Kuramer Kuramer’e Karşı

İlahiyat dünyasında son günlerde Kur’an’ın sadece mana olarak indirildiği, onu lafızlarla metne dökenin Nebîmiz olduğu iddiaları gündemde tutularak tartışılmakta. Tefsirci akademisyen Mustafa Öztürk de yıllardır kitap, makale ve tebliğlerinde açıkça dile getirdiği bu yöndeki düşüncelerinden dolayı bir takım çevrelerce sosyal medya üzerinden linç edilmekte. Kendisinin ve aslında tüm tarihselcilerin aynı kapıya çıkan bu Kur’an’a aykırı görüşlerini yıllardır programlar ve makalelerle eleştirmekte, yanlışlığını ayetlerle ortaya koymaktayız. Ancak bunu yaparken bu eleştirilerin ilmî düzeyde kalması, şahısların değil fikirlerin ele alınması konusunda azami dikkat sarf ettik ve ediyoruz. Bize göre hangi düşüncede olursa olsun herkes fikrini özgürce söyleyebilmeli, mukabilinde de özgürce eleştirilebilmelidir. Mustafa Öztürk sahip olduğu bu fikirlerini en açık şekilde yazabilen az sayıdaki akademisyenden biridir. İlahiyat camiâsının çok büyük bir bölümü tarihselcilik konusunda Mustafa Öztürk ile aynı görüşlere sahip olduğu halde onun gibi açıkça yazıp yayınlayacak cesarete sahip değildir. Bu sözümüzün kuru bir iddia olmadığını göstermek için bu yazımızda Kuramer’in konuya yaklaşımını ele almaya çalışacağız.

Belli bir çevrenin Mustafa Öztürk’ü diline dolayıp konuyu sosyal medyada yaymaya başlamasıyla önce Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu bir duyuru yayınlamak zorunda kaldı ve bu tür görüşlerin kabul edilemez olduğunu dile getirdi. Arkasından Diyanet Vakfı tarafından kurulan ve halen eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun başkanlığını yürüttüğü Kur’an Araştırmaları Merkezi Kuramer, Mustafa Öztürk isminin ilmî anlamda Kuramer’e olan katkıları bilindiğinden, bir duyuru yayınlamak zorunluluğu hissetti.[1] Bu duyuru incelendiğinde en çok dikkat çeken şey, Kuramer’in düzenlediği hemen her ilmî platformda yer alan, sayısız tebliğ ve makalesi bu kurum tarafından yayınlanan, hatta “Kur’an Kıssalarının Mahiyeti”, “Kur’an ve Yaratılış” isimli kitapları Kuramer Yayınları tarafından basılan Mustafa Öztürk’ün kurum tarafından dışlanmış olmasıdır. Duyuruda Öztürk’ün, Kuramer’in düzenlediği bir sempozyumda son günlerde eleştirilmesine sebep olan düşüncelerini birkaç cümle ile ifade ettiği, ismi dahi anılmadan belirtilmiş ve bunun kurumu bağlamayacağı şöyle dile getirilmiş:

“…Kur’an Araştırmaları Merkezi (KURAMER), bu çerçevede yaklaşık iki buçuk yıl önce İslâm Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde CİHAD konulu uluslararası bir sempozyum düzenlemiş ve orada yapılan konuşmalar aynı başlık altında kitap olarak Ekim-2016’da yayımlanmıştır. Bu programda bir tebliğcimizin 65 sayfalık tebliğ metni içinde, “Kur’an vahyinin mahiyeti” ile ilgili olarak ileri sürdüğü, “vahyin Hz. Peygamber’in kalbine salt mana ve mefhum olarak inzal edildiği ve genel-tümel vahyin Hz. Peygamber tarafından lafza döküldüğü” ana fikri etrafındaki birkaç cümlesi son günlerde çeşitli zeminlerde tartışmalara sebep olmuş bulunmaktadır.

Aynı sempozyumda ilmî bir üslup içinde, sadece tartışma konusu bu fikir değil, birçok farklı yorum ve görüş de ifade edilmiş olup, bütün bunlar anılan kitapta  yer almıştır. Tebliğci ve müzakereciler, “Kur’an’ın hem lafzının hem mana ve muhtevasının vahiy olduğu” ilkesinden hareketle, yani dinî düşüncenin genel kabulleri çerçevesinde ve ilmî bir tavır içinde görüşlerini dile getirmişler, tebliğ ve müzakereler ile serbest konuşmaların genel seyri “Kur’an lafız ve mana olarak vahiydir” prensibi üzerinden yürümüştür.

İlmî bir platformda katılımcıların onaylamadıkları bir görüşü karşı görüş bildirerek eleştirmeleri de, fikir özgürlüğü çerçevesinde müsamahayla karşılamaları da gayet tabiidir. Esasen olması gereken de budur. Anılan sempozyumun ve onun kitaplaşmış dokümanlarının öncelikle böyle bir bakış açısıyla algılanması gerekmektedir. Konuşmacılarıyla, görevli ve serbest müzakerecileriyle ve diğer katılımcılarıyla yüzlerce kişinin katkı sağladığı uluslararası bir sempozyumun ürünü olan 400 sayfayı aşkın bir eseri, tartışmalı birkaç cümleye indirgeyerek sakıncalı görmek ve göstermek veya konuyu kişi ve kurumları yıpratmak için fırsat bilmek yerine, eserin bütünündeki çok önemli bilgi ve analizleri okuma ve değerlendirmenin ilim ve fikir ahlâkının gereği olduğunu düşünüyoruz.

Metinden asıl hedefin Kuramer isimli kurumun temize çıkarılması olduğu anlaşılmaktadır. Elbette ilmî bir platformda ele alınan fikirler kurumu bağlamaz. Ancak bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, duyuruda Mustafa Öztürk’ün fikirlerinin Kuramer bünyesinde başka ilim adamları tarafından ifade edilmeyen düşünceler olduğu izlenimi verilmeye çalışılmasıdır. Duyuruda bahsi geçen Cihad konulu sempozyumda sunulan tebliğler ve müzakereler Kuramer tarafından kitap halinde yayınlanmıştır. Mustafa Öztürk’ün sunumu “Cihad Âyetleri: Tefsir Birikimine, İslam Geleneğine ve Günümüze Yansımaları” başlığını taşımaktadır. Öztürk tebliğinde Kur’an vahyinin mahiyeti ile ilgili fikirlerini paylaştığı bölümde şunları söylemektedir:

“Tam bu noktada Kur’an vahyinin mahiyeti ve Hz. Perygambere hem lafız hem mana mı yoksa salt mana ve mefhum tarzında mı indirildiği meselesi de tartışmaya değer niteliktedir. Zira Kur’an’ın hem lafız hem mana itibariyle inzal edildiğini kabul etmek, cihad ve kıtal meselesinde kullanılan politik dilin bizzat Allah’a ait olduğunu söylemeyi gerektirir. Vahyin salt mana ve mefhum olarak inzal edildiğini kabul etmek ise söz konusu dilin Hz. Peygamber tarafından formüle edildiğini, dolayısıyla Allah katından genel muhteva ve perspektif olarak aldığı vahyin ışığında konjonktürel gelişmelerle ilgili yol haritasını kendisinin belirlediğini söylemek gerekir ki bize göre bu ikinci ihtimal daha makul görünmektedir. Aksi takdirde ‘Allah’ın ahlâkîliği’ meselesi gündeme gelir.”[2]

Kur’an’ın lafız olarak değil de salt mana olarak indirilmiş olduğunu söylemek, onun gerçekte bir metninin bulunmadığını iddia etmektir. Bu sebepledir ki Kur’an’ın bir “kitap” değil “hitap” olduğu dillere dolanmaktadır. Böylece metnin her devirde muhatabını bağlayıcı olma yönü bertaraf edilmiş ve Kur’an’ın pek çok hükmü indirildiği döneme ve coğrafyaya has kılınmış olur. Vahiy “metin” değil “mana” veya “kitap” değil “hitap” olunca ayetleri bugün bizim bildiğimiz forma getiren de ister istemez Nebî olacaktır. Bu, metin olmayan bir vahyin iş görebilmesi için olmazsa olmaz bir durumdur.

Peki Kuramer’in duyurusunda iddia edildiği gibi bu sadece Mustafa Öztürk’ün öne sürdüğü bir iddia mıdır? Bunu görebilmek için vakfın başkanı Ali Bardakoğlu’nun yine Kuramer Yayınlarından çıkmış olan “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” isimli kitabına bakmamız yeterli olacaktır:

“Burada şunu da belirteyim ki, Kur’an’ı Kerim bir metin değil, hitaptır; hitab-ı ilahidir. Mesela beklentilerimiz Kur’an’ı Kerim’in diğer insan ürünü metinlere en kapsamlı bir metin, diğer düşünce manifestolarına ve kanunlarına karşı en ikna edici inanç ve kanunlar kitabı olması yönünde olabilir; ama öyle değildir.“[3]

“İslam Dini hakkında bilgimizin birinci kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in bir metin değil hitap olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız..”[4]

“Bu bakımdan, Kur’an-ı Kerim’in olaylarla iç içe olarak 23 yılda inmiş olması ayrı bir ilahi hikmet taşır. Onun bir metin olmayışı bundandır, o diyalektiktir, hitaptır.”[5]

“… Kur’an-ı Kerim dinimizin, dini bilgimizin ana kaynağıdır. Ama onu bir metin gibi göremeyiz. Süreç olarak görmemiz, diyalektik bir hitap olarak görmemiz gerekiyor. Bunu önemsediğim için üzerinde ısrarla durmak istedim.”[6]

Başkanı olduğu Kuramer’den yayınlanan kitabının sadece iki sayfası içerisinde Ali Bardakoğlu, Kur’an’ın bir metin olmadığını tam dört kez tekrarlamaktadır. Hatta aynı eserde, Kur’an’ın metinleştirilmesinin insan eliyle ve bir süreç içerisinde olduğunu, hadislerin metinleştirilmesi ile özdeşleştirerek dile getirmektedir.

“…İslam’ın üçüncü asrından itibaren hadisle sünnet eşanlamlı kılınmaya, hadisle sünnet aynîleştirilmeye başlandı. Kitap ve sünnet şeklindeki hikmetli kavramlaştırma, Kur’an ve Hadis şeklindeki kavramlaştırmayla iki metne indirgendi. Sonuçta Kur’an-ı Kerîm metinleştirildi. Peygamber efendimizin sünneti metinleştirildi ve karşımıza kategorik ve normatif metinler çıktı.”[7]

Görüldüğü gibi Kur’an’ın lafız değil, mana olduğunu ve metninin nebîmiz tarafından formüle edildiğini söyleyen Mustafa Öztürk ile yukarıdaki satırların yazarı olan Ali Bardakoğlu arasında aslında hiçbir fikrî ayrılık bulunmamaktadır. Dolayısıyla duyuruda iddia edildiği gibi bu fikrin sadece bir sempozyumda ortaya atılan birkaç cümlelik ifadeler olduğu ve bunların tek bir kişiye ait olduğu iddiaları doğru değildir. Kaldı ki Mustafa Öztürk’ün kendi tarihselciliğini belki de en ayrıntılı olarak anlattığı çalışması da yine aynı vakfın yayınladığı “Kur’an’ı Anlama Yolunda” isimli çalışmada yer almaktadır. Yine bir konferansın metni olan çalışmadan şu ifadeleri okuyalım:

“Kur’an-ı Kerim’in şu şu hükümleri içinde bulunduğumuz olgusallıkta dayanağını ve tatbik alanını kısmen veya tamamen kaybetmiştir şeklinde dile getirdiğim ve bu yüzden bazı çevrelerce tekfir edildiğim görüş ve düşünceler de klasik tefsir kaynaklarımızda mevcuttur.”[8]

Bugünlerde olduğu gibi Mustafa Öztürk’ün tekfir edilmesine ve Kuramer tarafından en azından bu duyuruda dışlanmasına yol açan görüşleri Öztürk’ün pek çok çalışmasıyla olduğu gibi aynı zamanda yine bizzat Kuramer konferansları ve yayınlarıyla kayda geçmiştir. Aynı çalışmada Ali Bardakoğlu’nun yukarıda alıntıladığımız Kur’an’ın metin olmadığı ile ilgili ifadeleriyle birebir örtüşen şu ifadeleri yine Mustafa Öztürk sarf etmektedir:

“… Kur’an sahabe için kendi hayat tecrübelerinden bağımsız, referans metni olarak kullanılan bir metin değildi. Hatta Hz. Peygamberden ayrı düşünülen bir şey de değildi. Rasulullah gün gelir, ‘arkadaşlar bugün şunu yapmamız gerekiyor’ der, başka bir gün gelir, ‘şöyle davranmamız gerekiyor’ diye başka bir tutum ve davranışı salık verirdi.”[9]

Anlaşıldığı üzere, asıl söylenmek istenen Kur’an’ın nebî de dahil tüm insanları bağlayan bir metin olmadığı ve bu sayede konjonktür neyi gerektiriyorsa onun yapılabileceğidir. Böyle bir Kitabı Allah’ın göndermiş olmasının da pratikte bir değeri yoktur. Çünkü artık insanlar Allah’ın bilinçli olarak bıraktığı boşlukları dolduracaktır. İşte Bardakoğlu da böyle söylemektedir:

“Dinin kurucu iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnet’teki hükümlerin insan zihninin cevabını aradığı her soruyu karşılayamadığı, bireysel ve sosyal hayatın her alanını ayrıntıyla ele almadığı, çoğu yerde cevaba ve çözüme yardımcı olacak ana ilke ve hedefleri vermekle yetindiği ve geride ‘bilinçli boşluk’ denilebilecek geniş bir alan bıraktığı da bilinmektedir. Bu alan Müslüman birey ve toplumlar tarafından, dinin ilke ve hedeflerine aykırı olmaması, hatta onlarla bütünleşmesi kaydıyla serbestçe düzenlenebilecektir.”[10]

Sonuç olarak ilim adamlarımızdan beklenen tavır, düşünce ve iddialarının örtüştüğünün çok açık olduğu konularda birbirlerini sonuna kadar desteklemeleri ve sahip oldukları her türlü fikri açıkça söyleyip yazabilme konusunda Mustafa Öztürk kadar cesur olabilmeleridir. Aynı zamanda ilim adamı benimsediği görüşü her durumda savunabilecek donanımda olmalıdır. Tüm insanlık karşı çıksa bile savunulamayacak bir fikrin doğru olma ihtimali yoktur.

Erdem Uygan

_______________________________________


[1]http://www.kuramer.org/tr/kurumsal/kamuoyu-duyurulari

[2]Mustafa Öztürk, Cihad Âyetleri: Tefsir Birikimine, İslam Geleneğine ve Günümüze Yansımaları konulu tebliğ, İslâm Kaynaklarında, Geleneğinde ve Günümüzde CİHAD, Kuramer, Ekim 2016, s: 155.

[3]Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, Kuramer Yayınları, Ekim 2016, s: 61

[4]a.g.e, s: 62

[5]a.g.e, s: 63

[6]a.g.e, s: 63

[7]a.g.e, s: 65

[8]Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Anlamada Tarihselciliğin İmkan, Sınır ve Sorunları, Kuramer Konferansları 1, Kur’an’ı Anlama Yolunda, Haziran 2017 s: 247.

[9]a.g.e, s: 242.

[10]Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, Kuramer, İstanbul 2016, s: 142.