Müşrik Müminler

İman ve şirk bir arada olur mu? İnsan hem Allah’a iman ettiğini, Türkçe söylemek gerekirse “güvendiğini” iddia ederken hem de müşrik olabilir, Allah’a daha yakın olacağını öne sürerek başka otoriteleri veya kendini O’nun önüne geçirebilir mi? Kur’an’a göre insanların çoğu bu durumdadır:

Onların çoğu Allah’a ancak müşrikler olarak iman ederler. (Yusuf 12/106)

Ayette Allah’a iman eden, yani güvendiğini söyleyen kişilerin büyük bir kısmının ancak O’na şirk koşarak yani müşriklik yaparak iman ettikleri belirtiliyor. Bu durumu anlamak zor gibi görünüyor. Zira şirk Allah’ın emri ve otoritesinin önüne bir başka görüşü, otoriteyi, anlayışı ya da düşünceyi geçirmek demektir. Böyle bir durumda olan kişi nasıl iman ettiğini söyleyebilir? Bazen bazı ayetler hayatta karşılaştığımız olaylarla daha iyi anlaşılabilmektedir.

Öncelikle Kur’an’da sayısız ayette anlatılan müşriklerden hiçbiri şirk içinde olduklarını, Allah’a ortak koştuklarını kabul etmemekte, aksine Allah’a daha yakın olma amacını güttüklerini ortaya koymaktadırlar. Bugünün tabiriyle her müşrik “benim kalbim temiz” demektedir. Bu yüzden her müşrik karşımıza mümin olarak çıkacaktır. Hatta dikkatli olmadığımız takdirde bizim de kendimizi mümin sayan müşrikler olmamız işten bile değildir.

İşte bu durumu daha iyi kavrayabilmemiz için geride bıraktığımız bayramda kurban ibadeti ile ilgili söylenenlere bakmamız yeterli olacaktır. Her Kurban Bayramında kendilerini ilahlaştırmış, zihinsel ergen sosyal medya filozoflarının, kurban ibadeti hakkında işkembe-i kübrâlarından savurdukları herzelere çokça şahit olurum. Ancak ilk kez bu saçmalıkların bir bayram tebriği (!) olarak karşıma çıkmasını meselenin boyutlarını göstermesi bakımından önemsiyorum. Bu tiplerle karşılaşan tek kişi olmadığımı da biliyorum. Bunların, kendi uydurdukları yeni bir dini Allah’ın dini olarak yutturmak için Allah’ın kitabından kopuk kitleleri etkilemeyi başardıkları da görülüyor.

Artık Papa tarafından da açıkça dile getirilen Kur’an’a tarihselci yaklaşımın İslam için tek seçenek olduğu söylemi, ilahiyat akademisyenlerimizin Kur’an’ı tarihsel bir kitap olarak benimsetme misyonlarının kökünün nerelere dayandığı konusunda bizim için hiç de sürpriz olmayan ipuçları taşıyor. Tarihselci olduğunuz zaman hiçbir iddianız için bir şey ispatlamanız gerekmiyor. “O gün öyleymiş, şimdi şartlar değişti” diyorsunuz, her şey bitiyor. Kurban konusunu da böyle ele aldığınızda bugün artık hayvan kesmenize gerek kalmıyor. Bunları ilim diye genç ilahiyatçılara anlatmanın sokakta da bir karşılığı oluyor şüphesiz. Nitekim sözünü ettiğim bayram tebriğinde şu ifadeler bulunuyor:

“Kurban bir hayvanı kesip etini bölüştürüp dağıtmak değildir. Kurban o hayvan yerine kendi nefsini yeri geldiğinde feda edebilmektir… Kurban bir ideali gerçekleştirmek için en değerli varlıklarını uğruna kurban edebilmektir. Kurbanınız kutlu olsun bayramınız mübarek olsun.”

Kendisine müslüman yani “Allah’ın dinine teslim olmuş kişi” diyen bir insanın bu ifadeleri hiç utanıp sıkılmadan, her şeyi Yaratan’dan hiç korkmadan sarf edebilmesi, herhalde küfür ve şirkin ne kadar sinsi biçimde yayılabileceğinin en güzel göstergesidir. Rabbimizin şeytanın doğru yolun üstünde oturduğunu söyleyerek bizleri defalarca uyarması boşuna değil elbette.

Bu sözleri sarf eden birinin dini, hiç şüphesiz, Allah’ın dini değildir. Çünkü Allah’ın “bir ideali gerçekleştirmek için en sevdiğiniz şeyi bu ideal uğruna feda etmek” diye bir emri yoktur. Zaten böyle bir emir, herkesin kendi idealini din edinmesi anlamına gelir.

Asıl önemli olan ise; kurban ibadeti Hacc Sûresi 34. ayetle farz kılınmış, ilk insan Adem Aleyhisselam’dan bu yana yapılagelen bir ibadettir. Kur’an’da hangi hayvanların kurban edileceği, hangi günlerde bu ibadetin yapılacağı, kurban edilecek hayvanlarda bulunması gereken fiziksel özellikler, bu hayvanların nasıl kesilmesi gerektiği, etlerinin nasıl ve kimlere dağıtılması gerektiği gibi her detay açık seçik yer alırken[1], Nebîmiz bu ibadeti Allah’ın emrine tam uygun bir şekilde uygulamış ve göstermişken, kurbanın bir hayvanı değil nefsi öldürmek olduğunu iman iddiasındaki birinden duymak yukarıda okuduğumuz ayetin ne söylediğini yaşayarak anlamamıza sebep olmaktadır. Ayeti öncesindeki ayetlerle birlikte bir daha okuyalım:

Ne kadar çırpınırsan çırpın, insanların çoğu sana inanmazlar. Oysa bunun için onlardan bir karşılık istemiyorsun. O, herkese yararlı doğru bilgi (zikir) dışında bir şey de değildir. Göklerde ve yerde nice göstergeler var ama yanlarından geçerler de bir kere olsun dönüp bakmazlar. Onların çoğu Allah’a ancak müşrikler olarak iman ederler.(Yusuf 12/103-106)

Dikkat edilirse Allah’a şirk koşmaksızın iman etmeyen, yani O’nun emrini kendi kafasına uydurmaksızın iman ettiğini söyleyemeyen bu tipler için Nebîmizin yoğun gayreti ve isteği bile fayda vermiyor. Allah’ın dinini, emirlerini; yaşadığı ve çok ileri olduğunu varsaydığı çağa, kendisine çok doğru ve makul gelen bir düşünceye, onun bunun söz ve uygulamasına monte edip çarpıtanların bu ayetlerin devamını da okumaları kendilerinden beklenmeyen bir akıllılık olacaktır:

Allah’ın azabının kendilerini içine almasına veya beklemedikleri bir anda kıyamet saatinin gelmesine karşı bir güvenceleri mi vardır? Farkına bile varamazlar.(Yusuf 12/107)

Nebimizin çırpınmasının bile fayda etmediği bu tiplere karşı yapılması gereken de bir sonraki ayette karşımıza çıkmaktadır:

De ki “Benim yolum budur, açık bir belgeye dayanarak, insanları Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar öyleyiz. Allah’a boyun eğerim. Ben müşriklerden değilim.”(Yusuf 12/108)

Bizim görevimiz, her durumda Allah’ın ayetlerini yani mutlak tek gerçeği harfiyyen uygulamak ve muhataba bildirmektir. Onların şirklerini engellemeye gücümüz yetmez. Kendi seçimlerimizin karşılığını bizlere verecek olan Allah’tır. Allah’a iman etmek O’na tam bir güven duymak demektir. Tam olarak güvenen kişi bu güveni ancak O’nun her emrini tam olarak uygulamakla gösterebilir. Aksi halde bu güvene (imanına) yanlışı da karıştırmış demektir. Bu kişi doğru yolda olamaz:

Kimler inanıp güvenir ve bu imanlarına bir yanlışı karıştırmazsa, güven onların hakkıdır. Onlar doğru yoldadırlar.(En’âm 6/82)

İman, Allah’ın dinine tam olarak teslim olma iddiasıdır. Dünya hayatı bu iddiayı ispatlayabileceğimiz tek fırsattır. Bu fırsatı kaçıran bir kişiye tüm insanlığın müslüman demesi bir şey ifade etmez. Müslüman olmak Allah’ın “teslim ol” emrine uymaktır. Bunun tersi ise O’nun dininden yüz çevirerek zavallı durumuna düşmektir:

Kendini zavallı duruma sokandan başka, kim İbrahim’in dininden yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin kıldık, ahirette de iyiler arasında olacaktır. Rabbi ona “Teslim ol!” dediğinde o, “Varlıkların Sahibine teslim oldum!” demişti.(Bakara 2/130-131)

Kimin dini, samimi olarak kendini Allah’a vermiş olanın dininden güzel olabilir? O (kişi), İbrahim’in dosdoğru dinine uymuştur. Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.(Nisâ 4/125)

Her insan farklı konularda bir diğerinden daha iyidir. Ancak bir tek konuda her insan üstün yetenek sahibidir. O da yaptığı yanlışı doğru gösterecek süslü kılıflarla kendini rahatlatma maharetidir. Bu sebeple şirk daima kendi doğrularımızın içine gizlenir. Allah’ın dini ile ilgili konularda “ben böyle düşünüyorum”, “Allah aslında şunu demek istiyor”, “bu ayet böyle yorumlanmalıdır”, “bu ayet bugünün insanına hitap etmiyor” gibi ifadeler kişinin kendi düşüncesini Allah’a söyletmesi olacağından aslında şirkin en net ifadeleri olabilirler. Önemli olan bizim düşüncemizin değil, Allah’ın emrinin ne olduğudur.

Hayatımıza Kur’an yön vermiyorsa müminliğimiz sadece dilimizdeki boş bir iddia olarak kalacak, içinde bulunduğumuz durumun ismi dört harfli olacaktır: Şirk!

Erdem Uygan

______________________________________


[1]Bkz: Hacc 22/34-37. Konuyla ilgili detaylı bilgi için: https://www.youtube.com/watch?v=acfGkFdkipo