı açıklanan toplantının 3 gündem maddesi var: 1) Açılış ve toplantı başkanlığının oluşturulması 2) Banka esas mukavelesinde yer alan “Genel Kurul toplantıları her yılın nisan ayı içinde ve banka meclisinin tespit edeceği günde toplanır” ifadesinin “Genel kurul toplantıları her yıl hesap dönemi sonundan itibaren üç ay içinde ve banka meclisinin tespit edeceği günde toplanır” şeklinde değiştirilmesi 3) Bankanın 2018 yılı dönem karından avans dağıtımı yapılmasına karar verilmesi hususunun genel kurulun onayına arzı. Kâr payı avansı dağıtımı hakkındaki tebliğde 05.Ocak.2019 Tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir değişiklik yapıldığı ise gözden kaçan bir nokta. 05 Ocak 2019 Tarihli Resmi Gazete Sayı: 30646 Ticaret Bakanlığından: MADDE 1 – 9/8/2012 tarihli ve 28379 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Kâr Payı Avansı Dağıtımı Hakkında Tebliğin 5 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(2) Sermayesinin yarısından fazlası kamuya ait olan şirketler, kesinleşmemiş hesap dönemi sonu finansal tablolarda yer alan kâr üzerinden, ilgili hesap döneminin bitiminden itibaren bir ay içinde yapılacak genel kurullarında alınacak karara göre kâr payı avansı dağıtabilirler. Bu durumda ödenecek kâr payı avansı, hesap dönemi sonu kârından 7. madde gereği indirimler yapılmak suretiyle hesaplanan tutarın yüzde doksanını geçemez.” MADDE […]

PARA PİYASASI VE MAL PİYASASI
Ticaret mal üzerinden, faizli işlemler de daha çok para üzerinden yürütüldüğü için iki farklı piyasa doğmuştur; bunlar para piyasası ve mal piyasasıdır. Bunların ayrı kurum ve kuruluşları vardır. Para piyasası kurumları finansal kesimi, mal piyasası kurumları da malî kesimi oluşturur. Bu iki kesimi birbirinden ayıran faizdir. Mal piyasaları değişken, para piyasaları sabit olur. Fiyatlar mal piyasasında, faiz ise para piyasasında oluşur. Mal piyasalarının değişken olması, işin tabiatı gereğidir. Alım satımda farklı şeyler değiştirildiğinden taraflar ortak noktada buluşmaya çalışırlar. Bu nokta fiyattır. Fiyat, pazara göre oluşur. Bir yerde 15 lira olan bir mal, başka yerde 5 lira olabilir. Para piyasalarının sabit olması da işin tabiatı gereğidir. Çünkü faizli işlemde bedeller aynı özelliktedir. İşçinin elindeki 100 lira ile tüccarın, sanayicinin veya bankanın kasasındaki 100 lira aynıdır. Bu yüzden faizli işlemin lüks semtte olmasıyla bir kenar mahallede olması faiz oranını etkilemez. Alım satımın peşini olduğu gibi vadelisi de olur. Ama faizli işlemin peşini olmaz. Yani hemen ödenecek bir borç olamaz ki onun faizi olsun. İnsanların bir kalem parası kadar küçük bir meblâğı faiz ödeyerek alma adetleri yoktur. Faizli krediler önemli miktarlarda olur. Bankaların kuruluş amaçlarından biri de küçük tasarrufları toplayarak büyük meblâğlar oluşturmaktır. Satın alınan malın miktarı arttıkça fiyatı düşer. Meselâ 1 kalem 1 liradan alınıyorsa […]
Nikah/Evlilik

Nişanlıların Nikahı
NİŞANLI ÇİFTLER KENDİ ARALARINDA NİKAH KIYABİLİRLER Mİ? Soru – Nişanlı çiftlerin haram işlemeksizin bir araya gelerek konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan dinî nikahın, dinî ölçülerimize göre geçerliliği nedir? Nişanlılıkla birlikte kıyılan dinî nikah, nişanlıların cinsel arzu ve eylemlerine meşruiyet kazandırır mı? Cevap – Nişanlı çiftler arasında kıyılan nikah, tam bir nikahtır. Bununla nişanlılık dönemi biter, evlilik dönemi başlar. Yalnız kaç-göçün önlenmesi ve nişanlı çiftlerin haram işlemeksizin bir araya gelerek konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikah çeşidi yoktur. Bir tek nikah vardır ve o nikah kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kızla erkek birer nişanlı çift değil, evli çift olmuş olurlar. Bu nikahtan sonra erkek karısını kendi evine götürme hakkını elde eder. Kadın, kocasının evine gitmemek için, yalnızca mehr-i muaccelinin (yani peşin olarak ödenmesi şart koşulan mehrin) ödenmemiş olmasını engel gösterilebilir. Bundan başka hiç bir şey ileri sürülemez. Çeyiz bitmedi, nişan töreni ya da düğün töreni yapılacak gibi engeller ileri sürülemez. Eğer düğün yapılacaksa derhal yapılır ve koca karısını evine götürür. Mehir, bilindiği gibi erkeğin karısına vermek zorunda olduğu bir maldır. Tarafların anlaşmasına ya da örfe göre bir kısmı peşin bir kısmı da daha sonra ödenebilir. Tamamının peşin olması veya tamamının daha sonra ödenmesi şartını koşmak da caizdir. Nikah sırasında […]

Nikâh Sözleşmesinde Veli
Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf; güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez. Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini elinde […]

Günümüzde Karı-Koca İhtilafının Sebepleri
İslâmî hayat tarzından uzaklaşan Müslümanların hayata bakışları değişmiş, sıkıntıları artmış, ufukları daralmış ve bencillikleri ön plana çıkmıştır. Artan israf ve enflasyon karşısında gelirlerin yetersiz kalması kadını çalışma hayatına itmiştir. Eşitlik ve ekonomik özgürlük propagandaları da çalışan kadınların sayısını artırmıştır. Kadının zaten yapmakta olduğu ev işlerinin ve çocuk bakımının yanına dışarıda çalışma yükünün eklenmesi onu zor duruma sokmuştur. Artık kadın, aşırı meşguliyetin verdiği stres ve para kazanmanın verdiği güvenle kocasını yük görmekte, evvelce gösterdiği saygı ve itaati terk ederek her konuda onunla tartışmaktadır. Bu yeni durum, maddi yönden aile içinde üstünlüğü kaybeden erkeğin tabiatına aykırı düşmektedir. Bu sebeple sonu alınmaz aile kavgalarının ve boşanmaların yaşanması şimdi hayatın bir parçası haline gelmiştir. Bu ortamda çocuk, aile için bir yüktür. Daha az çocuk yapma telaşı ile karı koca ilişkileri yeni darbeler yemektedir. Şimdi eşler, az sayıdaki çocuklarının bile yetişmesi için gereken önemi gösteremiyor, boş vakitlerini çocuklarıyla değil, eğlence ile veya televizyon başında geçirmeyi tercih ediyorlar. Herkes kendini düşünmeye başladığı için aileler küçülmüş, anne, baba ve diğer akrabalarla ilişkiler en aza indirilmiştir. Komşuların birbiriyle ilgilenmesi ise giderek tarih olmaya başlamıştır. Yüzlerce ailenin yaşadığı siteler, birbirini selamlamayı bile beceremeyen, yalnız kendi problemleriyle didişen ve giderek yalnızlaşan insanların kalabalığı haline gelmiştir. Havasız, güneşsiz, daracık bir apartman […]

Velisiz Nikah
Soru- Gençler ana-babalarından habersiz olarak nikah kıydırıyorlar. Düzenli bir aile hayatı yaşamıyor, çoğu zaman gerdeğe girmeden ayrılıyorlar. Bu olayı fıkıh ve toplumsal açılardan nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap- Hz. Aişe radıyallahu anha’nın bildirdiğine göre Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem üç kere “Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikahlanırsa nikahı batıldır.”[1]buyurmuştur. Ebu Musa radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Hz. Peygamber, “Velisiz nikah olmaz.”buyurmuştur.[2] Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah olmaz. Bu şekilde kıyılmayan nikah batıldır. Anlaşamazlarsa sultan velisi olmayanın velisidir.”[3] Sultan bölgenin yetkili amiri demektir. Bugün bildiğimiz kadarıyla velisiz nikah kıyılmamaktadır. Nikahı onaylama yetkisine sahip makam ister Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi belediye başkanları, ister Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kilise olsun onların böyle bir yetkiye sahip olmaları velilik yetkisini kullanmaları demektir. Nikah memurunun gerekli incelemeleri yaptıktan ve tarafların onayını aldıktan sonra “Belediye başkanının verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum.” diyerek evliliği onaylaması bundandır. Bugün anne-babanın onayı, reşit olmayanların evlenmesinde aranmaktadır. Evlenmek için Hz. Peygamber’in koyduğu veli şartı nikahın, eşler dışında yetkili biri tarafından onaylanması şartı demektir. Eğer veli bulunmaz veya görevini yapmazsa o zaman velilik bölgenin yetkili amirine geçer. İslâm’da veli yalnızca, bakire kız için aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dulun, kendisiyle ilgili olarak velisinden önceliği […]

Hürmet-i Musahare – (Babanın Kızını Şehvetle Öpmesi)
GİRİŞ NİKAH ve MANİLERİ I-Nikahın Kelime Anlamı Nikah kelimesi, Arapça “nekeha” fiilinden masdardır. “nekeha” fiili; ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’, ‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’[1] ‘kendine çekmek’, ‘birleşmek’, ‘bulûğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir.[2] El-Ezherî: “Arapların kelamında nikahın aslı, ilişkiye girmektir” demiştir. “Mubah ilişkiye sebep olduğu için evlilik için de nikah denildiği” söylenmiştir. El-Cevherî (ö.393/1003) “Nikah, cinsel ilişkidir, bazen de akit manasına gelir.” [3]demiştir.[4] Nikah kelimesinin cinsel ilişki ve akid manaları üzerine bir hayli tartışma vardır. Özeti luğatte, cinsel ilişki manasına gelir ve akit manası mecazendir.[5] Kur’ân’da ise akit manasına gelmektedir. [6] II-Nikahın Tarifi Nikahın şer’î manası: “Eşler arasında cinsel ilişkiyi helal kılan akittir”[7] Fakihlere göre ise nikah, “erkeğin nikahlanmasına şer’î bir mâni bulunmayan kadınla ilişkiye girmesini mubah kılan akittir.”[8] Bu akid ile bir aile teşekkül eder, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar doğarak bunların birbirlerinden meşru surette istifadeleri caiz olur. [9] III-Evlenme Manileri İslam hukukunda (fıkıhta) “muharramât” sözleriyle ifade edilen husus “evlenmeyi, husûsî şartlar altında, devamlı veya geçici olarak engelleyen” durum ve münasebetlerden ibarettir. Şahısların kendilerinden ayrılması mümkün olmayan bazı vasıfları vardır ki ilgili bulundukları diğer şahıslara karşı devamlı bir evlenme mânii teşkil eder. Bunlar üç nevi olarak tespit edilmiştir: Kan hısımlığı , […]

Mut’â Nikâhı
Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir. Mut’anın, Nebimiz Muhammed aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31) Mut’a, taraflardan birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel ilişkiye girilemez. Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye, cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21) Mut’ada erkek, cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir. Nisa 22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle buyrulmuştur: […]

Nikâhın Doğal Bir Sonucu: Mehir
İslam hukukunda şartları ve rükünleri tam olarak yerine getirilerek icra edilen nikâh akdine sahih nikâh denir. Evlenme ehliyetine sahip olan ve aralarında dinen evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin şahitler huzurunda yaptıkları nikâh sahih yani dinen ve hukuken geçerli bir nikâhtır. Böyle bir nikâh karı kocaya birtakım haklar ve sorumluluklar yükler. Bunlardan bir tanesi, erkeğin, hanımına mehir vermesidir. Nikâh akdinin bir sonucu olarak kocanın karısına vermek zorunda olduğu para veya mala mehir/mehr (المهر) adı verilir. Kur’an-ı Kerim’de mehir anlamında “ecr”in çoğulu olarak ücûr, farîza ve sadukât kelimeleri geçmektedir. Hadislerde daha çok mehir ve sadâk kelimeleri yer alırken bu, Türkçede genelde mihr şeklinde kullanılır.[1] Müslüman bir erkek, eşine mehir vermekle yükümlüdür. Bu, Allah tarafından erkeğe yüklenmiş bir borç/sorumluluk, kadına tanınmış bir haktır. Fakat mehir nikâhın şartı değil; doğal ve hukuki bir sonucudur. Bu yüzden mehir belirlenmeden kıyılan nikâhlar da geçerlidir.[2] Böyle bir evlilikle birlikte kadın otomatikman mehir (mehr-i misil) almaya hak kazanır. Mehir, kadının öz malıdır; onu istediği gibi harcayabilir. Onda kendi annesinin, babasının, kocasının, kayınpeder veya kayınvalidesinin hakkı yoktur. Erkek çeyiz hazırlaması için kadına ayrıca bir ödeme yapmamışsa kadın mehir olarak teslim aldığı para veya mal ile çeyiz hazırlamak zorunda değildir.[3] Allah Teâlâ erkeklere yönelik olarak şöyle buyurmuştur: “Kadınlara […]