Yazar Hakkında
Abdulaziz Bayındır
YOLCULUKTA VE KORKU HALİNDE NAMAZ
Namaz, Adem aleyhisselamdan beri devam edegelen bir ibadettir. Allah Teâlâ namazı, bütün ümmetlere emretmiştir.
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاءَ وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ
“Onlara, dine bir şey katmadan ve yanlış yola sapmadan Allah’a kulluk etmeleri, namazı düzgün ve sürekli kılmaları ve zekâtı vermeleri dışında bir emir verilmedi. Doğru din işte budur.” (Beyyine, 98/5)
وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ.
“Musa ile kardeşine şunu vahyettik: Siz ikiniz Mısır’da halkınız için evler hazırlayın. Evlerinizi, kıbleye yönelik yapın; namazı düzgün ve sürekli kılın.” (Yunus 10/87)
İsa aleyhisselâm, beşikte iken, bir mucize olarak yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا
“Nerede olursam olayım (Allah) beni değerli kıldı; yaşadığım sürece bana namaz ve zekât görevi yükledi.” (Meryem, 19/31)
İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile eşi Hacer’i Mekke’ye yerleştirdiğinde şu duayı yapmıştı:
رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ
“Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını senin dokunulmazlığı olan Beyt’inin[1] yanında, çorak bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz bunu, namazı düzgün ve sürekli kılsınlar diye yaptım.” (İbrahim 14/37)
İsmail aleyhisselamın bu duaya uygun hareket ettiğini de şu ayetten öğreniyoruz:
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ إِسْمَاعِيلَ إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَّبِيًّا . وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِندَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا .
“Bu kitapta İsmail’i de anlat. O, sözünü tutmuştu[2]; nebi olan elçiydi. Ailesine namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbinin katında beğenilen bir kişiydi.” (Meryem 19/54-55)
Mekkeliler, İsmail aleyhisselamın soyundan oldukları için namazı bilmiyor olmaları düşünülemez.
A- BEŞ VAKİT NAMAZ
Mekke’de inen şu ayet, farz namazların beş vakit olduğunu, açıkça ortaya koymuştur:
وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّـيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
“Namazı, gündüzün iki bölümünde[3] ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, bilgisini kullananların akıllarında tutmaları gereken doğru bilgidir.” (Hud 11/114)
Gündüzün ilk bölümü, güneşin tepe noktasından batıya kayması ile başlayan öğlen vakti (İsra 17/78), ikincisi de güneşin batması ile biten ikindi vaktidir. Güneşin batmadığı kutup bölgelerinde ikindi vaktinin bitişi, havanın sakinleşmeye ve kuşların yuvalarına dönmeye başlaması ile anlaşılır.
“Gecenin gündüze yakın vakitleri” ifadesinde yakınlık anlamında olan kelime “zülfe”nin çoğulu “zülef = زلف”tir[4]. Arapçada çoğul en az üçü gösterdiği için gecenin gündüze yakın vakitlerinde en az üç namaz kılmak gerekir. Bunlar akşamın alacakaranlığında kılınan akşam ve yatsı namazları (İsra 17/78) ile sabahın alacakaranlığının başlamasından sonra doğu ufku boyunca uzayan siyah ve beyaz kuşakların birer çizgi ile ayrıldığında vakti giren sabah namazıdır (Bakara 2/187, İsra 17/78).
Gecenin gündüze yakınlığı, alacakaranlıkla anlaşılır. 45 derece enlemden sonra beyaz gecelerin oluştuğu yaz günlerinde ise gündüze yakınlık, akşamleyin havanın sakinleşmeye, kuşların yuvalarına dönmeye başlaması ile başlar ve havanın, gündüze göre en soğuk vaktine ulaşmasıyla biter. Sabah namazının vakti de doğu ufku boyunca uzayan siyah ve beyaz ışık çizgilerinin netleşmesinden havadaki sakinliğin sona ermesine kadar sürer. Akşamın alacakaranlığının bitmesi ile yatsı vakti biter ve gecenin en uzun bölümü başlar. Artık imsak vaktine kadar kılınacak bir farz namaz yoktur. Bu vakitte sadece gece namazı kılınır (İsra 17/78-79).
Medine’de inen şu ayette de Allah Teâlâ, namazın beş vakit olduğunu, rekat sayılarını ve başka özelliklerini, aritmetiksel olarak göstermiştir:
حَٰافِظُوا۟ عَلَى ٱلصَّلَوَٰتِ وَٱلصَّلَوٰةِ ٱلْوُسْطَىٰ وَقُومُوا۟ لِلَّهِ قَٰنِتِينَ.
“Namazları ve en orta namazı düzgün ve sürekli kılın ve daima Allah’a içten boyun eğenlerden olun.” (Bakara 2/238)
Bu ayette, “en orta” diye anlam verdiğimiz el-vustâ = الْوُسْطَى kelimesine herkes “orta” anlamı verir. Halbuki kelime, ism-i tafdildir. İsm-i tafdil, aynı özelliği taşıyan iki veya daha fazla şeyden birinin o özellikte diğerinden üstün olduğunu gösteren isim kalıbıdır. Türkçedeki “daha büyük, en büyük; daha tatlı, en tatlı” şeklindeki söz kalıbının karşılığıdır.
Namazlardan birinin “en orta namaz” olması için diğerlerinde de “orta namaz” olma özelliğinin bulunması gerekir. Gerçekten de beş vakit namaz, bir çemberin çevresindeki beş nokta gibidir. Hangisini ortaya koysanız, diğerlerinden ikisi öncesine, ikisi de sonrasına gelir.
“En orta namaz” akşam namazıdır. Çünkü Kur’an, Arap dili ile indirilmiştir (Yusuf 12/2, Şûrâ 42/7). Arap dilinde gündüz, Güneşin doğuşu ile batışı arasındaki vakit, gece de Güneşin batışı ile doğuşu arasındaki vakittir[5]. Önce gündüz sonra gece gelir (Yasin 36/40). Günün ilk namaz vakti, Güneşin batıya kaydığı öğlen vaktidir (İsra 17/78). Akşam namazı, gündüzün bittiği ve gecenin başladığı vakitte kılınır. Ondan önce iki gündüz namazı olan öğle ile ikindi, ondan sonra da iki gece namazı olan yatsı ve sabah namazı kılınır. Bu sebeple “en orta namaz” akşam namazıdır.
Gelenekte, şer’î gündüz diye bir tanımlama yapılarak gündüz, imsak vakti ile başlatılmış ve sabah namazı, günün ilk namazı, yatsı da son namaz sayılmıştır. Bu tanım kabul gördüğü için ikindi namazının orta namaz olduğu konusunda neredeyse görüş birliği oluşturulmuştur[6].
Bakara 2/238. ayette geçen “namazlar = الصَّلَوَات” kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul, üç ve daha fazlasını gösterir. “En orta namaz” sözü, “namazlar” sözüne bir bağlaç ile bağlanmış yani atfedilmiştir. Bağlanan /matuf ile bağlanılan kelime /matuf’un aleyh birbirinden farklı olduğundan Türkçe açısından anlam şöyledir: “Namazları, bir de en orta namazı kılın!” Üçten sonra ortası olan ilk rakam beş olduğu için bu ayete göre de günlük namaz sayısı beş olur.
Ayetlerde öğlenin başı ve ikindinin sonu, kesin olarak belirtilmiş ama onları ayıran vakitten söz edilmemiştir. Aynı şey, akşam ve yatsı vakitleri için de geçerlidir. Bu sebeple öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı, birleştirilerek de kılınabilir. Abdullah b. Abbas’ın şöyle dediği rivayet olunur:
«Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de öğle ile ikindiyi akşamla yatsıyı birleştirdi. Ne korku vardı, ne yağmur.[7]»
B- KORKU HALİNDE NAMAZ
Hiçbir namaz, vaktinin dışında kılınamaz. Bunun tek istisnası unutan veya uyuya kalanın namazıdır. Nebimizin bu konuda şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kim bir namazı, unutur veya uyuya kalır da kılamazsa, onun keffareti /yapması gereken, hatırladığı zaman kılmasıdır[8].”
Unutma ve uyuya kalma dışında namazların kaza edileceğini gösteren tek bir delil yoktur.
Allah Teâlâ, yolcuya ve korku içinde olana kolaylık getirerek namazı vaktinde kılma fırsatı vermiştir. İki türlü korku vardır, biri genel korku, diğeri de yolculukta ortaya çıkan korkudur.
1- GENEL KORKU
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
حَٰافِظُوا۟ عَلَى ٱلصَّلَوَٰتِ وَٱلصَّلَوٰةِ ٱلْوُسْطَىٰ وَقُومُوا۟ لِلَّهِ قَٰنِتِينَ . فَإِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا أَوْ رُكْبَانًا ۖ فَإِذَآ أَمِنتُمْ فَٱذْكُرُوا۟ ٱللَّهَ كَمَا عَلَّمَكُم مَّا لَمْ تَكُونُوا۟ تَعْلَمُونَ
Namazları ve en orta namazı düzgün ve sürekli kılın ve daima Allah’a içten boyun eğenlerden olun. Eğer korkarsanız (namazı) yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca Allah’ı, bu konuda bilmediğinizi size öğrettiği gibi zikredin.” (Bakara 2/238-239)
Allah Teâlâ burada bir korku tanımı yapmamıştır. Namazı, vakti içinde düzgün kılmaya engel bir korku ortaya çıktığında namaz, yürürken veya bir binek üzerinde kılınabilir. O sırada kişi, atını veya otomobilini sürüyor da olabilir. Kıble tarafına dönemiyorsa, kıbleye dönmeden kılar.
Ayetteki: “Güvene kavuşunca Allah’ı, bu konuda bilmediğinizi size öğrettiği gibi zikredin” emri, namazdaki zikrin nasıl yapılacağını Allah’ın öğrettiğini gösterir. O ayetler aşağıda gelecektir.
2- YOLCULUKTA DÜŞMAN KORKUSU
Yolculukta, düşmanların veya eşkiyanın saldırma tehlikesi ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda kılınacak namaz ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِذَا ضَرَبْتُمْ فِي الْأَرْضِ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَقْصُرُوا مِنَ الصَّلَاةِ إِنْ خِفْتُمْ أَنْ يَفْتِنَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا، إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُوا لَكُمْ عَدُوًّا مُبِينًا.
“Yolculuğa çıktığınızda, kâfirlik edenlerin /ayetleri görmezlikte direnenlerin size saldırmasından korkarsanız, o namazı /yolculukta kıldığınız namazı, kısaltmanızda bir günah yoktur. Kâfirler, sizin açık düşmanınızdır.” (Nisa 4/101)
İnsan, bulunduğu yerden, ya başka bir yere gitmek ya da bir savaşa katılmak maksadıyla ayrılır. Kur’an, başka bir yere gitme maksadıyla yola çıkanlar için “darb fi’l-ard = ضرب في الأرض” sözünü kullanır (Bakara 2/273, Al-i İmran 3/156, Maide 5/106, Müzzemmil 73/20). Savaş için yola çıkan kişi müslüman ise, Kur’an’da bunu ifade söz, “kıtal fî sebîl’illah = قتال في سبيل الله = Allah yolunda savaşma” (Müzzemmil 73/20) sözüdür. Eğer müslüman değilse, kıtal = قتال (Bakara 2/190) veya gazv = غزو sözlerini kullanır (Al-i İmran 3/156). Bunları dikkate almayanlar, Nisa 101, 102 ve 103. ayetlerin birbiriyle ilişkisini, bir şekilde kopararak zihinleri karıştırmakta ve namazın sadece savaş sırasında kısaltılacağı gibi Kur’an’a ve Nebimizin uygulamalarına ters bir sonuca varmaktadırlar. Halbuki Nisa 101, 102 ve 103. ayetlerin, savaş için yola çıkmakla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayetler, yolculuk sırasında yolun düşman tarafından kesilmesi halinde namazın nasıl kılınacağı ile ilgilidir.
Allah Teâlâ, düşman tehlikesi ile karşılaşan yolcuların, namazı nasıl kılacaklarını şöyle açıklamıştır:
وَإِذَا كُنْتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلَاةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ، وَلْتَأْتِ طَائِفَةٌ أُخْرَى لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ، وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً، وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ كَانَ بِكُمْ أَذًى مِنْ مَطَرٍ أَوْ كُنْتُمْ مَرْضَى أَنْ تَضَعُوا أَسْلِحَتَكُمْ، وَخُذُوا حِذْرَكُمْ، إِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا.
“(Ey Muhammed!) İçlerinde olur da namazı onlar için (senin imamlığında kılmaları için) tam kılarsan, bir kısmı seninle birlikte namaza dursunlar ama silahlarını kuşansınlar. (Onlar ilk rekattaki) Secdeleri yaptıklarında da derhal etrafınıza dağılsınlar. (Nöbeti devralsınlar). Namazı kılmamış olan öbür kesim hemen gelsin, onlar da (namazın kalan kısmını) seninle kılsınlar ama tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kâfirlik eden/ayetleri görmezlikte direnen o kimseler isterler ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da size ani bir baskın yapsınlar. Yağmurun verdiği bir sıkıntıdan veya hasta olmanızdan dolayı silahlarınızı bir yere koymanızın günahı olmaz ama yine de tedbiri elden bırakmayın. Allah o kâfirlere, küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır.” (Nisa 4/102)
Bir önceki ayete göre, düşmanın saldırma tehlikesi karşısında kalan yolculardan dileyen namazı kısaltır, dileyen de kısaltmaz. Bu ayete göre ise Muhammed aleyhisselam, böyle bir durumda namazı kısaltmayarak yolcuların hepsine imamlık yapmak isterse onları ikiye ayıracak, bir kesimi düşman karşısında nöbet tutarlarken diğerleri onun arkasında namaza duracaklardır. Birinci kesim, ilk rekatin secdelerini yapınca namazı kılmış olacak ve derhal ikinci kesimden nöbeti devralacaktır. Onlar da gelip Nebimize uyacak ve namazın kalan kısmını onunla beraber kılacaklardır.
Ayetteki “Namazı kılmamış olan öbür kesim hemen gelsin, onlar da seninle namaz kılsınlar” emri çok önemlidir. Burada, bir rekat da onlar kılsınlar denmiyor. Namazın kalan kısmını kılsınlar deniyor. Çünkü onlar nebimiz gibi, secdelerin arkasından oturup duaları okuyacak sonra dağılacaklardır. Eğer akşam namazı kılınıyorsa Nebimizle birlikte, kalan iki rekatı kılacaklardır.
C- REKAT SAYILARI
Güvene kavuştuğunuzda namazı tam kılın. (Nisa 4/103) buyurulduğu için korku geçince yolcular, akşam namazı dışındakileri iki rekat kılacaklardır. Bu, yolcular için kısaltma değil, namazı tam kılmadır. Nebimiz yolcu iken namazlarını hep böyle kılmıştır.
Şu ayete göre namazlar, en az iki rekat kılınır.
فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ . وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ.
(Ya Muhammed!) Ne derlerse desinler sen sabret /duruşunu bozma. Güneş doğmadan önce (akşam, yatsı ve sabah vakitlerinde) bir de batmadan önce (öğle ve ikindi vakitlerinde), her şeyi mükemmel yaptığından dolayı Rabbine tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da ona tesbih et. (Kaf 50/39-40)
Tesbih, Allah’a kullukta acele davranmaktır[9]. Bu emir, farz ibadetleri de nafileleri de kapsar[10]. Ayetteki “Gecenin bir bölümünde” ifadesi, gece namazı ile ilgilidir. Bir müddet uyuduktan sonra kılınan gece namazına teheccüd denir. Teheccüd namazı Nebimize farz kılınmış (İsra 17/79), her müslümana da tavsiye edilmiştir[11].
Yukarıdaki ayetin şu ifadesine göre namazlarda rekat sayısı en az ikidir.
وَأَدْبَارَ السُّجُودِ
Secdelerin arkasından da (ona tesbih et)
Burada secdeler anlamı verilen kelime السجود = es-sücud’dur. Arapçada çoğul, üç ve daha fazlasını gösterdiğinden bu ayetteki tesbih emri, en az dört secdeden sonra yerine getirilebilir. Çünkü Nisa 102 ve 103. âyetlere göre her rekatta iki secde yapmak farzdır. Bu konu aşağıda anlatılacaktır. Bu ayetlerden dolayı her iki rekattan sonra oturup zikirde bulunmak farz olur. Bunun böyle olması, yolculuktaki korku hali dışında, namazların en az iki rekat kılınması gerektiğinin delilidir.
Akşam namazının rekat sayısı üçtür. Bu, onun en orta namaz (Bakara 2/238) olmasının gereğidir. Çünkü üç, ortası olan ilk rakamdır. 3 rakamı, 2 ile 4’ün de ortasında yer alır. Akşam namazının en orta namaz olması, namazlardaki rekat sayılarının en az iki, en çok dört olmasını gerektirir.
Her rekatta iki secde olduğu için akşam namazında altı secde olur. 6 rakamı, iki rekatlı namazın secde sayısını gösteren 4 ile, dört rekatlı namazın secde sayısını gösteren 8’in ortasında yer alır. Bu açıdan da rekat sayıları en az iki, en çok dört olur.
Bütün bunlara göre, iki rekatlık sabah namazında bir oturuş; öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarında da iki oturuş yaparak zikirleri okumak farz olur. Akşam namazı üç rekattır. Üçüncü rekat, altı secde ile bittiği için altıncı secdeden sonra oturup zikirleri okumak da farzdır.
D- ZİKİR İÇİN NAMAZ
Allah Teâlâ’nın Musa aleyhisselama ilk emri şu olmuştur:
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي
“Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve beni zikir için namazı düzgün ve sürekli kıl!” (Taha 20/14)
Arap dilinde bir şeyi, sonuçları ile birlikte düşünüp kavramaya marifet[12], o marifeti, zihinde tutmaya veya dile getirmeye zikir denir[13]. Bu sebeple zikir, kafaya yerleştirilecek doğru bilgidir. İlahi kitaplar, o bilgilerden oluştuğu için hepsinin ortak adı zikirdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ
“Yoksa Allah ile aralarına giren ilahlar mı edindiler! De ki: ‘Delilinizi getirin. Benimle birlikte olanların zikri budur /Kur’an’dır. Bu, benden öncekilerin de zikridir.’ Aslında çoğu, bu gerçeği bilmez de onun için yan çizer.” (Enbiya 21/24)
Allah’ı zikir, Kur’an ayetlerini ve o ayetlere uygun duaları okumaktır. Okumak, anlamak içindir. Kur’an’ı anlamak, müslümanların gündeminden çıkarıldığı için artık Kur’an okumak, onu anlamadan seslendirmektir. Kur’an’dan iyice uzaklaştırılmış din anlayışı, ancak bu şekilde ayakta kalabilir. Şu ayeti dikkatle düşünenler, Allah’ın kitabını anlamadan okumanın, gerçek bir okuma olamayacağını kavrarlar:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ
“Biz, her resulü /elçiyi ancak kendi halkının dili ile gönderdik ki (ayetleri) açık açık anlatsın. ” (İbrahim 14/4)
Resul (رسول), “gönderilen” demektir. Bir bilgiyi iletmek için gönderilen elçiye resul dendiği gibi onunla gönderilen bilgiye de resul denir[14]. Bugün bizim aramızdaki resul, Kur’an’dır. Bu ayete göre Kur’an’ı, her topluma kendi dili ile ulaştırmak gerekir (En’am 6/130, Araf 7/35-36).
Namazdaki zikir ile ilgili ayetlerden biri şöyledir:
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Bu Kitap’tan sana vahyedileni bağlantılarıyla oku[15], namazı da düzgün ve sürekli kıl. Namaz, cinsel günahları[16] ve kötü işleri engeller. Allah’ın zikri (Kitabı) elbette her şeyden büyüktür. Allah, yaptığınız her işi bilir.” (Ankebût 29/45)
Namazın kişiyi, cinsel günahlardan ve kötü işlerden engellemesi, ancak ayetleri ve duaları, anlayarak okumakla gerçekleşebilir. Böyle bir namaz, tam bir öğrenim faaliyeti olur.
E- NAMAZIN RÜKÜNLERİ
Rükün, bir şeyin ana unsuru, olmazsa olmazıdır. Namazın rükünleri kıyam, rüku, secde ve oturuşlarda yapılan zikirlerdir. Bir de namazın şartları vardır, onları namaza başlamadan yerine getirmek gerekir. Namaz kılacak kişi cünüp ise yıkanır, cünüp değilse abdest alır. Abdest alacak veya yıkanacak durumda değilse teyemmüm eder (Maide 5/6). Elbisesini giyer (A’raf 7/31) ve namaz kılmaya karar verir. Kişinin bu kararı niyettir. Bundan dolayı, niyeti tarif eden bir ayet veya hadis yoktur. Sonra kıbleye yani Mescid-i Haram’ın bulunduğu yöne yönelir (Bakara 2/149-150).
Namazda elbisenin, bedenin ve namaz kılınan yerin temiz olması çok güzel olur. Ama durum ve şartlar ne olursa olsun, namaz ertelenemediği için bunu şart koşan bir ayet veya hadis yoktur.
Allah Teâlâ, yolcuların düşman karşısında, bir rekatlık namazı nasıl kılacaklarını, şöyle açıklamıştır:
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ، فَإِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ، إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
“O (bir rekatlık) namazı kılarken[17] Allah’ı ayakta, otururken ve yanlarınız üzerinde zikredin. Güvene kavuştuğunuzda namazı tam kılın. Çünkü namaz, müminlere, vakitle sınırlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa 4/103)
1- KIYAMDA ZİKİR
Allah, her bir rekatta zikrin nasıl yapılacağını şöyle anlatmıştır:
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا
“O namazı kılarken Allah’ı kıyamda… zikredin. (Nisa 4/103)
Kıyam, ayakta durmaktır. Kıyama “Allahu ekber” ile başlanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً . وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا.
Namazında sesini ne çok yükselt ne de iyice kıs; ikisinin arasında bir yol tut[18]. De ki: “Elhamdulillah /Her şeyi mükemmel yapmak Allah’ın özelliğidir[19]. O, çocuk edinmemiştir. Hakimiyette ortağı yoktur. İhtiyaçtan dolayı edindiği bir velisi de yoktur. Onu yücelttikçe yücelt /Tekbir getirerek ona gereği gibi saygıda bulun!” (İsra 17/110-111)
Her mümin Allah’ın gücünü, kudretini ve yüceliğini iyi kavramak ve aklından çıkarmamak için namaza başlarken ve bir rükünden diğerine geçerken “Allahu Ekber = Allah en büyüktür” der.
Her rekatta Fatiha suresi okunur. Fatiha, Kur’an’ın bir özetidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
لَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ
Sana o mesânîden yedisini, o muazzam ayet kümesini verdik. (Hicr 15/87).
Mesânî, ikişerliler demektir. Ayetler, muhkemler yani kısa ve özlü hükümler içerenler ve onlarla benzeşen ayetler /müteşâbihler ile (Âl-i İmran 3/7) ikili kümeler oluşturulacak özelliktedir (Zümer 39/23). Bilenlerden oluşan bir ekip, bir konu ile ilgili ayetleri, mesani yöntemiyle bir araya getirerek Kur’an’ın gösterdiği çözümlere ulaşabilir (Fussilet 41/3).
Fatiha’nın her bir ayetinin benzeştiği çok sayıda ayet vardır. Bu benzeşme Fatiha’yı, Kur’ân’ın özeti yapar. Nebîmizin (a.s.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “El-hamdu lillâh /Fatiha Suresi bana verilmiş yedi mesânî, muazzam ayet kümesidir[20].”
2- YANLAR ÜZERİNDE ZİKİR
Yanlar üzerinde zikir, rüku ve secde halinde olur. Ayetin ilgili bölümü şöyledir:
فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ …. وَعَلَى جُنُوبِكُمْ
“O namazı kılarken Allah’ı… yanlarınız üzerinde iken (zikredin). (Nisa 4/103)
‘Yanlar’ anlamı verilen kelime, ‘cenb = جنب’in çoğulu olan ‘cünub = جنوب’dur. Arapçada çoğul, üç veya daha fazlasını gösterdiğinden insanın yanları, iki kolu ile iki bacağı olur. Çünkü bu sayıya onlardan başkası uygun düşmez. Nitekim kurban bayramı kurbanı ile ilgili olan şu ayette cünub kelimesi, kurbanlık hayvanın kol ve bacakları anlamında kullanılmıştır.
وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُم مِّن شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Size (Muhammed ümmetine[21]) de bedence gelişimini tamamlamış en’amı (koyun, keçi, sığır ve deveyi)[22] Allah’a kulluğun simgelerinden yaptık. Onlarda yararlanacağınız şeyler vardır. Sıra sıra dururlarken üzerlerine Allah’ın adını anın[23]. Cünubu (kol ve bacakları) hareketsiz hale gelince onlardan yiyin, ihtiyacı olana da olmayana da yedirin[24]. Şükredesiniz /Görevlerinizi yerine getiresiniz diye onları bu şekilde sizin hizmetinize verdik.” (Hac 22/36)
Sıra sıra duran kurbanlık hayvanlar üzerine Allah’ın adı, onları yere yatırmadan, göğüs kemiğinin üstündeki boşluğa bıçağı saplayıp atardamar ve toplardamarlarını keserken anılır. Bu durumda hayvan, kesildiğini anlamadan yere yığılıp çırpınmaya başlar. Cünubu yani kol ve bacakları hareketsiz hale gelince etleri, kemiklerinden ayırt edilir.
Kişinin yanları da kol ve bacaklarıdır. Vücut, kol ve bacaklar üzerinde iki şekilde durabilir. Birincis rükuda olur. Dizler ve dirsekler dik tutulur, eller dizlerin üzerine konunca gövde, kol ve bacaklar üzerine gelir ve rüku hali başlar.
İkincisi de secde halinde olur. Secde için önce dizler, sonra eller yere konur. Arkasından alın, iki elin arasına gelecek şekilde yere yerleştirilir. Bu sırada karın bölgesi dizlerden uzak tutularak gövdenin kol ve bacaklar üzerine gelmesi sağlanır ve zikre başlanır.
Rüku ve secdedeki zikirlerle ilgili ayetler şunlardır:
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ
Öyleyse çok büyük olan Rabbinin ismiyle tesbihte bulun! (Vakıa 56/74, 96, Hakka 69/52)
سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْأَعْلَى
En yüce olan Rabbinin ismine /özelliklerine boyun eğ! ( (A’la 87/1)
Bu ayetler inince Nebimiz, rükuda “sübhane rabbiye’l-azim” secdede “sübhane rabbiy’el-a’lâ” demeyi emrettiği ve secdede kişinin rabbine en yakın konumda olduğunu bildirerek “secdede duayı çoğaltın” dediği rivayet edilmiştir[25].
3- OTURURKEN ZİKİR
Namazda iki türlü oturma vardır, biri iki secde arasında, diğeri de en az dört secdeden sonra yapılır.
Bir rekatlık namazı tarif eden Nisa 104. ayetteki “Allah’ı oturur halde zikredin” (Nisa 4/103). emri, iki secde arasındaki oturma ile ilgilidir. Çünkü düşmanın baskın yapacağı korkusu ile ikiye ayrılan yolcuların birinci kesimine şu emir verilmiştir:
فَإِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ،
“Secdeyi yaptıklarında derhal etrafınıza dağılsınlar (nöbeti devralsınlar). (Nisa 4/102)
Birinci rekât secde ile biter. Onlar, secdenin hemen arkasından nöbeti devralacakları için “Allah’ı. oturur halde zikredin” (Nisa 4/103) emri, ancak iki secde arasında oturarak yerine getirilebilir. Bu da her rekatta iki secde yapmayı ve secdeler arasında oturup zikirde bulunmayı farz kılar. İki secde arasında Nebimizin, şu zikri yaptığı rivayet olunmuştur:
رَبِّ اغْفِرْ لِي رَبِّ اغْفِرْ لِي
Rabbim beni bağışla! Rabbim beni bağışla![26]
Sonuç olarak Nisa 103. ayet; kıyamda, rükuda, secdelerde ve iki secde arasında Allah’ı zikretmenin yani Allah ile ilgili doğru bilgileri dile getirmenin farz olduğunu gösterir.
Namazda oturma işi, en az dört secdeden sonra yapılır. Bununla ilgili ayetler, ‘Rekat Sayıları’ başlığı altında, ayrıntılı olarak anlatıldı.
Sağımızda ve solumuzda görevli melekler vardır, onlar bizim her şeyimizi kayda geçirirler (Kaf 50/17-18) Melekleri Allah, elçi olarak görevlendirmiş (Fatır 35/1) ve “Elçilere selam olsun” (Saffat 37/181) buyurmuştur. Bu sebeple biz de namazı bitirince sağa ve sola döner, amellerimizi yazan meleklere “es-selamu aleyküm ve rahmetullah” deriz.
SONUÇ
Namaz, Adem aleyhisselamdan beri devam eden ibadettir. ِِUyuya kalma ve unutma dışında mutlaka, vaktinde kılınması gerekir. Sabah namazını iki rekat; öğle, ikindi ve yatsı namazlarını dört rekat, akşam namazını da üç rekat olarak kılmak gerekir. Yolculukta Akşam namazı dışındaki namazlar iki rekattır. Sünnet namazlar olarak bildiğimiz nafile namazları kılmak farz değildir ama kılınması çok iyi olur (Taha 20/130, İnsan 76/26 ).
Namazla ilgili ayetlerin hiçbirinde kadın-erkek ayırımı yoktur. Rükuda kadınların az eğilmesi, secdelerde kollarını yanlarına yapıştırmaları ve karınlarını dizlerine kapamaları diye bir şey olamaz.
Allah Teâlâ, Muhammed aleyhisselamı, her konuda bize örnek yapmış ve şöyle buyurmuştur:
“Sizin için, Allah’tan ve ahiret gününden beklentisi olanlar ve Allah’ı çokça zikredenler /Allah’ın kitabını anlayarak, çokça okuyanlar için Allah’ın resulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21)
Allah’ın Elçisi Muhammed aleyhisselam, her konuda olduğu gibi namaz konusunda da bizim için örnektir. Bu sebeple ondan gelen sahih rivayetler çok önemlidir. Kur’an’ı iyi bilenler, o rivayetleri ilgili ayetlerle karşılaştırıp halkı doğru bilgilendirmelidirler.
Allah bizi, Muhammed aleyhisselamı kendine örnek alarak Kur’an’ı doğru anlayan, ona gereği gibi uyan ve ölünceye kadar kendine tam teslim olan kullarından eylesin.
Abdulaziz BAYINDIR
—————————————————————————————-
[1] Arap dilinde beyt, gece kalınabilecek yerdir (Müfredât). “İnsanlar için kurulan ilk Beyt, Bekke’dedir” (Al-i İmran 3/96). “Bir yolunu bulanların o Beyt’te hac yapması, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.” (Al-i İmran 3/97). Bekke, ekin bitmeyen bir vadidir (İbrâhîm 14/37). Tevrat’ta da oraya Bekke Vadisi denir (Mezmurlar 84:4-7). Bekke denmesi, birbirini ezecek şekilde oluşan kalabalıktan (التباك = tebâkk) dolayıdır (Müfredât). Mekke, Allah tarafından güvenli hale getirilmiş ve dünyanın her yerinden her türlü ürünün insanlara ulaştırılabileceği özellikte kılınmıştır (Bakara 2/125-126). İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi, eski temelleri üzerine yeniden bina ettikten sonra Allah ona, hac ve umre ibadetlerinin yapıldığı yerleri göstermiş (Bakara 2/128, 158, 196) ve o yerlere Makam-ı İbrahim adını vermiştir (Al-i İmran 3/97). Hac ibadeti sırasında bu kalabalık Arafat, Müzdelife, Mina, Kâbe, Safa ve Merve’de oluşur. Bekke Vadisini içinde barındıran şehrin adı Mekke’dir. Batı sınırı, 17 km uzağındaki Hudeybiye’ye kadar uzanır (Fetih 48/24). Mekke için Mescid-i Haram ifadesi de kullanılır (Tevbe 9/7). Kâbe’ye de beyt denir (Bakara 2/127, Maide 5/2, 97).
[2] Verilen sözü şu âyetlerden öğreniyoruz:
(Bir gün İbrahim) “Sahibim (Rabbim)! Bana iyi birini bağışla” (diye yalvarmıştı). Biz de ona, iyi huylu bir erkek çocuğu müjdesi verdik.
(İbrahim) ile birlikte çalışacak yaşa gelince ona dedi ki: “Yavrucuğum, rüyamda gördüm; ben gerçekten seni boğazlıyorum. Düşün bakalım, ne dersin?” “Babacığım, ne emrediliyorsa sen onu yap. Allah izin İinşaallah sabırlılardan olduğumu göreceksin.” Dedi.
Ne zaman ki ikisi de Allah’a teslim oldu; (İbrahim) onu, alnı yere gelecek şekilde yatırdı.
O zaman ona: “Ey İbrahim!” diye seslendik:
“Rüyanın gereğini yaptın. Biz, güzel davrananları işte böyle ödüllendiririz”.
Gerçekten bu, her şeyi açıkça ortaya koyan yıpratıcı bir imtihandı.
Ona, onun yerine kurban edeceği büyük bir koç verdik.
Arkadan gelenlerce onlar, bu haliyle anıldılar.
İbrahim’e selam olsun! (Saffât 36/100-109)
Babasına verdiği sözü tutan İsmail olduğuna göre kurban olan İshak değil, İsmail aleyhisselamdır.
[3] İbnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410/1990, طرف md.
[4] Lisan’ül Arab, زلف md.
[5] Rağıb el-İsbahânî, el-Müfredât, (Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle) Dımaşk ve Beyrut 1412/1992, نهر md.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (il.310 h.), Cami’ul-beyan fî te’vî’il-Kur’an, Beyrut 1407, Bakara 238.
[7] Müslim, Salât’ul-müsâfirîn, bâb 6, hadis no 49-(705).
[8] Buhari, Mevakit, 37.
[9] Müfredat, سبح md.
[10] Bu emrin nafileleri de kapsadığını şu ayetten anlayoruz: “Onlar ne derlerse desinler, sen katlan. Güneşin doğmasından önce, batmasından önce ve gecenin bölümlerinde her şeyi mükemmel yapmasına karşılık Rabbine ibadet et. Gündüzün bölümlerinde de ibadet et; belki memnun kalırsın.” (Tâhâ 20/130)
“Gündüzün bölümleri” diye tercüme ettiğimiz “أطْراف النهار= etraf’en-nehâr” tamlamasındaki أطْراف çoğuludur. Arapçada çoğullar en az üçü gösterdiğinden, bu ibadetin günün en az üç bölümü olması gerekir. Gündüzün sadece iki namaz farz olduğundan (Hud 11/114) üçüncüsü ve üzerleri nafile olur. Bu sebeple gündüzün üç bölümünde nafile namaz kılınır. Bunlar kuşluk, öğle ve ikindi vakitleridir. Aynı şey gece için de geçerlidir.
[11] İlgili ayet şöyledir: “Gecenin bir kısmında ona secde et (namaz kıl). Gecenin uzun bölümünde de ona tesbih et”. (İnsan 76/26) Gecenin uzun bölümü, yatsının son vakti ile sabah namazı vakti arasındaki dinlenme ve uyuma vaktidir. Teheccüd, bu vakitte, uykudan kalkılarak kılınır.
[12] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (Tahkik: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımışk ve Beyrut, 1412/1992, عرف mad.
[13] Müfredât, ذكر mad.
[14] Müfredat, رسل md.
[15] Tilavet, birden çok şeyin, aralarına kendi cinslerinden olmayan bir şey karışmayacak şekilde peş peşe sıralanmasıdır (Müfredât). Gerektiği gibi tilavet ise kitabı doğru anlamak için birbiri ile bağlantılı ayetleri birlikte okumaktır. Hem Kur’an hem de önceki kitaplar için “tilavet” kelimesinin kullanılması, yalnızca Kur’an’ın değil, önceki kitapların da bu metoda göre okunması gerektiğini gösterir. Bu metoda göre okuma yapan Ehlikitap, gelecek son kitaba inanma yükümlülüğünü kendi elindeki kitapta bulur ve bu nedenle Kur’an’a iman eder.
[16] ‘Cinsel günahlar’ diye tercüme ettiğimiz kelime fahşa’dır. Fahşa ile fahişe kelimelerinin ikisi de mastardır ve aynı anlamdadır (Araf 7/28). Mastar olduğu için çoğul anlamı da verilebilir. Bu ayette kelimeye çoğul anlamı vermemiz, Necm 53/32’den dolayıdır.
[17]Mekâyîs: Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mu’cemu mekâyîs’ul-luğa, Beyrut, tarihsiz, قضي md.
Kur’an’da bu kelime, bir konuda karar verme (İsrâ 17/23) ve bir işi tamamlama (Fussilet 41/12) anlamında kullanıldığı gibi bir işi yapma anlamında da kullanılmıştır (Taha 20/72 ). Bu ayette kazâ, namaz kılma anlamındadır.
[18] Gündüz ve gece namazlarında zikrin, hangi ses seviyesinde yapılacağı İsra 17/110 ve A’raf 7/205’te bildirilmiştir.
[19] Üç tip övgü vardır. Birincisi, kişiyi kendi katkısı olmayan bir şeyden dolayı övmektir. Boyu uzun, zeki, iyi bir aileye mensup sözleri böyledir. Arapçada ona medih= المدح denir. İkincisi, iyi bir şey yaptığı için övmektir. Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir gibi sözler buna girer. Bu tür övgüye Arapçada hamd = الحمد denir. Üçüncüsü, bize yaptığı bir iyilikten dolayı övmektir. Bana güzel bir yemek ikram etti demek gibi. Arapçada ona şükür = الشكر denir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için güzel yerine mükemmel kelimesini kullandık.
[20] Buhârî, Tefsir, 1; Nesâî, İftitah, 26.
[21] Kurban bayramı kurbanı, Adem aleyhisselamdan itibaren bütün ümmetlere farz kılınmıştır (Hac 22/34).
[22] “Bedence gelişmiş” diye tercüme ettiğimiz kelime “el-büdn (الْبُدْنَ)’dür. Büdn, “bedene”nin çoğuludur; vücutça gelişimini tamamlamış demektir. (el-Ayn ve Cevherî, es-Sıhâh) Nebimiz onu “müsinn = (المسن)” sözüyle açıklamış ve “Müsinn olandan başkasını kesmeyin. Size güç gelirse koyunun cezaa olanını kesersiniz.” (Müslim, Edâhî,
2-13/1963) demiştir. Müsinn; süt dişleri düşmüş hayvandır. (Lisan’ul-Arab) Bu yaşa gelmemiş olanına ‘cezaa’ denir. Koyun ve keçinin bir yaşını, sığırın iki yaşını, devenin de beş yaşını bitirmiş olması şartı, bu ayetten dolayıdır.
Çok açık ayetlere rağmen (Hac 22/28, 34, 36, 67) Kur’an’da kurban bayramı kurbanına dair bir hüküm bulunmadığı, ortak kabul olmuş, hadislerden bazılarına dayanan Hanefiler kurban ibadetini vacip, diğerleri sünnet saymışlardır.
[23] Hayvan kesiminde besmele, sadece Kurban bayramı kurbanında farzdır (Hac 22/34, 36). Besmeleyle kesilmeyen veya bir müşrik tarafından kesilmiş olan hayvanın etinden yemek haram değildir (Bakara 2/173, Maide 5/3, En’am 6/145, Nahl 16/115 ).
[24] Bu ayet, kurban kesenin, etinden yemesini, ihtiyacı olana da olmayana da ikram etmesini emretmektedir.
[25]Müslim, Salat, 215.
[26] İbn Mace, İkamet’us-salah 23, hadis no 897. Bu zikir üç ayette geçer: A’raf 7/151, Sad 38/35, Nuh, 71/28.
İlgili Yazılar
-
KUR’ÂN’DA SALAT KAVRAMI
1 Mart, 2024 -
TASDİK KONUSU VE ÖNCEKİ KİTAPLAR HAKKINDA ÖZET
27 Şubat, 2024 -
ŞAH DAMARI
15 Ağustos, 2023 -
GÖKLERE YOLCULUK İSRÂ VE MİRÂC
10 Ağustos, 2023 -
İKTİSADİ GELİŞME VE ZEKÂT
13 Haziran, 2023 -
CENNETTE HURİLER
23 Ocak, 2023 -
YOLCULUKTA VE KORKU HALİNDE NAMAZ
23 Şubat, 2022 -
KİTAP VE SÜNNET Mİ? KİTAP VE HİKMET Mİ?
10 Şubat, 2022 -
Ölüme Hazırlık
8 Haziran, 2021 -
BEDİR SAVAŞI VE KADER
31 Ağustos, 2020