Savaş Esirleri ve Cariyelik

Esirleri, köle veya cariye yapmak ve cariyelerin cinselliğinden nikâhsız olarak yararlanmak Kur’ân’a aykırıdır. Bu konudaki ayeter açık olmasına rağmen anlam kayması yapılarak bir algı oluşturulmuş, esirlerin köleleştirilebileceği ve cariyelerin cinselliğinden yararlanılabileceği, Sünnî ve Şiî bütün mezheplerin ortak görüşü haline getirilmiştir.

A- ESİRLERİN KÖLELEŞTİRİLMESİ

Müslümanlar kendilerini değil, Allah’ın dinini hâkim kılmak için çalışırlar. Bu çalışma, düzeni sarsmaya başlayınca muhalefet şiddetli olur. Karşı taraf bunun için savaş bile açar. Eğer savaşa savaşla karşılık verilmezse sonuç çok kötü olabilir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

Allah yolunda, sizinle savaşanlarla savaşın ama haksız saldırı yapmayın. Allah, haksız saldırı yapanları sevmez. (Bakara 2/190)

Müslümanlar ilk savaşı Bedir’de yaptılar. Allah Teâlâ bu savaştan önce şu Ayeti indirdi:

فَإِذا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاء حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا

Kâfirlerle savaştığınızda boyunlarını vurun. Onları etkisiz hale getirince sıkı güvenlik çemberine alın. Sonra onları (esirleri), fidye alarak veya karşılıksız serbest bırakın ki savaşın doğurduğu sıkıntılar kalmasın.(Muhammed 47/4)

Esirleri serbest bırakmak düşmanı rahatlattığı gibi yeni bir savaşa gerekçe yapılmalarını da önler. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

İyilikle kötülük bir değildir. Bir şeyi en güzeliyle karşıla; bir de bakarsın, aranda düşmanlık olan kişi sıcak bir dost haline gelmiş.(Fussilet 41/34)

Bedir savaşında Nebîmiz, düşmanı etkisiz hale getirmeden esir aldığı için Allah tarafından şu ağır eleştiriye uğramıştı:

Hiçbir nebînin, savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirmeden esir alma hakkı yoktur. Siz, dünya malını (hemen elde edeceğinizi) istiyorsunuz. Allah ise Ahireti (sonrasını) istiyor. Üstün olan ve doğru karar veren Allah’tır.

(Rumların yenildiği gün Allah’ın yardımıyla sevineceğinizi) Allah önceden yazmasaydı[1], aldığınız esirlerden dolayı başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmazdı.

Aldığınız ganimeti helali hoş olarak yiyebilirsiniz. Allah’tan çekinerek korunun. Allah bağışlar, ikramı boldur.(Enfâl 8/67-69)[2]

Nebîmiz, Muhammed Suresi 4. ayete uydu ve Bedir esirlerinin bir kısmını karşılıksız, bir kısmı da fidye karşılığı serbest bıraktı.

Hendek savaşında Müslümanlarla aynı safta iken savaş sırasında düşmanla iş birliğine giren Benî Kurayza Yahudilerini Nebîmiz, savaştan sonra etkisiz hale getirmişti. İlgili ayeter şöyledir:

Allah, Ehl-i Kitap’tan, düşmana arka çıkanları da kalplerine korku salarak kalelerinden indirdi. Kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Onların yerini, yurdunu ve mallarını size verdi, henüz ayak basmadığınız yerleri de size verecektir. Allah her şeye bir ölçü koyar.(Ahzap 33/26-27)

Benî Kurayza kuşatmasında ölenler öldü, kalanlar esir alındı. Yurtları ve malları Müslümanlara kaldı. Ayette geçen, Onların yerini, yurdunu ve mallarını size verdi ifadesi, esirlerin serbest bırakıldığını gösterir. Çünkü ne savaşacak halleri ne de fidye olarak verecek malları kalmıştı.[3]

Hayber ve Benî Mustalik esirleri de dâhil, tüm esirlere yapılan muamele, yukarıdaki ayete göredir. Kur’ân’ın açık emri varken, Nebîmizin farklı bir davranışta bulunması mümkün olamazdı.

Muhammed Suresi 4. ayet açık olduğu halde Sünnî ve Şiî bütün mezhepler, savaşçı esirleri öldürmeyi veya köle yapmayı, ayetin hükmü gibi göstermişlerdir. EbûBekr el-Cessas’ınAhkam’ul-Kur’ân’ındaayete ilgili şu açıklamalar vardır:

{فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ، وَإِمَّا فِدَاءً} فَجَعَلَ اللَّهُ النَّبِيَّ وَالْمُؤْمِنِينَ فِي الْأُسَارَى بِالْخِيَارِ، إنْ شَاءُوا قَتَلُوهُمْ، وَإِنْ شَاءُوا اسْتَعْبَدُوهُمْ، وَإِنْ شَاءُوا فَادُوهُم

““Ya karşılıksız ya da fidye alarak onları salıverin” Ayeti ile Allah, Nebisini ve müminleri, esirler konusunda serbest bıraktı; isterlerse onları öldürürler, isterlerse köleleştirirler, isterlerse fidye alırlar.[4]

Ömer Nasuhi Bilmen konuyu şöyle özetler:

“Savaş sonucu alınan esirler konusunda yetkili makam şunlardan birini yapmakta serbesttir: İsterse Müslümanların yararına hareket ederek esirlerin savaşçı takımını öldürüp fesadı tümüyle ortadan kaldırır. İsterse kötülüklerini gidermek için yalnız köle ve cariye yapmakla yetinir. İsterse zimmi konumuna getirerek Müslümanların güvencesi altında hürriyet verir. İsterse onları İslam esirleri ile değiştirir.[5]

Caferi mezhebine mensup Tabatabâî’nin tefsirinde konu şöyle işlenmiştir:

وقوله: (فإمامنابعدوإمافداء) أيفأسروهمويتفرععليهأنكمإماتمنونعليهممنابعدالاسرفتطلقونهمأوتسترقونهموإماتفدونهمفداءبالمالأوبمنلكمعندهممنالاسارى.

““Ya karşılıksız ya da fidye alarak onları salıverin” ayetinin anlamı şudur:Onları esir alın. Sonra ya karşılıksız salıverir ya köleleştirir yahut mal karşılığı veya ellerindeki esirlere karşılık serbest bırakırsınız.[6]

Görüldüğü gibi Sünnîler ve Şiîler, ayette olmayan köleleştirmeyi, ayetin hükmü gibi göstermişlerdir. 

B- CARİYELERİN CİNSELLİĞİNDEN YARARLANMA

İster hür ister esir olsun, nikahsız ilişkiye asla izin verilmemiştir. Allah Teâlâ şöyle demiştir: 

وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ . وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ .

 

“İçinizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esirlerinizden, durumları uygun olanları evlendirin. Yoksul iseler Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyacını giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen Allah’tır. (Hür olanlardan ve esirlerden) Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını korusunlar.” (Nur 24/31-32)

İster hür, ister esir olsun, hiç bir kadın kendi hür iradesi olmadan evlendirilemez. Esir bir erkekle evlenmek isteyen kadın için özel şart yoktur ama hür kadınla evlenebilecek güce sahip olan erkek, esir kadınla evlenemez. Eğer istiyorksa onu hürriyetine kavuşturmak şartıyla evlenebilir. Bununla ilgili açıklama aşağıda gelecektir. Hürriyetine kavuşturacak kadar gücü yoksa, o zaman esir kadınla evlenebilir. İlgili ayet şöyledir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hâkimiyetiniz altında olan mümin kadınlarla (savaş esirleri ile) evlensinler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz. Onları (esir kadınları) ailelerinin izni ile nikâhlayın ve mehirlerini marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak kendilerine verin.(Nisâ 4/25)

Âyete göre, esir kadının yanında bulunduğu aile, kendi ailesi sayılır. Ailenin yetkisi, evliliği denetlemekle sınırlıdır. Esir kadın, evlilik kararını kendi hür iradesiyle verir ve mehri kendisi alır. 

Âyetlerin, esir ve hür ayırımı yapmadan evlilik dışı ilişkiye imkan vermediği açıktır. Bunu anlamak için alim olmaya gerek yoktur. İlgili âyetleri görmezlikten gelen Sünnî ve Şiî mezhepler, sayı sınırı olmaksızın, esir kadınların odalık olarak kullanılabileceği konusunda ttifak etmişlerdir. Kendi görüşlerini Kur’an’a söyletmek için Nisâ 3, 24, Ahzap 50, Mu’minûn 5 ve 6. ayeterini bağlamından koparmışlardır. O âyetleri tek tek görelim:

1. Nisâ 3. Ayet

وَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تَعْدِلُواْ فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ذَلِكَ أَدْنَى أَلاَّ تَعُولُواْ

Eğer (evlenme çağına gelmiş) o yetimlere karşı hakka uygun davranamamaktan korkarsanız, onları değil, hoşunuza giden başka kadınları, iki, üç ve dörde kadar nikâhlayın. Aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tek kadını veya hâkimiyetiniz altında olanı (cariyeyi) nikâhlayın. Sıkıntıya düşmemeniz için en uygun olanı budur.(Nisâ 4/3)

Ayetin delil alınan bölümü şöyledir:

فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تَعْدِلُواْ فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ذَلِكَ أَدْنَى أَلاَّ تَعُولُواْ

Aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tek kadını veya hâkimiyetiniz altında olanı (cariyeyi) nikâhlayın.(Nisâ 4/3)

Bu ayeti Sünnîler şöyle tefsir ederler:

{فإن خفتم أن لا تعدلوا فواحدة } انكحوها{ أو } اقتصروا على { ما ملكت أيمانكم

“(Birden çok eşle evlendiğinizde) “Aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tek kadını” nikâhlayın veya hâkimiyetiniz altında olan cariyelerle yetinin.[7]

Caferilerin yaptığı tefsir de şöyledir:

فأن خفتم أن لا تعدلوا فواحدة أي فانكحوا واحدة … أو ما ملكت أيمانكم وهى الاماء …كان المراد بذكر ملك اليمين الاكتفاء باتخاذهن وإتيانهن بملك اليمين دون نكاحهن بما يبلغ العدد

“(Birden çok eşle evlendiğinizde) “Aralarında adaletli davranamamaktan korkarsanız bir tek kadını” nikâhlayın. “veya hâkimiyetiniz altındakiler” cariyeler… ayette cariyelerden söz edilmesi, sayısı kaça çıkarsa çıksın, sırf hâkimiyet altında oldukları için onlarla nikâhsız ilişkiye girilebileceğini ve bu ilişki ile yetinilebileceğini anlatmaktır.[8]

Ayete bu anlamı vermek mümkün değildir. Çünkü “mâmeleketeymânukum = ما ملكت أيمانكم” sözü, “vâhideten = واحدة” sözü üzerine atfedilmiştir. Matuf ile matufun aleyhin amilleri farklı olamaz. “Vâhideten = واحدة” sözünün amili “انكحوا= nikâhlayın” emri ise, “mâmeleketeymânukum/hâkimiyetiniz altında olanlar” sözünün amili de “nikâhlayın” emri olur. Dolayısıyla bu ayet, birden fazla eşle evlendiği takdirde adaleti yerine getirememekten korkanlara, ya bir hür kadını ya da bir cariyeyi nikâhlamayı emretmektedir.

Arapça bilmeyenler için bunu şöyle açıklayabiliriz: Bir tek kadını veya hâkimiyetiniz altında olanı ayetinin gizli yüklemi, ayetin ilk cümlesinden anlaşılan “nikâhlayın” emridir. Birbirine “veya” bağlacı ile bağlı iki kelimenin iki farklı yüklemi olamaz. Ama bu âlimler, cümlenin yapısını bozarak ikinci kelimenin başına “yetinin” yüklemini eklemişlerdir. Bunun, ayeti tahriften başka bir anlamı yoktur.

Ulaşabildiğimiz tefsir ve mealler, bu yanlışı bir şekilde yapmışlardır. Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmakta olan Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir’de konu şöyle işlenmiştir: 

Meal: “Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin.”

Tefsir: “Mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin” tavsiyesi yetimlerin ve kadınların haklarına riayet gerekçesine dayanmaktadır; ancak bunda câriyelerin menfaati vardır. … Yetimlerin ve hür kadınların haklarına riayet edememekten korktuğu için sahip olduğu câriye ile evli gibi yaşayacak olan müminin avantajı, câriyenin hür kadınlara nisbetle daha az hakka sahip bulunmasıdır.[9]

Çağdaş “Kur’ân Yolu” tefsirinin yanlışı nasıl sahiplendiği açıkça görülmektedir.

2. Nisâ 24. Ayet

Nisâ 22’den itibaren evlenilmesi yasak kadınlar sayılmış ve 24. ayette konuya şöyle devam edilmiştir:

وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاء إِلاَّ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ

Hâkimiyetiniz altında olan (savaş esirleri) dışındaki kocalı kadınları nikâhlamanız da haramdır.

Bu ayet, evli iken esir düşen kadınların, kocalarından boşanmış sayılacağını gösterir. Burada her ne kadar savaş esiri evli kadınlarla evlenmenin hükmü açıklanmış olsa da mezhepler, ayetin bu ifadesini, esir düşmüş evli kadınla nikâhsız ilişkiye delil sayabilmişlerdir. Tefsir âlimi, Eş‘arîkelâmcısı, Şâfiî fakihi ve kadı olan Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî (ö. 685/1286), tefsirinde ayeti şöyle açıklar:

والمحصناتمنالنساءإلاماملكتأيمانكم} يريدماملكتأيمانكممناللاتيسبينولهنأزواجكفارفهنحلالللسابينوالنكاحمرتفعبالسبي{

Hâkimiyetiniz altında olanlar dışındaki kocalı kadınlar” ayetinde Allah’ın istediği şudur: Hâkimiyetiniz altında olan esir alınmış kadınlardan kâfir eşleri olanlar, onları esir alanlara helaldir. Kadının esir alınmasıyla birlikte nikâhı düşmüştür.[10]

Caferi mezhebine mensup Tabatabâî’nin tefsirinde konu şöyle işlenmiştir:

قوله “إلا ما ملكت أيمانكم” رفعا لحكم المنع عن محصنات الاماء على ما ورد في السنة أن لمولى الامة المزوجة أن يحول بين مملوكته وزوجها ثم ينالها عن استبراء ثم يردها إلى زوجها.

“Allah Teâlâ’nın “Hâkimiyetiniz altındakiler hariç” sözü, Sünnette de geçtiği gibi evli cariyenin sahibinin, kocasıyla arasına girme hakkı olduğunu gösterir. Cariyeyi çağırır, hamile olmadığını anladıktan sonra onunla ilişkiye girer, sonra kocasına iade eder.[11]

Burada Kitab’ın ve Sünnet’in ne büyük çirkinliklere alet edildiği açıkça görülmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir’deise konu şöyle işlenmiştir: 

“Evlenme mânileri sayılırken zikredilen “muhsankadınlar”dan maksat evli kadınlardır. …“Ellerinizin altında olanlar müstesna” cümlesiyle câriyelerin kastedildiği noktasında görüş birliği vardır. Köleliğin yaygın biçimde uygulandığı eski toplumlarda varlığı kaçınılmaz olan efendinin câriyesiyle cinsel ilişkisi (istifrâş) konusu, İslâm âlimlerince – kölelik statüsünün realiteleri, nesep hükümleri ve İslâmiyet’in köleliği azaltma ve tedricen ortadan kaldırma hedefi ışığında– belirli kurallara bağlanmaya çalışılmıştır. İslâm’ın geçmişten devraldığı ve zaman içinde ortadan kaldırmayı hedeflediği kölelik sistemine ait bulunan bu hükümler tarihe intikal etmiştir.[12]

Bu tefsirdeki yanlışlar, olayı farklı boyuta taşımıştır. Allah Teâlâ, indirdiği son ayette şöyle der:

Bugün dininizi olgunlaştırdım, size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâm’ı uygun gördüm.(Mâide 5/3)

Eğer kölelik, “İslâm’ın geçmişten devraldığı ve zaman içinde ortadan kaldırmayı hedeflediği” sistemse, bu kitapta anlatılan İslâm, yukarıdaki ayette anlatılan İslâm değildir. Çünkü bu tefsiri yapanlar, henüz olgunlaşmamış ve tamamlanmamış bir dinden bahsediyorlar. Eğer “…kölelik sistemine ait bulunan bu hükümler tarihe intikal etmiş” ise bu yeni dinin nebîsinin ne zaman geldiğini de açıklamaları gerekir. Çünkü Allah’ın olgunlaştırıp tamamladığı İslâm dinine ekleme ve çıkarma yapılamaz.

3. Müminûn 5 ve 6. Ayeter

Mekke’de inen bu ayeter, öncesi ve sonrasıyla birlikte şöyledir:

1.       Şu müminler kesinlikle umduklarına kavuşacaklardır:

2.       namazlarında derin bir saygıyla duranlar, 

3.       boş sözlerden yüz çevirenler,

4.       zekât için çalışanlar,

5.       ferçlerini koruyanlar.

6.       Sadece eşlerine veya hâkimiyetleri altındakilere (esir eşlerine ferçlerini açabilirler).

7.       (ferçlerini) bunlardan başkalarına açarlarsa sınırları aşmış olurlar.

8.       Kendilerine emanet edilen şeyler ve üstlendikleri sorumluluklar konusunda titiz davrananlar,

9.       ve namazlarına özen gösterenlerdir.

10.   İşte pay sahibi olacak olanlar onlardır.

11.   Cennetten pay alacaklar ve orada ölümsüzleşeceklerdir.(Mu’minûn 23/1-11)

Görüldüğü gibi her ayet, kadın erkek bütün müminleri kapsamaktadır. Ancak mezhepler, 6. ayetteki “eşlerine” ifadesini kadın ve erkek için ortak sayarken “veya” bağlacını “ve” ye çevirip “hâkimiyetleri altındakiler”i, cariyeler diye anlamış ve ayeti, cariyelerin sahiplerine helal olduğuna delil saymışlardır. Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir’deayetere şu meâl verilmiştir:

“Onlar ki, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.”(Mu’minûn23/5-7)

Eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri” şeklinde verilen mealde “veya” bağlacı “ve” olarak değiştirilmeseydi ve verdikleri anlam da doğru olsaydı, meâl: “eşleri veya ellerinin altında bulunan cariyeleri” şeklinde olurdu. O zaman da bir erkek ya eşiyle ya da cariyesiyle ilişkiye girebilirdi. Bu, geleneğin istediği bir hüküm değildir. Geleneğin istediği, erkeğin ikisiyle de ilişkiye girebilmesidir.

“Elerinin altında bulunan cariyeler” diye meâl verilen mâmeleketeymânuhum sözü köleleri de kapsar. Bu zatların dedikleri doğru sayılsa ama meâl “cariyeler” diye anlaşılmasa hanımın, kölesiyle nikâhsız ilişkisini de kabul etmek gerekir ki bunun da kabul edilebilir bir yanı yoktur. 

Ayeterin, kadın-erkek tüm müminleri kapsadığı çok nettir. 6. ayette, “ev mameleketeymanuhum” kısmının erkeklere has olmasını gerektirecek hiçbir şey de yoktur.

a-Dil Hatası

Ayeterde, biri istisna diğeri atıf harfine verilen yanlış meal olmak üzere affedilmez iki hata yapılmıştır.

1) İstisna konusundaki yanlış meâl

Ayeterin metni şöyledir:

وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ  .  إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ

(O kadın ve erkekler) ferçlerini koruyan kimselerdir. Sadece eşlerine veya hâkimiyetleri altındakilere (esir eşlerine) karşı kınanmazlar.

Ebu Bekr el-Cessasayeti şöyle açıklamıştır:

فأما قوله: {إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ} استثناء من الجملة المذكورة لحفظ الفروج وإخبار عن إباحة وطء الزوجة وملك اليمين.

““eşleri ve ellerinin altında bulunanlar bunun dışındadır” sözü, ferçlerin korunması ile ilgili cümleden istisnadır. Ayrıca bir kişinin karısı ve cariyesiyle cinsel ilişkiye girebileceğini de haber vermektedir.[13]

Caferilerin yaptığı tefsir de şöyledir:

 وقوله: “إلا على أزواجهم أو ما ملكت أيمانهم فإنهم غير ملومين” استثناء من حفظ الفروج، والازواج الحلائل من النساء، وما ملكت أيمانهم الجواري المملوكة فإنهم غير ملومين في مس الازواج الحلائل والجواري المملوكة.

““eşleri ve ellerinin altında bulunanlar bunun dışındadır” sözü, ferçlerin korunması ile ilgili cümleden istisnadır. Erkek, kendine helal olan kadınlardan evli olduklarıyla ve hâkimiyeti altındaki cariyeleriyle cinsel ilişkiye girmesinden dolayı ayıplanamaz.[14]

Bu görüşte olanlar ayetere şu meâli vermiş olurlar:

“(O kadın ve erkekler) ferçlerini koruyan kimselerdir. (Onlardan erkek olanları,) Sadece eşlerine ve hâkimiyetleri altındakilere (cariyelerine) karşı ferçlerini açabilirler.”

Hiçbir istisna cümlesine böyle bir anlam verilemez. Ayette erkekler sözü açıkça ifade edilse ve cümle ona göre kurulsaydı, bu anlam kabul edilebilirdi. O durumda da erkek, edep yerlerini karısına veya cariyesine açardı ama kadın kocasına, cariye de efendisine açamazdı.

2) Bağlaca = atıf harfine verilen yanlış meâl

6. ayetteki “veya =أو” bağlacına “و=ve” anlamı verilmiştir. “Veya” bağlacı, iki seçenekten sadece birinin “ve” ise ikisinin de olabileceğini ifade için kullanıldığından bu, ayetin anlamını, ciddi bir biçimde kaydırmıştır. Doğru meâl şu şekildedir:

Sadece eşlerine veya hâkimiyetleri altındakilere (esir eşlerine ferçlerini açabilirler)(Mu’minûn 23/6)

İstisna cümlesine verilen yanlış meâl doğru kabul edilse ama bağlacın anlamı değiştirilmeseydi, o zaman bir erkeğin edep yerlerini ya eşine ya da cariyesine gösterebileceği anlaşılırdı. Bu da geleneğin istediği meâl değildir. Birinci yanlışın arkasından ikinci yanlışı yapma zorunluluğu doğduğu için “veya” bağlacına “ve” anlamı verilmiştir.

Konuyla ilgili diğer ayeterde de açıkça görüleceği gibi ister erkek ister kadın olsun, bir Müslümanın eşi ya hür ya da esir olur. Bunlardan hangisiyle evli ise ferçlerini ancak ona gösterebilir.

b- Diğer Ayeterin Dikkate Alınmaması

İslâm’da bir kadının birden fazla eşi olamaz ama erkeğin olabilir. Eş, hür olabileceği gibi esir de olabilir. Bir ayet şöyledir:

İman edene kadar, müşrik kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş esir kadın, müşrik kadından elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun. İman edene kadar, müşrik erkeklere kız vermeyin. İman etmiş esir erkek, müşrikten elbette daha iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun.(Bakara 2/221)

Esir bir erkekle evlenmek isteyen kadın için özel şart yoktur ama erkek için vardır. Hür kadınla evlenebilecek güce sahip olan erkek, esir kadınla evlenemez. İlgili ayet şöyledir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hâkimiyetiniz altında olan mümin kadınlarla (savaş esirleri ile) evlensinler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz. Onları (esir kadınları) ailelerinin izni ile nikâhlayın ve mehirlerini marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak kendilerine verin.(Nisâ 4/25)

Ayete göre erkeğin eşi ya hür ya da esir olabilir; ikisi bir arada olmaz. 

Allah bize, hürler gibi esirleri evlendirmeyi de emretmiştir. İlgili ayet şöyledir:

İçinizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esirlerinizden uygun olanları evlendirin. Yoksul iseler Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyaçlarını giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen  Allah’tır.(Nûr 24/32)

Bu ayetere göre hür ile hür, esir ile esir ve esir ile hür evlenebilir. Bunları şöyle sınıflandırabiliriz:

A-     Erkek hür – Kadın hür olabilir. [Nûr 24/32]

B-      Erkek hür – Kadın esir olabilir. [Nisâ4/25]

C-      Kadın hür – Erkek esir olabilir. [Bakara 2/221]

D-     Erkek esir – Kadın esir olabilir. [Nûr24/32]

Bütün bunlar, hür veya esir olan bir müminin edep yerlerini, ancak hür veya esir olan eşinin yanında açabileceğini gösterir. Mu’minûn 5 ve 6. ayeterle diğer ayeter arasındaki benzerlik açıktır.

 

Mu’minûn

5-6

مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ

hâkimiyetleri altındaki 

أَوْveya

وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ  .  إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ

(O kadın ve erkekler) ferçlerini koruyan kimselerdir. Eşleri hariç. 

Nisâ 3

مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ

hâkimiyetiniz altındakini nikâhlayın

أَوْ

veya

… فَانكِحُواْ مَا طَابَ لَكُم مِّنَ النِّسَاء مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلاَّ تَعْدِلُواْ فَوَاحِدَةً

…hoşunuza giden kadınları iki, üç ve dörde kadar nikâhlayın. Aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir kadını

Nisâ 25

hâkimiyetiniz altındaki mümin kadınları (esirleri) nikâhlasınlar.

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar,

Bakara 221

Erkek hür

Kadın esir

İman etmiş esir kadın, müşrik kadından elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun.

İman edene kadar, müşrik kadınlarla evlenmeyin.

Bakara 221

Kadın hür

Erkek esir

İman etmiş esir erkek, müşrikten elbette iyidir; isterse beğeninizi kazanmış olsun

İman edene kadar, müşrik erkeklere kız vermeyin.

Görüldüğü gibi hür eş ile esir eş, daima farklı değerlendirmiştir. Ayette, eşlerin veya hâkimiyet altındakilerin birbirine “veya” bağlacı ile bağlanması bundandır. Ayeti tekrar görelim:

(Umduklarına kavuşacak müminler) ferçlerini koruyanlardır. Sadece eşlerine veya hâkimiyetleri altındakilere (esir eşlerine ferçlerini açabilirler).(Mu’minûn 23/5-6)

4. Ahzap 50. Ayet

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُّؤْمِنَةً إِن وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَن يَسْتَنكِحَهَا خَالِصَةً لَّكَ مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

Ey Nebi! (Şu sayılanları) özel olarak sana helal kıldık: Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana fey olarak verdiğinden hâkimiyetin altında olanı, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve eğer nikâhlamak istersen kendini sana[15]hibe eden kadını. Bunları diğer müminlere değil, sadece sana helal kıldık. Müminlerin eşleri ve yönetimleri altındaki esirlerle ilgili hangi hükümleri koyduğumuzu elbette biliyoruz. Bütün bunlar sana bir sıkıntı olmasın diyedir. Çünkü Allah bağışlar, ikramı boldur.(Ahzap 33/50)

Bu ayete verilen yanlış meâl ve oluşturulmaya çalışılan algı da cariyelerin cinselliğinden yararlanma gayesine yöneliktir. Ayetteki hükümlerin tamamının Nebîmize has olmasına rağmen çok küçük bir bölümü ona has gösterilmiştir. Kur’ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir’deayete verilen meâl şöyledir:

“Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kildik. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

Ayette: Ey Nebi!ile başlayan bölüm: …diğer müminlere değil, sadece sana helal kıldık sözü ile bitmektedir. Çünkü oradaki şartlar müminlerle ilgili değildir. Onların evlilikleri dört kadınla sınırlıdır, bu ayet, Nebîmiz için böyle bir sınırlama olmadığını bildirmektedir. Onun yeni bir eş ile evlenmesi şu ayet ile yasaklanmıştır:

Bundan sonra güzelliği çok hoşuna gitse bile artık bir kadınla evlenmen ve bir eşini birakıp başkasını alman sana helal değildir(Ahzap 33/52)

Ayrıca müminlerin evliliklerinin geçerli olması için mehri ödemiş olmaları gerekmez (Bkz. Bakara 236). Onların; amca, hala, dayı ve teyzekızlarıyla evlenmeleri için birlikte hicret etmiş olmaları şartı da yoktur. Bundan dolayı ayetin devamı şöyledir:

Müminlerin eşleri ve yönetimleri altındaki esirlerle ilgili hangi hükümleri koyduğumuzu elbette biliyoruz. Bütün bunlar sana bir sıkıntı olmasın diyedir.”

Bu sebeple ayetin küçük bir bölümünü Nebîmize has gösteren şu meâl kabul edilemez:

“…Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.)”

Bir mümin erkek, bir kadınla mehirsiz olarak evlense evlilik geçerli olur ama Nebîmize verilen ruhsat ona verilmediği için eşine denk bir kadının mehri kadar mehir vermesi gerekir. Böyle bir kişi, ilişkiye girmeden eşini boşasa bile ona maruf ölçülerde bazı mallar vermek zorundadır (Bkz. Bakara 236). Bu da önemli bir farktır.

Asıl büyük yanlış cariyelerle ilgili olarak yapılmış ve ayetin ilgili bölümüne şu meâl verilmiştir:

“Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları …sana helal kıldık.”

Buradaki yanlışın sebebi, ayetteki fey’ kelimesinin ganimet diye tercüme edilmesidir. Fey, savaşmadan alınan, ganimet ise savaş sonucu elde edilen mala denir. Fey ile ilgili ayet şudur:

مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاء مِنكُمْ

Allah’ın, o kentlerin halkından alıp Elçisine fey olarak verdiği şeyler; Allah için, elçisi ve yakınları için, yetimler, çaresizler ve yolda kalmışlar içindir. Böylece onlar, içinizden zenginler arasında dolaşan bir servet haline gelmez.(Haşr 59/7)

Ganimetlerle ilgili ayet de şudur:

وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِن كُنتُمْ آمَنتُمْ بِاللّهِ وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Eğer Allah’a ve inanıp güveniyor, doğru ile yanlışın ayrıldığı o gün, yani o iki ordunun çarpıştığı gün, kulumuza indirdiğimize de inanıyorsanız, bilin ki aldığınız her ganimetin beşte biri Allah’ın, elçisinin, elçinin en yakınlarının, yetimlerin, çaresizlerin ve yolcunundur. Her şeye bir ölçü koyan Allah’tır.(Enfâl 8/41)

Ganimetin 4/5’i savaşçılara verilir ama fey, savaş sonucu elde edilmediği için onda savaşçıların payı yoktur. Bu sebeple Ahzap 50. ayet, Mısır mukavkısınınNebîmize hediye ettiği Mâriye’nin ona helal olduğunu bildirmektedir. Bu hüküm ona hastır, diğer müminlerin böyle bir hakkı yoktur.

Zaten esirler fey değil, ganimettir. Savaş sonucu elde edilen esirleri fey kapsamına sokmak, sonra fey’e ganimet anlamı vererek Mâriye’ninNebîmize helal olduğunu gösteren özel bir hükmü, genel hüküm görümüne sokup cariyelerin cinselliğinden yararlanmayı, Kur’ân’ın tartışmasız hükmü gibi göstermek ne büyük bir günahtır!

C-  NEBÎMİZİN ESİR EŞLERİ

Nebîmizin nikâhladığı eşleri arasında cariye yoktur. Çünkü hür eşle evlenmeye gücü yeten bir Müslüman, cariye ile evlenemez. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hâkimiyetiniz altında olan mümin kadınlarla (savaş esirleri ile) evlensinler.(Nisâ 4/25)

Nebîmizefey olarak verilen ve savaş esiri olmayan Mâriye, Ahzap 50. ayet ile helal kılındığı için Nebîmiz onunla evli gibi yaşamıştır. Esir düşen Cüveyriye, Safiye ve Reyhâne’yi de hürriyetine kavuşturduktan sonra nikâhlamıştır. Bu dört hanımefendinin hayatlarını kısaca görelim.

1. Mâriye

Nebîmiz, hicretin 7. (628 m.) yılında, bir mektup göndererek Mısır mukavkısıCüreyc b. Mînâ’yı İslâm’a davet etmişti. Bizans imparatorundan çekindiği için İslâm’ı kabul etmediği söylenen Cüreyc ona, aralarında MâriyebintŞem‘ûn el-Kıbtiyye’nin (ö. 16/637) de olduğu hediyeler gönderdi. Mâriye Müslüman oldu ve Ahzap 50. ayet ile Nebîmize helal kılındı. Ona İbrahim adında bir oğlan çocuğu doğurdu.

Güzel bir hanım olan Mâriye’yeNebîmizin ilgi göstermesi, başta Âişe olmak üzere eşlerini kıskandırmıştı.[16]İbn Abbas, bununla ilgili olarak şunları anlatır:

“Ömer b. El-Hattâb’a, Tahrim suresinde birbirine destek olduğu bildirilen iki kadının kimler olduğunu sordum. “Aişe ile Hafsa” dedi. Nebî aleyhisselam, Hafsa’nın evinde ve onun nöbetinde Mâriye ile birlikte olmuştu. Hafsa bunu anlayınca dedi ki: “Ey Allah’ın Nebîsi! Eşlerinden hiçbirine yapmadığını benim günümde, benim nöbetimde ve benim yatağımda bana yaptın.” Nebîmiz: “Onu kendime haram etsem ve bir daha yaklaşmamam seni mutlu eder mi?” dedi. Hafsa: Eder; deyince onu kendine haram etti ve “bunu kimseye söyleme” dedi. Ama Hafsa Aişe’ye söyledi. Allah da Nebîsini bundan haberdar ederek şu ayeteri indirdi:[17]

“Ey Nebi! Allah’ın özel olarak sana helal kıldığını, neden kendine haram kılıyorsun? Sen eşlerinin gönlünü etmeye çalışıyorsun. Neyse ki Allah bağışlar, ikramı boldur.

Allah, bu tür yeminlerinizi bozmayı size farz kılmıştır. Allah sizin en yakınınızdır. Her şeyi bilen ve kararları doğru olan O’dur.

Bir gün Nebî, eşlerinden birine gizli bir söz söylemişti. Eşi onu, diğer eşine bildirince Allah, Nebîsini o konuda bilgilendirdi. O da onun birazını eşine anlattı, birazını da anlatmaktan vazgeçti. Eşine bildirdiğinde o: “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Nebî de “Bana, her şeyi bilen; her şeyin iç yüzünü bilen bildirdi.” diye cevap verdi.

 (Ey Nebî’nin iki eşi!) Allah’a yönelip tevbe ederseniz iyi olur. Çünkü ikinizin de gönlü kaydı. Eğer birlikte ona karşı harekete geçerseniz bilin ki Allah, Cebrail ve iyi müminler onun yakın dostlarıdır. Bundan sonra melekler de ona destek olurlar.

Eğer sizi boşarsa bakarsınız ki Allah yerinize daha iyi eşler verir. Onlar, Allah’a teslim olan, inanıp güvenen, boyun eğen, ona yönelen, ibadetlerini yapan ve oruç tutan dullardan ve bakirelerden olabilir.” (Tahrîm 66/1-5)”

İbn Abbas’ın anlattıklarını ilgili ayeter doğrulamaktadır:

 

Mâriye’yi helal kılan Ahzap 50. ayet

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ

Ey Nebî, (Şu sayılanları) özel olarak sana helal kıldık…

Mâriye’yiNebîmizin kendine haram kıldığını gösteren Tahrîm 1. ayet

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ

Ey Nebî! Allah’ın özel olarak sana helal kıldığını, neden kendine haram kılarsın…

 

“Sana özel”, ayetlerdeki lek = لَكَsözünün anlamıdır. Ahzap 50 ile Tahrîm 1. ayet arasındaki benzerlik, her iki ayetin de Mâriye’den bahsettiğini göstermektedir.

2. Cüveyriye

Cüveyriye (ö. 56/676), Huzâa kabilesinin Benî Mustalik kolunun reisi Hâris b. EbûDırâr’ın kızıdır. Nebîmiz, Hendek Savaşı öncesinde MustalikoğullarınınMüslümanlara karşı savaş hazırlıklarının olduğunu öğrenince onlara baskın yaptı, onları yendi ve çok sayıda esir aldı. Kocası bu savaşta ölen ve henüz yirmi yaşında bulunan Cüveyriye, esirler arasındaydı. Sâbit b. Kays b. Şemmâs’ın veya amcaoğlunun payına düşmüştü. Hürriyetine kavuşmak için ödeyeceği fidye miktarını belirledikten sonra Nebîmizin yanına gitti, kendini tanıttı ve fidyesinin ödenmesi için yardımcı olmasını istedi. Nebîmiz fidyesini ödeyip onu hürriyete kavuşturduktan sonra evlilik teklif etti. Cüveyriye’ye dayanan bir başka rivayete göre babası, esir düşen kızını kurtarmak için Medine’ye geldi ve fidyesini ödedikten sonra onu Nebîmizle evlendirdi. Cüveyriye’ninNebîmizle evlendiğini duyan Müslümanlar, Mustalikoğulları’ndan alınan bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu evlilik, aradaki düşmanlığı giderdi ve Müslüman olmalarına sebep oldu.[18]

3. Reyhâne

Reyhâne bint Şem‘ûn b. Zeyd (ö. 10/632) Yahudi Benî Nadîr kabilesindendi. Benî Kurayzalı Hakem (Abdülhakem) adında bir kişiyle evliydi. Nebîmizle yaptıkları antlaşmayı Hendek savaşında bozan Benî Kurayza yahudileri, savaşın hemen arkasından kuşatılarak etkisiz hale getirildi. İlgili ayet şöyledir:

Allah, Ehl-i Kitap’tan, düşmana arka çıkanları da kalplerine korku salarak kalelerinden indirdi. Kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Onların yerini, yurdunu ve mallarını size verdi, henüz ayak basmadığınız yerleri de size verecektir. Allah her şeye bir ölçü koyar.(Ahzap 33/26-27)

Ayette geçen, Onların yerini, yurdunu ve mallarını size verdi ifadesi, esirlerin serbest bırakıldığını gösterir. Çünkü ne savaşacak halleri ne de fidye olarak verecek malları kalmıştı.[19]

Reyhâne de esirler arasındaydı, bu savaşta kocası öldürülmüştü. Savaş esiri evli kadınlarla evlenilebileceğini daha önce görmüştük (bkz. Nisâ 24). Nebîmiz ona, bir ay kadar sonra Müslüman olması şartıyla evlilik teklif etti, o da kabul etti. Onu, nikahlamadan önce hürriyetine kavuşturduğu için diğer eşlerine verdiği gibi ona da 12 ukıyye gümüş mehir vererek 5. yılın Zilhiccesinde (Mayıs 627) kendisiyle evlendi.[20]

Eşi ölen kadın, dört ay ongün iddet bekledikten sonra evlenebilir. Reyhane esir düştüğü için Nisa 24. âyet, onun böyle bir yükümlüğünün olmadığının da delilidir.

4. Safiyye

Safiyye, Benî Nadîr’in reisi Huyey b. Ahtab’ın kızıdır. Hayber savaşında kocası öldü kendi de esir alındı. Benî Kurayza ve Benî Nadîr’in hanımefendisi olduğu için Nebîmizden başkasına verilmesi uygun görülmedi. Nebîmiz de Müslüman olursa kendisiyle evleneceğini, yoksa serbest bırakıp ailesine göndereceğini söyledi. Safiyye İslâm’ı kabul etti. Nebîmiz de hürriyet bedelini mehir sayarak onunla evlendi.[21]

SONUÇ

Görüldüğü gibi esirleri köle veya cariye yapmanın ve cariyelerin cinselliğinden nikâhsız olarak yararlanmanın dayandırılabileceği bir delil yoktur. Ayeterde anlam kayması meydana getirerek yapılan bu işlem tam bir ıvecdir. Ivec = عوج, düşünerek ve ancak uzak görüşle anlaşılabilecek şekilde yapılan bir çarpıtma,[22]bir algı yönetimidir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle demiştir:

Kâfirlerin (kendini ayete kapatanların) çetin azaptan çekecekleri var. Onlar, dünya hayatını Ahiretten çok seven ve ıvec yapmaya çalışarak Allah’ın yolundan uzaklaşan/uzaklaştıran kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.(İbrâhîm 14/2-3)

Kölelik ve cariyelik konusunda olduğu gibi birçok konuda ıvec yani bir algı yönetimi yapılarak Kur’ân’ın doğru anlaşılması engellenmiştir. En kötüsü de Kur’ân’ın kullanma kılavuzu olan hikmetin unutturulmuş olmasıdır. Allah, Nebîmize ve bütün nebîlere, Kitap ile birlikte hikmeti de vermiş ve onları bu sayede, problem çözme imkânına kavuşturmuştur. Hikmet unutulunca Nebîmizin söz ve uygulamalarının Kur’ân’dan çıkarılmış birer hikmet olduğu da unutulmuş, Müslümanlar, sıkıntılara çözüm bulma özelliklerini yitirerek birer sıkıntı kaynağı haline gelmişlerdir.

Esirler konusunda yapılan ıvec öylesine etkili ve kalıcı olmuştur ki, ulaşabildiğimiz hiçbir kitapta esirlere ve cariyelere yapılanın yanlış olduğuna rastlanamamaktadır. Çünkü asırlar boyu medreselerde ve din öğretimi yapılan çağdaş kurumlarda Kur’ân, sadece ezberlenen ve okunmasıyla sevap kazanılan bir kitap sayılmıştır. Hocalar bu şekilde şartlandırıldığı için hiç kimse, din olarak öğrendiği bilgilerin Allah’ın kitabına ve Nebîmizin söz ve uygulamalarına uygunluğu konusunda şüpheye dahi düşmemektedir.

Din adına öğrendiği şeylerin, Allah’ın kitabıyla ilgisini kuramayanlara Allah Teâlâ ümmî adını verir. Ümmi, okuryazar olmayan demektir. Anlamak için değil de sevap kazanmak için okunan bir kitap, okunmuş sayılmaz. Onu anlayarak okumazsanız, dinin ana kitabını okumamış olursunuz. Allah Teâlâ, Yahudilerle ilgili olarak şöyle demiştir:

Onların bir kısmı ümmîdir; o kitabı değil, sadece onunla ilgili kurguları bilir ve sadece tahmin yürütürler.

Fakat elleriyle kitap yazan, sonra geçici bir çıkar için “Bu Allah katındandır” diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekler hem de kazandıklarından dolayı çekecekler!(Bakara 2/78-79)

Sünnî ve Şiî, bütün mezheplerin âlimleri de bu ayeterde belirtildiği gibi kitabı değil, sadece onunla ilgili kurguları biliyor ve sadece tahmin yürütüyorlar. Onlara göre, mezheplerinin âlimleri yanlış yapmaz; Kur’ân’a, Nebîmizin söz ve uygulamalarına ters bir şey söylemezler. Hele bir konuda icma etmişler yani görüş birliğine varmışlarsa onun yanlış olma ihtimali olmaz. Ondan dolayı eskilere, gözü kapalı olarak uyan bu kimseler kendilerini âlim sanırlar. Bunların yazdıkları kitaplar da o yanlışları sabitleme ve sonraki nesillere ulaştırma dışında bir işe yaramaz.

Bu âlimler, bilmedikleri için belki Allah tarafından bağışlanabilirler. Ama o kitapları yazan ve yaptıkları ıvec ile Kur’ân’ın kabul etmediği hükümleri, Kur’ân’a mal edenlerin kurtuluşları mümkün gözükmemektedir.

Bu ıvec, bu algı yönetimi öylesine etkili olmuş ki, bugün Irak ve Suriye’de bazı yerleri ele geçirip devlet kurduğunu duyuran Işid’in liderine, farklı ülkelerden 126 İslâm âlimi, şu ifadeleri taşıyan bir mektup yazabilmişlerdir:

“Müslümanlar, hatta bütün dünya, yüz yılı aşkın bir süreden beri köleleştirmeyi yasaklama ve suç sayma konusunda icma etmiştir. Bu, İslam tarihinde büyük öneme sahip bir iştir. İcma ile ortadan kaldırılmasından sonra köle edinmek haramdır.[23]

Kölelik ve cariyeliğin Muhammed Suresinin 4. ayetiyle kaldırıldığını bilmeyen bu alimlere göre köleleştirme, Batılıların içmaı ile haram olmuştur. Bu şekilde değiştirilebilen bir din nasıl Allah’ın dini olur!

Ellerindeki geleneksel kitaplara dahi aykırı olan şeylere imza atan kişiler, kendilerine âlim sıfatını nasıl yakıştırabilirler!

Kitaba ve Hikmete uygun çalışmalarla mevcut yapının yanlışlarını ortaya koyup doğrusunun ne olduğunu göstermeye çalıştığımız halde hiçbir konuyu tartışmaya yanaşmayan gelenekçi ve yenilikçi yapıya İsa aleyhisselamın şu sözleriyle seslenmek isterim:

“Kendi geleneğinizi sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne de güzel beceriyorsunuz!”  (Markos İncil’i 7. Bölüm 9. cümle)

Allah’a güvenenler için de şu ayet yeter:

Ey inanıp güvenenler, kendinize bakın. Siz doğru yolda olduktan sonra sapanların size zararı olmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, yapıp ettiğiniz şeyleri size bildirecektir.(Mâide 5/105)

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

__________________________________________________

KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, “Savaş Esirleri ve Cariyelik”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Ekim-Aralık 2015, Sayı: 11, s: 1-11.


[1]Müslümanlar Mekke’de zor günler geçirirken Romalıların Persler’e yenildiği duyuldu. O sırada inen aşağıdaki ayetler, birkaç yıl içinde Romalıların Persleri yeneceği, o gün Müslümanların bir zaferle sevineceği haber verildi:

ELİF! LAM! MÎM! Romalılar yenildiler. (Yenilgi) Çok yakın bir yerde oldu. Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir. (Galibiyet) Birkaç yıl içinde olacaktır. Onun öncesinde de sonrasında da bütün yetki Allah’ın elindedir. O gün müminler sevineceklerdir. O, Allah’ın yapacağı yardımla olacaktır. O, çalışana yardım eder. O üstündür, ikramı boldur. Bu Allah’ın verdiği sözdür. İnsanların çoğu bilmese de Allah sözünden dönmez.(Rûm 30-1-6)

[2]Muhammed 4. ayet Bedir’den önce inmeseydi Nebîmize bu suçlama yapılamazdı. Çünkü “Allah, kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez.” (Bakara 2/286)

[3]Beni Kurayza esirlerinden savaşacak durumda olanların öldürüldüğü iddia edilse de bu, Yahudi uydurmasıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Cemal AhmedNecm, غزوة بني قريظة بين الحقائق والأساطير  http://www.hablullah.com/?p=2100

[4]EbûBekrAhmed b. Alî er-Râzî el-Cessas’ın (ö. 370/981) Ahkam’ul-Kur’ân, İstanbul 1917, Muhammed Suresi.

[5]Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukıİslamiyye ve IstılahatıFıkhiyye Kamusu, c. III, 399 vd. İstanbul, tarihsiz.

İfadeler sadeleştirilmiştir. Aslı şöyledir: “Harb neticesinde kahren elde edilen esirler hakkında ve­liyyül’emr, muhayyerdir. Bu hususdamüslümanlann menfaatlerine gö­re hareket ederek dilerse bu esirlerin mukatil olan takımını katledibmaddei fesadı bilkülliyye ortadan kaldırır, dilerse bunların şerlerini def için yalnız istirkaklariyle, yani: köle ve cariye edilmeleriyle iktifa eder, dilerse islâm zimmetinde, ahd ve emanındaolmak  üzere hepsine  hürriyet verir ve dilerse bunları islâm esirleri ile mübadelede bulunur.”

[6]Muhammed Hüseyin Et-Tabâtabâî (1902-1981), el-Mîzân fî tefsîr’il-Kur’ân, İran-Kum.

[7]Celaluddin es-Suyutî (ö. 911/1505) ve Celaleddin Muhammed b. Ahmed el-Mehallî(öl. 864 h.), Tefsîr’ul-Celâleyn, İstanbul, tarihsiz.

[8]Et-Tabâtabâî, el-Mîzân fî tefsîr’il-Kur’ân, Nisa Suresi.

[9]Komisyon (Hayrettin KARAMAN, İbrahim Kafi DÖNMEZ, Mustafa ÇAĞIRICI, Sadrettin GÜMÜŞ), Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı  Yayınları, 2. Bs.,  Ankara, 2006, Nisa Suresi.

[10]Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru’r-Reşîd-Müessesetü’l-Eymân, Dımaşk-Beyrut, 2000, Nisa Suresi.

[11]Tabatâî, a.g.e. Nisa Suresi.

[12]Kur’an Yolu, Nisa Suresi.

[13]Cessâs, Ahkâm’ul-Kur’ân, Nisa Suresi.

[14]Tabatâî, a.g.e. Muminûn Suresi.

[15]Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır. Anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa geçilir. Geçmiş zamandan şimdiki veya gelecek zamana; gelecek zamandan geçmiş zamana ya da geçmiş zamandan emir kipine geçiş yapılabilir. Türkçede bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk’ü şaşırtır. Bu sebeple burada bu sanat dikkate alınmamıştır. Bu âyette de ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçildiğinden meal, bu geçiş yok sayılarak verilmiştir.

[16]Aynur URALER, Mâriye, Diyanet İslam Ansiklopedisi.

[17]Celaluddin es-Suyutî (ö. 911/1505) Cami’ul-Ehadîs, babMüsnedi Ömer b. El-Hattâb, cüz, 28 s. 49 (nr. 30658)

[18]Rıza Savaş, Cüveyriye, Diyanet İslam Ansiklopedisi.

[19]Beni Kureyza esirlerinden savaşacak durumda olanların öldürüldüğü iddia edilse de bu, Yahudi uydurmasıdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Cemal AhmedNecm, غزوة بني قريظة بين الحقائق والأساطير  http://www.hablullah.com/?p=2100

[20]Hayati Yılmaz, Reyhâne, Diyanet İslam Ansiklopedisi.

[21]Aynur Uraler, Safiye, Diyanet İslam Ansiklopedisi.

[22]er- Rağıb el-İsfahânî,  (ö. 425 h.), Müfredât (thk: Safvan Adnan Dâvûdî) عوجmd.Dımaşk ve Beyrut, 1412/1992.

[23]http://www.lettertobaghdadi.com/14/arabic-v14.pdf