KUR’ÂN’DA SALAT KAVRAMI

Daha çok namaz diye anlam verilen salat (صلَاة) kelimesinin kökü “bir şeyin arkasında olma” anlamındaki “salâ (صلا)”dır[1]. ٍBir şeyin arkasında olmak, ona sırt çevirmemektir. Allah’ın verdiği görevleri yerine getirmeyenlerle ilgili şu ayetler bu anlamı doğrulamaktadır:

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى . وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى

(O, canını böyle verir) çünkü doğruları kabul etmedi ve salatı yapmadı,

ama yalana sarıldı ve yüz çevirdi.[2] (Kıyamet 75/31-32)

İlk ayette geçen saddaka (صدق) “doğruları kabul etti” fiili ikinci ayetteki kezzebe (كذب)’nin yani “yalan saydı”nın zıddı,  sallâ (صلى) = salatı yapmadı da tevellâ (تولى)’nın yani “sırt çevirdi”nin zıddıdır. Bir şeye sırt çevirmek, arkasında olmamaktır. Bir şeyin arkasında olmamızı isteyen Allah ise o şey, Allah’ın, yapmamızı istediği görev yani “kulluk görevi” olur. O görevden yüz çevirmen, büyük bir günaha girer.

Şu âyet de Salat (صلَاة) kelimesinin ”bir şeyin arkasında olma” anlamını desteklemektedir:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“Allah ve melekleri bu Nebiye salat ederler / onun arkasında olurlar. Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de ona salat edin / arkasında olun, ona tam bir esenlik ve güvenlik dileyin.” (Ahzab 33/56)

Allah’ın ve müminlerin, Muhammed aleyhisselamın arkasında olduğu ile ilgili ayetlerden ikisi şöyledir:

وَإِنْ يُرِيدُوا أَنْ يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللَّهُ هُوَ الَّذِي أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ . وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنْفَقْتَ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مَا أَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Sana oyun kurmak isterlerse Allah sana yeter. Seni, kendi yardımıyla ve müminlerle destekleyen odur.

Müminlerin kalplerini birbirine o ısındırdı. Dünya kadar mal harcasaydın kalplerini ısındıramazdın. Ama onların aralarını Allah kaynaştırdı. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan odur.” (Enfal 8/62-63)

Allah, müminlere de salat eder, melekler de ederler. Bunu bildiren âyet şudur:

هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا.

“Allah ve melekleri size salat eder / arkanıza olur. Allah bunu, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için yapar. O, inanıp güvenenlere daima ikramda bulunur.” (Ahzab 33/43)

Allah ve meleklerinin, müminlere olan desteğini anlatan ayetlerin bir kısmı şöyledir: 

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ . إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَنْ يَكْفِيَكُمْ أَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُنْزَلِينَ .  بَلَى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ . وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ . لِيَقْطَعَ طَرَفًا مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَوْ يَكْبِتَهُمْ فَيَنْقَلِبُوا خَائِبِينَ.

“Bedir’de çok zayıf durumdaydınız, Allah size yardım etti. Öyleyse Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ki görevinizi yerine getirebilesiniz[3].

O gün müminlere şöyle diyordun: “İndirilmiş üç bin melekle Rabbinizin imdadınıza yetişmesi size yetmez mi?”

Yeter elbette. Eğer sabreder /duruşunuzu bozmaz, korunma tedbirlerinizi alırsanız, onlar da böyle[4] ani bir baskınla üzerinize gelirlerse Rabbiniz, yanınızdan ayrılmayan beş bin melekle imdadınıza yetişir.

Allah bu desteği, sadece bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Zafer yalnızca, üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah katındandır.” (Al-i İmran 3/123-127)

İNSANIN SALATI  /KULLUK GÖREVLERİ

Salat edene musallî denir. Musalli olanların görevlerini, şu ayetlerden öğreniyoruz:

إِنَّ الْإِنسَانَ خُلِقَ هَلُوعًا . إِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعًا . وَإِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعًا . إِلَّا الْمُصَلِّينَ . الَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ . وَالَّذِينَ فِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ مَّعْلُومٌ . لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ . وَالَّذِينَ يُصَدِّقُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ . وَالَّذِينَ هُم مِّنْ عَذَابِ رَبِّهِم مُّشْفِقُونَ . إِنَّ عَذَابَ رَبِّهِمْ غَيْرُ مَأْمُونٍ . وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ . إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ . فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاء ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ . وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ . وَالَّذِينَ هُم بِشَهَادَاتِهِمْ قَائِمُونَ . وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ . أُوْلَئِكَ فِي جَنَّاتٍ مُّكْرَمُونَ .

“İnsan, sabırsız ve bencil bir yapıda yaratılmıştır.

Başına bir fenalık gelse sızlanıp durur.

Eline bir nimet geçse kimseye bir şey vermez.

Ama musalli olanlar /kulluk görevlerini yapanlar öyle değildir.

(1) Onlar, salatlarına /namazlarına müdavim olanlardır.[5]

(2) Onlar mallarında, belli bir hak bulunduğunu kabul edenlerdir; isteyen ve isteyemeyen için bir hak…

(3) Onlar, hesap gününün varlığını kabul edenlerdir.

(4) Onlar, Rablerinin azabından korkup titreyenlerdir; çünkü Rablerinin azabına karşı (hiç kimseye özel) bir güvence yoktur.[6]

(5) Onlar edep yerlerini koruyanlardır;[7] sadece (hür) eşlerine veya[8] hâkimiyetleri altında olanlara /esir eşlerine[9] açabilirler. Onlar, bundan dolayı kınanmazlar. Bunun ötesine geçmek isteyenler var ya işte onlar sınırı aşanlardır.[10]

(6) Onlar aldıkları emanetlere riayet eden ve verdikleri sözü yerine getirenlerdir.

(7) Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapanlardır.

(8) Onlar, salatlarına /namazlarına özen gösterenlerdir.

İşte onlar, cennet bahçelerinde ikram görecek olanlardır. (Mearic 70/19-35)

Bu özelliklere sahip bir kişinin, Allah’a karşı üstlendiği herhangi bir görevi aksatması düşünülemez. O görevlerden bazılarına özellikle vurgu yapılmıştır. Cimriliklerini bastırıp ihtiyacı olanlara mallarından vermeleri, Allah’a hesap vereceklerini akıllarından çıkarmayan, cehennem azabına karşı özel bir güvencesi olmadığını bilip yanlış bir şey yapmamaya çalışmaları, özellikle nikahsız ilişkiden uzak durmaları, emanete riayet etmeleri, sözlerinde durmaları ve şahitliklerini dosdoğru yapmalarıdır.  

Salat edenlerin özelliğini anlatan sonra ona tekrar vurgu yapan şu iki âyet daha da önemlidir:

“Onlar, salatlarına müdavim olanlardır. (Mearic 70/22)

Onlar, salatlarına özen gösterenlerdir. (Mearic 70/34)

Salata müdavim olan, aksatmadan, o görevi yapandır. Özen gösteren de en güzel şekilde yapmaya çalışandır. İlgili ayetlere bakınca, bu iki ayette tekrarlanan salatın, günde beş kez, belli vakitlerde yerine getirilmesi emredilen ve kazaya bırakılmasına izin verilmeyen namaz olduğu ortaya çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ .

“O salatı, gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın taraflarında düzgün ve sürekli kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilgisini kullananların akıllarında tutmaları gereken doğru bilgidir.” (Hud 11/114)

Taraf ( طرف ), bir şeyin bölümlerinden biri anlamına gelir[11]. “Gündüzün iki tarafı”, iki bölümü demektir. “Yakın taraflar” anlamına gelen zülef ( زلف ) de “zülfe”nin çoğuludur[12]. Arapçada çoğul en az üçtür. Bu sebeple gecenin gündüze yakın vakitlerinde kılınan namazların sayısı en az üç olacağı için her gün en az beş vakitte namaz kılma gereği, net olarak ortaya çıkar. Şu âyette de bu vakitlerin başı ve sonu anlatılır:

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

“O salatı, güneşin tepe noktasını geçmesinden gecenin soğuğunun /karanlığının bastırmasına[13] kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte kıl! Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür[14].” (İsra 17/78)

Bu salata, Türkçede namaz denir. Güneş, tepe noktasını geçip batıya kayınca, günün ilk namazı olan öğlen namazının vakti girer. Güneş batınca gündüz biteceği için ikindiyi, güneş batmadan kılmak gerekir.

Gecenin gündüze yakın vakitleri iki tanedir. Birincisi, Güneşin batmasından batı ufkunun kararmasına kadar süren akşamın alacakaranlığı, ikincisi de sabahleyin doğu ufkunun en üst tarafında gözükmeye başlayıp aşağıya doğru yayılan ve Güneş doğana kadar süren sabahın alacakaranlığıdır. Her biri, iki bölümden oluşur. Bunları ikiye bölen şey, akşamleyin batı ufku, sabahleyin de doğu ufku boyunca uzanan ve siyah ufuk çizgisine paralel olarak oluşan beyaz bir ışık çizgidir. Bu iki çizgi, akşamın alacakaranlığında akşam ile yatsı vaktini, sabahın alacakaranlığında da seher vakti ile sabah namazı vaktini birbirinden ayırır.

Ayetlerde akşam ile yatsıyı ayıran vakitlerden söz edilmediği için bu iki namaz birleştirilerek önce akşam sonra yatsı kılınabilir. Aynı şey, öğle ile ikindi için de söz konusudur. Nitekim Nebimiz, bir sıkıntı yokken, Medine’de öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birleştirmiş ve bize örnek olmuştur[15].  Sabah namazı, hiçbir namazla birleştirilemez. Çünkü onun vaktinin başı ve sonu bellidir. 

O salat /namaz, yukarıdaki vakitlerle sınırlı olarak[16] farz kılındığı için (Nisa 4/103) hiçbir namaz, vaktinin dışında kılınamaz yani namazın kazası olmaz. Bunun tek istisnası unutan veya uyuya kalanın salatıdır. Allah, kimseyi gücünün yetmediği şeyden sorumlu tutmadığı için (Bakara 2/286) Nebimiz şöyle demiştir:

“Kim bir salatı/ namazı, unutur veya uyuya kalır da kılamazsa, onun keffareti /yapması gereken, hatırladığı zaman kılmasıdır[17].”

Allah Teâlâ, korku içinde olana, namazı vaktinde kılmayı kolaylaştırmıştır. İki türlü korku vardır, biri kişisel korku, diğeri de yolculukta ortaya çıkan düşman korkusudur. Kişisel korku ile ilgili âyet şöyledir:

“Eğer korkarsanız yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca Allah’ı, bu konuda bilmediğinizi size öğrettiği gibi zikredin[18].” (Bakara 2/239) 

Allah Teâlâ burada bir korku tanımı yapmamıştır. Bir kişi salatı, vakti içinde düzgün kılmaya engel bir korku duyarsa onu, yürürken veya bir binek üzerinde kılabilir. O sırada, atını veya otomobilini sürüyor da olabilir. Kıble tarafına dönemiyorsa, kıbleye dönmeden kılar.

Yolculukta, düşmanın saldırma tehlikesi ortaya çıkınca da namaz, bir rekata düşürülebilir ama vaktinin dışında kılınamaz. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Yolculuğa çıktığınızda, kâfirlik edenlerin size saldırmasından korkarsanız, o salatı /yolculukta kıldığınız namazı kısaltmanızda bir günah yoktur. Kâfirler, sizin açık düşmanınızdır.

(Ey Muhammed!) İçlerinde olur da o salatı /namazı, onlar için tam kılarsan, bir kısmı seninle birlikte salata dursunlar ama silahlarını kuşansınlar. Secdeleri yaptıklarında da derhal arkanızda olsunlar. Salatı kılmamış olan öbür kesim hemen gelsin, onlar da seninle salatı kılsınlar ama tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kâfirlik eden o kimseler isterler ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da size ani bir baskın yapsınlar. Yağmurun verdiği bir sıkıntıdan veya hasta olmanızdan dolayı silahlarınızı bir yere koymanızın günahı olmaz ama yine de tedbiri elden bırakmayın. Allah o kâfirlere, küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 4/101-102)

Görüldüğü gibi, insanın elinde olmayan unutma ve uyuya kalma dışında hiçbir şey, namazı kılmama sebebi olarak sayılmamış ve hiçbir âyette, namazın kazasından söz edilmemiştir.

MUSALLİ OLMAYANLARIN ÇEKECEKLERİ VAR!

Musallî olanların /görevlerinin arkasında olanların özelliklerini Mearic Suresindeki âyetlerde öğrendik. Kıyamet Suresinde ise musalli olmayanların ahirette karşılaşacakları durumlar bildirilmektedir:

 وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ .  تَظُنُّ أَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ .  كَلَّا إِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَ .  وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ.  وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ . وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ . إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ . فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى . وَلَكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى . ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى . أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى . ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى

“O gün bazı yüzler asıktır.[19]

Kendilerine, bellerini kıracak bir şey yapılacağını anlarlar.[20]

Hayır hayır! Can (boğaza gelip) köprücük kemiklerine dayanınca:[21]

(Ölüm melekleri tarafından) ‘Seni kim kurtaracak!’ denir.[22]

O da ayrılık vaktinin geldiğini anlar.[23]

Ayakları birbirine dolaşır.

O gün sevk edileceği yer, senin Rabbinin huzurudur.[24]

(O, canını böyle verir) çünkü doğruları kabul etmedi ve musalli olmadı / görevlerini yapmadı,

ama yalana sarıldı ve yüz çevirdi.[25]

Sonra da çalım satarak ailesine ve yakınlarına gitti.[26]

Sana layık olan budur, bu!

Evet, sana layık olan budur, işte bu!” (Kıyamet 75/24-35)

كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ . إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ. فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءلُونَ. عَنِ الْمُجْرِمِينَ . مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ. قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ . وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ. وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ . وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ. حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ .

“(Hesap günü) Herkes kazandıklarına karşılık rehin tutulur.[27]

Defteri sağdan verilenler hariç.[28]

Onlar cennetlerde / bahçelerde olur,[29] birbirlerine sorarlar;

suça dalanların halini…[30]

(Sonra onları Sakar’da /Cehennemde görür ve şöyle sorarlar:) “Sizi Sakar’a sürükleyen ne oldu?”

Onlar şöyle derler: “Biz, salat edenlerden /kulluk görevlerini yapanlardan değildik.

Çaresiz kalmış birini doyurmazdık.[31]

Boş işlere dalanlarla birlikte biz de dalar giderdik.[32]

Her şeyin karşılığını bulacağı[33] gün hakkında da hep yalan söylerdik.[34]

Sonunda o kesin gerçek /ölüm bize geldi çattı.”[35]

(Müddessir 74/38-47)

MÜNAFIKLARIN SALATI

Münafık, kâfir olduğu halde kendini mümin gösteren kişidir. Bunlar müslüman gibi davranırlar ama yalancı olduklarından salatları yani dini görevleri, gösteriş için yaparlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:  

أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ . فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ . وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ . فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ . الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ . الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ . وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ .

“Bu din hakkında sürekli yalanlar söyleyeni gördün mü?

O, yetimi itip kakar.

Çaresizi doyurmak için teşvikte bile bulunmaz.

Musalli olan /salatlarını yapan bu kişilerin çekecekleri var!

Onlar salatlarını /kulluk görevlerini önemsemeyenlerdir.

Onlar, gösteriş yapanlardır.

Ufak tefek yardımlara bile engel olanlardır. (Mâûn 107/1-7)

Münafıkların salatı ile ilgili âyetlerden biri de şöyledir:

إنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ قَامُوا كُسَالَى يُرَاءُونَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا قَلِيلًا

Münafıklar, Allah’a karşı oyun kurarlar[36], halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirir[37]. Salata / görevlerini yapmaya kalkarken üşenerek kalkar[38], insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı ancak arada sırada hatırlarlar (Nisa 4/42).

MUHAMMED ALEYHİSSELAMIN SALATI

Allah Teâlâ’nın, Muhammed aleyhisselama verdiği salat emri şöyledir:

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ . فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ , إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ.

Sana çok önemli olan şeyi (Kur’an’ı) verdik[39].

Öyleyse salatı /görevini Rabbin için yap ve dik dur[40]!

Unutulup gidecek olan, senden nefret edendir[41]. (Kevser 108/1-3)

Muhammed aleyhisselam, her konuda bize örnektir (Ahzab 33/21). Üç âyetten oluşan bu surede, onun bütün hayatını özetleyen çok büyük mesajlar var.

MÜSLÜMAN OLANA VE OLMAYANA SALAT

Allah Teâlâ, Tevbe Suresinde müminleri[42], kafirliğini itiraf etmeyen ve eden münafıkları[43] anlattıktan sonra Muhammed aleyhisselama şu emri veriyor:

خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Onların mallarından sadaka al. Onunla onları arındırır ve geliştirirsin. Ayrıca onlara salat et, senin salatın onlar için bir iç rahatlığıdır. Daima dinleyen ve bilen Allah’tır. (Tevbe 9/103)

Müslümanlar arasında zekat olarak tanımlanan sadaka, dini kimliğine bakmadan, malı olan her vatandaştan alınan vergidir. Buradaki arındırma ve geliştirme, günahtan arındırıp dini yönden geliştirme değildir. Böyle bir şeyi, Allah’ta başkası yapamaz[44]. İnanç ve ibadet konusunda bir baskı olamayacağı için[45] inanmayan ama malı olan bir vatandaştan alınan vergi, içine düştüğü kaygılardan kurtulmasına ve ekonomik yönden gelişmesine sebep olur. Muhammed aleyhisselamın, bir yönetici olarak yapabileceği budur. 

 “Onlara salat et; senin salatın onların içlerini rahatlatır.” emri, onların arkasında olma yani onlara destekte bulunma emridir. Bu desteğin ne olduğunu da alınan sadakaların nasıl harcanacağını anlatan şu ayetten öğreniyoruz:

إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

“Sadakalar sadece fakirlere, miskînlere, sadaka işinde çalışanlara ve müellefe-i kulûba /kalpleri ısındırılacak olanlara verilir. Bir de boyunduruk altındakilere, borçlulara, Allah yolunda ve yolculara harcanmak üzere ayrılır. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Allah, daima bilen ve kararları doğru olandır.” (Tevbe 9/60)

Bu âyet, sadakaların dağıtımında da din ayrımı yapmamıştır. Âyetin sonundaki şu ifade çok önemledir: “Bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Bilen ve kararları doğru olan Allah’tır.”

Bir şey Allah tarafından farz kılınmışsa müslümanın yapacağı tek şey, Allah’ın dediklerine uymaktır. Bir adam Muhammed aleyhisselama geldi, “Bana sadaka verir misin?” dedi ve şu cevabı aldı: “Allah, sadakalar konusunda ne bir nebînin ne de başkasının kararını kabul eder. Bu sebeple kararı kendisi vermiş ve sadakaları sekiz bölüme ayırmıştır. Sen bu bölümlerden birine girersen hakkını veririm[46].”

Fakir, geliri açlık sınırının üstünde, temel ihtiyaçlarını karşılayabilen ancak sadaka verecek seviyeye ulaşmadığı için zengin sayılmayan kişidir. Bunlara destek verilirse kısa sürede, mal ve hizmet üretecek konuma gelerek sadaka verecek seviyeye ulaşabilirler. Bunlar, kimseden yardım isteyemeyecekleri için sadakanın onlara, gizli verilmesi tavsiye edilmiştir (Bakara 2/271).

Miskin, geliri açlık sınırının altında, çaresiz kalmış ve ihtiyaçlı olduğu her halinden belli olan kimsedir.

Sadaka işinde çalışanlar, sadakaları toplama ve dağıtma işinde görevli olanlardır.

Kalpleri ısındırılan kişiler, topluma fayda sağlayacak ya da zararları engellenecek kişilerdir. Bunlara da destek verilerek toplumsal gelişmenin önü açılır. 

Boyunduruk altında olanlar, öncelikle savaş esirleridir. Onlar, karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakılırlar (Muhammed 47/4). Bir esiri, savaş ganimeti olarak alan kişi onu, fidye almadan serbest bırakmak istemiyor, o da fidyesini ödeyemiyorsa fidyesi bu fondan karşılanır ve hürriyetine kavuşturulur. Dünyanın değişik yerlerinde, baskı ve zulüm altında olanları kurtarmak için de bu fondan harcama yapılır (Nisa 4/75).

Sadakanın harcama kalemleri arasında sayılan borçluların, fakir ve miskinlerden ayrı bir sınıf olması önemlidir. Bir işletmenin demirbaşlarından sadaka alınmaz. Böyle biri, borçlanmış ama borcunu ödeyecek durumda değilse onun borçları sadakadan ödenir. Böylece hem kendi hem de alacaklıları sıkıntıdan kurtularak mal ve hizmet üretecek hale gelirler. Bunun, ekonomik canlılığa ciddi katkısı olur.

Allah yolunda harcama, iç ve dış güvenlik için yapılan harcamaları içerdiği gibi (Bakara 2/195) ilmi çalışmalar ve kamu hizmetler için yapılan harcamaları da içerir (Bakara 2/273). Bu sayede hem bilimsel gelişme sağlanır hem de bir güven ve tatmin ortamı oluşur.

Yolcular için yapılan harcama, yolların yapılmasını, yol güvenliğinin ve konaklama hizmetlerinin sağlanmasını gerektirir. Yol güvenliği ekonomik hayatın olmazsa olmazıdır. Bir ayet şöyledir:

“Allah, rızkı her yerden bol miktarda gelen, güven ve tatmin içindeki bir kenti örnek verir. Derken orası, Allah’ın nimetlerine nankörlük etmeye başlar. Allah da işlerini bozmalarına karşılık onları, açlık ve korku içine sokar”. (Nahl 16/112)

Sadakaların bu şekilde dağıtılması, müslüman olan ve olmayan bütün vatandaşları, ciddi anlamda rahatlatır.

SABIR VE SALAT İLE ALLAH’TAN YARDIM İSTEMEK

Sabır ve salat, Allah’tan yardım istemenin şartlarıdır. Sabır, aklın ve dinin gerektirdiği şekilde kendine hakim olmak[47] yani duruşunu bozmamak, salat ise görevini yapmaktır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ ٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ مَعَ ٱلصَّٰبِرِينَ . وَلَا تَقُولُوا۟ لِمَن يُقْتَلُ فِى سَبِيلِ ٱللَّهِ أَمْوَٰتٌۢ ۚ بَلْ أَحْيَآءٌ وَلَٰكِن لَّا تَشْعُرُونَ . وَلَنَبْلُوَنَّكُم بِشَىْءٍ مِّنَ ٱلْخَوْفِ وَٱلْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ ٱلْأَمْوَٰلِ وَٱلْأَنفُسِ وَٱلثَّمَرَٰتِ ۗ وَبَشِّرِ ٱلصَّٰبِرِينَ . ٱلَّذِينَ إِذَآ أَصَٰبَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُوٓا۟ إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّآ إِلَيْهِ رَٰجِعُونَ . أُو۟لَٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَٰتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ ۖ وَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُهْتَدُونَ

Ey inanıp güvenenler! Sabırla ve salat ile /duruşunuzu bozmadan görevinizi yaparak yardım isteyin! Allah sabredenlerin /duruşunu bozmayanların yanındadır.   

Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Onlar diridirler, fakat siz bunu anlayamazsınız.[48]

Sizi mutlaka korku ve açlık türünden bir şeyle; can, mal ve ürünlerden eksiltmeyle yıpratıcı bir imtihana sokacağız.[49] Sen sabredenlere /duruşunu bozmayanlara müjde ver.

Onlar, başlarına bir musibet gelince şöyle derler: “Biz, her şeyimizle Allah’a aidiz. Biz onun huzuruna çıkacağız”.

Rablerinin salatları /destekleri ve iyiliği onlaradır[50]. Doğru yolda olanlar işte onlardır (Bakara 2/153-157).

Kişinin salatına, Allah’ın, salatlarla karşılık vermesinin, ayrıca o kişiyi ödüllendirmesinin sebebini de şu ayetten öğreniyoruz:

إِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا

Allah zerre kadar haksızlık yapmaz. Yapılan şey bir iyilik ise onu kat kat artırır ve kendi katından büyük bir ödül de verir[51]. (Nisa 4/40)

İsteklerimizin yerine gelmesi için sabırla ve salat ile yani duruşumuzu bozmadan üzerimize düşeni yapmak gerekir. Yoksa istediğimiz kadar dua edelim, elimize herhangi bir şey geçmez. Allah Teâlâ şöyle buyurur: 

فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ . وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ . أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِمَّا كَسَبُوا وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ .

“İnsanlardan kimi der ki: “Rabbimiz! Bize ne vereceksen, bu dünyada ver!” Onun ahiretle ilgili bir kazanımı olmaz. 

Kimileri de der ki: “Rabbimiz! Bize bu dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Bizi o ateşin azabından koru!”  

Her iki tarafın da kazançlarından bir payı vardır. Allah hesabı çabuk görür.” (Bakara 2/200-203)

Her iki tarafın da eline geçecek olanın, kazançlarından bir pay olması, istediğini elde etmek için duanın yetmediğini, sabırlı olmanın ve üzerine düşen görevi yapmanın da şart olduğunu gösterir.

Dua etmek kolay ama sabırlı olmak ve üzerine düşeni yapmak zordur. Bunu da şu ayetten öğreniyoruz:

وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ ۚ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى ٱلْخَٰشِعِينَ . ٱلَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلَٰقُوا۟ رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَٰجِعُونَ 

“Sabırla /duruşunuzu bozmadan ve salat ile /görevlerinizi aksatmadan (Allah’tan) yardım isteyin. Bu, Allah’a saygılı olanlardan başkasına, gerçekten ağır gelir.  Saygılı olanlar, Rableriyle yüzleşeceklerini ve onun huzuruna varacaklarını anlayanlardır.” (Bakara 2/45-46)

MUSALLÂ / HAC İBADETİNİN YAPILDIĞI YERLER

Nuh tufanında Kâbe yıkılmış, hac ibadetinin yapıldığı yerler kaybolmuştu. İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi, eski temelleri üzerine yeniden yaptıktan sonra Allah’tan, hac ibadetinin yapıldığı yerleri göstermesini istemiş Allah da göstermiş ve (Bakara 2/128, 196) o yerlere Makam-ı İbrahim adını vermiştir. İlgili ayetlerden biri şöyledir:

 وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَأَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى

O Beyt’i insanların toplanacağı ve güvende olacağı bir yer yaptık. Siz makam-ı İbrahim’i /İbrahim’in ibadet için durduğu yerleri, musallâ /salat yeri yapın. (Bakara 2/125)

Sanıldığı gibi Makam-ı İbrahim, Kâbe’nin yanında, bir çerçeve içinde korunan, 50 cm. uzunluğundaki taş değildir. Makam, kalınacak yer demektir. Arap dilinde makam kelimesinin çoğulu olmadığı için hem tekil hem de çoğul anlamda kullanılır. Bunun, çoğul anlam ifade ettiğini şu âyetten öğreniyoruz:

 فِيهِ آيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ

Orada apaçık göstergeler, Makam-ı İbrahim vardır.” (Âl-i İmrân 3/97″

Allah’ın musallâ dediği yerler, hac ibadetinin yapıldığı Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’dir.

SONUÇ

Tefsir ve mealler, salat kelimesine, daha çok namaz manası verirler. Birkaç ayet dışında[52] ona “namaz” manası vermek, ciddi anlam daralmasına yol açmaktadır. Buna Bakara Suresinin şu ayetleri örnek verilebilir:

الم . ذَٰلِكَ ٱلْكِتَٰبُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ . ٱلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِٱلْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ ٱلصَّلَوٰةَ وَمِمَّا رَزَقْنَٰهُمْ يُنفِقُونَ . وَٱلَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِٱلْاخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ .أُو۟لَٰٓئِكَ عَلَىٰ هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ ۖ وَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْمُفْلِحُونَ

“Elif-Lâm-Mîm!

İşte o Kitap (son kitap)[53] budur. Bunda şüphe yoktur. Müttakiler /yanlışlardan sakınanlar için bir rehberdir. 

Allah’a içten[54] inanan, salatı tam ve eksiksiz yerine getiren, kendilerine rızık olarak verdiklerimizin bir kısmını infak eden /hayra harcayan, sana indirilene de senden önce indirilenlere de inanıp güvenen ve ahirete inançları kesin olanlar var ya, işte Rablerinden gelen rehbere /Kur’an’a uyanlar onlardır. Umduklarına kavuşacak olanlar, sadece onlardır.” (Bakara 2/1-5)

Burada, ibadet olarak sadece salat ve zekat geçmektedir. Salat’a “namaz” anlamı verilince diğer emir ve yasaklar kapsam dışı kalmaktadır. Ama “kulluk görevini tam yapma” anlamı verilirse bir sıkıntı kalmaz.

Şu ayetteki salat kelimesine de birbirleriyle çelişen anlamlar yüklenmektedir:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“Allah ve melekleri bu Nebiye salat ederler. Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de ona salat edin, ona tam bir esenlik ve güvenlik dileyin.” (Ahzab 33/56)

Geleneğe göre Allah’ın salatı, onun tezkiyesi yani arındırıp geliştirmesi, meleklerin salatı, dua ve istiğfarı, insanların bağışlanmalarını dilemesi, müminlerin salatı ise dua ve tezkiye yani arınıp gelişmesini istemeleridir[55]. Ayete buna göre anlam verilince şöyle bir şey ortaya çıkar:

“Allah bu Nebiyi arındırıp geliştirir, melekler melekleri de bağışlanmasını isterler.  Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de onu arındırıp geliştirin, ona dua edin, ona tam bir esenlik ve güvenlik dileyin.” (Ahzab 33/56)

Bir cümlenin yüklemine iki ayrı anlam vermek, dil kurallarına aykırıdır. Allah onu arındırıp geliştiriyorsa müslümanların onu arındırıp geliştirmesi nasıl olacak!

En ilginç olanı ise bu ayeti dinleyen bütün müslümanların, Allah’ın bu emrine şöyle karşılık vermeleridir:

“Allahumme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed” / “Allahım! Muhammed’e sen salat et! Muhammedin ailesine de salat et!”

Allah’ın emrini, aynen ona iade ediyor ve onun emrine uyduklarını sanıyorlar. Halbuki salat kelimesinin sözlük anlamına uygun anlam verilse bir problem kalmaz. Doğru meal şöyledir:

“Allah ve melekleri bu Nebiye salat ederler /arkasında olurlar Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de ona salat edin /arkasında olun, ona tam bir esenlik ve güvenlik dileyin.” (Ahzab 33/56)

Salat kelimesine ve Kur’an’daki daha nice kelimeye verilen yanlış anlamların, müslümanlar tarafından bir an önce düzeltilmesini ve yanlışlardan uzaklaşmalarını Allah’tan niyaz ederim.

Abdulaziz BAYINDIR

___________________________________

[1] Lisan’ul-Arab (صلا)

[2] Tâhâ 20/48, Müddessir 74/17-25, 42-47, Leyl 92/8-16.

[3] Bu ayet, şükretmenin, kendine düşen görevi yerine getirmek olduğunun delilidir.

[4] Uhud’daki gibi.

[5] Ayette kadın erkek ayrımı olmadığı için bu ayet, adetli ve lohusa kadınların da namaz kılmaları gerektiğinin delillerindendir. Aksi takdirde onlar, devamlı namaz kılanlardan olmazlar (Bakara 2/222, Mearic 70/34).

[6] Allah’ın nebileri dahil herkes ancak iman ederek işlediği amellerinin karşılığında azaptan kurtulabilir. Bunun dışında kimseye ahiretteki azaptan korunma sözü verilmemiştir; çünkü her an yoldan çıkma olasılığı vardır. Yapılması gereken, son ana kadar Allah’a kulluk etmektir (Nisa 4/172, Hicr 15/99, Zümer 39/65-66, Ahkaf 46/9, Mülk 67/16-17). Nebimiz, kızı Fatıma’ya şöyle demiştir: “Ey kızım Fatıma! Benim malımdan dilediğini iste; ama Allah’ın yanında sana faydam olmaz” (Buhari, Vesaya 11).

[7] Mü’minun 23/5, Nur 24/30-31, 58, Ahzab 33/35.

[8] Ayetteki “veya” ifadesi, bir Müslümanın edep yerlerini hür ya da esir eşi dışında kimsenin yanında açamayacağını gösterir. Edep yerlerini bir esirin yanında açabilmek için onunla evli olmak şarttır (Nisa 4/3). Bir kadın sadece bir eş ile evli olabileceğinden (Nisa 3/24), edep yerlerini ancak hür veya esir eşinin yanında açabilir. Benzer durum, erkek için de geçerlidir. Erkek de aynı anda biri esir, diğeri hür olan iki kadınla evli olamaz. Çünkü esir kadınla evlenmenin olmazsa olmaz şartı, hür kadınla evlenecek güce sahip olmamaktır (Nisa 4/25). Bu sebeple erkek de tıpkı kadın gibi edep yerlerini ya hür ya da esir olan eşinin yanında açabilir. Ayette “veya” ifadesinin kullanılmış olmasının sebebi budur. Her şey gayet açık olduğu halde bütün mezhepler ve tefsir kitapları, ilgili ayetlerin (Nisa 4/3, Müminûn 23/6, Nur 24/32-33) ya anlamını bozarak ya da onları görmezden gelerek bir erkeğin, sayı sınırı olmaksızın yanındaki cariyelerle nikahsız ilişkisini caiz göstermeye çalışmışlardır: Bu ayette ve Müminun 23/6’da bulunan “veya” anlamına gelen “ev = (أو)” kelimesine “ve” anlamı vererek ayete, edep yerlerinin, hem hür eşin yanında hem de, nikaha gerek olmaksızın, esir kadınların yanında açılabileceği anlamını yüklemişlerdir. Bir de âyetteki “hâkimiyetleri altında olanlar (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ)” ifadesinin kapsamına aslında erkek esirler de girdiği halde anlamı “cariyeler” olarak değiştirmişlerdir. Aksi takdirde verdikleri anlam, Müslüman kadınların da hakimiyetleri altında bulundurdukları erkek esirlerle nikahsız ilişkiye girebileceklerinin delili olurdu. İşte bu, büyük bir tahrif yani anlam kaydırmasıdır.

[9] Hakimiyet altında olanlar sadece savaş esirleridir (Nisa 4/3, 24, 25, Müminûn 23/6, Nur 24/32-33, Ahzab 33/50-52).

[10] Mü’minun 23/7.

[11] Lisan’ül Arab.

[12] Lisan’ül Arab.

[13] Gecenin ğasakı, “gecenin karanlığı” anlamına geldiği gibi “gecenin soğuk vakti” anlamına da gelir (Lisan’ul-Arab). Bulunduğumuz yerden Güneş ışınlarının tamamen çekilmesi, günün en serin vaktinin başlaması demektir. Bu sırada Güneşin ufka uzaklığı en az 18 derece olur ve zayıf ışıklı yıldızlar da gözükmeye başlar. Güneşin batmadığı yerlerde ğasaq’ul-leyl, gece serinliğinin iyice hissedildiği vakittir. Abdullah b. Ömer’e Şafak sorulunca “beyazlığın gitmesi”; ğasak yani karanlığın bastırması sorulunca da, “kızıllığın gitmesi”dir, demiş (Ebû Dâvûd,Salât 6). Bu, yerinde bir tespittir. Çünkü batı ufkunda oluşan kızıl ve beyaz ışık kuşaklarından beyaz kuşak kızıla karışınca yatsı vakti girer. Bu ince tabaka, başlangıçta bir kubbe gibi olur sonra kaybolur ve ufuk, tamamen kararır. İşte o zaman yatsının vakti çıkmaş ve gecenin ortası diye de tanımlanan ğasak yani günün en soğuk vakti başlamış olur.

[14] “bir araya toplanma” anlamı verdiğimiz kelime “kur’ân (قرآن)”dır, karae ( قرأ ) fiilinin mastarı olan kur’ ( القُرْء ) veya kar’ ( القَرْء )’dan türemiştir; anlamı, toplama ve birleştirmedir. Mastar olarak kullanıldığı gibi bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. Allah’ın kitabına Kur’an demesi, bütün sureleri toplayıp bir araya getirmesi sebebiyledir (Lisanu’l-Arab). Kur’ân el-fecr (قُرْاٰنَ الْفَجْر) doğuda, seher vakti aydınlığı ile Güneş’in doğması arasında, ufkun üst tarafında oluşan beyaz kuşağın, ufkun alt tarafındaki siyah kuşağın ve bu ikisini -ışınların atmosferde kat ettiği yola göre değişen bir gökkuşağı rengiyle- ayıran ince çizginin bir araya gelmesidir (Bakara 2/187). Bu ayete göre namaz vakitlerinin üç değişmez özelliği vardır: 1) Güneşin düluku yani tepe noktasından batıya kayması: Bu, dünyanın her yerinde ve her mevsimde kolaylıkla tespit edilebilir. Bu sırada öğlen namazının vakti girer. 2) Gecenin ğasakı: Güneş ışınları tamamen çekilince hem hava kararır hem de günün en soğuk vakti başlar. Beyaz gecelerin yaşandığı yerlerde karanlık olmaz ama havadaki soğuma kendini iyice hissettirir. 3) Yukarıda açıklanan Kur’ân el-fecr. Bu üç değişmez özellik, her mevsimde ve dünyanın her yerinde gözlemlenebildiği için Svalbard’da, Güneş ufkun bir hayli üstünde iken bile gözlenebilmiştir. Ayette Güneş’in sadece meridyen geçişinden söz edilmiştir. Eğer Güneşin doğuşu, batışı ve gecenin karanlığı ifadeleri kullanılsaydı kutup bölgesinde namaz ve oruç vakitlerini tespit imkansızlaşırdı.Bu vaktin çıplak gözle görüldüğü, Bakara 2/187. ayette ifade edilmiştir.

[15] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 49-(705)

[16] Bu nedenle herhangi bir namaz kendisi için belirlenen vakit sınırlarının dışında kılınamaz.

[17] Buhari, Mevakit, 37.

[18] Burada zikir, doğru bilgiyi dile getirme anlamındadır. Namazlarda okunan ayet ve duaların ortak adı zikirdir. Bu zikrin, her bir rekatta nasıl dile getirileceği Nisa 4/103. ayette, rekatlar arası oturmalar da Kaf 50/40’da açıklanmıştır.

[19] Yunus 10/27, Zümer 39/60, Abese 80/40-42, Ğaşiye 88/2-3.

[20] Fatır 35/36.

[21] Vakıa 56/83-85.

[22] Nisa 4/97, En’âm 6/61, 93, Nahl 16/28, Secde 32/11, Vakıa 56/86-87.

[23] Kâf 50/19.

[24] Kıyamet 75/12.

[25] Tâhâ 20/48, Müddessir 74/17-25, 42-47, Leyl 92/8-16.

[26] İnşikak 84/13, Mutaffifîn 83/29-33.

[27] Tur 52/21.

[28] Vakıa 56/27.

[29] Vakıa 56/28-40, 90-91.

[30] Saffat 37/50-57.

[31] Yasin 36/47.

[32] Tevbe 9/65, 69, Tur 52/11-14.

[33] Din, “âdet, durum; yapılan işe karşılık vermek ve verilen karşılık, itaat /boyun eğme” anlamlarına gelir (es-Sıhâh). Din, Kuran’da insanın kabul edip ona göre yaşamaya söz verdiği sistem anlamına da gelir (Âl-i İmran 3/19, Kafirun 109/6). Eğer bu din Allah’ın dini ise boyun eğilen yalnızca Allah’tır ve karşılığı ondan beklenir. “Din günü” de dünyada yapılanların karşılığının alınacağı Ahiret günüdür (Nûr 24/25, Saffat 37/19-20, Sad 38/78, Zâriyât 51/6, 12-13, Vakıa 56/56, Mearic 70/26, İnfitar 82/9, 15-19). 

[34] Mutaffifîn 83/10-17.

[35] Hicr 15/99, Mü’minun 23/99-100.

[36] Ayette geçen (hıda’,  الخداع)’nın anlamı, planlı bir şekilde yanıltma ve aldatmadır (Müfredât). Yahudilerin nebimize karşı tavırları buna örnektir (Bakara 2/75-79 ve 90). Hesaplarına uymayan ayetlere farklı anlam verip yanlış yola giren herkes bu kapsama girer.

[37] Bakara 2/9.

[38] Tevbe 9/54.

[39] Nebimize verilen ve içinde her türlü hayrı barındıran şey Kur’an’dır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bu Kitabı sana, her şeyi açıklasın; bir rehber, bir ikram ve tam teslim olanlara müjde olsun diye indirdik.” (Nahl 16/89)

[40] Nahr =  النَّحْرُ göğüs anlamına gelir (Lisan’ul-Arab). Namazda ayağa kalkıp dik duran kişiye “nahr etti = قد نَحَرَ” denir (el-Ayn). Ayetteki وَانْحَرْ = v’enhar li rabbik = وَانْحَرْ لِرَبِّكَ takdirinde olduğu için “Rabbin için dik dur” anlamını vermek gerekir. Bir âyet şöyledir: “Allah yolunda nasıl cihad edilmesi gerekiyorsa öyle cihad edin. Sizi seçkin konuma getiren O’dur.” (Hac 22/78)

Ayakta duran devenin gırtlağına bıçak saplayıp kesmeye “nahr” denir. Deve, kurban olarak da kesildiği için v’enhar = وانْحَرْ emrine “kurban kes” anlamı verilebilir. Bu sure Mekke’de inmiş, kurban ise Medine’de farz kılınmıştır (Hac, 22/36-37). Sadece deve değil, koyun keçi ve sığır da kurban olarak kesilebilir (Hac 22/34). Bu sebeple âyete  “kurban kes” anlamı verilemez.

[41] Kâfirler ahirette  unutulup gideceklerdir. “Sura üfürüldüğünde (kalk borusu çaldığında), aralarında ne bir akrabalık bağı kalır ne de birbirlerini arayıp sorarlar.” (Müminûn 23/101)

[42] Tevbe 9/71-72, 88-92, 99-100

[43] Tevbe 9/61-70, 73-87, 93-98, 101-102.

[44] Nisa 4/49, Kasas 28/56.

[45] Bakara 2/256, En’am 6/91, 112, A’raf 7/186, Hicr 15/2-3, Zuhruf 43/83, Meâric 70/42,

[46] Sünen-i Ebî Davud, Zekat, hadis no: 1389.

[47] Müfredat 

[48] Allah yolunda öldürülenlerin diriliği, bizim anlayabileceğimiz bir dirilik değildir (Al-i İmran 3/169).

[49] Bakara 2/214, Al-i İmran 3/186, Enbiya 21/35, Ankebut 29/2-3, Muhammed 47/31.

[50]  Allah Teâlâ, yapılan iyi davranışları, daha iyisiyle ödüllendirir (Nahl 16/97). Allah’ın yaptığı imtihanı, büyük bir sabırla kazanmaya odaklanan kişi, onun desteğini ve yardımını hak eder.

[51] Bakara 2/261.

[52] Sadece namaz anlamını ifade eden salat kelimesi şu ayetlerde geçer: Bakara 2/238-239, Nisa 4/101 – 103, İsra 17/78, Hud 11/114, Taha 20/14,  Lokman 31/17, Ahzab 33/33, Cuma 62/9-10, Meâric 70/23, 34. Beyyine 98/5.

[53] Nebilerin haber verdiği ve herkesin inanıp uygulaması gereken son kitap Kur’an’dır (Bakara 2/40-41, 75-77, 89-91, 97-102, Âl-i İmrân 3/2, 81, Nisa 4/47, Maide 5/48-49, En’âm 6/92, Fatır 35/31, Ahkaf 46/29-32).

[54] “İçten” anlamı verdiğimiz el-ğayb (الغيب)’daki el (ال) takısı muzafunileyhten ıvazdır yani tamlayanın yerine geçer ve kelimeye,“gayblarıyla (بغيبهم)” anlamı kazandırır. Kişinin içi, Allah’tan başkası için gaybdır. İman, kalp ile tasdik şartına bağlandığı için gerçekten inanıp inanmadığını ondan başkası bilemez (Kasas 28/56, Kaf 50/16-18). Bu sebeple kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz (Bakara 2/256). Kafir, örten anlamındadır. Tohumu toprakla örttüğü için çiftçiye, sözlük anlamıyla kafir denir (Hadid 57/20). Kafirlik, delilleri gördükten sonra yalana sarılıp onları örtmekle oluşur (Bakara 2/39, 209, 213, Âl-i İmran 3/105-106).

[55] Müfredat.