Bilimde İnanç Konusu

Sayın İSMET BERKAN ve CELAL ŞENGÖR Baylar, 06 / Mart / 2006 tarihinde radikalde yayınlanan “Bilimde inanç olmaz” ortak başlıklı yazınızı okudum. “Yaratılış, Milli Eğitim Bakanı’nın dediği gibi bir teori değil dini bir inanç…

Bu görüş müfredata politik zorbalıkla konmuşsa hukuki mücadele gerekir.” Demektesiniz. Toplumları ayakta tutan temel esaslar genel olarak iki maddeden ibarettir. A – İlahi kaynak DİN B – İnsani kaynak FELSEFE, HUKUK, AHLAK Bu evrensel ilke, ‘akl-ı selim sahibi’ her bir ferdin kabul edip reddedemeyeceği bir gerçektir. Evrim ise sizlerin de belirttiği gibi bir teori olup bilimin konusudur, dolayısıyla toplumları ayakta tutacak bir niteliğinden söz edilemez. Ama – ne üzücü ki – evrim teorisi insanlığa bir din veya bir inanç formasyonuyla empoze edilmeye çalışılıyor.

Adının bilimsel teori olması, yaratılış inancının karşısında (rakip) olduğu gerçeğini asla gizleyemez. Siz ve sizler gibi düşünenlerin asıl amacının,- ifade etmeseniz de – toplumu ayakta tutan ‘ilahi kaynaklı dinin’ yerine ‘beşer kaynaklı başka bir dini’ kaim kılmak olduğu görülüyor. Ne mahzuru var diye düşünenlerin mevcudiyeti aşikâr! Güzel de, şimdi dünyaya bir göz gezdirelim bakalım mahzuru ne imiş?

Halkının – ekmek aş derdi olmayan – refah seviyesi yüksek ülkelerden: Örneğin, Hollanda da homoseksüellik almış başını gidiyor. Sokak ortasında erkek erkeğe öpüşme, uyuşturucunun devlet eliyle müptelalılarına mecburen verilmesi, vb gibi daha pek çok rezil-rüsva haller… İngiltere’de ise, 700 erkek çiftin, resmi olarak evlenen ilk eşcinseller olduğunu öğreniyoruz (Hürriyet, 22 / 12 / 2006) Elbet, oralardaki halkın hepsini aynı potaya koyamayız da, ancak uyuşturucu tacirleri, seks tacirleri ve benzerleri git gide gelişen bu durumlardan nemalanırken insanlığın aile yapısı harap olmaktadır. Böylesine yozlaşmış bir yapının – yapı demeye bile dilim varmıyor – sonsuza dek ayakta kalacağını kim ve nasıl garanti edebilir.

Bu hususta bildiğiniz bir “sigorta şirketi” var mı? Tıpkı fertlerin olduğu gibi, toplumların da bir ömürlerinin olduğu malum. İşte, yukarıda sunulan “ilahi sigorta sistemi”ne ödenmekte olan primler, toplumları ayakta tutmaktadır. Elbet niyetinizin; Hollanda, İngiltere vb ülkelerde gelişen ve insan onuruyla bağdaşmayan olgulara kavuşmak olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak, Darwin’in evrim teorisi çocukların dimağlarına kazınırken, yaradılış dogmasının bertaraf edilmesi uğruna neden bunca çaba?!. İsimleri anılan evrim teorisyenleri olan, Darwin, Mendel, Hugo vb kimseler insanlığa bilimsel bir teori sunarak; belki de hiç farkında olmadan inanç(iman) faktörünün, kendilerine yüklediği bir sorumluluktan kaçış olgusu olabilir diye düşünüyorum. Şekilde görüldüğü üzere, aynı kaçışla kurtulacağını sanan pek çok kimselerin de onların takipçileri olması doğaldır. Çünkü her bir görüş ekolü kendisine ne kadar çok katılım olursa haklılığının delili o kadar yüksek olur düşüncesindedir.

İsmet Bey, Yazınızda, “Maalesef bir yandan Amerikan eğitimiyle büyümüş ama bir yandan da inançlı Müslüman olmaya çalışan bir kısım neo oryantalist Türk , kendi muhafazakârlıklarını Amerikalı muhafazakârlara bakarak oluşturma çabasında. Amerika’da son olarak evrime karşı ortaya atılan ama mahkeme kararları sayesinde okul ders kitaplarına girmeyen ‘akıllı tasarım’ adlı yeni icadı Türkiye’de savunmaya çalışıyorlar. Komik olduklarının farkında değiller!” demektesiniz. Bunu söylerken – kişiye her işi ala görünür, kuzguna yavrusu anka görünür özdeyişi gereği – kendi düştüğünüz komik durum ve çelişkilerinizin hiç farkında değilsiniz! Şöyle ki: İslam dışı kaynaklarda, Tanrının, dünyayı ve evreni altı günde yarattığı, yedinci gün olan cumartesi veya Pazar gününde ise tatil yaptığı, bildiriliyor olabilir. Bu söylem, biz Müslümanları hiç ilgilendirmez.

İslam’ın ana kaynağı Kur’an’da, “ALLAH’tır gökleri ve yeri ve ikisinin arasında bulunan her şeyi altı devrede yaratan ve sonra Kudret ve Hâkimiyet Tahtına oturan; (Hesap günü) sizi ondan koruyacak, ya da size şefaat (yardım) edecek birini bulamazsınız. Hala düşünüp ders almaz mısınız?” buyurulur. (Secde, 32 / 4) Ayrıca, 7/54, 10/3, 13/2, 20/5, 25/59, 57/4 nolu sure/ayetlerde de aynı konu değişik üsluplarda işlenir. Bunların hiç birisinde, sizin uydurduğunuz gibi, ne tatilden ve ne de Cuma gününden bahsedilir. Bildiğim kadarıyla İslam’da tatil gibi bir kavram da yoktur zaten. Madem İslam dini ile Darwin’in evrim teorisi arasında sanıldığı kadar büyük bir çatışma yok; o halde Türkiye’de ‘akıllı tasarım’ adlı icadı – yeni de olsa – savunanlar neden komik olsunlar? “İnançta kuşku olamaz bilim ise kuşkuculuk demektir.” Şeklindeki çok doğru ifadenize rağmen, kuşkuluyu yerinde tutup kuşkuya yer olmayan inancı kaldırmayı yeğliyorsunuz. Gerçi, elmalarla armutların karıştırılmaması açısından haklı olduğunuz da görülüyor olabilir; ama, çocukların belleklerine evrimin bilimsel bir teori gibi algılanmasından ziyade, bir inanç sistemi gibi zihinlerde yer etmesine nasıl engel olunabilir.

Sorarım size: “Bu bilinçle yetişen bir nesil, vatan savunması karşısında evrim inancı uğruna savaşır mı? 1915’de tarihe, Çanakkale geçilmez yazdıranlar güçlerini evrim teorisinden mi aldılar?” “Evrim teorisinin ana gövdesi, yani dünya üzerinde bütün türlerin tek hücreli canlılardan evrim yoluyla türediği fikri bütün gücüyle orada duruyor. Ayrıca, esasen İslam dini ile Darwin’in evrim teorisi arasında sanıldığı kadar büyük bir çatışma da yoktur.” Diyorsunuz. Elbet çatışma olmaz, çünkü o tek hücrenin bir yaratanı olduğu akla gelir ki, ondan sonraki safhalar detaydan ibaret olup; isteyenin istediği şekilde detaylar üzerinde yoğunlaşmasında mahzur olmaz sanırım. Milli Eğitim Bakanının evrimin karşısına, evrime rakip olmamasına rağmen yaradılışı koyduğu için: Hem kendi yanılmakta hem de milyonlarca öğrenciyi yanılttığını ifade ederek; bizim gibi bir topluma bilim dışı dogmanın vereceği zararın, (neredeyse) sahtekar bireyler yetiştirilmesinden doğacak zarardan daha üstün olacağını iddia etmektesiniz!

Hedef, yukarıda misalini verdiğimiz, Hollanda ve İngiltere’de gelişen iğrenç yapıya kavuşmaksa iddianızda haklısınız. Aksi halde iddianızı, teori-inanç ayırımına mahal vermeden, yalnızca inanç açısından ispatlamanız gerekir bence. Zaten evrimin ayakta kalmasını sağlamak amacıyla, yarı maymun yarı insan formu içeren kafa tası bulgularının bir sahtekarlık eseri olduğu da, yıllar önce bilim insanlarınca açıklanmıştı; dolayısıyla bu sahtekarlıkların neticesi sizin de ifade ettiğiniz gibi öğrencileri ancak sahtekarlığa özendiren nesiller yetiştirmesinden başka ne işe yarayacak?!. “Öğrencilere ‘yaradılış’ın ‘bilimsel teori’ olduğu fikrini aşılayacak olursak, o zaman kutsal kitapların da bilimsel kitaplar olduğunu söylememiz gerekir” diyorsunuz.

Elbette, kutsal kitapların amacının bilim olmadığı malumdur. Bu husus kutsal kitapların kapağına yazılıp çocuklar uyarılabilir. Ama şurası gerçek ki, kutsal kitaplar – sizin bilim adına kendilerini dışladığınız gibi – bilimi dışlamazlar. Üstelik bilimin, tekniğin ve teknolojinin de ilerlemesiyle, kutsal kitapların (özellikle Kur’an-ı Kerim’in) sözlerini yeri ve zamanı geldikçe bir bir tasdik ettiğini görürüz. Bunların misalleri de aşağıda sunulacaktır. Sayın Celal Şengör, Yazınızda amacınızın, yaşamın ‘akıllı tasarım’ sonucu olarak bir yaratıcının eseri olduğu fikrinin hiçbir şekilde bilimsel olmadığını göstermek olduğunu; dolayısıyla ders kitaplarına politik zorbalıkla konmuş olan bu inancın, – sizin gibi düşünen 700 akademisyenle birlikte – müfredattan çıkarılmasını istiyorsunuz. Bir an için görüşlerinizin doğru olduğunu kabul etsek bile politik zorbalık sıfatını kullanmanız, sizin demokrasiyi hazmedemeyişiniz gerçeğini ibretle ortaya döküyor. Demek ki, sizin görüşünüze ters gelen bir icraatı yapanlar, iş başına seçimle de gelmiş olsalar, izninizi almadan yaptıkları için zorba oluyorlar! Öyle mi? Siz bir bilim insanısınız., yazınızda bahsi geçen Fransız antropolog Anne Dambricourt-Malasse da bilim insanı, ben fakir de mantık yürüten – sizin deyiminizle ‘akıllı tasarım’ veya ‘yaratılış’ yanlısı – bir kimseyim. Bir başka deyişle, bilim insanı da değilim… Şu ifadenizi ele alalım: “Yaşamın Darwin’in, Mendel’in veya Hugo de Vries’in sandığından karmaşık olduğu doğrudur. Ancak bu, karmaşıklığın yalnızca tesadüfî evrimle açıklanamayacağı anlamına gelemez. Örneğin, ense/kafatası arasındaki sfenoid kemiğinin evrimi Fransız antropolog Anne Dambricourt-Malasse’ye göre ‘insanlaşmanın’ temel öğesidir ve sırf tesadüfî evrimle açıklanamaz. Ancak bu doğru değildir. Çünkü ne sfenoid insanlaşmanın temel öğesidir, ne de geçen zamana bakıldığında tesadüf bu evrim için yetersizdir!” demektesiniz. ‘Karmaşıklığın yalnızca tesadüfî evrimle açıklanamayacağı anlamına gelemez’ derken, bilim size bu sözünüzün kanıtını sorar. Var mı kanıtınız Sayın Şengör? “Sfenoid kemiğinin evriminin ‘insanlaşmanın’ temel öğesi olduğu ve bunun tesadüfî evrimle açıklanamayacağı” bir antropolog tarafından açıklanırken, bir Jeolog olan zatınız ‘bu kemiğin insanlaşmanın temel öğesi olamayacağını’ iddia ediyor!

Bu hususta da var mı kanıtınız Sayın Şengör? Ayrıca, “Geçen zamana bakıldığında tesadüf bu evrim için yeterlidir” iddiasındasınız. Peki, bu hususta var mı kanıtınız Sayın Şengör? Maymun avcıları, hayvanı canlı yakalamak için onun yumruğunun sığacağı çapta ağzı olan testiyi toprağa gömüp, içine bir avuç dolusu fındık koyuyorlar. Fındığı gören maymun elini testiye daldırıp fındığı avuçluyor. Avucundaki fındık dolayısıyla maymun, genişleyen elini testiden çıkaramayıp, bir avuç fındık uğruna yakayı ele veriyor. Aynı hayvan yemeyi, içmeyi, yırtıcı hayvanlardan kaçmayı, ateşten korkmayı vb pek çok özellikleri aklederken; niçin bir avuç fındık uğruna hürriyetini feda ediyor? Çünkü düşünme yetisi yok veya kurulan tuzak akletme sınırının ötesinde bir şey! Bu yetiyi ister zaman olsun, ister evrim olsun nasıl verebilir? İnanç bazında düşünüldüğünde, bunlara inanmak zamanı veya evrimi Tanrı edinmekten başka bir şey değildir, maalesef! Ama her bir birey – sonucuna katlanmak kaydıyla – istediği şekilde inanabilir. Bu hususta Tanrı bile insanı özgür iradesiyle baş başa bırakmıştır. Zaten insanın özgürlüğünün zirvesi de inanç alanındadır dersek yanlış olmaz sanırım.

Sayın Şengör, “Bilimin bireylerin dinsel inançlarını korumak gibi bir görevi yoktur. Bilim yalnızca gerçeği arar.” Diyorsunuz. Gerçekten de, bilimin böyle bir görevi olmadığı gibi, imanlı bireylerin böyle bir talepleri de yoktur! Buyurduğunuz gibi bilimin görevi yalnızca gerçekleri aramaktır. Ve gerçekleri de eninde sonunda bulur. Bir de bakarsınız ki, bulduğu gerçek; – tüm evrende akıllı bir tasarımcının olduğuna dair en küçücük bir işaret yoktur! – şeklindeki tezinizi çürütecek niteliktedir… Misal mi istiyorsunuz? Buyurunuz: “EVRENİ güç ile inşa eden Biziz ve şüphesiz, Biziz onu istikrarlı bir şekilde genişleten.” (Zariyat suresi, 51/47) Lütfen dikkat buyurunuz, 1400 yıl önce, sizin tabirinizle akıllı tasarım, böyle bir mesaj sunmuş insanlığa! İnsanlık ise!

Evrimcilerin, devrimcilerin, keşifçilerin, araştırıcıların, düşünenlerin, deneycilerin velhasıl tüm gayretkeşlerin çabalarıyla bilim yolunda ilerleyip; 1900’lü yıllara gelindiğinde gözlemleriyle evrenin genişlediğini tespit etmişler. Ne acıdır ki, bu gerçeğe işaret ettiği bilinen tek kitap Kur’an olmasına rağmen; onu taşıyanların bu ve benzer keşiflere katkısı, son 700 yıldır hiç olmamıştır. 1900’lü yılların başında bilim sayesinde Amerikalı astronom Edwin Hubble son derece geliştirilmiş teleskopu ile tüm galaksilerin birbirinden uzaklaştığını, böylece Evren’in genişlediğini gözlemsel olarak buldu. (Fazla bilgi için bkz. İst. Yayınevi Kuran Hiç Tükenmeyen Mucize, sayfa 24–28) İngiliz doğa bilimcisi Edward O. Wilson, “Atlantic Monthly” dergisi Nisan 1998 sayısında bir makale yayınladı. “Ahlakın biyolojik temelleri (The Biological Basis of Morality)” başlığını taşıyan makalede Wilson, dinin sadece sosyal hayata ait bir olgu olmadığını, aynı zamanda genlerimizde yazılı bir gerçek olduğunu iddia etti. (Bu hususta Araf, 7/ 172-174’de bakılabilir)

6 Temmuz 1998 tarihli Newsweek dergisi de konuyu sorgulayan iki araştırma yayınladı. Wilson, ahlaki değerlerin, dini veya din dışı da olsa aşkın olduğunu, yani insan aklından üstün bir yerde olduğunu savunuyor. Sosyal olguların, sinir sisteminin anlaşılması ile çözülebileceğini, sinir sistemi genetik bilimi, genetik bilim biyokimyayı, biyokimya da insan davranışını açıklıyor. Böylece her şey doğa bilimlerine indirgeniyor. Wilson, insanoğlunun genetik uyarılarını dinlediği zaman ahlaki öğretilere uygun davranacağı ve kendi menfaatini koruyacağını savunuyor. Bütün bilgiler ve psiko-sosyal yaşantılar, beynin belli bölgelerinde kimyasal harflerle yazılıdır. “Bütün bunları idare eden, yönetici (executive) bir gen mi var?, “Doğa üstü güç beyni nasıl etkiliyor?” gibi sorulara dikkati çekiyor. Dinin biyolojik bir ihtiyaç olduğu, ruhsal deneyimlerin insanda huşu duygusu uyandırmasının biyolojik bir temeli olduğu şeklindeki görüşler gittikçe doğrulanmaktadır. Yaşamı ayakta tutan her şeyin, biyolojik temelinin olduğu, dolayısıyla din ve Tanrı ihtiyacının da biyolojik bir temeli olması gerektiği tezini savunanların bir kanıtı da tarihte dine karşı yapılan eylemlerin uzun vadede başarılı olmadığı, aksine dindarlaşma sürecini hızlandırdığı olgusudur. (Psikolojik Savaş, Gri Propaganda, Prof. Dr. Nevzat Tarhan; Timaş yay. Sayfa: 126–127)

Yanılmıyorsam, 19. yüzyılda her bir bireyin parmak izinin farklı olduğu, bilim tarafından keşfedilip adli literatüre geçti. Hâlbuki bu bilimin 1400 yıl önce Kur’an’ın insanlığa sunduğunu aşağıdaki ayetlerden açıkça görüyoruz: “İnsan, kemiklerini yeniden bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor? Hayır, Kesinlikle! Onu parmak uçlarına kadar yeniden var edecek güçteyiz. Ama yine de insan, önüne serilmiş olan şeyi inkâra kalkışır.” (Kıyamet, 75/3–5) Gerek bilim insanlarının gerçekleri gün ışığına çıkarma gayretleri olsun, gerekse bilimin de, tasdik ettiği ilahi metinlerin mesajları olsun hakikati inkâra şartlanmış kimseler için, pek fazla bir şey ifade edeceğini sanmam. Ancak onların kendi değirmenlerine su taşıtmak için taraftar kazanma gayretleri,– tıpkı onların yaptığı gibi- benzer çabalarla önlenmelidir kanısındayım. “Akıllı tasarım’ fikrinin, 1990’lı yıllarında ABD’de tekrar alevlenmesi, bu hareketin öncülerinden olan Salvador Cordova gibi dindar ailelerin çocuklarının bilimin dinsel inançlarını aşındırdığı korkusuyla, hem bilimle hem de dinsel inançlarıyla uyumlu olabilecek bir uzlaşma arayışlarıdır. Ancak bu, boş bir hayaldir, zira ‘akıllı tasarımcı’ fikri bilimsel olmadığı gibi, bilimle uyumlu veya uyumsuz da olamaz, zira kontrolü kabil değildir. Bir inançtan ibarettir ki buna da (evrenin gerçek olduğu konusundaki inanç dışında) bilimde yer yoktur. Üstelik tüm evrende akıllı bir tasarımcının olduğuna dair en küçücük bir işaret yoktur…” demektesiniz. Sayın Şengör, bu naçizane yazımı okuyanlar, sizin bilimi sadece kendi bakış açınızdan kurguladığınızı anlayacaklar sanırım. Zira ‘akıllı tasarım’ fikrinin bilimsel olup olmadığı ‘Bilim Anayasası’nda söz konusu olmasa gerek!

Tüm evrende akıllı bir tasarımcının olduğuna dair en küçücük bir işaret yoktur, demek; ışığı bırakıp karanlığa talip olmaktır. Yani ‘var’ olanı kabul edip hesaba muhatap olmaktansa, ‘yok’u tercih edip hesaptan kurtulurum mantığı! Ama kimse kendi isteğiyle bu dünyaya gelmedi ki, hesaptan kurtulma da kendi elinde olsun. Hepimiz aklımızın varlığını biliyoruz ama elimize alıp gözümüzle göremiyoruz; fakat yaptıklarımızla ve yazdıklarımızla varlığını ispatlıyoruz. Değil mi? Yazınızda bahsi geçen, Laplace de ölmez eserinde – Tanrıyı kastederek – Napolyon’a, “öyle bir varsayıma gerek duymadım majeste!” diye cevap verir. Siz bir bilim insanısınız, Laplace de bilim insanı, ünlü Fransız filozof ve matematikçi Descartes de bir bilim insanıdır. Bir de onun ölmez eserine bakalım ne buyurur: Şüphe edilemez bir gerçeğe ulaşmak için, her şeyden şüphe etmeye başlar; bu yolla şüphe ettiğinden şüphe edemeyeceği gerçeğine varır. Oysa ona göre, “şüphe etmek düşünmektir” şu halde düşündüğünden şüphe edemez.

Düşüncesinin varlığı ona ilk gerçek olarak görünür; bundan hareket ederek “düşüncenin ne olduğunu öğrenmek, bedenini tanımaktan daha kolaydır” sonucuna varır. Descartes, kendinin düşünen varlık olmasından hareket ederek kusursuz bir varlık fikrine varır. Ve bu varlığın (Tanrı) var olduğu sonucunu çıkartır; bunu ontolojik tanıtla, tanıtı da mükemmellik kavramı ile ispatlar. (bkz. Meydan Larousse) Sizin Tarihten tanrı adına, göstereceğiniz olumsuz bir düşünce karşılığında ben fakir size rahatlıkla on olumlu düşünce gösterebilirim; bundan hiç kuşkunuz olmasın… “Akıllı tasarım’ fikri bilimle uyumlu veya uyumsuz olamaz. Çünkü bu fikrin kontrolü kabil değildir!” demektesiniz. Bu fikrin kontrolü kabil değil derken neyi kastettiğinizi anlayamadım. Ancak bilim sayesinde elde edilen kitle imha silahlarının kontrol altında olduğunu ima ettiyseniz, yaşadığımız şu dünyada, buna inanmak fazlaca safdillik olmaz mı?

Siz 700 akademisyeninizle beraber, hatta istediğiniz kadar daha akademisyeninizi de yanınıza alsanız, müfredattan ‘akıllı tasarım’ fikrini de çıkarsanız; din ile bilimin arasını açamazsınız. Çünkü din (Kur’an) sürekli bilime övgüyle atıf yaparken, bilim de şekilde görüldüğü gibi dinin sunduğu gerçeği eninde sonunda tasdik eder. Eğer dinin (Kur’an’ın) işaret ettiği ayet(51/47) görmezden gelinmeseydi, evrenin genişlediğinin keşfi için 1400 yıl beklemeye gerek kalmayacağı, aklını çalıştırabilen herkesçe malumdur kanımca. Yukarıdaki örnekler istenirse çoğaltılabilir, dini dışlayıp tesadüfü putlaştıranların canları sıkılsa da hiç kusura bakılmasın bu ‘inanç sunusu – bilim tasdiki’ işlemleri ‘Hesap Günü’ ne kadar devam edecektir.

Ayrıca, Allah’ın ayetlerinin sadece ilahi kitaplardaki tenzili (indirilen) ayetlerle sınırlı olduğu da sanılmasın. Bir de tekvini (doğa) ayetleri vardır ki, işte – farkında olunmasa bile – o ayetleri okuyanlar evrenin sırlarını keşfederek insanlığa sunuyorlar.

11 /Mart / 2006 İsmet Berkan’ın yazısını okumak için: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=180561 Celal Şengör’ün yazısını okumak için: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=180533

Tel: 0216 / 4798399 GSM: 0532 / 3447449 E-mail: [email protected] Saygılarımla, CAHİT ERDEM