Hacda Ticaret ve Sosyal Etkinlik

Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselama şöyle demişti: “Hac için insanlara çağrı yap da yaya olarak ve bitkin binekler üzerinde derin vadilerden geçip sana gelsinler. Gelsinler de kendi menfaatleri bizzat görsünler ve onlara rızık olarak verdiği küçük ve büyük baş hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Onlardan yiyin, eli darda olan yoksula da yedirin. Sonra Arafat vakfesini[1] tamamlasınlar, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atîki (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac 22/27–28)

Dikkat edilirse âyetlerin iki faklı şeye vurgu yaptığı görülür; biri elde edilecek menfaat, diğeri yapılacak ibadettir. Bunların ikisi de menfaattir; biri din ile diğeri de dünya ile ilgilidir. Şu âyette de buna benzer bir vurgu vardır: “(Hac mevsiminde) Rabbinizin ikramını aramanızda bir günah yoktur. Arafat’tan boşalıp aktığınız zaman Meş’ar-i Haram yanında Allah’ı anın. Size nasıl gösterdiyse onu öyle anın. Doğrusu, bundan önce siz gerçekten, yanlış yolda idiniz.” (Bakara 2/198) Sahabeden Abdullah İbn Abbas diyor ki: “Hac ibadeti başlamadan önce insanlar Mina’da, Arafat’ta, Zü’l-mecaz panayırında ve diğer panayırlarda alım satım yaparlardı. Sonra ihramlı ilken alım satım yapmaktan korkar oldular. Bunun üzerine Allah Teâlâ yukarıdaki âyeti indirdi.” ((Ebu Davud, Sünen, Menasik 7, hadis no 1734.)) Bu panayırlar İslâm’dan sonra da kurulmaya devam etti. İlk terke uğrayan Ukâz panayırı oldu. Hâricîler zamanında (hicri 129 yılında) kurulamadı ve ondan sonra tamamen bırakıldı. ((İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/288-289.)) Hac, her insanın can ve mal güvenliğinin sağlandığı haram aylarının ortasında yapılır. Bunlar; Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Arafat’a Zilhicce’nin dokuzunda çıkılır ve hac ibadeti bu ayın on üçüne kadar devam eder. Bunların dışında bir de Recep ayı vardır; böylece haram ayları dörde çıkar.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah’ın yanında, Allah’ın Kitab’ında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. Bu, dosdoğru bir hesaptır. Sakın kendinizi bu aylarda yanlış bir davranışa sokmayın.” (Tevbe 9/36) Hac ibadeti İbrahim aleyhisselamın çağrısıyla başladı. Onun soyundan olan Kureyşliler’in ((İbn Hişam, Siretu’n-Nebî, Thk: M. Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1401/1981, c. I, s. 216.)) gayretiyle de Kâbe sürekli ibadete açık tutuldu. Hacılara çeşitli hizmetler sunuldu ((Onlar bu hizmetlerle övündükleri için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı ibadete açık tutmayı, Allah’a ve Ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenler ile bir mi sayıyorsunuz? Onlar Allah katında bir olmazlar. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 9/19))) ve haccın ekonomik ve sosyal yönünü ihmal edilmedi. Âyetlere uygun olarak Zilkade’nin birinden yirmisine kadar ((Cevad Ali, Tarih’ul-Arab kabl’el-İslâm, c. VII, s. 377 vd. Bağdat Üniversitesinin desteği ile yayınlanmış, tarih ve yer yok. )) Arafat yakınlarında Ukâz ((Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c. II, s. 946 Paragraf 1593, Ankara 2003. )) (عـكاظ) panayırı; Zilhicce’nin 1. gününden 9. Tevriye gününe kadar Mina yakınlarında Zülmecâz panayırı kurulur, sonra Mina’ya gidilerek Hac görevine başlanırdı. ((Cevad Ali, a.g.e. c. VII, s. 375.)) Panayırlarda ticaret yapılır, şiirler okunur ve konuşmalar yapılırdı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bu panayırlara katılmış ve peygamber olduktan sonra da katılmaya devam etmiştir. Çevre kabilelerden gelen insanları Allah’ın dinine çağırmak için bu panayırlarda onlarla bire bir görüşmüştür. ((Cevad Ali, a.g.e. c. VII, s. 382.)) Bir kısım Medineli’nin müslüman olarak Akabe’de Peygamberimizle yaptığı bey’atlar da bu mevsimde olmuştur. Halife Ömer bu mevsimde valilerini Harem’de toplar, halkın huzurunda hesaba çekerdi. Şikâyeti olanlar, şikâyetlerini dile getirir, gerekirse halifenin önünde yargılanırlardı. (Hakkı Dursun YILDIZ başkanlığında bir heyet, Büyük İslam Tarihi, c. 2, s. 179 vd. İstanbul 1992)

Hicretin 9. yılında müşriklerin Hac ve Umre yapmaları yasaklanınca ticari canlılığın kaybolacağı endişesine karşı şu âyet inmişti: “Ey iman edenler! Müşrikler sadece pisliktir; sakın bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Yoksulluktan korkarsanız, Allah fırsatını verdiğinde sizi kendi ikramıyla zengin edecektir. Şüphesiz Allah bilir, doğru karar verir.” (Tevbe 9/28) Haram ayları ile ilgili hükümler kıyamete kadar geçerlidir. ((Bkz. Maide 5/2.)) Bu aylarda, bizimle savaş halinde olmayan her insanın can ve mal güvenliğini sağlamak, Allah’ın bize yüklediği görevdir. Unutulan bu görevi yapacağımızı ilan etmeli, müşriklerin de katılabilmesi için Harem sınırları dışında herkese açık pazarlar kurmalıyız. Allah Teâlâ müşriklerin Hareme girmelerini yasakladıktan sonra bize şu emri vermiştir: “O müşriklerden biri senin yakınında bulunmak isterse ona bu imkânı ver ki gelsin, Allah’ın sözünü (Kur’ân’ı) dinlesin. Sonra onu, kendini güvende hissedeceği yere ulaştır. Böyle yap, çünkü onlar (Kur’ân’ı) bilmeyen bir topluluktur.” (Tevbe 9/6)

Müşrikler Kur’ân’ı dinlemek için hareme girebileceklerine göre, Harem dâhilinde, kendi dilleriyle Kur’ân’ı dinleyecekleri ortamlar hazırlanmalıdır. Böylece Kur’ân ile ilgili bilgileri birinci elden almaları sağlanmış olur. Müslümanların Kur’ân bilgileri de yeterli olmadığından bu imkân onlara da sağlanmalıdır. Orada başka etkinlikler de yapılabilir. Mesela her sahada gelişmeye katkıda bulunanlara ödüller verilerek insanlar hayırda yarıştırılabilir. Onlara “Kâbe ödülü” adı verilerek Mekke ve çevresi, dünyanın bir numaralı cazibe merkezi haline getirilebilir. Müslüman olmak, kişinin şahsi kararıdır. Herkesin kendine göre tutturduğu bir yol vardır. Bize düşen sadece tebliğdir. Dünya işlerine gelince biz, insanlığın hayrına olan şeylerde insanları yarıştırabiliriz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Herkes bir yol tutturmuştur, oraya yönelir. Siz onlarla hayırlı işlerde yarışın. Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirecektir. Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara 2/148)

__________________________________________________


[1] Ayetteki “Arafat vakfesi” diye anlam verdiğimiz kelime “tefes” (تفث)’tir. Bunun sebebi şudur: Tay kabilesinden Urve b. Mudarris dedi ki, Resulullah sallallahu aleyhi ve seleme Cem’de (Müzdelife’de) vakfe yerinde yetiştim. Dedim ki, “Ya Resulellah, Tay dağından geldim, bineğim perişan oldu, kendimi de yordum. Vallahi üzerinde durup dinlenmediğim bir kum tepesi kalmadı; ben hacı olabilir miyim? Resulullah dedi ki; “Kim bizimle şu namazı kılar ve daha önce, gece veya gündüz Arafat’a gelmiş olursa haccını tamamlamış, tefesini yerine getirmiş olur”. Ebû Davûd, “Menâsik”, 69.