GÖKLERE YOLCULUK İSRÂ VE MİRÂC

Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için, bir gece Muhammed aleyhisselamı, Mekke’deki Mescid-i Haram’dan yedinci kat gökteki el- Mescid’ul-aksâ’ya çıkardı (İsra 17/1). İlk vahyi aldığında gördüğü Cibrîl’i, ikinci kez orada gördü (Necm 53/15). Onun, göklere yaptığı yolculuğa, İsrâ veya Mirâc denir. Bu bir mucize değildir. Gerekli gücü elde eden herkes oralara çıkabilir (Rahman 55/33). Konunun ana âyeti şudur:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

“Bir kısım ayetlerini göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığı el- Mescidü’l Aksâ’ya /En uzak mescide çıkaran Allah, bütün eksikliklerden uzaktır. O her şeyi dinleyen ve görendir.” (İsra 17/1)

İSRÂ

İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş kabul edilerek ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetlerde “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir[2]. Çünkü âyetlerdeki isrâ kökünden gelen fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır.

O ayetlerden ikisi, Lut aleyhisselama verilen: “Gecenin bir bölümünde aileni en tepeye çıkar!” emridir (Hud 11/81, Hicr 15/65). Yanardağ patlamasıyla oluşacak kül bulutlarından etkilenmemeleri için verilen bu emrin (Hicr 15/74) bir benzeri Tevrat’ta da vardır (Tekvin 19/17).[3]

Kelimenin geçtiği diğer üç ayette ise Musa aleyhisselama verilen, “kullarımı en tepeye çıkar!” emri yer alır (Taha 20/77, Şuarâ 26/52, Duhan 44/23). Onun, İsrailoğullarını götüreceği Kızıldenizin kenarı ile Mısır arasında, yüksekliği, yer yer 2000 metreyi aşan sıra dağlar vardır[4]. O dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e varılamaz. Sonuç olarak Muhammed aleyhisselamın yedinci kat semaya çıkarılışı ile ilgili âyetteki esrâ (أَسْرَى) fiili de “en yükseğe çıkardı” dışında bir anlama gelmez.

MİRÂC

Mirâc, yükselme aracı demektir.[5] Melekler ve ruhlar onlarla göğe çıkarlar. İlgili ayetler şöyledir:

سَأَلَ سَائِلٌ بِعَذَابٍ وَاقِعٍ. لِلْكَافِرِينَ لَيْسَ لَهُ دَافِعٌ. مِنَ اللَّهِ ذِي الْمَعَارِجِ. تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ 

“Birisi, (ileride) gerçekleşecek olan azabı (hemen şimdi) istedi. Kafirlerin başına gelecek olan ve kimsenin engelleyemeyeceği azabı… (Göklere) yükselten araçların sahibi olan Allah’tan gelecek azabı. Süresi elli bin yıl olan bir günde /zaman diliminde[6] melekler ve ruhlarla birlikte ona /Allah’a yükselirler.” (Meâric 70/1-4)

Bu ayetteki ruhlar, meleklerin, ölen kişilerden aldıkları ruhlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُم حَفَظَةً حَتَّىَ إِذَا جَاء أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لاَ يُفَرِّطُونَ . ثُمَّ رُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ أَلاَ لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ 

“Allah, kulları üzerinde tam hâkimdir; size korumalar gönderir.[7] Birinize ölüm gelince elçilerimiz (görevlendirdiğimiz melekler[8]) bir kusur etmeksizin onu vefat ettirirlerSonra onlar, üzerlerindeki gerçek yetkili olan Allah’a döndürülürler. Bilin ki karar onun kararıdır. O, hesabı en çabuk görendir” (En’am 6/61-62)

İnsan, biri beden diğeri ruh olmak üzere iki ayrı yapıdan oluşur. Bunların her birine nefis denir (Zümer 39/42). Ruh, ana rahminde, vücut yapısı tamamlandıktan sonra üflenir. Kişi, o andan itibaren farklılaşarak dinleyen, basiret ve gönül sahibi olan bir canlıya dönüşür (Mü’minûn 23/12-14, Secde 32/7-9). Beden, bilgisayarın donanımına, can, ona güç veren elektriğe benzer. Ruh ise bilgisayarın işletim sistemi gibidir, kişinin edindiği bilgileri korumakla kalmaz, ona, o bilgileri kullanıp yeni bilgilere ulaşma özelliği de kazandırır.

Ruhun bedenden alınmasına “vefat” denir. Ruh bedenden iki şekilde alınır; biri uykuda, diğeri ölünce olur. Uyuyanın ruhu, uyandığında; ölenin ruhu da ahirette, yeniden yaratılınca vücuda geri döner (Müminûn 23/100, Zümer 39/42, Tekvîr 81/7). Hiçbir ruh, bir başka bedene girmez. Yeniden dirilişte, parmak uçları bile eski özelliğinde olacaktır (Kıyame 75/3-4).

İsa aleyhisselamın vefatı ve ruhunun göğe yükselişi ile ilgili âyet şöyledir:

إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى إِنِّي مُتَوَفِّيكَ وَرَافِعُكَ إِلَيَّ وَمُطَهِّرُكَ مِنَ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَجَاعِلُ الَّذِينَ اتَّبَعُوكَ فَوْقَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأَحْكُمُ بَيْنَكُمْ فِيمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ . فَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَأُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدِيدًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ . وَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ 

“Bir gün Allah şöyle dedi: “Bak İsa! Seni vefat ettireceğim ve seni, katıma yükselteceğim. Kâfirlik eden /ayetlerimi görmezlikte direnen şu insanlardan (Yahudilerden) seni kurtaracağım. Senin izinden gidenleri, kıyamet /mezardan kalkış gününe kadar, kâfirlik edenlere üstün kılacağım[9]. Sonra dönüp geleceğiniz yer huzurumdur. Aranızda anlaşmazlığa düştüğünüz konuları, o zaman karara bağlayacağım.  (Âl-i İmran 3/55)

İsa aleyhisselam, vefatından sonraki ilk konuşmasını ahirette, Allah’ın huzurunda yapacağı için bu âyette sözü edilen vefat, onun ölümüdür. Artık o, tekrar dünyaya gelmeyecektir. Vefatından sonra yapacağı ilk konuşmayı anlatan âyetler şunlardır:

وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَـهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ . مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَّا دُمْتُ فِيهِمْ فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ. إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

O gün Allah şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! “Beni ve anamı Allah ile aranıza iki ilâh olarak koyun.” diyen sen misin? İsa diyecek ki “Haşa! Ben sana içten boyun eğerim. Doğru kabul etmediğim bir şeyi söylemem mümkün değil. Eğer demiş olsaydım mutlaka bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin içinde olanı bilmem. Bütün gaybı[10] bilen sadece sensin!

Onlara sadece senin bana emrettiğini söyledim: “Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!” dedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara şahittim (o zaman bunu diyen yoktu). Ne zaman ki beni vefat ettirdin, onları görüp gözeten sadece sen kaldın. Her şeye şahit olan sensin.

Eğer onlara azap edersen, hepsi senin kullarındır. Ama bağışlarsan, daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan sensin, yalnız sen!” (Maide 5/116-118).

Melekler, kâfir olarak ölenlerin ruhlarını da miraçlarla göğe çıkarırlar ama onlara, göklerin kapıları açılmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إِنَّ الَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُواْ عَنْهَا لاَ تُفَتَّحُ لَهُمْ أَبْوَابُ السَّمَاء وَلاَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى يَلِجَ الْجَمَلُ فِي سَمِّ الْخِيَاطِ وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمِينَ

“Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan ve onlara karşı kibirlenenler için göğün kapıları açılmayacak, deve iğne deliğinden geçinceye kadar Cennet’e giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle cezalandırırız.” (A’raf 7/40)

Görüldüğü gibi, ölenin bedeni kabre konurken ruhu göklere çıkartılır.

EL-MESCİDÜ’L-AKSÂ / EN UZAK MESCİT

Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescid’ül-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56). İblis gibi yanlış yapanlar görevden atılırlar (A’raf 7/18). Konu ile ilgili âyetler şöyledir:

لَّن يَسْتَنكِفَ الْمَسِيحُ أَن يَكُونَ عَبْداً لِّلّهِ وَلاَ الْمَلآئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَ وَمَن يَسْتَنكِفْ عَنْ عِبَادَتِهِ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ إِلَيهِ جَمِيعًا. فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزيدُهُم مِّن فَضْلِهِ وَأَمَّا الَّذِينَ اسْتَنكَفُواْ وَاسْتَكْبَرُواْ فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلُيمًا وَلاَ يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا 

Mesih /İsa, Allah’a kul olmaktan geri durmaz[11]. Mukarreb[12] melekler de öyle. Kim ona kulluktan geri durur ve kibirlenirse Allah, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.

İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlara gelince, Allah onlara hak ettikleri karşılıkları tam verecek, hatta lütfederek daha da fazlasını verecektir. Kulluktan geri duran ve kibirlenenleri ise acıklı bir azaba çarptıracaktır. Onlar, kendileri için Allah ile aralarına girecek ne bir dost ne de yardımcı bulacaklardır[13]. (Nisa 4/172-173)

EL-BEYT’ÜL-MA’MÛR / HEP CANLI OLAN BEYT

Toplam 14 âyette geçen beyt (بَيْت) kelimesi, girip kalınabilecek yer anlamındadır[14]. İkisi, ev halkı anlamında “ehl-i beyt”[15] şeklindedir. Onbiri ise hac ve umre ibadetlerinin yapıldığı Kabe ve çevresi ile ilgilidir. Bu ibadetleri yapanlar, orada kaldıkları için oralar, el-Mescid’ül-Haram ve “El-Beyt’ül-haram (الْبَيْتَ الْحَرَامَ)” olarak da tanımlanırlar (Maide 5/5, 97).

Haram, yasak olan şeydir[16]. Kelime, cana ve mala dokunmanın yasak olduğu yer anlamında da kullanıldığı için “El-Beyt’ül-haram” güvenlik endişesi olmadan kalınan yer olur (Bakara 2/125-126, 191, Maide 5/2, Hac 22/25).

“El-Beyt’ül-ma’mûr” ifadesi ise sadece şu âyette geçer:

وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ

“El- Beyt’ül- ma’mûr’a yemin olsun.” (Tur 52/4)

İbadetle canlı tutulan her mescit beyt-i ma’mûrdur (Tevbe 9/17-18). “El-Beytü’l-ma’mûr“ daima ibadetle canlı tutulan mescittir. Dünyada böyle bir mescit yoktur. Çünkü onlar, zaman zaman amacının dışına çıkarılarak harap edilirler (Bakara 2/114). Nitekim Kabe, insanların isyanı yüzünden Nuh Tufanı ile yıkılmış ve uzunca bir süre sonra İbrahim aleyhisselam tarafından, eski temelleri üzerinde yeniden yapılmıştır (Bakara 2/127). Hac ibadetinin yapıldığı yerler yani menasik-i hac, İbrahim aleyhisselama gösterildikten sonra (Bakara 2/128) haccın yeniden başladığı ilan edilmiştir (Hac 22/26-29). Orası, daha sonra şirk yuvasına dönmüştür (Tevbe 9/17-18). Bu sebeple hiçbir ayette Kâbe ve çevresi için el-beyt’ül-ma’mûr ifadesi kullanılmaz.

Meleklerin ana merkezi, göklerdir (Duhan 44/1-6, Kadr 97/1-5). Onlar, tıpkı insanlar gibi ibadetle yükümlüdürler (Nisa 4/172-173, A’raf 7/206, Nahl 16/49, Zariyat 51/56).  İblis gibi yanlış yapanlar görevden atılır (A’raf 7/18) ve birinci kat göğe dahi yaklaştırılmazlar (Saffat 37/7-10). Bu sebeple hiç kimse, gökteki mescitlerin ma’mur olmasını engelleyici bir faaliyette bulunamaz.

“el-Beyt’ül-ma’mûr” kavramında, kelimeye bilinirlik anlamı katan el (ال) takısı olduğu için oranın, Kur’an’da sözü edilmiş bir mescit olması gerekir. Göklerde var olduğunu bildiğimiz tek mescit el-Mescid’ul- aksâ’dır. Bu sebeple el-Beyt’ül-ma’mûr, el- Mescid’ul-aksâ’dan başkası olamaz. Enes b. Malik, Muhammed aleyhisselamın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

El-Beytü’l-ma’mûr yedinci kat semadadır. Oraya her gün yetmiş bin melek girer sonra bir daha oraya dönmezler.[17]

Beyt (بَيْت) kelimesinin geçtiği 14 ayet içinde sadece El- Beyt’ül-ma’mûr üzerine yemin edilmesi de oranın önemini gösterir. “El-Beytü’l-ma’mûr“dan sonra “yükseltilmiş tavan”a da (Tûr 52/5) yemin edilir. O da bu mescidin, yedinci kat gökte olduğunun bir başka delilidir. Cennet’ül-me’vâ başlığı altında görüleceği gibi oradaki yükseltilmiş tavan, Cennettir.

SİDRET’ÜL-MÜNTEHÂ

Sidret’ul-muntehâ, ‘en son noktadaki sidre ağacı’ demektir. O ağaç dünyada da vardır (Sebe’ 34/16). Gölgesiyle öne çıkan sidrenin dikensiz olanı, cennette de bulunur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ. فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ. وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ. وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ. وَمَاء مَّسْكُوبٍ. وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ. لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ 

“Defteri sağdan verilenler[18] dikensiz sidre ağaçları, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları arasında ve uzayıp giden gölgeliklerde, çağlayan su başlarında, çokça meyveler, tükenmeyen ve yenmesi yasaklanmayan meyveler içinde olacaklardır.” (Vakıa 56/27-33).

Cennetin yakınında olan yedinci kat gök, yeryüzü gibidir. Bu sebeple Sidret’ul-muntehâ yedinci kat göğün en üst noktasında olur. Çünkü Allah Teâlâ, göklerle yer arasında bir denge kurmuş (Rahman 55/7) ve dünyayı da gökler gibi yaratmıştır. İlgili ayet şöyledir:

 اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا

“Allah, yedi (kat) göğü bir de onların mislini yani (yedi kat)  yeri yaratmış olandır. (Allah’ın emrettiği) işler, bunlar arasında inip durur. Bu, Allah’ın her şeye bir ölçü koyduğunu ve Allah’ın, kesinlikle her şeyi bilgisiyle çepeçevre kuşattığını bilmeniz içindir.” (Talak 65/12)

Bu ayete göre yerin, gökler gibi yedi kat, göklerin de yer gibi küre şeklinde olması, yedinci kat göğün ise tıpkı yeryüzü gibi sularla, bitkilerle ve hayvanlarla donanmış olması gerekir. Her şeyin hazinesinin göklerde olması (Hicr 15/21), demirin ve en’amın yani koyun keçi sığır ve devenin gökten inmiş olması da bunun delillerindendir (En’âm 6/142-144, Zümer 39/6, Hadid 57/25).

Göklerin birinci katı, yıldızların olduğu kattır. Orası, mele-i a’lâ yani büyük meleklerin toplanma yeridir. Kâinat, oradan yönetilir ve bütün kayıtlar orada tutulur (Vakıa 56/75-80). 

Birinci kat göğün mükemmel yapısı, dünyadan gözlemlenebilir (Kaf 50/6). Yıldız kümelerinden oluşan burçlar, pek süslü görünürler (Hicr 15/16). Kutup Yıldızı ile bütün yönler ve enlemler hesap edilebilir (Nahl 16/16). Yıldızların dünya ile olan açısı değişmediği için yön bulmada diğer yıldızlardan da yararlanılabilir (En’am 6/97).

Güneş ve ay, bir hesaba göre hareket ederek (Rahman 55/5) kendi yörüngelerinde yüzerler (Yasin 36/38-40). Güneşin dünya ile yaptığı açının ve gölge boylarının sürekli değişmesi (Furkan 25/45), mevsimleri oluşturduğu gibi birçok hesabın yapılmasını da sağlar (Rahman 55/5-9).

CENNET’ÜL-ME’VÂ

Me’vâ (مأوى) gidip kalınacak yer anlamında olduğu için Cennet’ül-me’vâ, gidip kalınacak Cennet demektir. Me’vâ kavram, üçü Cennet[19], diğerleri Cehennem için olmak üzere toplam yirmi iki ayette geçer. Cennet ve Cehennem, şu anda göklerdedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ

“Rızkınız da size vaad edilen de semadadır/göktedir. (Zariyat 51/22)

Arap dilinde her şeyin en üst tarafına sema/gök (سمَاء) denir[20]. Bu ayete göre müminlere vaad edilen Cennet de (Nisa 4/122) kâfirlere ve münafıklara vaad edilen Cehennem de (Tevbe 9/68) en üst tarafta yani yedinci kat göğün üstündedir. Mahşer günü gökler dürülecek, Cennet yaklaştırılacak, Cehennem de tutuşturulacaktır (Şuara 26/90-91, Kaf 50/31, Naziat 79/36, Tekvir 81/11-13).

Cennetin genişliği, gökler ve yer kadardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: 

وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ

Rabbiniz tarafından bağışlanmak ve genişliği göklerle yer kadar olan Cenneti kazanmak için koşuşun. Orası, müttakiler /yanlışlardan sakınanlar için hazırlanmıştır. (Âl-i İmran 3/133)

Gezegenler, ayrı bir kat oluşturmazlar, onlar birinci kat göğün süsleridir (Saffat 37/6). Dünyayı kuşatan yedi kat göğün her katı, bir öncekinden büyüktür. Birinci katın büyüklüğünü hesap edemeyen insanoğlu, yedi kat göğün genişliği kadar bir genişliğe sahip olan cennetin büyüklüğünü asla hesaplayamaz. Cennetin, yedinci kat göğün üst kısmında olması, onu, oranın tavanı yapar. Bu, Muhammed aleyhisselamın yedinci kat göğün son noktasına çıkarıldığının bir başka delilidir. 

MUHAMMED ALEYHİSSELAMIN CİBRÎL’İ GÖRMESİ

Cibrîl, her nebi gibi Muhammed aleyhisselama da Allah’ın âyetlerini getiren melektir[21]. Türkçe’de ona, Cebrâil denir. Allah şeytana, doğru yolun üstüne oturma ruhsatı verdiği için o, doğru yoldan ayrılmayan nebi ve rasullere de vesvese verir[22]. Bu sebeple Cibrîl, vahyi getirirken yanında, nebîleri koruma altına alacak bir melekler topluluğu ile birlikte gelirdi. Bunu şu âyetlerden öğreniyoruz:

  عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا . إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا  لِيَعْلَمَ أَن قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا 

“Allah, bütün gaybı /gizli bilgileri bilendir,[23] gaybını kimseye açmaz;[24] uygun gördüğü resul /elçi hariç.[25] Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. (Bunu yapması, o elçinin) Rabbinin mesajlarını (meleklerin) kendisine tam olarak ulaştırdıklarını bilmesi, onların getirdiklerini kavraması ve her şeyi zihnine tek tek kaydetmesi içindir.” (Cin 72/26-28)

Kur’an, Muhammed aleyhisselama 23 yıl içinde ara ara indi. Bu süre boyunca onun, kendisine gelen Cibrîl’den ve diğer meleklerden haberdar olmaması mümkün değildir. Hadislerde Cibrîl’in zaman zaman güzel bir insan şeklinde geldiği rivayet edilir[26]. Nitekim İsa aleyhisselamın annesi Meryem’e de insan kılığında gelmiştir[27]. Bilmediğimiz başka şekillerde de gelmiş olabilir.

Kur’an’da, Muhammed aleyhisselamın Cibrîl’i iki kez gördüğü, birincisinin ilk vahyi aldığı Nur dağında, ikincisi de Sidret’ül-müntehânın yakınında gerçekleştiği anlatılır. Bunlar onun Cibrîl’i, gerçek görüntüsü ile gördüğü anlardır. Muhammed aleyhisselam şöyle demiştir:

Cibrîl’i Sidret’ül-müntehâ’nın yakınında gördüm, altıyüz kanadı vardı. Tüylerinden süsler,  inci ve yakut dökülüyordu[28].

Muhammed aleyhisselamın Cibrîl’i gördüğünü anlatan âyetler şunlardır:

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى . مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى . وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى. إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى. عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى. ذُو مِرَّةٍ فَاسْتَوَى. وَهُوَ بِالْأُفُقِ الْأَعْلَى. ثُمَّ دَنَا فَتَدَلَّى. فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى. فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى.  مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى. أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى.لَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى . عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى. عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى. إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى . مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى 

“Ortaya çıktığında o yıldıza[29] /kutup yıldızına yemin olsun ki[30] arkadaşınız doğru yoldan sapmadı, yanlış kurgulara da kapılmadı. O, kendi arzusuna göre konuşmuyor. Konuştuğu o şey, kendisine yapılan vahiyden ibarettir. Onu ona, pek güçlü olan (Cibrîl) öğretti. Heybetli olan (Cibrîl) doğruldu. O sırada o, en yüksek ufukta (Nur Dağında)[31] idi. Sonra yaklaştı ve aşağıya süzüldü. (Muhammed’e) İki zira’ (yaklaşık bir kol mesafesi) kadar[32] hatta daha da yaklaştı. Sonra o, vahyedeceği şeyi, Allah’ın kuluna (Muhammed’e) vahyetti. Gördüğü şeyi gönlü yalanlamadı. Şimdi siz, gözüyle gördüğü şey üzerinde onunla tartışıyor musunuz?

(Muhammed) Onu (Cibrîl’i) kesinlikle bir defa daha gördü, Sidret’ül-müntehâ’nın yakınında… Cennet’ül-me’vâ /yerleşip kalınacak Cennet de onun yakınındadır. O sırada Sidre’yi kaplayan şey kaplıyordu. (Muhammed’in) Gözü başka tarafa kaymadı, haddini de aşmadı. (Necm 53/1-17)

إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ . ذِي قُوَّةٍ عِندَ ذِي الْعَرْشِ مَكِينٍ. مُطَاعٍ ثَمَّ أَمِينٍ . وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ . وَلَقَدْ رَآهُ بِالْأُفُقِ الْمُبِينِ 

Kur’ân kesinlikle değerli bir elçinin ilettiği sözdür. Arşın /yönetimin sahibi yanında güçlü ve itibarlı olan,[33]orada saygı gören, güvenilir elçinin (Cebrail’in ilettiği sözdür).[34] Arkadaşınız (Muhammed) cinlerin etkisinde değildir. Cebrail’i, o açık ufukta[35] (Nur dağında)[36] kesinlikle gördü. (Tekvir 81/19-23)

Muhammed aleyhisselam Cibrîl’i, ikinci kez, yedinci kat gökte gördüğüne göre miraç yolculuğuna Cibrîl ile çıktığı, burak denen bineğe bindiği, önce Kudüs’teki Mescid-i aksâya gittiği, sonra göğün her bir katına onunla birlikte çıktığı ve nebilerle görüştüğü vs. iddialar gerçek dışı kalır. Zaten Muhammed aleyhisselam zamanında Kudüs’te, Mescid-i Aksâ diye bir mescit de yoktu.[37]

GÖKLERE ÇIKAN YOLLAR

Göklere çıkan yedi yol vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَائِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلِينَ

Şurası kesin ki üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz. (Müminun 23/17).

Göğün kapılarından girenler, hemen yukarıya çıkarılırlar. İlgili âyet şöyledir:

لاَ يُؤْمِنُونَ بِهِ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الأَوَّلِينَ . وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِم بَابًا مِّنَ السَّمَاء فَظَلُّواْ فِيهِ يَعْرُجُونَ. لَقَالُواْ إِنَّمَا سُكِّرَتْ أَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَّسْحُورُونَ 

Öncekilere uygulanan sünnet /yasa [38] ortada olduğu halde bunlar da bu zikre /Kur’an’a inanıp güvenmeyecekler. Üzerlerine gökten bir kapı açsak da oradan hemen yukarıya (mirâclarla) çıksalar,[39] kesinlikle şöyle derler: ‘Sadece gözlerimiz boyandı! Aslında biz büyülenmiş kimseler topluluğuyuz![40] (Hicr 15/13-15)

Demek ki gök kapılarından biri, bir gece, Muhammed aleyhisselam için açılmış ve ondaki mirâc ile yedinci kat göğe yükseltilmiştir. Zaten çok sayıda hadiste de bu yolculuğun, Mescid-i Haram’dan göklere çıkış şeklinde gerçekleştiği anlatılır[41].

GÖKLERE ÇIKILABİLİR

Şu âyete göre insanlar ve cinler, gerekli güce sahip olurlarsa göklere çıkabilirler:

يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ

“Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin çaplarından geçip gidebilirseniz geçin gidin. Ama elinizde bir güç olmadan geçip gidemezsiniz.” (Rahman 55/33)

“Çap” diye anlam verdiğimiz kelime kutr (قطر)’dur. Kutr; yan, kenar ve taraf anlamlarına geldiği gibi[42], dairenin bir kenarından diğer kenarına, merkezinden geçecek şekilde ulaşan doğru anlamına da gelir[43]. Dünya yuvarlak olduğundan onun kutru, çapı olur. Kur’an’a göre gökler de dünyanın dengi olarak yaratıldığı için (Talak 65/12) dünyaya benzer şekildedir. Bu ayete göre yedi kat göğün ve yerkürenin çaplarından geçilip gidilebilir. Yeterki böyle bir güç elde edilmiş olsun.

Kur’an’da her şeyin örneği vardır[44]. Göklere çıkmanın örneği Nuh kavmidir. Onlar yedi kat göğü, güneşi ve ayı gözleriyle görmüşlerdir. Nuh aleyhisselam, kavmine şöyle demiştir:

أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا . وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا 

“Allah’ın yedi kat göğü tabaka tabaka nasıl yaratmış olduğunu görmediniz mi? Onların içinde Ay’ı ışık yansıtıcısı, Güneş’i de ışık kaynağı yapmıştır.” (Nuh 71/15-16)

Bu âyetten, Nuh aleyhisselamın da onları gördüğü anlaşılıyor. Nuh Tufanından önce bilim ve teknoloji, çok ileri seviyede idi. Allah Teâlâ Nuh aleyhisselamdan bir gemi yapmasını istemiş, yapımı tamamlanınca gemiye, karada yaşayan bütün canlılardan birer çift koymasını emretmişti (Hud 11/40, Müminun 23/27). Nuh Tufanı dünyanın tamamını sardığı için karada yaşayan bütün canlıların olduğu yerlere gitmek, erkeğini ve dişisini tanıyarak onlardan birer çift alıp gemiye getirmek, her çift için gemide, yiyecek deposu ve yaşama alanı oluşturmak, hayal edilemeyecek bir bilgi ve teknolojiyi gerektirir.

Onlar bu bilgiyi, insanlığın babası Âdem aleyhisselamdan öğrenmiş olmalıdırlar. Çünkü Allah Teâlâ ona, göklerin ve yerin bütün bilgilerini öğretmiş ve meleklerden çok daha bilgili hale getirmişti (Bakara 2/30-33). O bilgiler ona, yazıyla öğretilmişti (Alak 96/1-5).

Sümer ve Akat kalıntıları üzerinde yeteri kadar çalışılsa, o bilgilere ulaşmanın yolu açılabilir. Ciddi bir araştırma yapılırsa Nuh aleyhisselamın gemisi de bulunabilir. O gemi ile ilgili ayetlerden biri şöyledir:

وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ

“Şurası bir gerçek ki gemiyi, bir ayet /belge olarak bıraktık. Peki, (bu konuda) bir bilgisi olan var mı?[45]” (Kamer 54/15)

Demek ki o gemi, bugün bir belge olarak varlığını devam ettirmektedir. Âdem aleyhisselama yazdırılan bilgiler de o gemide olabilir. O zaman ilk iş, o gemiyi bulmak olmalıdır. 

MİRAÇ OLAYI BİR MUCİZE DEĞİLDİR

Mucize, bir kişinin, Allah’ın elçisi olduğunu ispat için gösterdiği olağanüstü olaydır. Miracın böyle bir yönü yoktur. Zaten Muhammed aleyhisselama mucize verilmediği, bu olayın da mucize olmadığı, şu âyetlerde açıkça anlatılmaktadır:

وَمَا مَنَعَنَا أَن نُّرْسِلَ بِالآيَاتِ إِلاَّ أَن كَذَّبَ بِهَا الأَوَّلُونَ وَآتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُواْ بِهَا وَمَا نُرْسِلُ بِالآيَاتِ إِلاَّ تَخْوِيفًا . وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلاَّ فِتْنَةً لِّلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي القُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ طُغْيَانًا كَبِيرًا 

(Müşriklerin senden istediği) mucizeleri[46] göndermekten bizi alıkoyan tek şey, öncekilerin onlar karşısında yalana sarılmalarıdır[47]. Semûd’a, ayet /mucize olarak gerçeği gösterecek şekilde bir dişi deve vermiştik ama ona karşı yanlış yapmışlardı[48]. Biz mucizeleri sadece korkutmak için göndeririz.

Bir gün sana: “Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır.” demiştik[49]. Sana (bir gece, el-Mescid’ul-aksa ve çevresinde)  gösterdiğimiz o şeyi[50]insanlar için sadece imtihan sebebi kıldık. Kur’ân’daki lanetli ağacı da öyle.[51] Biz onları korkutuyoruz ama bu, onlardaki büyük azgınlığı artırmaktan başka bir işe yaramıyor.” (İsra 17/59-60)

Demek ki Allah Teâlâ’nın Muhammed aleyhisselama Miraç’ta gösterdiği ayetler, insanlar için sadece bir imtihan sebebiymiş. Miraç ile ilgili hurafeler de bu imtihanı kaybedenlerin kurgularıymış.

SONUÇ

Allah Teâlâ Muhammed aleyhisselamı, en büyük âyetlerinden bir kısmını göstermek için bir gece, Mekke’deki Mescid-i Haram’dan yedinci kat gökteki el- Mescid’ul-aksâ’ya çıkardı (İsra 17/1). Allah’ın ayetleri; yaratılmış ve indirilmiş olmak üzere ikiye ayrılır. Allah’ın yarattığı her şey ayettir (Casiye 45/3-6). İndirilmiş âyetler ise onun kitaplarında olanlardır (Fussilet 41/39, Şûra 42/13-14). İndirilmiş ve yaratılmış ayetler arasında kopmaz bir bağ vardır. Bilimin uğraş alanı Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Bu sahada Allah’ın indirdiği ayetlerden de yararlanılacak olsa hayallerin ötesinde bir gelişme sağlanır.

Madenlerin ve her şeyin ana kaynağı göklerdedir (Hicr 15/21). Vücudu örten, kişiyi güzel gösteren ilk elbise gökten indiği gibi (A’raf 7/26) demir ve en’am yani koyun keçi sığır ve deve de gökten inmiştir (Zümer 39/6, Hadid 57/25).

Muhammed aleyhisselamın göklere yaptığı bu yolculuğun bir mucize olmaması önemlidir. Mucize olsaydı oraya ondan başkası çıkamazdı. Mucize olmadığı için gerekli gücü elden herkes oraya çıkabileceği gibi yerin derinliklerine de inebilir (Rahman 55/33).

Abdülaziz BAYINDIR

————————————————————————————-

[1] Bu âyette iltifat sanatı kullanılmıştır. İltifât,  ilgi uyandırmak ve konunun önemine dikkat çekmek için bir sözün içinde beklenmedik şekilde şahıs, zaman ve üslûp değişikliği yapmaktır. Ayetin metnine uygun meal şöyledir:

“Bazı âyetlerimizi göstermek için kulunu bir gece, Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız el-Mescid’ül-Aksâ’ya /en uzak mescide çıkaran (Allah), bütün eksikliklerden uzaktır.”

Buradaki “âyetlerimizi” ifadesi, birinci çoğul şahıs, “kulunu” üçüncü tekil şahıs, “bereketli kıldığımız” birinci çoğul şahıs “en üste çıkarma” fiilinin öznesi de üçüncü tekil şahıstır. Türk dilinde böyle bir kullanım olmadığı için çeviri, iltifat sanatı dikkate alınmadan yapılmıştır.

[2] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, Dımaşk ve Beyrut, 1992, (سرى) mad.

[3] Ömer Faruk HARMAN, LUT, DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi).

[4] Suna DOĞANER, Mısır, DİA.

[5] Müfredat, (عرج) mad.

[6] Kur’ân, yaklaşık 354,5 gün süren kamerî yılı esas alır (Tevbe 9/36). Allah’a göre bir gün, bize göre bin yıldır (Hac 22/47). İlk insanın ölümü ile yeniden diriliş arası Allah’a göre elli bin yıl olduğuna göre bize göre 50.000 X 354.500 =17.725.000000 (onyedi milyar yedi yüz yirmi beş milyon) yıl civarında olur.

[7] Ra’d 13/11, Tarık 86/4.

[8] Azrail adında bir meleğinin varlığına inanılır ama Kur’an’da ve sahih hadislerde böyle bir melekten söz edilmez. Ruhları Azrail değil, görevli melekler alır (En’am 6/61, Buhârî, Cenâiz, 69, Enbiyâ, 31; Müslim, Feżâil, 157, 158; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd 10, Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/269, 351; IV, 287; V/395.)

[9] İsa’ya uyanlar, onu Allah’ın oğlu sayanlar değil, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inananlardır.

[10] Gayb, duyu organlarıyla algılanamayan veya hakkında bilgi olmayan şeydir (Müfredât غيب md.).

[11] Meryem 19/92-93.

[12] el- Mukarreb, Allah’ın kendine yakın saydığı  melekler ve insanlardır. İsa aleyhisselam da mukarreblerdendir (Âl-i İmrân 3/45).

[13] Araf 7/53.

[14] Müfredat بيت md.

[15] Hud 11/73, Ahzab 33/33.

[16] Müfredat حرم md.

[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis no: 12100.

[18] Defteri sağından verilenler cennete gider ve oranın nimetlerinden yararlanırlar (İsra 17/71, Vakıa 56/90-91, Hâkka 69/19-24, Müddessir 74/39-40, İnşikak 84/7-9).

[19] Secde 32/19, Necm 53/15, Naziat 79/41

[20] Müfredât, semâ (سما) mad.

[21] Bakara 2/97-98, Nisa 4/163-165.

[22] En’am 6/112,  İsra 17/73-75, Hac 22/52-53.

[23] Ra’d 13/9, Secde 32/6, Haşr 59/22, Teğabün 64/18.

[24] En’am 6/59, Hud 11/123, Nahl 16/77, Neml 27/65.

[25] Âl-i İmran 3/179.

[26] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 325; IV, 129, 161; Müslim, “Mesâcid”, 166, 167.

[27] Meryem 19/16-21.

[28] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3720

[29] Hevâ (هَوَى) kelimesinin kök anlamı, gök ile yer arasındaki boşluktur (İbn Manzur, Cemalüddin Muhammed b. Mukrim (630-711), Beyrut, Lisan’ul-arab). Sürekli bu boşlukta olan Kutup yıldızı, güneş ışınları çekilince görünür hale gelir.

[30] Allah, birçok surede olduğu gibi bu surede de değer verdiği bir şeye yemin ederek bir başka şeyin önemine vurgu yapmaktadır. Burada değer verdiği şey, elif-lam takısı ile belirlilik kazanan “yıldız (necm)”dır.   Nahl 16/16. ayette bu yıldızın yol bulmaya yaradığının anlatılması, buradaki yıldızın, Kutup Yıldızı olduğunu gösterir.

[31] Mekke’nin çevresindeki en yüksek dağ Hira mağarasının bulunduğu Nur dağıdır (Hira, TDV İslam Ansiklopedisi). Kabe’den bakıldığında en yüksek ufuk, o dağın tepesidir. Muhammed aleyhisselam, dağın tepesindeki Hira Mağarasında ibadete çekilmişken en tepede Cibrîl aleyhisselamı görmüş, daha sonra Cibrîl onun yanına kadar inmiş ve ona ilk vahyi iletmiştir.

[32] Bu ayette geçen kavs (قوس) kelimesi, “yay” anlamına geldiği gibi ölçü birimi olan “zira’”  yani dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzaklık anlamına da gelir (Lisan’ul-arab). Burada Cibrîl aleyhisselam ile Nebimiz arasındaki mesafe ifade edildiği için uygun olan zira’ anlamıdır.

[33] Necm 53/5-6.

[34] Bakara 2/97, Nahl 16/102, Şuara 26/192-194.

[35] Necm 53/7-10.

[36] Mekke’nin çevresindeki en yüksek dağ Hira mağarasının bulunduğu Nur dağıdır (Hira, TDV İslam Ansiklopedisi). Kabe’den bakıldığında en yüksek ufuk, o dağın tepesidir. Muhammed aleyhisselam, Hira Mağarasında ibadete çekilmişken en tepede Cebrail aleyhisselamı görmüş, daha sonra Cebrail onun yanına inmiş ve ona ilk vahyi iletmiştir.

[37] Nebi̇ Bozkurt Mesci̇d-i Aksâ, DİA (Diyanet İslam Ansiklopedis)

[38] Enfal 8/38, Fatır 35/43, Mü’min 40/85.

[39] En’am 6/35-37.

[40] En’am 6/7, 109-111, Yunus 10/97.

[41] Buhari, Tevhid, 37, Enbiya, 5, Menakıbu’l-Ensar,42, Bed’ul-Halk, 6, Salat, 1, Hac, 76; Müslim, İman, 263, 264; Nesai, Salat, 1 hadis no:447.

[42] Müfredat (قطر) md.

[43] Seyyid Şerîf el-Cürcânî, (ö. 816 h.), et-Taʿrîfât, Beyrut, 1403 h. 1983 m. s. 178.

[44] İsra 17/89, Kehf 18/54, Rum 30/58, Zümer 39/27.

[45] Mü’minun 23/30, Şuara 26/121-122, Ankebut 29/15, Hakka 69/11-12.

[46] İsra 17/90-95, Enbiya 21/5.

[47] Ra’d 13/7.

[48] Şuara 26/153-158.

[49] Buruc 85/20.

[50] İsra 17/1 Necm 53/13-18.

[51] Bu ağaç,zakkum ağacıdır (Saffat 37/62-70, Duhân 44/43-46, Vakıa 56/51-52).