Paralel Dinin Kâinat İmamı

KUTBU AZAM

Her nebî, Allah’tan başkasına kul olmamayı[1]emretmiştir. Allah’tan başkasına kul olmamak, hürriyetin doruğuna ulaşmaktır. Ama menfaatlerini öne alanlar, güçlerinin yettiğini köle etmekte, güçlerinin yetmediğine de köle olmakta sakınca görmezler.

İnsanları köle edebilenlerin iştahları, her adımda daha da artar ve kitleleri köle etmek isterler. Onun en kestirme ve en kârlı yolu, dini kullanmaktır. Çünkü din, en hassas noktadır. Akıllı ve dikkatli olanlar dışında kimsenin fark edemeyeceği şekilde dinin içi boşaltılır. Bunun olmazsa olmaz şartı, bir kişiyi kutsallaştırıp doğru yolun üstüne oturtmak ve insanları büyüleyerek o kişiye yöneltmektir.

O kişinin önce ailesi ve bağlı olduğu topluluk kutsallaştırılır. Uydurma senaryolarla bir din kahramanı haline getirilir. Böylece Allah ile aldatma yolunda ilk adımlar atılmış olur. Bu arada Allah’ın nebîsi aşırı yüceltilip tanrılık makamına çıkartılır. O şahıs da Allah’ın yakın dostu ve velilerin başı gibi gösterilerek insanların üstünde ve Allah’ın en yakınında bir yere yerleştirilir.

Bu cemaate giren her kişi için, halkın kültüründe olan kavramlar kullanılır. Baştaki kişiye “kutub”denir.Çünkü hurafecilerin geleneğine göre kutup, en büyük velidir; Allah’ın izniyle kâinatı yönetir.

Artık tuzak kurulmuştur; aklını kullanmayan veya kişisel çıkarlarını düşünenler teker teker tuzağa düşmeye başlarlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz doğrudur; sakın sizi bu hayat aldatmasın. O çok aldatan (şeytan), sakın sizi Allah ile aldatmasın. O Şeytan size düşmandır; onu düşman bilin. O, kendine taraf olanı, çılgın alevlere arkadaş olmaya çağırır. Bu uyarıları göz ardı edenler, çetin bir azap görürler. İnanan ve iyi işler yapanları da bağış ve büyük bir ödül beklemektedir.”(Fatır 35/5–7)

Gelenekte birden çok kutubdan söz edildiğinden paralel dinin başındaki kişininen büyük kutub yani kutbu azam ve Allah’ın halifesi olması gerekir. Halife, birinin yerine geçen kişiye denir. Sanki Allah emekliye ayrılmış ve bu kişi onun yerine geçmiş gibi olur. Onun sağında ve solunda olan iki kişiye imam denir. Onlara göre sağdaki imam kutbun kararlarını, soldaki de gerçek yönünü bilir. Bunlar üçleri oluştururlar[2]. Kutub gavs yetkisini de aldığı için darda kalanların imdadına hızır gibi yetişir[3]. Gelenekte karşılığı olmadığı için pek kullanılmasa da o kişi artık kâinatın baş imamıdır.

Bütün tarikatlarda bu yapı vardır. Burada konu Fethullah Gülen’e göre ele alınacaktır. Ona göre Kutub, daha da derinleşip Allah’ın ikramının kaynağı haline gelir. Özel donanımı açısından o, tıpkı Kutup Yıldızı gibi tektir; yer ve gök ehlinin gözdesidir. Onun nüfuzu mârifetine, mârifeti Hakk’ın ilmine, o da, “ne aynı ne de gayrı” çerçevesiyle Allah’a tâbidir[4].”Yani Allah değildir ama onun dışında bir şey de değildir.

Kutub ve iki imamdan sonra gelen ve âlemin dört yönünde görevli olduğuna inanılan dört veliye Evtâd denir. GÜLEN’e göre bunlar İdris, İlyas, İsa ve Hızır aleyhisselâmın görevini sürdürürler. Halkla ilişkileri de Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail’in gözetiminde yürütülür[5]. Buraya kadar olanlar yedileri oluşturur.“Bu yedi zattan her biri ayrı bir iklimde ikamet ederek oradaki ilâhî yürütmeye gözcülük ederler[6].”

Cebrail’in makamı Kainât İmamı’nın altında kaldığı için bir söyleşisinde Fethullah Gülen, “Cebrail bir parti kursa ona oy vermem” diyebilmiştir[7].

Gülen’e göre bunlardan başka,halkın ıslâhıyla meşgul olan gönülleri iyilik duygusuyla şahlandıran ve fenâlıklara karşı mânevî setler oluşturan kırk kişilik Nücebâ takımı vardır. Onlar hayatlarını başkalarının saadetine adadıklarından ömürlerini başkalarının sıkıntılarıyla hep bir dert küpü gibi geçirirler[8].

Bunun arkasından Allah’ın bâtın isminin tecellileri sayılan 300 kişilik Nükebâ takımı gelir[9]. Gülen’e göre onlar; insanlardan hiç ayrılmayan onların yanlışlarını düzelten ve nazikçe herkesi hayra yönlendiren, insanların sırlarına vâkıf, arı duru nefislerdir. Maddi âlem ile manevi âlem arasında bir nevi tercümanlık hizmeti görürler[10].

Dikkat edilirse paralel dinin mensupları, kâinat imamı için hayali bir kadro oluşturarak Allah’ın bütün yetkilerini üstlenmişlerdir.Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle der:

“İnsanlardan kimi Allah’tan önce, ona benzer saydığı şeylere tutulur. Onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah sevgisi daha güçlüdür. Bu yanlışa düşenler, bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının pek ağır olduğunu keşke o azabı görecekleri gün gibi görebilseler.

Önder sayılan kişiler o gün, kendilerine uyanlardan sıyrılıp uzaklaşırlar. Artık o azabı görmüşler ve aralarındaki bütün bağlar kopmuştur.

Onlara uyanlar şöyle diyeceklerdir: “Ah, elimize bir fırsat daha geçse de biz de onlardan uzaklaşsak! Tıpkı onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi…” İşte böyle!.. Allah onlara, kendilerinin yaptıklarını gösterirken içleri yanacaktır. Artık o ateşten çıkacak değillerdir”.(Bakara 2/165–167)

Paralel Dinin Tarihi

Paralel dinin tarihi ilk insana kadar dayanır. Bilindiği gibi Allah meleklere; biri diğerinin yerine geçme arzusu taşıyan yani halife olan bir canlı türü oluşturacağını söyleyince melekler; “Orada çevreyi bozacak ve kan dökecek kimseler mi oluşturuyorsun?[11]diye itiraz ettiler. Canlılarda,diğerinin yerine geçme mücadelesi daha çok erkekler arasında olur ve kanlı biter. Yeni canlı türünde bu mücadelenin; erkekler, kadınlar ve kadınla erkek arasında olacağını anladıklarından melekler korkuya kapıldılar. Ama Allah insanda, meleklerin bilmediği bir özellik olduğunu göstermek için Âdem’e varlıkların isimlerini yani neye yaradıklarını öğrettikten sonra meleklere;“İtirazınızda haklıysanız, bana şunların isimlerini bildirin[12]dedi. Bu söz üzerine İblis dâhil, bütün Melekler Allah’a saygılarını sunarak şöyle dediler:

“Sana içten boyun eğeriz; biz, senin öğrettiğinden başka bir şey bilmeyiz. Bilen sen, yerinde karar veren sensin”(Bakara 2/32)

Allah; “Âdem! Onlara şunların isimlerini bildir” dedi. Âdem onlara o isimleri bildirince Allah şöyle dedi: “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin bilinmeyenlerini bilirim. Neyi açığa vurur, neyi gizli tutarsanız onu da bilirim.”(Bakara 2/33)

Böylece Allah;insanı,niçin yarattığını göstermiş oldu.Yani halifelik yarışı, bilim ve medeniyette olmalıydı. Bu özellik meleklerde bulunmadığından Âdem’i kıskandılar. Âyetteki, “Neyi açığa vurur, neyi gizli tutarsanız onu da bilirim”sözü, bu kıskançlığı gösterir. Allah,melekleri imtihan için Âdem’e secde etmelerini emretti.

“Meleklere: “Âdem’e secde edin” dediğimizde hemen secde ettiler; ama İblis öyle yapmadı; kendini büyük görerek direndi ve kâfirlerden oldu.”(Bakara 2/34)

İblis, özür dileyip tevbe edeceğine “Bunların tekrar dirilecekleri güne kadar bana yaşama hakkı ver.” (Araf 7/14) dedi. İsteği kabul edilince Allah’a şöyle dedi:

“… Ne olursa olsun, onlar için, senin doğru yoluna oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim. Göreceksin, onların çoğu, sana teşekkür etmeyecektir.” (Arâf 7/16–17)

Cinler, sorumlu varlıklardır;Allah’a kulluk etsinler diye yaratılmışlardır[13].Allah’ın görev verdiği cine, melek denir[14]. İblis, Allah’tan uzaklaşınca görevinden de uzaklaştırıldı ve şeytan oldu. Allah’tan uzaklaşan insanlar da şeytan olurlar.

İnsanın İlk İmtihanı

Allah Âdem’i güzel bir bahçeye yerleştirdi. İblis’in kıskançlığı, düşmanlığa dönüşünce Âdem’e dedi ki; “Bak Âdem! Bu sana da, eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun. Burada acıkmaz, çıplak da kalmazsın. Burada susamaz, güneş ışığından etkilenmezsin.” (Taha 20/117-119)

Görüldüğü gibi Âdem’in maddi sıkıntısı yoktu.Melekler ona secde etmiş, secde etmeyen İblis kovulmuş ve özeneceği kimse kalmamıştı. Ama İblis, Âdem’in halifelik özelliğini yani başkasının yerine geçme arzusunu kötüye kullanarak Allah’ın yerine göz dikmesini sağlamaya çalıştı ve fısıltı halinde şunları söyledi: “Bak Âdem! Sana ölümsüzlük ağacını ve yıpranmayacak bir saltanatı göstereyim mi?” (Taha 20/120)

Ölümsüzlük ve yıpranmayacak saltanat yalnız Allah’ta olur. İblis, fısıltıyla söyleyerek yasak ağacın özelliğini anlattığını hissettirdi ama“ O ağaçtan ye” demediği için Âdem’in tepkisine fırsat vermedi. Ayrıca, “Ben ikinizin de iyiliğini istiyorum” diye yemin etti. (Ar’âf 7/21) Sonunda “Âdem Rabbine karşı geldi ve yanlış yola girdi.” (Taha 20/121) O ağaçtan yiyince, eşiyle birlikte bulundukları bahçeden çıkarıldı.

Din Adamlarını Tanrılaştırma Yarışı

İblis, öğretmeni Allah olan Âdem’i kandırdığı yöntemle iyi yetişmiş nice din adamını Allah ile aldatmış ve onları Allah gibi olmaya özendirmiştir. Allah’ın Elçileri içinde bu oyuna gelmiş birini bilmiyoruz ama İblis’in oyununa gelen din adamları, Allah’ın Elçilerini tanrılaştırmakla işe başlamışlardır.

İsa aleyhisselâmın tanrılaştırılması

Paralel dini oluşturmanın ilk adımı Allah’ın Elçisi’ni tanrılaştırmaktır. Onlar insanüstü görüldüklerinden tanrılaştırılmaları kolay olur. “İnsanlara doğru yolu gösteren bir elçi geldiği zaman inanmalarına tek engel, onların şu sözleri olmuştur: “Allah elçi olarak bir insanı mı gönderir?”(İsra 17/94)

Hıristiyanlar İsa aleyhisselamı, bu yüzden tanrılaştırabilmişlerdir. Ama İblis nasıl Âdem’e “Bu ağaçtan ye” demediyse onlar da insanlara “sizin tanrınız budur” dememişlerdir. Mesela Katoliklere göre İsa, Baba’nın elçisi[15], yani Allah’ın Resulü’dür. Baba onu kutsal ruhla meshetmiş, rahip, nebi ve kral yapmıştır[16]. O, kendiliğinden bir şey yapamaz. Her şeyi kendisini gönderen Baba’dan alır[17].

Mesih İsa, gerçek Tanrı ve gerçek insandır. İşte bu nedenle insanlarla Allah arasında tek aracıdır[18]. Şimdi o, Baba’nın yanında Hıristiyanların avukatlığını yapıyor. Onlar lehine aracılık etmek için hep canlıdır. Allah’ın huzurunda daima hazır bulunur[19]. Kendisi aracılığı ile Allah’a yaklaşanları tamamen kurtarmaya gücü yeter[20].”

Şahs-ı Manevînin Tanrılaştırılması

İsa’yı tanrılaştırmanın asıl hedefi, bir dini kurum yani şahs-ı manevi oluşturarak başta olan kişiyi tanrı yapmak ve insanları Allah adına köleleştirmektir. Daha sonra o şahs-ı manevîye katılanlar da tanrılaştırılırlar. Mesela Katoliklere göre İsa’yı Kilise temsil eder. Kilise, hiyerarşik organlardan ve Mesih’in mistik bedeninden oluşan bir topluluktur. Kilisenin, biri insani diğeri ilahi olan iki farklı yapısı vardır[21]. Kilise insanlıkla Allah arasındaki birleşmenin işareti ve aracıdır[22]. Papa’nın bütün Kilise üzerinde tam ve yüce bir yetkisi vardır[23]. Papa, yanılmaz bir otoritedir[24].

Şahs-ı Manevînin Başındaki Kişinin Tanrılaştırılması

Katolikler, şahs-ı manevî olan Kilise’nin başındaki Papa’yı şöyle tanrılaştırırlar:

“Papa, Havari Petrus’un halefi ve episkoposlar kurulunun lideridir. Bu kurulun bütün Kilise üzerinde tam ve yüce bir yetkisi vardır. Bu yetki, yalnızca Papa’nın rızasıyla ortaya konabilir[25]. Her episkopos, Petrus’un halefi ve episkoposlar kurulunun önderi olan Roma episkoposu yani Papa ile birlik içinde görev yapar. Papa ve episkoposlar kurulu yanılmazdır[26]. Papa, Mesih İsa’nın Vekili ve yeryüzündeki bütün Kilise’nin çobanıdır[27]. Papa, “canların üzerinde Tanrısal atama sayesinde yüce, tam, dolaysız, evrensel yetkiye sahiptir”[28].

Alt Kadronun Tanrılaştırılması

Papa tanrı yapıldıktan sonra alt kadroda yer alan papazlar da tanrılaştırılmıştır. Onlara göre “Papazlar “Al­lah’la ilgili konularda insanları temsil etmek için atanırlar[29]” Papazlığın kaynağı Mesih’in bizzat kendisidir. Papazlığı o kurdu; ona yetki, misyon, yönelim ve güç verdi[30]. Papaz, kişisel yetkisiyle insanlara; “Seni Baba’nın adına vaftiz ediyorum, seni bağışlıyorum” diyebilir[31].

Muhammed Aleyhisselâmın Tanrılaştırılması

Hurafeler, bulaşıcı hastalıklar gibidir, çabuk yayılırlar. Ebu Saîd el-Hudrî’nin bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

“Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz arkalarından gideceksiniz.

Dedik ki; “Yahudi ve Hıristiyanlar mı?”

-Ya kim olabilir? dedi[32]”.

Kiliseyi taklid edenlere göre Muhammed aleyhisselam’ın altmış üç sene ile sınırlı varlığından ayrı bir varlığı daha vardır. Ona Hakikat-i Muhammediye denir. “Hakîkat-i Muhammediyye varoluşun baş­langıcıdır. … Allah ile hakî­kat-i Muhammediyye aynı gerçeğin ön ve arka yüzleridir. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakîkat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar ondan ve onun için yaratılmıştır. Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikat­tir… Allah, var veya yok, ezeli ve hâdis şeklinde nitelenmediği halde hakî­kat-i Muhammediyye var ve ezelî diye nitelendiri­lir.

Hakîkat-i Muhammediyye bütün nebile­rin ve velilerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynaktır. Bu hakikat Hak’tan gelen feyzin halka ulaşmasında aracı olur…[33].

Paralel dinde Hakikat-i Muhammediye yerine daha masum gözüken insan-ı kâmil kavramı kullanılır. Çünkü birçok kimse insan-ı kâmil terimini, olgun ve örnek insan diye algılar ama bu terimle Katoliklerdeki Kilise inancına benzer bir inanç oluşturulmuştur. Fethullah Gülen şöyle der: “İnsan-ı kâmil denince, ilk akla gelen Hakikat-ı Muhammediye’dir[34].”

İnsan-ı Kâmil

İnsan-ı kâmil, Katoliklerdeki İsa yerine Muhammed’in konmasıyla oluşturulmuş bir inançtır. Bu inanç sahiplerine göre İnsan-ı Kâmil, Muhammed aleyhisselamdır ama onun tarihi şahsiyeti değil, Âdem balçık halindeyken nebi olan Muhammed, yani Hakikat-i Muhammediyedir. İnsan-ı kâmil, varlığın ve yaratılışın gayesidir. Zira ilâhî irade an­cak onun aracılığıyla gerçekleşir. Eğer in­san-ı kâmil olmasa Allah bilinemezdi. İnsan-ı kâmil, maddî-manevi bü­tün kemâl mertebelerini kapsar. Onun kalbi Arş’a, benliği Kürsü’ye, makamı Sidre-i müntehâya, aklı Kâlem-i a’lâ’ya, nefsi Levh-i mahfûz’a, tabiatı anâsır-ı erbaaya bağlantılıdır[35]”.

Kilise, nasıl yaşayan İsa ise, onlara göre İnsan-ı Kamil de yaşayan Hakikat-i Muhammediye’dir. Derler ki: “İnsan-ı kâmil âlemde daima vardır, birden fazla olmaz. O, eşyayı ve eş­yanın hikmetini olduğu gibi bilir…” “Bu hakikat, her devirde değişen isim ve suretlerde nebi veya veli olarak ortaya çıkar[36].

Her tarikat kendi şeyhini insan-ı kâmil bilir. Fethullah Gülen’e göre “İnsan-ı kâmil; “Allah’ın işlerinin, isimlerinin, özelliklerinin, hatta Allah’ın zatına ait işlerin en parlak aynası demektir.”

Bu, kendini Papa gibi görmektir. Papa, İtalyancada “baba” demektir. Allah’a “Baba” dendiği gibi ona da “Baba” denir. Onlara göre Papa, “canların üzerinde Tanrısal atama sayesinde yüce, tam, dolaysız, evrensel yetkiye sahiptir[37].

Fethullah Gülen şöyle der:

“Aklınıza “İnsan değil miyiz ki?” sorusu gelebilir; fakat potansiyel insan olma başkadır, kişinin bütün istidat ve kabiliyetleriyle Allah’a yakınlaşıp insan-ı kâmil ufkuna ulaşması daha başkadır”[38]. İnsan-ı kâmil, varlıklar ve olaylarla ilgisi ve onlara müdahalesi açısından yeryüzünde Allah’ın tam halifesidir. Bu itibarla o, Hakk’ın gören gözü, işiten kulağı, tutup destekleyen eli olmakla şereflendirilmiştir. O, şefkatle görülüp gözetilme, himaye edilip korunma durumunda bulunan herkesi, bir anne gibi kucaklayıp bağrına basan tam bir merhamet insanıdır… Bütün insanlığa rehber, yol gösterici, hâdî (doğru yola getiren), mehdî, uyarıcı ve müjdecidir.… Onu gören Hakk’ı görmüş, onu seven Hakk’ı sevmiş, ona uyan Hakk’a kulluk neşesine ermiş olur.… İnsan-ı kâmil, âdeta bütün varlığın aklı, kalbi ve ruhu gibidir; onsuz hiçbir şey doğru anlaşılamaz, hiçbir ilim, mârifete dönüşemez ve hiçbir şeyin hayat sırları tam hissedilemez[39].Bütün bunlar insan-ı kâmilin kâinat imamı sayıldığının delilleridir.

SONUÇ

İnsan, kendini muhtaç görmezse taşkınlık yapar. Musa aleyhisselam mucizeler göstemiş, kavmini Firavun’un ağır zulmünden kurtarmıştı.Üstelik suda boğulan Firavun’dan ve ordusundan kalan bütün servete de konmuşlardı. Musa aleyhisselam onlardan 40 günlüğüne ayrılınca, başlarında Harun aleyhisselamı bırakmasına rağmen en bilgilileri ve en dindarları olan Samiri’nın yaptığı buzağıya taparak yoldan çıkmışlardı. İnsanlardaki bu özelliği şu ayetler pek güzel açıklamaktadır:

Yok, yok… İnsan kesinlikle azar; Kendini yeterli görürse eğer.Ama nasıl olsa Rabbinin huzuruna çıkarılacaksın.” (Alak 96/6-7)

Resulüllah’ın vefatından sonra zenginleşen Müslümanlardan bir kısmı yoldan çıktı. Emevi döneminde paralel din oluşmaya başladı. Abbasiler bu oluşumu tamamlayınca Müslümanlar problem çözme yeteneklerini kaybettiler. Bu paralel din, insanları etkileyip yöneticilere kul-köle yaptığından siyasetin desteği ile günümüze kadar varlığını sürdürdü.

Şimdi paralel din mensuplarından bir kesim, daha güçlü siyasi yapılarla işbirliği yapıp paralel devleti oluşturunca büyük tepki aldılar. Eğer dayandıkları siyasi yapı, Müslümanlara ait olsaydı herkes onları birer kahraman sayardı.

Bu yeni yapı gerçekten çok tehlikelidir. Bunların “Dinlerarası Diyalog”  dedikleri şeyin önşartı Kur’an’ın dışlanmasıdır. 10.3.2009 tarihinde Vatikan’da, Vatikan Başbakanı ve Dinlerarası Dialog Kurulu Başkanı Kardinal Jean-Louis Pierre Tauran ile yaptığım görüşmede bana; “Kur’an’a uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz” demişti. O gün, Türk ve Alman bilim adamlarından oluşan heyetimizin yanında Gülen cemaatinin Roma’daki Diyalog merkezinin yetkilileri de vardı. Onlar o kardinalin kendi başkanları olduğunu söylemiş ve onun bu sözlerine hiçbir tepki vermemişlerdi. Ben gereken cevabı verdim ama Gülen cemaatinin bunu çoktan kabul ettiğini görmenin üzüntüsünü de yaşadım. Cemaat mensuplarından Reşit Haylamaz’ın Resulullah’ın, ümmeti arasında bile kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçındığını iddia etmesi[40], bunu nasıl içselleştirdiklerini gösterir. Yani onlara göre Resulullah, Allah’ın açık emirlerine rağmen “Allah’tan başka ilah yoktur” demekle yetinilebileceğini söylemiş “Muhammed Allah’ın Elçisidir” denmesini şart koşmamıştır.

Muhammed aleyhisselam, Kur’an’ı getirdiği için Allah’ın Elçisi’dir. Onun Elçiliğinin önemsenmemesi, Kur’an’ın önemsenmemesidir. Bu, Allah’ın Elçisine inanmayı emreden çok sayıda âyete aykırıdır. O ayetlerden biri şudur:

“Müminler! Allah’a, Elçisine; o Elçi’ye indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitaplara inanın. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü görmezlik eder de kâfir olursa işte o gerçekten iyice sapıtmış demektir.”(Nisa 4/136)

Hiç unutmamak gerekir ki, paralel yapı, paralel dinin ürünüdür. Böyle bir din üretilmeseydi kimse, dindarca bir bağlılıkla bu yapının bir parçası olmazdı.

Paralel yapı, iktidara şirk koşmaktır. Kendierine koşulan şirke karşı mücadele edenler, Allah’a koşulan şirke karşı aynı kararlılıkla mücadele etmezlerse yarın Allah’ın huzurunda mahcup olurlar.

Emevilerden beri Müslümanların bir numaralı problemi paralel dindir. Bugün İslami İlimler diye bilinen şeylerin çoğu, bu paralel din tarafından üretilmiştir. Bu yüzden müslümanlar, sağlıklı düşünme ve problem çözme yeteneklerini kaybetmişlerdir. Paralel din temizlenmez, Kitap ve Sünnete dayalı gerçek İslam dini ortaya çıkarılmazsa müslümanlar, problemlerinin çözümünü, kendilerini sömüren kişilerde aramaya devam edeceklerdir.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

KAYNAK:  Abdulaziz Bayındır, “Paralel Dinin Kainat İmamı: Kutbu Âzam”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Nisan-Haziran 2014, Sayı: 5, s. 1-6.
 
_____________________________________________


[1]Hûd 11/2,26; Yusuf12/40; İsrâ 17/23; Yasin 36/60-61; Fussilet 41/14; Ahkâf 46/21.

[2]Hasan Kamil YILMAZ, Altınoluk Mecmuası, Aralık 1995.

[3]Fethullah GÜLEN, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul 2011, c. III, s. 57.

[4] Fethullah GÜLEN, a.g.e. c. III, s. 59-61.

[5]Fethullah GÜLEN, a.g.e. c. III, s. 55-56.

[6]Fethullah GÜLEN, a.g.e. c. III, s. 51.

[7]http://www.youtube.com/watch?v=kXc3pea0a3Q

[8]Fethullah GÜLEN, a.g.e. c. III,  s. 54.

[9] Süleyman Uludağ, Rical’ul-gayb, TDV İslam Ansiklopedisi.

[10]Fethullah GÜLEN, a.g.e. c. III, s. 54-55.

[11] Bakara 2/30.

[12]Bakara 2/31

[13] Bkz. Zariyât 51/56

[14] Melek  (ألَك يألَك) kökünden olup haber götüren anlamındadır. Aynı kökten gelen (ألُوك)ise mektup veya haber anlamındadır. Meleklerde, Allahtan haber ve bilgi getirirler. Bkz. Müfredat, Tehzîb’ul-luğa ve Kitab’ul-Ayn (ألَك) md.

[15]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik PAMİR, İstanbul 2000, par. 858.

[16]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 783.

[17]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 859.

[18]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 480.

[19]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 519.

[20]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 2634.

[21]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 771.

[22]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 775.

[23]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 877, 880, 883.

[24]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 891.

[25]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 877, 880, 883.

[26]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 891.

[27]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 936.

[28]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 937.

[29] İncil,İbranilere Mektup, 5/1.

[30]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 874

[31]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 878.

[32]Buhârî, İ’tisam bi’s-Sünne, 14.

[33] MEHMET DEMİRCİ, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Hakikat-i Muhammediyye maddesi.

[34]Fethullah Gülen, a.g.e. c. II, s. 296-310.

[35] Hasan Kâmil YILMAZ, İnsânı Kâmil, Altınoluk Mecmuası, Temmuz 1996, sayı,125;s. 31. 

Arş: Tüm âlemi kuşatan, insan aklının kavrayamayacağı en yüksek kat, gökler, Cennet, Sidre ve Kürsü hep onun altında düşünülür. Kürsü: Allah’ın kudret ve hâkimiyetinin sembolü. Sidre-i müntehâ: Yedi kat göğün üstünde bir makam, Cennet’ül-me’vâ onun yanındadır. Kâlem-i a’lâ: İlahi bilgilerin yazıldığı en yüksek kâlem. Levh-i mahfûz: Allah’ın ilminin, kâinatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu levha. Anâsır-ı erbaa: Maddi âlemin kendisinden meydana geldiğine inanılan toprak, su, hava ve ateş.

[36]Hasan Kâmil YILMAZ, a.g.e, s. 31. 

[37]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri,  par. 937.

[39]Fethullah Gülen, a.g.e. c. II, s. 296-310.

[40]Reşit Haylamaz, Gönül Tahtının Eşsiz Sultanı Efendimiz, s. 252.