ŞAH DAMARI

Bu makalede, “Kaf” Suresi’nin 16. ayetini, özellikle de (damar kordonu veya şah damarı olarak bilinen) hablul-verîd kelimesini yorumlamak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım, çünkü tefsir kitaplarında sadece boyundaki kan damarları olduğu şeklinde bir yorum buluyoruz ve bu yorumun bilimsel veya dini bir referansı yoktur, bu yüzden burada bu konu üzerine tıbbi, bilimsel ve dilbilimsel bir açıklama bulmaya çalıştım, başarı Allah’tandır. Arapça “Habl” yani ip kelimesi, ne dilbilimsel olarak ne de kullanım (ıstılahi) olarak (kanlı) sıvının aktığı bir tüp (damar) anlamına gelmez, ancak içi boş olmayan katı bir tel veya kablo anlamına gelir ve farklı çapları ve uzunlukları vardır. El-verîd kelimesi ise bir şeyler tedarik eden, getiren işlevi tanımlayan ve niteleyen bir sıfattır.

Araştırma yaparken, Cenab-ı Hakk’ın bu kelimeyi “ipi” birden fazla ayette kullandığını ve tüp anlamında değil de tel anlamında kullanıldığını görüyoruz. Aynı şekilde, anatomi konusunda bir tel veya sinir anlamına gelen “ip” terimini veya vücuda yayılmış bir sinir demetinin iplerini buluyoruz.

İlk tefsirciler/yorumcular, kanın aktığı bir tüp olduğu temelinde (damar kordonunu) nereden yorumladılar? Ve nereden boyunda olduğu sonucuna vardılar?

Bu araştırmada, (habl) “ip” kelimesinin aslında sinir olduğu ve (verîd) “taşıyıcı” kelimesinin göreceli olarak kullanıldığı ve aslında duyusal ve motorik sinir bilgisinin hedefe ulaştırılması için sinir dalgası taşıyıcısı olduğu sonucuna ulaştığımızı göreceğiz. Böylece her sinir, ya beyne hissî (duyusal) bir sinir sinyali iletir veya beyinden istenilen hedefe göre hareket (motorik) sinir sinyallerini organlara iletir, biz buna “hablul-verîd” diyoruz. Örneğin, beyinle ilgili olarak: vücudun geri kalanından yani organlardan beyne belirli bir sinir sinyali ile sinyaller gelir ve bunlar duyu sinirleri olarak adlandırılırlar, bu vücudun geri kalanından gelen sinir sinyallerinin her birine biz “hablul-verîd” (sinir taşıyıcı) diyoruz.

Vücudun geri kalanına gelince, beyinden gelen sinirlerle birlikte organların çalışma emirleri taşınır ve böylece her organ kendi yaratıldığı işlevi yerine getirir. Bu beyinden gelen sinyali veya çalıştırma komutunu organlara taşıyan her bir sinire de yine “hablul-verîd” diyoruz.

Beyne giden bu sinir taşıyıcılar, dışarıda olup bitenlerin ve vücuda ulaşan etkilerin haberlerini beraberinde taşır. Beynin diğer organlara ulaştırdığı sinir taşıyıcıları ise, bu farklı organların operasyon emirlerini de beraberinde taşır.

Yüce Allah CC., O’nun, bir kişiye hablul-verîd’den (sinir taşıyıcılardan) daha yakın olduğunu söyler.

Yani bu Allah’ın insana beyne farklı dış bilgilerle gelen sinirlerden daha yakın olduğu anlamına gelir, yani, tabiri caizse, sinyal gelmeden önce beyinde mevcuttur ve bu dolaylı olarak beynin kontrolü anlamına gelir. Beyne ulaşmadan önce sinir hakkındaki tüm bilgilerin Allah’ın CC. kendisinde bulunduğu ve aynı zamanda onu değiştirme veya iptal etme yeteneği anlamına gelir.

Bu aynı zamanda, tabiri caizse, operasyon komutu organlara ulaşmadan önce kendisinin orada bulunduğu anlamına gelir. Yani emri ilk alan O’dur. Ve bu komutu geçirme, değiştirme, azaltma ya da artırma ya da tamamen iptal etme veya ilk etapta kişiye ulaşmasını engelleme seçeneği ve yeteneği vardır.

Öyleyse, bu düşünceye göre kişi, bu komutu kendi isteğiyle yönetme kabiliyetine sahip midir? Oysa bu bizi kişinin kendi arzusuna göre komutları kontrol edemeyeceğini veya yönetemeyeceğini düşündüren daha geniş ve daha derin anlayışlara itmektedir. Yani tüm bu komutların hem öncesi hem sonrası Allah’a CC. aittir.

Yüce Allah Enfal Sûresi’nde şöyle diyor:

Ey inanıp güvenenler! Allah ve resulü sizi, size hayat verecek bir şeye çağırdığı zaman çağrısına uyun. Allah’ın, kişi ile kalbi arasına girdiğini ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin. (Enfal Suresi, 24)

Ayrıca şunu da söylüyor:

İnsanı biz yarattık; nefsinin ona neler fısıldadığını biliriz. Biz ona sinir liflerinden daha yakınız. (Kaf Suresi, 16). 
 

Ve O yine diyor ki:

Onların gözlerini ve gönüllerini çeviririz de daha önce inanmadıkları gibi olurlar. Onları taşkınlıkları içinde bocalar halde bırakırız. (En’am, 110).

Bu ayetler sadece bu araştırmaya ek destek niteliğindedir. Allah CC. en iyisini bilir ve yegane hüküm sahibidir.

Beyin ve kalp arasında garip bir ilişki. Allah’ın yaratmasının harikalarından biri.

Yüce Allah CC diyor ki:

İnsanı biz yarattık; nefsinin ona neler fısıldadığını biliriz. Biz ona sinir liflerinden daha yakınız. (Kaf Suresi, 16). 
 

* Dilbilimsel olarak “ip” (habl) kelimesi, ​​içi boş veya tüplü değil, içi dolu, farklı çap ve uzunlukta, yumuşak yapıda, sert olmayan ve bileşenlerini etkilemeden veya işlevini değiştirmeden bükülebilen tam bir sağlam iplik ya da bağdır. Genellikle kordon şeklinde birbirine bitişik, paralel ve birleşik bir grup tel veya ipten oluşur.

“El-verîd” tedarik etmekten gelir, yani bir şeyin taşınması ve getirilmesi anlamındadır, böylece tedarik eden olmuş olur. Aynı şekilde, “verede”, “verîd” “vârid” ve “evred” kelimeleri de genellikle bahse konu şeyi bir yerden başka bir yere taşıma anlamlarındadır yani o şeyi tedarik edip ulaştırmaktır. Yani tedarik zinciri/kordonu ya da “hablul-verîd” (taşıyıcı ip) ile sağlamaktır.

O halde bu “ip” ne tedarik edebilir veya taşıyabilir?

Birçok şey halatlar, teller (veya “kablolar”) ile taşınır. Örneğin elektrik, tellerle taşınır. Ayrıca çeşitli teller aracılığıyla bilgi iletir. Otonom bir aracın içinde, komut bilgileri kokpitten diğer aktif parçalara kablolar ve teller yoluyla iletilir. Aynı yolla örneğin insan vücudunda da, tüm sinir bilgileri, beyinden vücudun geri kalanına sinir kordonları aracılığıyla iletilir. Vücudun her yerinden de beyne yine aynı şekilde duyu sinirleri aracılığıyla iletilmektedir.

Vücuttan beyne bilgi ileten sinir kordonları, çeşitli olaylardan meydana gelen vücutta olup bitenleri beyne getirdikleri (tedarik ettikleri) için gelen kordonlar olarak da adlandırılabilir.  Ayrıca beyinden gelen vücudun her bölümü için çeşitli çalıştırma komutlarının verildiği gelen “ipler” de vardır.

Anatomide, “ip” (Arapça: Habl; İngilizce: Cord) kelimesi vücut içindeki sinir bağlantılarını veya yollarını tanımlamak için birden fazla yerde kullanılır. Örneğin, anatomide omurilik terimi “Chorda Spinalis Dorsalis” veya İngilizce: “Spinal Cord” olarak bulunur, Arapça’da ise (حبل الشوكى) ”Hablul El-şevkî” kelimesi omurilik kordu anlamına gelir ve bu Sinir Omuriliği olarak tanımlanır, Dorsalis ise (الظهرى) dorsal yani sırtı ifade eder ve beyin sapının dibinden başlayıp omurganın ortasındaki kemik kanal içinde omurilik boyunca bel omurlarına kadar uzanır. Omurilik yolu boyunca çeşitli organların periferik sinirleri omurilikten dışa doğru çıkar.

Ayrıyeten, kulak zarına göre orta kulağın ortasında bulunan, doğrudan arkasından geçen timpanik sinir olan korda timpani denilen bir sinir vardır. Fasiyal serebellar sinirin bir dalıdır (No. 7 Serebellar Sinirler).

Böylece, belirli bir sinir demetini tanımlamak için anatominin varlığından beri “ip” (korda) teriminin kullanımının var olduğunu görmüş olduk. Bu yeni bir buluş değildir.

Ve şimdi El-verîd “taşıyıcı” kelimesine gelirsek, her zaman göreceli olduğunu söyleyebiliriz, yani taşınması gereken şeyin verildiği hedefe göre, örneğin hedef beyin ise, o zaman venöz kanallar veya onu besleyenler anlaşılır, bunlar tüp şeklinde ise sıvıları ya da ipliksi veya kordalıysa bilgi getirenlerdir.

Hedef, örneğin kalp veya başka bir organ ise, o zaman El-verîd kelimesi bize burada başka bir taraftan kalbe veya o organa verilen veya getirilen şeyleri anlatır.

El-verîd kelimesi yalnızca fizyolojik işlevin bir açıklamasıdır ve anatomik yapının ne olduğu veya aktarılan içerik ile, yani kavramın ismi değil de muhtevasının farklı olması ile, hiçbir ilgisi yoktur. “Taşıyıcı” için önemli olan, sadece kaynağın yalnızca getirdiklerini alan organa transfer işlevidir. Pulmoner ven olarak oksijensiz kan taşıyor bildiğimiz, yani kanı akciğerden kalbe taşıyan damar, isminden beklenenin aksine, arter gibi oksijenli kanı taşır. Öte yandan, adını pulmoner arter bildiğimiz, kalpten akciğere çıkan damar olan arter, işlevinden beklenin aksine oksijensiz kanı akciğere taşır.

“Habl” (“İp”) kelimesi anatomik ve niteliksel yaratılışı tarif eden biçimlendirici bir tanım olduğu halde, bu iki farklı kelime (Habl ve Verîd kelimeleri) aynı anlamı nasıl ifade edebilir?

Dolayısıyla burada mantıklı olan, bunların iki farklı kelime olarak tamlayan-tamlanan şeklinde yerleştirilmiş bir tanım teşkil ettiğidir; El-Sâlebî’nin yorumunda [1] veya İbn Abbas’tan [2] nakledildiği gibi değil. El-Sâlebî yorumunda, “Habl, Verîd’dendir ve iki kelimenin farklı olması telaffuz farkından dolayıdır ve kendisine (Habl, Verîd’e) eklenmiştir (ikisi de aynı şeyi ifade eder)” şeklinde bahseder. İbn Abbas’tan nakledildiği şekliyle der ki: “Habl ve Verîd birdir”. Kurtubi [3] de aynı şekilde şöyle der: “Habl, Verîd’dir ve iki kelime arasındaki telaffuz farkından dolayı iki kelime birbirine eklenmiştir”. Benzer şekilde İmam-ı Taberani de derin yorumunda: “Kalbin asılı bir şekilde bağlı olduğu bir damardır” demektedir.

Yüce Allah’ın CC. “Hablul-Verîd” sözü için İslam dünyasında hâlihazırda mevcut olan başka yorum örnekleri de vardır. Sayed Tantavi’nin, benzer şekilde “boynun iç kesiminde kanın aktığı damar” olduğunu teyit eden yorumu da mevcuttur.

Tüm bu açıklamaların mesnetsiz ve sadece kişisel içtihatlar olduğuna inanıyorum.

“Habl” kelimesinin anlamını öğrenmek istiyorsak, neden onu Kuran’da aramıyoruz ve Yüce Allah’ın onu Kitab-ı Kerîmi’nde başka yerlerde nasıl kullandığına bakmıyoruz:

Allah’ın ipine /Kur’ân’a hep beraber sıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın (Al-i İmran, 103).

Allah’ın himayesi veya insanların himayesi altında olmaları dışında, bulundukları her yerde üzerlerine alçaklık çöker. (Al-İmran, 112).

Boynunda da ise liften bükülmüş bir ip bulunacaktır. (Mesed, 5).

Bu üç ayette (Habl), kelimenin, içindeki sıvıları taşımak için içi boş bir tüp olduğu temelinde değil de, bağları gerili, uzun, sağlam ve güçlü bir ip olarak kullanıldığını görüyoruz. Yani bu ipin içi boş bir tüp olduğu kimsenin aklına gelmez.

O zaman “Habl” kelimesi, “El-Verîd” kelimesi ile değiştirilemez, peki bu iki kelime nasıl aynı anlamda olabilir?

Mesela göz, beyne insan hayatını tehdit edici bir görüntü ilettiğinde ve bu bilgiyi, afferent (duyusal) sinir kordonları aracılığıyla analiz etmesi ve yanıtlaması için beyne sağladığında, beynin içinde vücudun bu gelen tehlikeden kaçışına uygun yanıt yaratılır. Örneğin tehlike anında iki bacağın kasları olan hareketten sorumlu vücut kaslarına komutlar gönderilir. Aynı şekilde bu, beyinden gelen diğer sinir kordonları olan efferent (hareket) kordonları tarafından iskelet kasına kaçma komutunu yerine getirmek için yapılır.

Ama bunu neden yaptık? Bunun nedeni korku hissetmemizdir.

O zaman bu duygu ve korkunun yeri burada nerede? Ve bu korku duygularından sorumlu organ nedir?

Kesinlikle beyin değil! Korkuyu hisseden ve bunu duyu ile algılayan, tehlikeyi gördüğü anda hareketi, aktivitesi ve nabzı (sempatik sinir uyarımı) artan kalptir!

Peki öyleyse, bu garip ortamda kalbin rolü nedir?

Beyin, bir insanın hayatını neyin tehdit ettiği hakkında bilgi aldığında bunu açıklamadı, kaydetti, matematiksel olarak analiz etti ve sonra kalbe gönderdi.

Anlamını yorumlayan kalptir, tabiri caizse manevi kalptir, Her Şeye Gücü Yeten Allah der ki:

Sonra insana son şeklini vermiş, içine ruhundan üflemiş, sizin için dinleme yeteneği, basiret /ileri görüşlülük ve gönüller oluşturmuştur. Görevlerinizi ne kadar az yerine getiriyorsunuz! (Secde, 9).

Yüce Allah CC burada, hamileliğin ikinci ayının ilk haftasında hayatla atmaya başlayan, ruhuna üflediği (ve bu bilimsel embriyolojik çalışmaların gösterdiği gibi üçüncü ayın tamamlanmasından sonra, dördüncü ay içinde tespit edilir) annenin rahminde oluşan ceninden söz etmektedir. Ruha üfleme gerçekleştikten sonra işitme, görme ve kalpler yaratılmış olur.

Anne karnındaki dördüncü ayda bir fetüsün resmi

Yani, Cenab-ı Hakk’ın bir insana ruhunu üfledikten sonra içine yerleştirdiği bir başka kalp vardır. Bu kalp veya “Fuâd”, ruhun içine üflendikten sonra artık insanın duygusal ve zihinsel hayatını yöneten; yani, duyguların ve hislerin yaşamından, tefekkür yaşamından, zihin ve derin düşünce yaşamından ve ruh yaşamından sorumlu olan şeydir. Diğer maddi kalp ise, bedenin yaşamından sorumlu olmaya devam etmektedir. İnsanı hayvandan ayıran da bu değil mi?

Yüce Allah CC, ruhun kalbine çevreyi anlamak ve algılamak ve onunla etkileşimde bulunmak için iki önemli araç, yani işitme ve görme sağlamıştır.

Burada işitme; dinlemek, dikkatle incelemek, duyulanı anlamak, açıklamak ve yorumlamaktır.

Görme ise, içgörülerden ve basîretten, analiz etmekten, yorumlamaktan, açıklamaktan ve görsel konuları gerçekliklerine ve nedenlerine yanıt vermekten gelir.

Yani ruhun kalbi alıcı, aktör ve hayatın olaylarıyla etkileşim halindedir.

Tüm bu duygu ve hislerin ifade edilebilmesi için Allah CC, fiziksel bedendeki her şeyi harekete geçirebilecek olan beyni yaratmış ve kalbin emrine vermiştir.

Tehlikeyi görme anında, soğuk bilgi (yani duygu katılımı olmayan saf bilgi) beyne ulaşır, beyin bu (saf bilgi ile) durumun bileşenlerini analiz eder ve ardından sonucu kalbe tartmak üzere gönderir. Devamında diğer bilgilerin dünyası içindeki yerini belirler ve sırayla bunu duygular kategorisinde sınıflandırır. Buradaki sınıflandırma (hayati tehlike), kalp tarafından belirlenen ve daha sonra beyne gönderilen ve sırayla uygun eylemi gerçekleştiren belirli bir reaksiyon gerektirir ve duruma yanıt vermek için mantıksal komutlar gönderir. Bu durumdaki komut: kurtuluş için kaçmak!

Dolayısıyla iki organ arasında açık bir bağlantı vardır: kalp ve beyin … ve yoğun bir çalışma ilişkisi.

Duygularla dolu kalbin beyne de bu duyguların niteliğini gösteren bilgi gönderdiğini, yani beynin türü, boyutu ve önemi ne olursa olsun tüm bilgileri sağladığını kastediyoruz. Daha sonra kişi bu bilgilere uygun şekilde hareket edebilir.

Beyinden kalbe … ve kalpten beyne olan mesafe yaklaşık 40 cm’dir.

Nöral bilginin iletilmesinin vücudun farklı duyu organlarından beyne gelen sinirler tarafından (afferent) gerçekleştirildiğini ve daha sonra beyinde üretilen cevapların buradan gelen sinirler aracılığı ile (efferent) organlara iletildiğini biliyoruz.

Beyinden diğer organlara komut vermenin her zaman vücudun her yerinden gelen sinirler aracılığıyla aldığı bilgilere dayandığına inanıyoruz.

Sinir kordonlarının ve dallarının görünümü, ayrıca sağda (kırmızı) çıkıntıları olan bir sinir hücresinin görünümü

Yani “Hablul-Verîd” ifadesinin ne arterlerle ne de kan damarlarıyla hiçbir ilişkisi yoktur, buna karşın Kurân tefsircileri bunu boyundaki kan damarları olarak yorumlarlar. Bu (atardamar ve kan damarları) yoruma göre beyni besleyen damarlar olarak tasarlandığına, beynin perfüzyonundan ve aynı zamanda yaşamdan da sorumlu olduğuna inanırlar.

Ancak biz Hablul-Verîd’in – en iyisini Allah bilir – beyinden kalbe ve vücudun geri kalanına sinir uyarıları (komutlar) şeklinde bilgi aktaran yani nörolojik bilgi sağlayan sinir olduğunu söylüyoruz. Bu sinir, tüm vücuda komut verir. Aynı zamanda bilgiyi (tüm haberleri) bu organlardan beyne (merkeze) iletir (sağlar).

Ayrıca bu sinirlerin bir kısmının insan vücudunun istemli (hareket) kısmını beslemek için İstemli Sinir Sistemi’ni takip ettiğini, bir kısmının da insan vücudunun istemsiz kısmını beslemek için İstemsiz Sinir Sistemi’ni takip ettiğini ve ikincisinin (İstemsiz Sinir Sistemi) iki kısımdan oluştuğunu biliyoruz. Yani pozitif kısım (sempatik: Sympathicus) fonksiyonların aktivatörü ve negatif kısım (parasempatikus) aktivatörüdür. Kalbe gelince, bu sinirlerin beyinden ve üst omurilikten çıktığı noktalara, solunumun kalp çalışması ile fizyolojik ilişkisi nedeniyle “kardiyorespiratuar merkez” de denir.

Bu nedenle, kalp için “Hablul-Verîd” hususunda, kalpten beyne en son haberleri ileten sinir grubunun ve bunun yanı sıra, işlevini düzenlemek ve kendisine ulaşan haberlere göre koordine etmek için uygun yanıt veren, beyinden kalbe gelen sinirlerin bir açıklaması olduğunu düşünüyoruz.

Sağdaki (sarı) şekil beyni temsil eder ve ondan çıkan omurilik altına doğru uzanır. Soldaki (kırmızı) şekil kalbi temsil eder ve ikisi arasında sinir bağlantıları (kordonlar) olduğunu mülahaza ediyoruz. Beynin altındaki ve omuriliğin üstündeki siyah daire, kalbin çalışmasının dış koşullarla uyumluluğu için kardiyovasküler merkezdir. Sinir sistemi (sarı) ve kalp (kırmızı) arasındaki bağlantılara Hablul-Verîd (en iyisini Allah bilir) denir.

Bu yapıyı anlamak için kalbin anatomisine biraz geri dönüyor ve sinir beslemesine bakıyoruz.

Kalp, vücutta kendi entegre sinir sisteminin varlığı ile ayırt edilen ve vücudun sinir sisteminden tamamen bağımsız olan tek organdır. Bağımsız derken kastettiğimiz kalbin, beyne ihtiyaç duymadan, kendi kendini harekete geçiren bir ben-merkeze sahip olan (sistol ve diyastol) kalp kası olduğudur. Beynin vücudun diğer organlarını sinir komutları ile hareket ettirdiği taşıyıcı kordlar (Hablul-Verîd) kesilirse tamamen felç olur. Başka bir deyişle, kalbin beyindekine benzer bir grup sinir gangliyonu (birbiri ile birleşmiş sinir hücreleri kütlesi) içerdiği söylenebilir ve bu, kendi kendini polarize ettiği ve işlevini yerine getirdiği anlamına gelir. Sanki kalpte ikinci bir beyin varmış gibidir, tüm vücuttan kendisine gelen ve kendinden de tüm vücuda giden tüm sinirler kesilip çıkarılmış (beyinden tamamen nörolojik olarak ayrılmış) olsa da, sadece bir sıvının içine (besleyici sıvıya) konulduğunda birkaç saat daha atmaya devam eder, nabzını ve kendi kendine hareketini sürdürür. Aksi takdirde, bilim adamları onu başka bir kişinin göğsüne yerleştiremezlerdi.

Bu özelliğin nedeni, sinir komutları dalgalarını, taşıyıcı kordlar aracılığıyla, kasılmalarını (sistol) ve sonra gevşemelerini (diyastol) sağlayan kaslarına vb. gönderebilen otonom sinir düğümlerinin varlığıdır.

Spesifik olarak, üst vena kava (anatoplardamar) ile sağ atriyumun (sağ kalp kulakçığının) birleştiği yerde, sinüatriyal düğümler (sinuatrial knots) adı verilen, kasılma için sinir sinyalinin beyne herhangi bir bağlantı olmaksızın kendiliğinden ortaya çıktığı bir grup düğüm vardır.  Kalp kulakçıklarının (atriyum) kalp karıncıkları (ventriküler) ile birleştiği yerde (“AV düğümleri” olarak adlandırılan) ikinci bir sinir gangliya grubuna ileten bir taşıyıcı kordonu veya başka bir sinir ipliği vardır ve buradan yeni bir sinir sinyali çıkar. Bu sinyali başka bir sinir demeti (taşıyıcı kordlar) yoluyla (resme bakın) kalp kaslarına iletir. Bu özellik, bu bağlamda belirtilmesi gereken yeni bir özellik daha ekliyor: Kalpte nöronların varlığı ve bunlarla ilişkili sinirlerin varlığı nedeniyle, kalbin vücutta sanki bir “sağır bezi” (endokrin bezi) gibi çalıştığı kanıtlanmıştır. Bunun nedeni, kalp sinir sisteminin sinaps adı verilen sinapsları bağlayarak kalbin içinde bir hücreden diğerine ve bir sinirden diğerine bilgi aktarmak için haberci olarak hormonları (üretildikten sonra) kullanmasıdır ve habercilerini içinden seyahat etmek üzere kan dolaşımına dahi sokarak, işlevlerini yerine getirmek ve mesajlarını iletmek için vücudun her yerine göndermesidir. Bu hormonların (haberciler) en önemlilerinden biri “Oksitosin” (Oxytocin) adı verilen hormondur, çünkü bu hormon duygularla, hislerle ve manevi bağlantıyla yakın bir ilişki içindedir. Buna göre kalp ile duygu arasında yakın bir ilişki olduğunu görürüz.

Böylece kalbin ne pompalama / kan emici makine işlevi görmesi, ne de ruh ve ahlaki yaşam üzerindeki etkileri açısından beyne ihtiyacı olmadığını görürüz, bu nedenle ilişkileri sadece koordinasyon sağlamaktır.

Kalbin ve parçalarının otonom sinir sistemi. Bu resim, kalpteki sinir hücrelerinin konumlarını temsil eder ve burada mavi lekeler olarak çizilmiştir: sinuatriyal düğümler ve atriyoventriküler düğümler. Ayrıca hücrelerden gelen sinir kordonlarının geri kalanı da mavidir.

Daha önce bahsedilen kalbin sahip olduğu iletişim araçlarına ek olarak:

Kablolu kordonlar veya sinir telleri (taşıyıcı kordon) aracılığıyla ve yine kan yoluyla gönderdiği özel habercilerini (hormonlarını) göndererek bunu yapar.

Ayrıca kasılma, gevşeme ve sakinleşme sırasında kas olarak çalışması sonucu oluşan manyetik alanlarla tamamen kablosuz olan başka iletişim araçlarına da sahiptir ve bu manyetik dalgalar vücut yüzeyinden özel cihazlar ile Elektrokardiyogram (EKG) adı verilen bir çizelge formu olarak yakalanmaktadır. Bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki bu manyetik dalgalar vücuttan yaklaşık bir buçuk metre uzağa kadar yayılır ve bu mesafeden bir kişi aslında bundan olumlu veya olumsuz etkilenebilir. Bu, sanırım, bir kişinin yanındaki başka bir kişiden bazı duyguları hissetmesini açıklıyor.

Aşağıdaki şekle bakın:

İnsan kalbinin manyetik alanı beynin manyetik alanını yaklaşık 5000 kat aşarken, içindeki elektriksel bileşenin gücü beynin elektriksel bileşeninden 60 kat daha güçlüdür.

Beyin, kalbin öz-işlevini vücudun geri kalanının ihtiyaç duyduğu şeyler ile birleştirir. Bu nedenle, kalbin kendi kendine işleyişi rastgele değil, işlevini diğer organların işlevleriyle koordine ederek anlam kazanır. İşlevin kendisi, yaşamın devamı için tek temel koşul değildir, ancak en önemli şey, bu görevi diğer organların görevleriyle, özellikle nefes alma ve kan oksijenasyon işlevi ile koordine etmektir. Dolayısıyla Hablul-Verîd’in, taşıyıcı kordolar olarak insan yaşamında ve devamındaki önemi, beyinden kalbe gelen ve sinyal koordinasyonu sağlayan sinir grubu olması sebebiyledir. Bu yüzden birinin kalbinin rastgele yavaş ya da hızlı çalışmasının (ritim bozukluğu) tıbbi olarak ciddi kalp hastalıklarından biri olduğunu biliyoruz. Çünkü bu her iki patolojik durum da (kalbin yavaş ya da hızlı çalışması) bir kişinin hayatı için tehdit oluşturuyor ve onu ölümle tehdit ediyor. Bu meyanda, ritim bozukluğundan kurtulup onu insan yaşamı için yararlı hale getirmede, beynin kalp üzerindeki etkisinin önemi bu şekilde netleşmiş oluyor. Bu etki dediğimiz şey Hablul-Verîd (taşıyıcı kordon) olmadıkça gerçekleşmez.

Ve yukarıda bahsedilen sinir gangliyonlarının kalbin kendisinde bulunması, onu başka bir beyin veya vücudun içinde ikinci bir beyin gibi yapar. Kur’an-ı Kerim, birden fazla ayette, kalbin organik bir fiziksel mekanizmadan ziyade zihinsel işlevler, duyusal işlevler, duygular ve duygusal tuhaflıklar olarak bilinen başka birçok işlevi olduğu gerçeğine değinmiştir:

Kalp korkunun yeridir [4]

Kalp, Allah’ın mühürlediği ve algılama ve anlayışı kapattığı yerdir [5]

Kalp, anlayan ve olayları idrak eden şeydir [6]

Kalp, doğru yoldan çıkandır [7]

Kalp, bir bilgiye ikna olandır, o bilgi içeri girer ve dışarı çıkmaz [8]

Kalp, akıl yürüten zihindir [9]

Kalp tiksinendir [10]

Kalp, meseleleri yönetendir, bu nedenle kilitler vurularak kapatılırsa, düşünme özelliğini kaybeder [11]

Kalp huzurun yeridir [12]

Kalp, şefkat ve merhametin odağıdır [13]

Kalp aynı zamanda korkunun da yuvasıdır. [14]

Böylece, bunların hepsi, göğüslerimizin içindeki fiziksel et parçası olan kalpte mevcut bulunan ruhsal rasyonalitenin göstergeleridir.

Bu muazzam yaratması ve ölçüsünü takdir için Şanı En Yüce Allah’a şükürler olsun.

Bununla birlikte, sağlıklı, iyi, normal bir yaşam sürmek için, kalbi düzenleme işlevi olan Hablul-Verîd (taşıyıcı kordon) bulunması ve ruhsal kalbi çalıştırması gerektiğini görüyoruz.

Onsuz kavramlar altüst olur ve kalbin öz-işlevi insan için kötü olur ve kaçınılmaz olarak ölümüne yol açar.

Kişi bu yüce görevi ve kalbe göre taşıyıcı kordonun yüce işlevini, konum açısından aşağıda konumlandırılan şekilde anlarsa (Ayetlerde bahsedilen gerçek manasını anlayabilir):

Sempatik sinirlerin kaynağı olan boyun omuriliği ve parasempatik sinirlerin kaynağı olan beynin derinliklerinden çıkan onuncu serebral sinir (Nervus vagus) bir tarafta, kalp diğer tarafta ve bunların arasında kalbe sinir komutları tedarik eden, uzunluğu yaklaşık 40 cm olarak tahmin edilen (Hablul-Verîd, beyne ve kalbe bağlıdır) taşıyıcı kordon vadır, yani kalbin hareketini ve işlevini düzenleyen sinirler kalbin hemen yanında ve yakınında yer alır ve aralarındaki bir engel yoktur.

Ancak Allah CC, bu insana taşıyıcı kordonundan (Hablul-Verîd) daha yakın olduğunu söylüyor.

Bir insan ile kalbi arasında girenin kendisi olduğunu da söylüyor.

Yukarıda detaylandırılanları şu şekilde özetleyebiliriz:

Kalp taşıyıcı kordonu (Hablul-Verîd) aşağıdaki sinirlerden oluşur:

Birincisi: kalp hakkında yerel bilgi toplayan ve bunu beyne (merkez) ileten duyusal sinirler grubu.

İkincisi: aşağıdakilerden oluşan otonom sinir grubu:

  1. A) Servikal omuriliğin içinden birkaç çekirdek (nuclei, tekil nucleus) sinirinden salınan sempatik (Sympathicus) sinir sisteminden gelen lifler, kalbe şu şekilde gelir:

Talep edilen kalp iş artışını karşılamak üzere kalbin çalışmasının verimliliğini yükseltmekten sorumlu olan kalbin otonom sinir sistemine kalp sinirleri (Nervi cardiaci) olarak gelir.

  1. B) Sinir vagusu (Nervus vagus) adı verilen sinir olan serebellumun onuncu siniri ile başlayan parasempatik (Parasympathicus) sinir sisteminden ve beynin alt pleksus bölgelerinde bulunan bir grup nörondan (çekirdek) gelen lifler burada kalp pleksusu (plexus cardiacus) olarak kalbin aşırı aktivitesini azaltmak ve talebin azalması ile eşleşecek şekilde sakinleştirmekle sorumludur.

Bu sinirler (A ve B), beynin sinir merkezlerinden ve omurilikten gelen sinir uyarılarını kalbe taşır, yani kalbin işlevini fizyolojik bir şekilde değiştirmek için emirler taşır ve fonksiyonu koordine etmek için gelecek haberler doğrultusunda kalbe komut tedarik ederler.

Taşıyıcı kordon (Hablul-Verîd) kelimesinin anlamını genişletmek için, burada, daha önce belirtildiği gibi, merkezi sinir sisteminden vücudun geri kalanına uzanan her motor sinirin kendisiyle birlikte çalışacak bir organa bir şeyler taşıdığı vurgulanabilir. Ayrıca vücudun her bölgesinden başlayıp beyne giden her duyu siniri, harekete geçerek haberi merkeze götürür.

Bu organ örneğin diyafram ise, görevini tam manasıyla yerine getirir; görevi, akciğerleri hareket ettirmek ve onları nefes alıp vermek için genişletmektir. Yani, sinir merkezinden diyafram kasına bağlanan iki taşıyıcı kordon (nervus phrenicus) vardır ve hareket komutu sağlarlar.

Bu organ bacakta bir kas ise sinir merkezinden gelen (taşıyıcı kordon) sinir (Nervus femoralis) hareket emrini verir ve bacak bilinç ve irade gözetiminde hareket eder.

Ve eğer bu organ, örneğin safra kesesi suyu veya pankreasın enzimatik suyunu veya tiroid bezini veya çeşitli mide salgılarını ve hatta tükürüğü salgılayan bir bezse, tüm bu farklı organlar, gerekli komutlar taşıyıcı kordon (Hablul-Verîd) ile kendisine taşındığında, yaratıldıkları görevi yerine getirirler.

Böylece (Hablul-Verîd) taşıyıcı kordonun, önce vücudun diğer organlarından beyne (merkeze) haberleri getiren ve sonrasında beyinden gelen sinir komutlarını diğer tüm organlara ileten siniri temsil ettiği için (Hablul-Verîd) taşıyıcı kordonun vücudun her yerinde ve istemli ve istemsiz tüm organlarda bulunabileceğini görüyoruz.

Yani periferik organın sinir sinyalleri şeklinde komutlar alan reseptör olduğunu düşünürsek, bu sinyalleri veren her sinire (Hablul-Verîd) taşıyıcı kordon deriz. Beynin aynı zamanda vücudun her yerinden, vücudun dış yüzeyinden ve tüm dış etkenlerden çok farklı sinyaller aldığına bakarsak, ısı veya soğuk, basınç artışı veya azalma vb. ve ayrıca kalpten akciğerlere kadar tüm iç organlardan çeşitli bezlere, kan damarlarının istemsiz kaslarına veya bağırsaklara veya mesane veya rektumun fleksör kaslarına kadar, bunların tümü duyu sinirleri yoluyla iletilen sinir uyarıları formunda bilgi gönderir, yani beyne bu bilgiyi sağlar ve biz yine burada buna taşıyıcı kordon (Hablul-Verîd) diyoruz.

Ve taşıyıcı kordon (Hablul-Verîd) kelimesinin anlamını genişletirken, bu sinirlerin grubu (efferent, motorik sinirler veya duyu sinirleri, afferent) aslında sadece önemli ve hassas bir bileşeni temsil ettiği için değil, aynı zamanda bir kişinin yaşamı ya da ölümü, hayatının ve uykusunun her dakikasında ve her anında, hem istemli hem de istemsiz olarak düşüncelerine, duygularına ve eylemlerine küçük ya da büyük her türlü katılımından daha derin bir mana ifade ettiği için yeni, daha doğru ve kapsamlı bir anlam ekledik. Yüce Allah CC buyuruyor ki:

Bir şeyin olmasını irade ettiğinde yaptığı tek iş onun için ‘Ol!’ demesidir; sonra o şey oluşur. Her şeyin yönetimi elinde olan Allah her türlü eksiklikten uzaktır. Siz onun huzuruna çıkarılacaksınız.(Yasin, 82-83)

Böylece, Yüce Allah’ın ayetinde belirttiği bir kişiye taşıyıcı kordonundan daha yakın olduğunu söylemesinin doğru anlamı bize bu şekilde göründü. Allah CC en iyisini bilir ve Hikmet sahibidir.

Çaba bizden ve başarı Allah’tandır, tüm hamd ve şükürler alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

Prof. Dr. Abdulhamid Gehani

(Ortopedi ve Travmatoloji Cerrahisi Uzmanı)

16 Mart 2017

Türk diline çevirenler: Sarra Gehani Şahin ve Yasin Şahin

Süleymaniye Vakfı / Din ve Fitre Araştırmaları Merkezi

Web sitesi: https://www.hablullah.com/?p=2978  

________________________________________

[1] El-Sa’lebi’nin yorumu: Şah damarı: Boyun damarı, boğaz ile kolların üst kısmı arasındaki damardır. (Verid kelimesinin) Çoğulu evride’dir. Habl kelimesi Verid kelimesinden gelmektedir ve aynı kelimenin farklı telaffuzudur.

[2] İbn Abbas’ın yorumu: {şah damarından} göğsün üst kısmı ile boğaz arasındaki damardır ve insana ona olduğundan daha yakın hiçbir şey yoktur ve Habl ve Verid birdir.

[3] Kurtubi’nin yorumu: Araf Suresinde şöyle buyrulmuştur: “Ve biz ona şah damarından daha yakınız”. Omuzun ipi olan ve boğazın yanından omuza kadar uzanan sağda ve solda iki damardır. Ve Al-Hassan dedi ki, bu iki damar kalbe bağlı bir damardır ve bu yakınlığın bir temsilidir, yani ona yakınlıktaki vecih ile değil, ondan gelen şah damarından daha yakınız.

[4] Allah, ona dair bir delil indirmedikçe, Allah’a ortak koştukları şeylerden dolayı, inkar edenlerin kalplerine korku salacağız (Al-i İmran, 151).

[5] Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler (A’raf, 101).

[6] Onların anlamayan kalpleri, görmeyen gözleri ve işitmeyen kulakları vardır (A’raf, 179).

[7] Onlardan bir grubun kalpleri neredeyse eğrildikten sonra (Tevbe, 117).

[8] Biz onu suçluların kalplerine işte böyle yürütürüz (Hicr, 12).

[9] Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onunla anlayacak kalpleri veya işittikleri kulakları olsun, çünkü gözler kör etmez ama göğüslerdeki kalpler kör eder (Hac, 46).

[10] Tek Allah anıldığında, ahirete inanmayanların kalpleri tiksinir (Zümer, 45).

[11] Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı, yoksa kalplerinde kilitler mi var (Muhammed, 24)?

[12] İmanlarıyla beraber imanlarını artırsın diye Mü’minlerin kalplerine sükunet indiren O’dur (Fetih, 4).

[13] Ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik (Hadid, 27).

[14] O Gün kalpler kurur (Nazi’at, 8).