Kadını Erkekten Aşağı Gören Anlayış ve Kur’ân

Kadın, tam bir ilgi odağıdır. Şu ayete göre o, insanı etkileyen varlıkların başında gelir:

“Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am[1] ve toprak ürünleri insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir.” (Âl-i İmrân 3/14)

Kadınlar, kadın erkek her insana süslü gösterilmiştir. Nitekim bir kadının diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin, erkeğin beğenisini kazanma isteğinden fazla olduğu daima gözlemlenebilir. Bu yüzden kadının çok iyi korunması gerekir. Allah, Müslüman – kâfir, hür ve esir ayrımı yapmadan, namusunu koruyan her kadına “muhsana” demiş[2] ve onu kalenin içindeymiş gibi koruma altına almıştır.[3] Ama Kur’an’a uyma yerine onu kendilerine uyduranlar her şeyi bozmuş, kadının korunmuşluğunu yok saymış ve onu değersizleştiren hükümleri, Sünni – Şii bütün mezheplere yerleştirmeyi başarmışlardır.

Bu yazıda, kadına yapılan haksızlıkların bir kısmı, ilgili ayetler ışığında ele alınacaktır.

A. KADININ KABURGA KEMİĞİNDEN YARATILDIĞI İDDİASI

Elimizdeki Tevrat mealine göre Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır.

“RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, «İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir» dedi, «Ona Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.»” (Yaratılış 1/21-23)

Tevrat ve İncil meallerine sokuşturulan bazı yanlışlar, bize hadis olarak geçmiştir. Bu konuda, Ebu Hureyre’den geldiği söylenen şöyle bir rivayet vardır:

“Allah’ın elçisi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri yeri üstüdür. Onu düzeltmeye çalışırsan kırarsın; bırakırsan eğri kalır. Siz kadınlara karşı görevinizi yerine getirin.” (Müslim, Rada’ 60 – 1468)

Kur’an’ın bir ayetine, yanlış anlam verilerek bu anlayış desteklenmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı mealdeki anlam şöyledir:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının.[4] (Nisâ 4/1)

bir tek nefisten” yaratılanın Adem aleyhisselam olduğu açıktır. Eşi de onun gibi bir tek nefisten yaratılmıştır. Ama tefsir ve meallerde ıvec yapılmış ve Havva’nın da Adem gibi bir tek nefisten değil de Adem’den yaratıldığı şeklinde bir algı oluşturulmuştur.

İvec = عوج, düz bir yüzeyde olan ve ancak çok dikkatli bir bakışla anlaşılabilecek eğriliğe benzer bir eğriliktir.[5] İnsanları Allah’ın yolundan saptırmaya çalışanlar, çok dikkat edilmedikçe anlayamayacak çarpıtmalar yaparlar.

“Kâfirlerin /ayetleri görmezlikte direnenlerin çetin azaptan çekecekleri var. Onlar, dünya hayatını ahiretten çok seven ve bir ıvec /bir çarpıtma peşinde olarak Allah’ın yolundan uzaklaşan /uzaklaştıran kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim 14/2-3)

İvec yapanlar, Kur’an’ın, hatta ayetlerin iç bütünlüğünü bozarlar. İslam tarihindeki belli bir dönemden sonra alimler kutsal sayılıp onların söylediklerini sorgulamak yasaklandığı için yapılan ivecler uzun zamanlar görülememiştir. Şimdi Nisâ suresinin ilk ayetinde yapılan iveci görelim. ayetin ilk bölümü şöyledir:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ

“Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan Rabbinize yanlış yapmaktan sakının!”

İnsanlığın babası Adem aleyhisselam olduğundan “Sizi” ifadesi ile “Babanız Adem’i” dendiği açıktır. Demek ki Âdem, bir tek nefisten yaratılmıştır. ayetin devamı şöyledir:

 وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا

“Onun (o nefsin) eşini de ondan (Âdem’i yarattığı nefisten) yaratmıştır.”

Burası “Adem’in eşini de Adem’den yaratmıştır” şeklinde anlaşılmıştır ama bunun doğru olma ihtimali yoktur. Çünkü Arapçada kelimeler, erkekli ve dişili olarak ikiye ayrılır. Âdem erkek, Âdem’in yaratıldığı nefis dişidir. ayette dişi için kullanılan iki adet o = هَا zamiri vardır. Bunların ikisi de Havvâ’nın yaratıldığı nefsin Âdem’in yaratıldığı nefs olduğunu göstermektedir. Yani Âdem neden yaratılmışsa Havvâ da ondan yaratılmıştır.

Burada Âdem ile Havvâ’nın yumurta ikizi olduğu akla gelebilir. Ancak o mümkün değildir. Çünkü şu ayete göre Havvâ daha sonra yaratılmıştır:

خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا

“(Allah) Sizi (atanızı) bir tek nefisten yaratmıştır. “Onun (o nefsin) eşini de daha sonra ondan (Âdem’i yarattığı nefisten) oluşturmuştur.” (Zümer 39/6)

Âdem ve Havvâ’nın yaratıldığı nefsin ne olduğunu da şu ayetten öğreniyoruz: 

وَهُوَ الَّذِيَ أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُون

“Sizi bir tek nefisten oluşturup geliştiren odur. Ardından  bir müstekarra (bir süre kalacağınız rahim kanalına) ve müstevdaa (ananızın vücuduna veda edeceğiniz rahime) geçersiniz. Anlamaya çalışan bir topluluk için ayetlerimizi ayrıntılı olarak açıklamışızdır.” (En’âm 6/98)

Demek ki kadın – erkek her insan, aynı nefisten yani döllenmiş yumurtadan yaratılmıştır.

Nefsin yaratılışı üç aşamada tamamlanır. İlk oluşum kadının yumurtalık bölgesinde gerçekleşir. Nefis daha sonra müstekarra, oradan da müstevdaa geçer. Buraları üç karanlık diye tanımlayan şu ayete göre nefis her aşamada, şekilden şekile girer.

يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِن بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ.

“Analarınızın karınlarında sizi, üç karanlık yerde şekilden şekile geçirerek yaratır. İşte bunları yapan Allah’tır, sizin Rabbinizdir. Yetki ondadır. Ondan başka ilah yoktur. Nasıl oluyor da başka tarafa döndürülüyorsunuz?” (Zümer 39/6)

Şu ayete göre kadının ve erkeğin oluştuğu nefis döllenmiş yumurtadır.

إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ

“Biz insanı, çok karışımlı nutfeden /döllenmiş yumurtadan yarattık.” (İnsan 76/1)

Nutfe = النُّطْفة, saf su anlamındadır. Saf suya benzetilen inciye de nutafe نُطَفةٌ[6] denir. Bu ayette, insanın yaratıldığı nutfe, çok karışımlı meali verdiğimiz emşâc = أَمْشَاجٍ ile nitelenmiştir. Emşâc çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiğinden nutfe, saf su görünümünde olsa da üç veya daha fazla karışımdan oluşan sıvı olur. ayetlerde döllenmiş yumurtaya nutfe denmesi, onun saf inci görüntüsünde olduğunu da ifade eder.

 

Saf su damlaları[7]                 İnci[8]                          İnci                    Döllenmiş yumurta[9]

Şu ayetler, döllenmenin ‘karar-ı mekîn’de olduğunu, döllenmiş yumurtanın orada bir süre kaldığını ve ölçülerin orada belirlendiğini bildirir:

أَلَمْ نَخْلُقكُّم مِّن مَّاء مَّهِينٍ. فَجَعَلْنَاهُ فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ . إِلَى قَدَرٍ مَّعْلُومٍ . فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ .

“Sizi dayanıksız bir sudan yarattık, değil mi? Onu, ‘karar-ı mekîn’de (yumurta ile spermin buluşmasına imkan veren yerde) oluşturduk. Belli bir ölçüye ulaşıncaya kadar orada kaldı. Ölçülerinizi orada belirledik. Ne güzel ölçüler koyanız!” (Mürselat 77/20-23)

Karar, kalınabilecek rahat yere denir. Ebu Hanife’ye göre suyun kendi gücüyle gidip kaldığı her yere karare = قرارة  denir.[10] Mekîn ise bir şeyin üzerinde gücü ve etkisi olan şeydir.[11]

Bu durumda karar-ı mekîn, spermin ve yumurtanın kendi güçleriyle ulaşıp döllenmesine imkân veren yer, yani rahim kanalının girişidir.

Döllenmiş yumurtanın kendi gücüyle yoluna devam ettiğini de şu ayetlerden öğreniyoruz:

فَلْيَنظُرِ الْإِنسَانُ مِمَّ خُلِقَ.  خُلِقَ مِن مَّاء دَافِقٍ.   يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ  .

“İnsan, neden yaratıldığına bir baksın! (Rahme doğru) Kendi kendine akan bir sıvıdan (döllenmiş yumurtadan) yaratıldı. O sıvı, omurga ile göğüs kemikleri arasından (rahime) çıkıp gider.” (Tarık 86/5-7)

Kadın ile erkeğin ortak özellikleri olan bir nefisten yaratılma sebebini şu ayet açıklar: 

هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا

“Sizleri bir tek nefisten yaratan odur. Eşini de o nefisten yarattı ki onunla huzur bulsun.[12] (Araf 7/189)

Bu kadar açık ayetlere rağmen Nebîmizin şu sözü söylemiş olması nasıl mümkün olabilir!

“Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri yeri üstüdür. Onu düzeltmeye çalışırsan kırarsın; bırakırsan eğri kalır. Siz kadınlara karşı görevinizi yerine getirin.” (Müslim, Rada’ 60 – 1468)

B. KADININ KÖLE SAYILMASI

Nebîmizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: 

قَالَ اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٍ لَيْسَ تَمْلِكُونَ مِنْهُنَّ شَيْئًا غَيْرَ ذٰلِكَ.

Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; onlar yanınızda âniyedirler /sizden başkasıyla ilgilenmezler. Onlar üzerinde bundan başka bir şeye sahip değilsiniz.”[13]

Gelenekte bu hadise, aşağıdaki yanlış anlam verilerek kadın, eşinin esiri sayılmıştır:

Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; onlar yanınızdaki esirlerdir. Onlar üzerinde bundan başka bir şeye sahip değilsiniz.”

Şimdi konuyu, Kur’an’sız Müslümanlığın bir örneği olarak görmeye çalışalım.

Hadiste geçen avânin = عوان kelimesi عناية = inâye kökünden عانية = âniye’nin çoğuludur. Âniye, “bir şeyi önemseyen, onunla meşgul olan” anlamındadır.[14]

Girişte zikrettiğimiz şu âyete göre insanları en çok etkileyen varlık kadındır:

“Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am ve toprak ürünleri insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir.” (Âl-i İmrân 3/14)

Bu yüzden kadının çok iyi korunması gerekir. Allah, Müslüman – kâfir, hür ve esir ayrımı yapmadan, namusunu koruyan her kadına “muhsana” demiştir.[15] Muhsana = محصنة, hısn =  حصن kökünden türemiştir. Hısn kale anlamındadır (Haşr 59/2). Dolayısıyla muhsana, kale içine alınmış gibi iyi korunan kadın olur. Kadın, her şeyden önce kendini korumalıdır. Esir kadınların evlendirilmesi ile ilgili ayetlerden birinde[16] muhsana şöyle tanımlanmıştır:

غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ

“Sahih evlilik dışında bir erkekle yaşamayan ve bir erkekle gizli açık birlikte bulunmayan kadın.[17] (Nisâ 4/25)

Kur’an’da, evli kadına da muhsana denir (Nisâ 4/24). Çünkü evlendikten sonra da eşi dışında hiçbir erkekle ilişkide bulunmaz ve gizli açık bir arada olmaz. Böyle kadınlara Allah, saliha /iyi kadın der ve onları şu şekilde tanımlar:

فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ

“Saliha /iyi kadınlar, Allah’a içten boyun eğen ve Allah’ın korumasına karşılık kimse görmezken de[18] kendilerini özenle koruyanlardır.” (Nisâ 4/34)

İşte bunlar, âniye yani “eşlerinden başkasıyla ilgilenmeyen kadınlardır”. Onun için Nebîmiz, bunların kocalarına şunları söylemiştir:

Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; onlar yanınızda âniyedirler /sizden başkasıyla ilgilenmezler. Onlar üzerinde bundan başka bir şeye sahip değilsiniz.”[19]

Erkeğin görevi, eşini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bunu da şu ayet açıklar:

“Erkekler, kadınları, koruyup kollarlar. Bu, Allah’ın her birine diğerinden fazlasını vermesi ve erkeklerin mallarından (eşleri için) harcamaları sebebiyledir.” (Nisâ 4/34)

Erkeğin birden fazla eşi olabilir ama kadının olamaz. Kadın isterse eşinden ayrılıp yeni bir eşle evlenebilir. Ancak ayrılma gerçekleşinceye kadar başkasıyla ilgilenemez.[20]

Kadınları, eşlerinin esiri görmek isteyenler, Kur’an’ı devre dışı bırakmakla kalmamışlar, Nebîmizden yapılan rivayette geçen âniye =عانية kelimesinin anlamı üzerinde de oynamışlardır. Âniye =عانية, yukarıda belirttiğimiz gibi, bir şeye gereken özeni gösterme anlamındaki inâye = عناية kökünden ism-i fail yani eylemi yapanı gösteren kelimedir.

Âniye =عانية, ‘bir şeyi zorla ele geçirme’ anlamındaki عنو = unüvv[21]  kökünden de olabilir. İsm-i fail, eylemi yapanı gösterdiği için bu kökten türeyen âniye’nin anlamı, ’birini esir alan kadın’ olur. Nebîmizden rivayet edilen bir başka hadiste de bu kökten türeyen âniye =عانية kelimesi kullanılmıştır. Rivayet şöyledir:

أَنَا وَارِثُ مَنْ لَا وَارِثَ لَهُ، أَفُكُّ عَانِيَهُ، وَأَرِثُ مَالَهُ

“Ben varisi olmayanın varisiyim, ‘âniye’sini /onu esir eden şeyi çözer malına mirasçı olurum.[22]

Kişinin âniyesi yani onu esir eden şey, ödeyemediği borçtur. Nebîmiz, devlet başkanı sıfatıyla mirasçısı olmayanın mirasını alır ve onu, hayatta iken esir etmiş olan borcunu, onun mirasından öder. Bu işlem, miras paylaşımı ile ilgili şu ayetin emridir:

مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصِي بِهَا أَوْ دَيْنٍ

“(Miras paylaşımı, ölenin) yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonradır.” (Nisâ 4/11)

Eğer Nebîmizin yukarıdaki sözünde geçen âniye bu âniye ise hadisin anlamı şöyle olur:

Kadınlarınız yanınızda, sizi esir eden kişilerdir.”

Böyle bir anlam kadını esir yapmaz, erkeği kadının esiri yapar.[23]

Unüvv = عنو boyun eğme=خضوع anlamına da geldiği için ‘âniye’ye ‘boyun eğen kadın’ da denebilir.[24] Bu durumda kocasının marufa yani Kur’an ölçülerine uygun isteklerine boyun eğen anlamında olur. Allah Teâlâ bir ayette kocalara şu emri vermiştir:

وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

“Kadınlarınızla marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak geçinin.” (Nisâ 24/19)

Benzer saptırma tefsirlerde de yapılmış, Nisâ 34. ayetteki “(Allah’a) içten boyun eğen kadınlar” anlamına gelen “قَانِتَاتٌ = kânitât” kelimesine “sürekli kocalarına içten samimiyetle boyun eğen kadın” anlamı verilmiş[25] ve kadını köle yapan anlayış, bu ayetle desteklenmiştir. Bu, daha büyük bir saptırmadır. Çünkü ‘kânitât’ kelimesi Kur’an’da, ‘Allah’a içten boyun eğen erkekler’ anlamındaki “kânitîn = الْقَانِتِين” ile birlikte de geçer:

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ…

“Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, (Allah’a) içten boyun eğen erkekler ve içten boyun eğen kadınlar…” (Ahzab 33/35)

Bu ayetteki قَانِتَاتٌ = kânitât’a ittifakla “(Allah’a) İçten boyun eğen kadınlar” anlamı veren tefsirlerin, Nisâ 34’teki ‘kânitât’a “kocalarına içten samimiyetle boyun eğen kadınlar” diye anlam vermeleri kabul edilemez. Çünkü Âdem ve Havvâ ile ilgili şu ayet ‘kânitât’a, o anlamın verilmesini imkansız kılar:

قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى .

“(Allah, Âdem ile Havvâ’ya) dedi ki: “İkiniz de o bahçeden inin. Biriniz diğerinin hakkına göz dikecektir![26] Tarafımdan bir rehber (kitap) gelir de kim rehberime uyarsa ne yanlış yola girer ne de mutsuz olur.” (Taha 20/123)

Demek ki Âdem ile Havva, birbirlerine değil, Allah’a boyun eğmek zorundaymışlar.

Şu ayet, bu kuralın, eşler arasında nasıl uygulanması gerektiğini göstermektedir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ مِنْ أَزْوَاجِكُمْ وَأَوْلَادِكُمْ عَدُوًّا لَّكُمْ فَاحْذَرُوهُمْ وَإِن تَعْفُوا وَتَصْفَحُوا وَتَغْفِرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ.

“Ey inanıp güvenenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan hakkınıza göz dikenler olur; onlara karşı dikkatli olun. Ancak kusurlarını görmez, yeni bir sayfa açar ve yaptıkları yanlışları bağışlarsanız bilin ki Allah da sizi bağışlamakta ve ikramda bulunmaktadır.” (Teğâbun 64/14)

Ayette hitap müminlere yapılmıştır. Burada cinsiyet ayrımı söz konusu değildir. Demek ki Allah, karı kocadan her birinin hoşgörülü ve affedici olmasını istemektedir. Bunu yapan eşine değil, Allah’a boyun eğmiş olur.

En üzücü olanı ise ezberci eğitimle yetiştirilen Müslümanların bu tahrifleri fark edememeleridir. Nebîmiz eğer, “Kadınlarınız yanınızdaki esirlerdir.” demişse, “Onlar üzerinde başka bir şeye sahip değilsiniz” demesinin ne anlamı kalır! Böyle tutarsız bir sözü, Allah’ın elçisi söyleyebilir mi!

C. KADININ AKLININ VE DİNİNİN EKSİK SAYILMASI

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, bir Kurban veya Ramazan bayramında namazgâha çıktığı, kadınlar tarafına geçerek onlara şöyle seslendiği rivayet edilmiştir:

 “Ey kadınlar topluluğu! Sadaka verin; çünkü bana, cehennem halkının çoğunluğunu, sizin oluşturduğunuz gösterildi.”

“Neden ya Resûlallah?” dediler.

Dedi ki; “Çok lanet okursunuz ve hayatı paylaştığınız kişilere nankörlük edersiniz. Aklı ve dini eksikler içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizin kadar çelen bir dişi varlık görmedim.”

“Dinimizin ve aklımızın noksan olması nedendir ya Resûlallah?” diye sorduklarında:

“Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?” dedi.

“Evet” dediler.

“İşte bu, aklının noksanlığıdır” dedi.

“Âdetli iken namaz kılmaz ve oruç tutmaz; değil mi?”

“Evet” dediler. “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” dedi[27].

Hadis senet yönünden sahih sayılır, ancak mana yönünden sahih olma ihtimali yoktur. Bunun sebeplerini, Kur’an ışığında görmeye çalışalım.

1- Nebîmiz kadınlara, “aklı ve dini eksikler” diye hitap  etmiş olamaz. Çünkü onun Müslümanlara karşı tavırlarını anlatan şu ayet bu iddiayı kabule engeldir:

“Onlara nazik davranman, Allah’ın sana olan ikramı sebebiyledir. Kaba ve katı yürekli olsaydın yanından dağılıp giderlerdi. Kusurlarına bakma; onların bağışlanmalarını dile. Her konuda görüşlerini al. Bir de karar verdin mi, yalnız Allah’a dayan. Allah kendine dayananları sever.” (Al-i İmran 3/159)

Allah Kur’an’da kadın erkek ayrımı yapmamıştır. İlgili ayetlerden biri şöyledir:

“Erkek olsun, kadın olsun, kim inanıp güvenerek iyi iş yaparsa ona güzel bir hayat yaşatırız. Ödüllerini de yaptıklarının en güzeline göre veririz.” (Nahl 16/97)

2- “cehennem halkı” diye meal verdiğimiz kavram ehl’ün-nar = أهل النار’dır. Bu kavram Kur’an’da sadece bir yerde geçer ve cehennemden bir daha çıkmayacak olan kafirlerin durumunu anlatır (Sâd 38/55-64). Eğer bu kadınlar onlardan ise tevbe edip Müslüman olmaları gerekir. Yoksa sadaka vermekle cehennemden kurtulamazlar.

Ayrıca henüz cennete ve cehenneme giden olmamış ki Nebîmiz şu sözü söylesin:

“Bana, cehennem halkının çoğunluğunu, sizin oluşturduğunuz gösterildi.”

3- Nebîmiz “Çok lanet okursunuz ve hayatı paylaştığınız kişilere nankörlük edersiniz.” diyerek kadınlar topluluğunu suçlayamaz. Bu suçları herkes işleyebilir. Bir ayet şöyledir:

وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ الْخُلَطَاءِ لَيَبْغِي بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ إِلَّا الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَلِيلٌ مَا هُمْ

“Malları karışmış olanların çoğu birbirlerinin hakkına girerler. İnanıp güvenen ve iyi iş yapanlar, öyle yapmazlar. Onlar da pek azdır.” (Sâd 38/24)

Kadın – erkek herkes, sadece kendi yaptığının karşılığını görür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kim bir kötülük yaparsa yaptığının dengi dışında bir ceza görmez.[28] İster kadın ister erkek olsun; inanıp güvenen ve iyi iş yapan herkes cennete girer. Orada onlara hesapsız rızık verilir.” (Mümin 40/40)

4- Erkeğin gönlünü çelmeye çalışan, aklı ve dini eksik başka bir dişi varlık var mı ki Nebîmiz kadınları onlarla kıyaslasın ve şu sözü söylemiş olsun:

“Aklı ve dini eksikler içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizin kadar çelen bir dişi varlık görmedim.”

5- Kur’an adetli kadının namaz kılmamasını ve oruç tutmamasını emrediyorsa, kadınların bu emre uymaları din noksanlığı sayılabilir mi! Adetli kadın, herkesle birlikte oruç tutsa orucu geçerli olmayacak, orucu, herkesin tutmadığı bir zamanda tutmak zorunda kalacak ve bundan dolayı dini noksan olacak! Böyle bir şeyi Allah’ın elçisi nasıl söyleyebilir!

Allah Teâlâ, kadın-erkek ayırmadan şöyle demiştir: “Sizden kim Ramazanı yaşarsa onu oruçlu geçirsin.” (Bakara 2/185). Oruçlu kendini sadece yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak tutar. Bunların açıklandığı ayetin sonunda şu hüküm yer alır:

 تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا

“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın.” (Bakara 2/187)

Adet kanı; yeme, içme ve cinsel ilişki tanımına girmez. Böyle bir şeyin orucu bozduğunu söylemek, yaklaşılmaması emredilen sınırları aşmak olmaz mı! Bu sebeple bir kadın, adet gördüğü için orucunu terk edemez. Adet günlerinde hastalanıyorsa adetli olduğu için değil, hasta olduğu için orucunu kazaya bırakabilir.

Allah’ın oruç tutulmasını emrettiği Ramazan’da adetli kadının oruç tutmasını haram sayanlar bu sınırları aşanlardır.

6- Kadın ne yaparsa yapsın, adet kanının gelmesini engelleyemez. Onunla ilgili tek yasak, cinsel ilişki yasağıdır. Kocalara şu emir verilmiştir: “Âdet günlerinde onlardan uzak durun; temizleninceye kadar da yaklaşmayın.” (Bakara 2/222) 

Namaz dediğimiz ibadetin Kur’an’daki adı es-salât = الصَّلَاة ‘tir. Kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır.[29] Namaz, her müminin, aksatmadan sürekli yapması gereken ibadet olduğu için bu adı almıştır. Şu ayetler, kadın – erkek demeden bu sürekliliğe vurgu yaparlar:

“(Umduklarına kavuşacaklar), namazlarını özenle sürekli kılanlardır.” (Müminûn 23/9)

“Namazları ve en orta namazı[30] özenle sürekli kılın ve daima Allah’a içten boyun eğenlerden olun. Eğer korkarsanız[31] (namazı) yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Korku hali geçince Allah’ı, bu konuda bilmediğinizi[32] size öğrettiği gibi zikredin. (Allah’ın ayetlerini kafanıza yerleştirmek için namaz kılın).[33]  (Bakara 2/238-239)

Demek ki korku halinde bile namaz terk edilemez; yürüyerek veya binek üstünde de olsa namazı kılmak gerekir.

Yolculuk halinde dört rekatlı namazlar iki rekata düşer. Karşılarına düşman çıkarsa bir rekat da kılabilirler ama asla terk edemez veya sonraya bırakamazlar. (Nisâ 4/101-103)

Namazla ilgili ayetlerin hiçbirinde kadın erkek ayrımı yoktur. Bakara 222. ayetteki: “Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emrindeki  “… temizleninceye kadar ” sözü ile abdest ayetinde geçen: “Allah’ın isteği sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamaktır.” (Mâide 5/6) sözü arasındaki benzerlikten dolayı da âdetli kadının namaz kılamayacağına hükmedilemez. Çünkü abdestin bozulmasıyla ilgili tek hüküm şudur:  “sizden biri rahatladığı yerden[34] gelirse … ” Kişi, kendini rahat hissettiği bir yerde yellenir, idrarını ve büyük abdestini yapar. Rahimden gelen adet kanı, idrarın çıktığı yere yakın ama farklı bir yerden çıkar ve idrardan farklıdır. İdrar kişiyi sıkıştırır ve boşaltacağı yere gitmeye zorlar. Adet kanının böyle bir özelliği yoktur.

Ayrıca abdestle ilgili ayet ve hadislerde idrar, dışkı ve cünüplüğe sebep olan sıvının vücuda veya elbiseye bulaşması, namaza engel sayılmamıştır. Adet kanının vücuda veya elbiseye bulaşması da namaza engel sayılamaz.  Allah kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmadığı için (Bakara 2/286) adet kanı abdesti bozmadığı gibi elbiseye bulaşması da namaza engel olmaz.

Hanefiler “Akan her kandan dolayı abdest gerekir” şeklinde, sadece kendi fıkıh kitaplarında yer alan bir hadise dayanarak kanın abdesti bozduğunu iddia ederler ama bir Hanefi fakihi olan Zeylaî, bu hadisin delil alınamayacak kadar zayıf olduğunu ispatlar.[35] Böyle bir söze dayanılarak adet kanının abdeste engel olacağı da söylenemez.

Bu kadar açık ayete rağmen Allah’ın elçisi, adetli kadının namaz kılamayacağını söylemiş olamaz.  

7- “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar” ise bunu emreden de Allah ise bundan dolayı kadının “aklının noksanlığı” iddia edilebilir mi! Eğer bu emir, aklının noksanlığından dolayı ise sorumluluğu da noksan olur ve yine aşağılanamaz. Çünkü “Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez.” (Bakara 2/286)

Kur’an ayetlerine bir bütünlük içinde bakınca, şahitlik konusunun mezheplerin iddia ettiği gibi olmadığı net bir şekilde ortaya çıkar.

Mezhepler, iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine denk sayarlar. Bu konuda, vadeli borçların yazıya geçirilmesi ile ilgili şu ayete dayanırlar:

“Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir; biri yanılırsa, diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282)

ayetin devamında “Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır” ifadesi yer alır. “Daha sağlam” sözü, iki sağlamdan birini tercih için kullanıldığından bu ifade, iki erkek yoksa bir erkek ile iki kadının şahit tutulması şartının tercih ifade ettiğini, zorunlu olmadığını gösterir. Vasiyete şahitlik ile ilgili  şu ayetler konuya açıklık getirmektedir:

“Ey inanıp güvenenler! İçinizden birine ölüm hali gelir de vasiyette /borç itirafında bulunacak olursa, sizden güvenilir iki kişi şahitlik etsin. Ölüm hali yolculuk yaptığınız sırada gelirse, sizin dışınızdan /Müslüman olmayanlardan iki kişi[36] de olabilir. Şahitlerden şüphelenirseniz namazdan sonra alıkoyar, onlara şöyle yemin ettirirsiniz: “Lehinde şahitlik ettiğimiz kişi en yakınımız bile olsa, vallahi bu işten bir kazancımız yoktur. Allah için yaptığımız şahitlikte bir şeyi gizlemeyiz. Öyle olsa biz elbette günahkarlardan oluruz.”

Şahitlerin günaha girdikleri (yalancı şahitlik yaptıkları) anlaşılırsa, aleyhlerine hak talebinde bulunulan taraftan /mirasçılardan ölüye en yakın iki kişi şahitlerin yerine geçip şöyle yemin etsinler: “Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz kimsenin hakkına girmiyoruz. Öyle yaparsak elbette yanlış yapanlardan oluruz.”

İşte bu, gereği gibi şahit getirmenin en alt sınırıdır. Yeminlerinin başka yeminlerle çürütülmesi korkusunun oluşması için de en uygun olandır. Siz, Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve iyi dinleyin. Allah, yoldan çıkan topluluğu yola getirmez.” (Mâide 5/106-108)

Bu ayetlerde kadın erkek ayrımı olmadan güvenilir iki Müslüman şahit öngörülmektedir. Yolculukta vasiyet yapılacaksa, Müslüman olmayan iki kişinin şahitliği de yeterli olur. Duruma göre şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir.

Burada delil alınacak cümle şudur: “İşte bu, gereği gibi şahit getirmenin en alt sınırıdır” (Mâide 5/108) Bu cümleyi, Bakara 282’deki “… Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” cümlesi ile karşılaştırınca, şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının, borçların yazılmasında da kural olmadığı, bunun bir tercih sebebi olduğu pekişmiş olur.

Bütün bunlar gösteriyor ki, “kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadardır” diyerek onun aklının noksanlığına hükmedilemez. Zaten böyle bir şey doğru olsa, kadınların sorumlulukları erkeklerden az olurdu. Bunu gösteren tek bir ayet yoktur.

SONUÇ

Bu yazı, İslam ile Müslümanlar arasındaki mesafenin ne kadar açıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Bu mesafe, bütün nebilerden sonra, aynı şekilde açılmıştır. Allah Teâlâ Muhammed aleyhisselama kadar gelen bütün nebilere gönderme yaptıktan sonra şöyle der: 

“Onların arkasından gelenler, şehvetlerine /arzularına uyarak görevlerini ihmal ettiler[37]. Onlar, yakında yanlış kurgularıyla yüzleşeceklerdir.”  (Meryem 19/59)

Muhammed aleyhisselamdan sonra da değişen bir şey olmadı. İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre bir gün Nebîmiz şöyle dedi: “Kıyâmet günü ashabımdan bir grup sol tarafa alınacak, ben; “Ashabım! Ashabım!” diyeceğim. Allah Teâlâ diyecek ki; “Bunlar, senin ayrılmandan sonra sürekli geriye gittiler.” Ben de salih kul İsa’nın dediği gibi diyeceğim:

“…Aralarında bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirdikten sonra onlar, sadece senin gözlemin altındaydılar. Her şeye şahit olan sensin. Eğer azap edersen onlar senin kullarındır. Ama bağışlarsan üstün olan sen, doğru kararlar veren sensin.” (Mâide 5/117-118)[38]

Büyük bir imtihandan geçmekteyiz. İmtihanı, Allah’ın kitabına teslim olanlar kazanacaktır. Arzu ve isteklerini öne alanlar ise ayetleri ikinci sıraya koyar, daha sonra onları görmemeye başlar ve kâfir olurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: ‘Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, öyle mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!’” (Âl-i İmrân 3/106)

Böyleleri kendilerini mümin sayarlar ama Allah’a tam teslim olamadıklarını düşünürler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kâfir olanlar, zaman zaman ‘Keşke biz de Allah’a tam teslim olanlardan olsak.’ diye arzu ederler. Bırak onları yesin, içsin hayatın tadını çıkarsınlar, beklentileri kendilerini oyalasın; nasıl olsa yakında öğreneceklerdir.” (Hicr 15/2-3)

Bu gibi insanlar en büyük desteği, menfaatlerini öne alan ilim adamlarından ve din adamlarından alırlar. Allah Teâlâ bizleri, bu gibi kişilere karşı, şöyle uyarmıştır:

“Ey inanıp güvenenler! İlim adamlarının ve din adamlarının çoğu insanların mallarını haksız yolla yer ve onları Allah’ın yolundan çevirirler. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele!

Bir gün o altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılacak; onlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak ve şöyle denilecektir: “İşte kendiniz için biriktirdikleriniz! Tadın bakalım biriktirdiklerinizi!” (Tevbe 9/34-35)

Bunlar bugün, iman, küfür, şirk ve islam kavramlarının ve çok sayıda ayetin anlamını bozarak dini kendilerine uydurmuşlardır. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Kâfirlerin /ayetleri görmezlikte direnenlerin çetin azaptan çekecekleri var. Onlar, dünya hayatını ahiretten çok seven ve bir çarpıtma peşinde olarak Allah’ın yolundan uzaklaşan /uzaklaştıran kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim 14/2-3)

Kadının itibarsızlaştırılması ailenin, ekonominin, Müslüman – gayrimüslim ilişkilerinin, devleti yönetme biçiminin, hukukun ve daha nice konunun inanılmaz bir şekilde saptırılması bunların eliyle olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bize düşen, Allah’ın kitabına teslim olmak ve onun dinini doğru yaşayarak tüm insanlığa tebliğ etmektir. Biz bizim görevimizi yapalım. Onlara da şu ayetleri okuyalım:

“De ki: ‘Yapın yapacağınızı! Yaptıklarınızı Allah, elçisi[39] ve müminler görecektir. ًGörünen görünmeyen her şeyi bilenin huzuruna çıkarılacaksınız. O, size neler yaptığınızı bildirecektir.’” (Tevbe 9/105)

“Her toplumdan (ümmetten) bir şahit getirdiğimiz zaman onların hali nice olur! (Ya Muhammed!) Seni de bunlara şahit getireceğiz.

Ayetleri görmezlikte direnmiş ve bu resule/elçinin getirdiği ayetlere baş kaldırmış olanlar, o gün toprağa karışıp gitmiş olmayı çok isterler. Allah’tan tek bir sözü bile gizleyemezler.” (Nisâ 4/41-42)

Abdulaziz BAYINDIR

_______________________________________________

[1] En’am: Koyun, keçi, sığır ve devenin dişisi ve erkeğine denir (En’âm 6/143-144).

[2] Bu tanım, tüm kadınlar için Mâide 5/5, Nûr 24/4 ve 24. ayetlerde, esir kadınlar için de  Nisâ 4/24 ve 25’te geçer.

[3] Allah, namuslu bir kadının zina ettiğini iddia eden kişiye dört görgü şahidi getirme görevi yüklemiş (Nisâ 4/15) dört şahit getiremeyeni iftiracı saymış ve ona seksen kırbaç cezası belirlemiştir. Ayrıca tevbe edip kendini düzeltinceye kadar şahitliğinin kabul edilmemesini hükme bağlamıştır (Nûr 24/4-5 ve 13). Bu koruma erkek için getirilmemiştir.

[4]  Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, Kur’an-ı Kerim Meali, 10. baskı, Ankara 206.

[5] er- Rağıb el-İsfahânî, (ö. 425 h.), Müfredât (thk: Safvan Adnan Dâvûdî) عوج md. Dımaşk ve Beyrut, 1412/1992.

[6] Cemalüddin Muhammed b. Manzur, Lisanu’l-arab, Beyrut tarihsiz, نطَف mad.

[7] www.manzara.gen.tr/su-damlasi-1-18306.html

[8] mutluluk-ruyasi.blogcu.com/inci/8802386

[9] www.esselam.net/…/bilim/hucre/hucre7.html yeni döllenmiş yumurta hücresi

[10] Lisanu’l-Arab قرر md.

[11] Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Misbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519.

[12] Rum 30/21.

[13] İbn Mâce, Nikah, 1841.

[14] Lisan’ul-arab عنا md.

[15] Bu tanım, tüm kadınlar için Mâide 5/5, Nûr 24/4 ve 24’te, esir kadınlar için de  Nisâ 4/24 ve 25’te geçer.

[16] Diğer ayetler Nisâ 4/24, Nûr 24/32-33.

[17] Bu tanımın, esir kadının evlendirilmesi ile ilgili ayette olması çok önemlidir. Böyle bir kadın, hiçbir erkekle nikahsız ilişkide bulunamaz. Ama mezhepler, hem bu ayeti, hem de konunun ana ayetlerinden olan Nûr 24/32-33. ayetlerini dikkate almamışlardır. Onların yaptığı, Mü’minûn 23/6, Meâric 70/30 ve Ahzab 33/50. ayetlerini, bağlantılarından koparıp yanlış anlam vermektir. Bu çarpıtmayı, esir kadını hakimiyetine alan erkeğin, onunla nikahsız ilişkide bulunmasını helal saymak için yapmışlardır. 

[18] “Kimse görmezken” anlamı verdiğimiz kelime li’l-ğayb= للغيب ‘dır, fî’l-ğeyb = في الغيب takdirindedir.

[19] İbn Mâce, Nikah, 1841.

[20] https://www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/kadinin-bosanma-hakki-iftida.html

[21] el-Ayn, عنا md. 

[22] Ebû Davûd, Sünen, Mirasu zevî’l-erhâm, hadis no 2901.

[23] En eski sözlüklerden el-Ayn, عنو = unüvv kökünden   anve = العنوة sözüne “kılıç zoruyla alma” anlamı vermiştir. Bu anlam doğrudur. Bu işi yapan kişi anlamında el-ânî = العاني’ye esir alan değil de esir olan anlamı vermesi imkansızdır. Bu ifadenin böyle bir sözlükte yer alması, yapılan müdahalenin boyutun göstermesi açısından ilginçtir. Okuduğumuz sözlüklerin tamamında bu kelime ile ilgili çarptırmalar vardır. El-Ayn’da geçen ifade aynen şöyledir:

والعنوة: القهر. أخذها عنوة، أي: قهراً بالسّيف. والعاني مأخوذ من العنوة، أي: الذلة.

[24] Mu’cemu mekâyîs’ul-luğa, Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Beyrut, tarihsiz, عني md.

[25] Ebu’l- Kâsım Mahmud bin Ömer ez-Zemahşerî (ö. 538 h.) el-Keşşaf, Nisâ 34, c. II, s. 68. Riyad, 1418 h./1998 m. Muhammed Hüseyin Et-Tabâtabâî (1902-1981), el-Mîzân fî tefsîr’il-Kur’ân, Nisâ 34. İran-Kum.

[26] “hakkınıza göz diken” anlamı verdiğimiz adüv = عَدُوٌّ kelimesinin kökü olan adv = عدو , haddini aşmak ve uyuşmazlık etmektir (Müfredât). Başkasının elindekine göz dikme, onun hakkını ele geçirme isteğidir. Bu da haddini aşmak olur ( Bakara 2/286; Nisâ 4/43, 99, Hac 22/ 60, Mücadele 58/2; Mâide 5/13, Hicr 15/85, Zuhruf 43/89; Teğabun, 64/14).

[27] Buhârî, Hayz 6.

[28] Ceza, verilen zararın giderilmesinden sonra gerçekleşirse, suça denk olur. Mesela kaybolmuş bir deveyi bulan, bulduğunu ilan eder ve onu koruma altına alır ama sahiplenemez. Sahiplenirse hak ettiği ceza, o deveyi onun dengi bir deve ile birlikte ödemektir. Nebîmiz aleyhisselam şöyle demiştir: “Buluntu deve saklanırsa o deveyi, onun gibi bir deve ile birlikte vermek gerekir.” Ebû Davûd, Lukata, 1.

[29] Lisan’ul-Arab

[30] Namazlar diye anlam verdiğimiz kelime ‘salavât’tır. Arapçada çoğul, en az üçü gösterir. Üçe orta namaz da eklenince sayı dörde çıkar. Ancak dördün ortası yoktur. Üçten sonra ortası olan ilk rakam beş olduğu için bu ayet, namazın beş vakit olmasını zorunlu kılar. Namazların sayısı beş olduğundan her namaz orta namaz olarak kabul edilebilir. Çünkü her namazdan önce de sonra da 2 namaz olacaktır. Mesela sabah namazı akşam-yatsı ile öğle-ikindi namazlarının ortasında yer alacak ve orta namaz olarak kabul edilebilecektir. Ancak ayette orta namaz değil, en orta namaz ifadesi yer almaktadır. Çünkü el-vustâ = الْوُسْطَىٰ kelimesi ism-i tafdil yani bir şeyi diğerlerinden üstün gösteren isim kalıbındadır. En orta namaz ise ancak akşam namazı olabilir. Zira akşam namazı diğer namazlara göre birçok farklı yönden orta olma özelliğini taşımaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz; a- Gün, gündüz ve geceden oluşur. Önce gündüz, sonra gece gelir. (Yasin 36/40). Günü ikiye bölen şey, akşam vaktinin girmesidir. Bu yüzden bu vakitte kılınan namaz “orta namaz” olur.

b-  Akşam namazının öncesinde gündüz kılınan öğle ve ikindi, sonrasında da gece kılınan yatsı ve sabah namazları vardır. Bu bakımdan da akşam namazı tam ortada yer alır.

c- Akşam namazı üç rekat kılınan tek farz namazdır. 3 rakamı hem ortası olan ilk rakamdır hem de iki ile dördün ortasında yer alır.

İşte bütün bunlar akşam namazını en orta namaz yapar.

[31] Nisâ 101 ve 102. ayetlerde olanın aksine burada korkunun tarifi yapılmamıştır. Korku, kişiye göre değişir. İçinde bulunduğu durumdan dolayı namazı, rükünlerine riayet ederek vaktinde kılamamaktan korkanlar, bu ayete göre kılarlar. Nisâ 4/102. ayet gibi bu ayet de namazların vakti dışında kılınamayacağının delilidir.

[32] Nisâ 4/101-103.

[33] Bkz Bakara 2/152’nin dipnotu.

[34] Kişinin çekinmeden boşaltma ihtiyacını giderip rahatlayabileceği yer. Bu ihtiyaç, idrar, büyük abdest ve gazın insanı rahatsız etmeye başlaması ile ortaya çıkar. Bu üç şeyin yapıldığı yer, abdestin bozulduğu yerdir. Yan yatarak uyuma da gaz çıkarıp rahatlamayı sağlayacağı için abdesti bozar. Kişinin elinde olmadan çıkardığı gaz, idrar kaçırması gibi şeyler için böyle bir yere ihtiyaç duyulmayacağından bunlar abdesti bozmaz. Bu, Medine uygulaması bize nakleden Maliki Mezhebi’nin de görüşüdür.

[35] Abdullah b. Yusuf b. Muhammed ez_Zeylaî (öl:762 h.) Nasb’ur-Râye li-ehâis’il-Hidâye (Haşiyesi Buğyet’ul-Elmaî Fî Tahrîc’iz-Zeylaî ile birlikte) Tahkik Muhammed Avvâme, Beyrut 1997/1418, c. I, s. 37.

[36] Yolculuk hali nedeniyle ölüm döşeğindeki kişinin bulabildiği o iki kişi.

[37] Ayetin metninde geçen salli = صَل ‘nin türediği es-salât = الصَّلَاة kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab)

[38] Buhari, Enbiya, 8.

[39] Allah’ın elçisinin ve müminlerin bu amelleri görmesi, hesap gününde olacaktır (Nisâ 4/41-42, İsra 17/13-14,71; Kehf 18/49, Yâsin 36/32, Hakka 69/18, Tarık 86/9, Adiyat 100/10).