Nasr Suresinin Başına Gelenler

ALLAH’IN ELÇİSİNİN ÖRNEKLİĞİ VE NASR SURESİ

Kur’an’ın Medine’de inen Surelerinden Nasr Suresi, Resulullah sonrası dönemde Kur’an’a bütüncül bakışın kaybolması ve yine Kur’an’da Allah tarafından belirtilen Kur’an’ın Kur’an’la – ayetlerin ayetlerle açılanması yönteminin[1] büsbütün terk edilmesi sebebiyle ne yazık ki anlam erozyonuna uğramıştır.

Kur’an kendisinde hiçbir şüphe olmayan[2], mübîn[3] bir kitaptır. Birçok ayette Kur’an kelimesine sıfat olan mübîn ifadesi, insanlar tarafından açıklanmaya ihtiyaç duymayan, kendisi açık olan anlamlarına gelmektedir. Aynı şekilde birçok sure aynı kökten “tibyan” kelimesi kullanılarak “Bunlar o açık Kitab’ın ayetleridir”[4] diye başlar. Bu konuda onlarca ayet örnek verebiliriz.

Kur’an’ı yalnız Allah açıklar. Biz insanlara düşen Rabbimizin bu açıklamasını fıtratı bozulmamış bir dimağ (lübb) ile anlamaya çalışmaktır. Bunun böyle olması doğrudan kullukla alakalı bir konudur. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurur.

الر ۚ كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ

ELİF! LÂM! RÂ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem[5] kılınmış hem de[6] doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. (Hud 11/1)

أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ ۚ إِنَّنِي لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ

Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir[7]. Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim. (Hud 11/2)

O halde Nasr suresini Kur’an bütüncüllüğü içerisinde ele almak ve açıklamayı Allah’a bırakmak hem kulluk görevimiz, aynı zamanda da Allah tarafından bize örnek olarak gösterilen Nebimizin[8] yaşamını anlama noktasında yardımcımız olacaktır. Öyleyse öncelikle Nasr Suresinin mealine bakarak başlayabiliriz:

Nasr Suresi

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ

Allah’ın yardımıyla Fetih [Mekke’nin fethi] gerçekleşip önün açılır da (Nasr 110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا

İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini görürsen, (Nasr 110/2)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ ۚ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا

Her şeyi güzel yapmasından dolayı Rabbine yönel ve bağışlanma dile! O, tevbe edeni kabul eder. (Nasr 110/3)

Görüldüğü üzere sure Mekke’nin fethiyle alakalıdır. Mekke’nin fethi gerçekleşip, insanların İslama yöneldiği görülünce Resulullah’tan af dilemesi istenmektedir. Ve bu istek bizzat yüce Allah tarafından gelmektedir. Peki Nebi as. hangi günahından dolayı af dilemesi istenmişti? İşlediği suç neydi? İnsanlar devamlı tövbe-istiğfar yapabilirler ama burada tövbe-istiğfarın Mekke’nin fethine bağlanmış olmasının sebebi ne olabilir? Gerçekten bu sorular sadece Nasr suresine baktığımızda cevap bulabileceğimiz sorular değildirler. O halde konuyla ilgili açıklamayı Kur’an’a bırakıp, ilgili diğer ayetlere de bakmamız gerekir.

Nasr suresine kadar olan süreci en başından ele almamız konuyu anlama açısından isabetli olacaktır. M. 610 yılında Allah tarafından Nebi olarak görevlendirilen Muhammed as. diğer nebilerde de görüldüğü üzere muhatap olduğu toplumla büyük problemler yaşadı. İnsanların büyük bölümü inanmış oldukları şeylerden vazgeçmek istemediler. Netice itibariyle inananlara karşı baskılar arttı. Mekke’de inananlara karşı müşrikler tarafından bir çok kısıtlamayı içeren boykot uygulamaya sokuldu. Bu arada kur’an vahyi devam ediyor, her inen ayet Mekke’de gündem oluşturuyordu. Boykot devam ederken inen Rum Suresi de aynı şekilde Mekke gündemini meşgul etti. Bu sureye göre yakın zaman önce mağlup olan Bizanslılar İranlıları üç ila dokuz yıl içerisinde yeneceklerdi. İlgili ayetler şöyledir:

الم

ELİF! LÂM! MÎM! (Rum 30/1)

غُلِبَتِ الرُّومُ

Romalılar yenildiler, (Rum 30/2)

فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ

(Yenilgi) Çok yakın bir yerdeoldu. Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir. (Rum 30/3)

فِي بِضْعِ سِنِينَ ۗ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُ ۚ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ

Birkaç yıl içinde olacak. Öncesi de sonrası da Allah’ın yetkisindedir emrindedir. O gün müminler sevineceklerdir. (Rum 30/4)

بِنَصْرِ اللَّهِ ۚ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ ۖ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ

Bu, Allah’ın yapacağı yardımla olacaktır. O, çalışana yardım eder. O güçlüdür, ikramı boldur. (Rum 30/5)

وَعْدَ اللَّهِ ۖ لَا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Bu Allah’ın vaadidir! İnsanların çoğu bilmese de Allah vaadinden caymaz dönmez. (Rum 30/6)

Dördüncü ayette yer alan “O gün müminler sevineceklerdir,” ifadesi yıllar sonra anlamını bulacaktı. Devamında yer alan  بِنَصْرِ اللَّهِ = Allah’ın yapacağı yardımla ifadesindeki نَصْر =Nasr kelimesi zafer anlamını da haiz olduğu için müminlerin o gün bir zaferle sevinecekleri Allah tarafından böylece önceden müjdelenmiş oluyordu.Rum suresi indiği dönemdeMekke’de karşılıklı atışma ve iddialaşmalara sebep olmuş hem Müslümanlar hem Mekkeli müşrikler Suriye tarafından gelecek bir habere dikkat kesilmişlerdi. Daha sonra gündem durulmuş, yıllar geçmiş, Müslümanlar baskıların çekilmez boyutlara ulaşması ve Medinelilerin daveti üzerine Medine’ye hicret etmişlerdi.

Hicretten birkaç yıl sonra Mekke liderlerinden Ebu Süfyan yüklüce bir ticaret kervanıile Suriye tarafında ticari faaliyette iken duyduğu bir haber ile teyakkuza geçti. Bu habere göre Rumlar ile Persler arasında yeni bir savaş kopmak üzereydi. Zamanında Mekke’de gündemi meşgul eden Rum suresini hatırlayan Ebu Süfyan maddi değeri oldukça fazla olan kervan getirisini riske atmak istemedi. Nitekim sahadan gelen haberler de Medinelilerin kervana ilgisini doğrular nitelikteydi.Kervan gelirine el koyulabilme ihtimaline karşı Ebu Süfyan Mekke’den yardım talep etti. Mekke liderliği, bu durumu yıllardır hasım belledikleri Müslümanlara hadlerini bildirme fırsatı olarak görerek büyükçe bir ordu hazırladılar.

Diğer taraftan Resulullah, Mekke’den bir ordu çıktığından habersiz, Rum-Pers yakınlaşmasının Rum suresinin işareti ile Rum galibiyeti ile sonuçlanacağından şüphe duymaksızın, yine surenin işaret ettiği “müminlerin o gün Allah’ın yardımı ile sevineceği” ilahi mesajının sonucunun kervan olduğu tahminiyle Medine’de sefer hazırlıklarına başladı. Ve kervanı takibe çıktılar. Yola çıktıktan sonra Müslümanlar Mekke’den bir ordu geldiğini duydular fakat ilk amaçları olan Suriye kervanını ele geçirmek onlara daha cazip gelmişti. Bu konu ile ilgili Enfal Suresine bakabiliriz:

وَإِذْ يَعِدُكُمُ اللَّهُ إِحْدَى الطَّائِفَتَيْنِ أَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ أَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِرِينَ

Allah, o iki topluluktan[9] birinin sizin olacağına söz vermişti. Siz, güçsüz olanına hevesleniyordunuz. Allah ise verdiği sözler sebebiyle[10] gerçeği ortaya çıkarmak ve o kâfirlerin[11] arkasını kesmek istiyordu. (Enfal 8/7)

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ

O suçlular istemeseler bile gerçeği ortaya çıkarıp yanlışı ortadan kaldıracağını, bu şekilde gösterecekti. (Enfal 8/8)

Birinci ayette geçen Allah’ın verdiği söz, yıllar önce Rum Suresinde verilen sözdü. Netice itibariyle kırk kişilik koruması olan bir kervanla karşılaşmak Müslümanlarca yüzlerce kişilik bir orduyla karşılaşmaktan daha kolay görülmüştü. Ancak Allah koymuş olduğu kurallar (sünnetullah) sebebiyle Müslümanların Mekkelilerle savaşmasını, bu savaş neticesinde vaadi mucibince galibiyeti ve müminler ordusunun Mekke’ye kadar gidip o gün Mekke’yi almasını istiyordu. Allah, bütün elçilerle ilgili koyduğu kuralı Nebi as. daha Mekke’de çeşitli zorluklarla yüzleşirken İsra Suresinde açıklamıştı:

وَإِنْ كَادُوا لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الْأَرْضِ لِيُخْرِجُوكَ مِنْهَا ۖ وَإِذًا لَا يَلْبَثُونَ خِلَافَكَ إِلَّا قَلِيلًا

Seni bu topraklardan çıkarmak için yerinden oynatmak üzereler. Çıkarırlarsa senden sonra burada fazla kalamazlar. (İsra 17/76)

سُنَّةَ مَنْ قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا ۖ وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلًا

Senden önce gönderdiğimiz elçilere uygulanan kanun budur. Bizim kanunumuzda bir değişiklik bulamazsın. (İsra 17/77)

Bu ayetlerle, bir yukarıda belirttiğimiz Enfal Suresinin ayetlerine birlikte baktığımızda büyük bir uyumun olduğunu görürüz.

Sonuç itibariyle Ebu Süfyan’ın aldığı tedbirlerle kervan sahil yolunu tutarak güvenli bir şekilde Mekke yolunu tutu ve müminlerin gönülsüzlüğüne rağmen iki ordu Bedir’de karşı karşıya geldiler. Allah daha evvel indirdiği Muhammed Suresinde savaş hukuku ile ilgili bazı kurallar koymuştu:

فَإِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّىٰ إِذَا أَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّىٰ تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ۚ ذَٰلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَٰكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ ۗ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُم

Ayetleri görmezlikten gelenlerle (kafirlerle) savaşta karşılaşınca boyun köklerini vurun. Onları etkisiz hale getirince sıkı güvenlik çemberine alın. Sonra karşılıksız ya da fidye alarak serbest bırakın ki savaşın ağırlığı kalmasın. Allah’ın tercihi farklı olsaydı onların hakkından kendisi gelirdi. Böyle olması, birinizi diğerinizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin yaptıklarını karşılıksız bırakmaz. (Muhammed 47/4)

Savaşın başlaması ile birlikte şehadet bilinciyle Müslümanlar savaş meydanında üstünlük sağladılar. Ancak Allah’ın rızasının hilafına meydanda sağladıkları üstünlüğü dünyalık isteği ve gevşeklik sebebiyle yeterli görüp yukarıdaki ayette esirlerle ilgili konulan savaş hukuku kuralını uygulamayıp tam bir galibiyet elde etmeden yani Mekke’yi ele geçirmeden esir alma girişimine ve ganimete yöneldiler. Bu durum onların görünüşte bir zafer kazanmış olmalarına rağmen gerçekte imtihanı kaybettiklerini gösteren bir şeydi. Nitekim Allah aşağıdaki ayet ile Resulullah’ı azarladı:

مَا كَانَ لِنَبِيٍّ أَنْ يَكُونَ لَهُ أَسْرَىٰ حَتَّىٰ يُثْخِنَ فِي الْأَرْضِ ۚ تُرِيدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَا وَاللَّهُ يُرِيدُ الْآخِرَةَ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Savaş alanında düşmanı etkisiz hale getirinceye kadar hiçbir nebinin esir alma hakkı yoktur. Siz, dünya malını (hemen elde edeceğinizi) istiyorsunuz. Allah ise Ahireti (sonrasını) istiyor. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır. (Enfal 8/67)

Dikkat edilirse savaş sonrası tutunulan tavırdageleneğe göre bir icma söz konusudur. Ancak Müslümanlar bu icmada yanılmışlardır. Zira bu hatalı davranışlar silsilesine itiraz eden herhangi bir müslüman yoktur.“Siz dünyalık istiyorsunuz” ifadesi bütün ashabın aslında bedirdeki imtihandan başarısızlıkla ayrıldığının Allah tarafından tespitinden başka bir şey değildir. Devamında gelen ayet Müslümanların yanıldığını ancak Allah tarafından evvelden verilen söz sebebiyle göreceli bir zafer elde ettiklerini daha belirgin bir şekilde ortaya koyuyor:

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللَّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

(Rumların galip geleceği gün sizi sevindireceğini)[12] Allah önceden yazmasaydı, aldığınız esirlerden dolayı başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmazdı. Enfal 8/68)

Ayetlerden dünyada bir zafer elde etmek her zaman imtihanı kazanmak anlamına gelmediğini, Allah’ın imtihanının bundan daha başka bir şey olduğunu alıyoruz. Ayrıca burada bahsedilen “yazı”tahmin edebileceğiniz gibi önceden inen Rum suresindeki Allah’ın sözüdür.” لَمَسَّكُمْ= Size azap dokunurdu” ifadesindeki “küm=siz” zamirinin işaret ettiği kişiler arasında Rasulullah da vardır. Görüldüğü üzere Allah bu konuda herhangi bir ayrım yapmamaktadır. Hata, bütün müminlerle birlikte Nebi as. tarafından da irtikap eylenmiştir. Bu durum “yoksa Allah, içinizden mücadele (cihad)[13] edenleri bilmeden ve sabredenleri de bilmeden cennete gireceğinizi mi hesap etmiştiniz[14]?[15] ayetinin de bir tezahürüdür. Diğer yandan bu durum aynı zamanda Nebî’nin örnekliği noktasında önemli bir kilometre taşıdır.

Görüldüğü üzere Rasulullah Bedir’de Muhammed suresine uymadığı için günah işlemiş ve Bedir’den sonra inen ayetlerde de hatasından dolayı uyarılmış ve azarlanmıştır. Nebi as. bu hatasını anca altı sene sonra Hudeybiye’de telafi etmiştir. Hudeybiye antlaşması Mekke kapılarını müminlere araladığı için dönüşte Fetih suresi inmiş ve şöyle buyurulmuştur:

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا

(Mekke’yi) Fethin önündeki engeller, senin için tamamen kalktı. (Fetih 48/1)

لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا

Allah bunu, önceki ve sonraki[16] günahlarını bağışlamak, sana olan iyiliklerini tamamlamak ve seni doğru bir yola yöneltmek için yaptı. (Fetih 48/2)

وَيَنْصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا

Bunun bir sebebi de Allah’ın sana, güçlü bir yardımda bulunacak olmasıdır. (Fetih 48/3)

Görüldüğü üzere burada Allah Teala Nebi aleyhisselamınBedir’de işlediği günahın Mekke’nin fethi ile affedileceğini ifade buyuruyor. Bedir’de Nabi as. Allah’ın ayetine uymayarak Mekke’nin erkenden fethi fırsatını kaçırmış ve azarlanmıştı. Ne zamanki Mekke fethi tekrar ufukta gözüktü, işte o zaman af kapısı açılmış oldu. Bu durum müminler için sayısız dersler ihtiva ediyor. Bir insanının hatasını nasıl telafi edebileceği ve bunun Allah’ın Nebisi bile olsanız değişmeyeceği, Allah’ın kimseye iltimas geçmeyeceği bu derslerden birkaçıdır. Yine Nebi aleyhisselamın ahirete irtihalinden sonra müminlerin birçoğu tarafından kabul gören bozuk kadere anlayışının, ayetleri düzgün bir şekilde ele aldığımızda yerle bir olduğu apaçıktır.

Bedir savaşından önce savaş hukuku ile ilgili Muhammed Suresi dördüncü ayet ile başlayan vahiy silsilesinin son halkası Nasr Suresidir. Hudeybiye’de Mekke’nin fethi ufukta gözüküp sonraki bütün şartlar Müslümanların lehine gelişmeye başladığında Allah Teâla Nebi as’a Nasr Suresini indirdi. Bu surede şöyle buyuruluyordu:

إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ

Allah’ın yardımıyla Fetih [Mekke’nin fethi] gerçekleşip önün açılır da (Nasr 110/1)

وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجًا

İnsanların akın akın Allah’ın dinine girdiğini görürsen, (Nasr 110/2)

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ ۚ إِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا

Her şeyi güzel yapmasından dolayı Rabbine yönel ve bağışlanma dile! O, tevbe edeni kabul eder. (Nasr 110/3)

Görüldüğü üzere artık Nebi as hatasını telafi edip Mekke’yi fethettiği anda Rabbimize göre “estağfirullah=Allah’ım beni bağışla” deme hakkına sahip oluyor, ondan önce böyle bir hakka sahip değil. Zira hata, gücün yettiği halde tam hakkıyla telafi edilmeden Allah’ın tevbe kapısı açılmıyor. Bu Nebi as. dahil kim olursa olsun böyledir.

Geleneksel anlayışa göre Nasr Suresi anlamsız kalıyor. Zira suresinin inişine kadar bu konuyla ile ilgili ayetlerin birbiri ile bağlantılarını kopardığımızda Nasr Suresi anlaşılmıyor. Bu yanlış yaklaşım “hatadan korunmuş bir Nebi” algısının bir sonucudur. Bu anlayışa göre Nebi as her davranışında Allah tarafından uyarılmış ve hatadan korunmuştur. Bunun üzerine bir de “bu” resulü örnek almamız salık verilir. Her attığı adımda ilah yardım alan bir kişi ile normal bir Müslüman bir değildir ki. Bunu şöyle bir örnekle anlatabiliriz: Bir öğrenci zor bir sınava giriyor. Kulağında cevapları kendisine fısıldayan bir kulaklık ile tam puan alıyor. Diğer bir öğrenciye bütün kopya ve hile yolları tıkandıktan sonra “bak falan öğrenciyi örnek al, o sınavdan tam puan aldı” demek ne kadar tutarsızsa hataları Allah tarafından düzeltilen bir Nebiyi, günlük hayatında türlü hatalarla boğuştuğu halde hiçbir ilahi yardım almayan bir kişiye örnek olarak vermek o kadar tutarsızdır. O Nebi değil, Kur’an’ın Allah’ın açıklaması ile bize anlattığı Nebi ancak bize örnek olabilir. Kur’an’ın Nebisi yiyor, içiyor, çarşı pazarda geziyor, geçimliğini kazanmak için uğraş veriyor, hanımlarıyla münakaşa edip evi terk etmek gibi tamamıyla beşere mahsus şeyler yapabiliyor. Ve üstüne üstlük insani zafiyet göstererek Allah’ın ayetini hatırından çıkarıp savaş hukukunu çiğneyip günah işleyebiliyor. Bütün bunların üzerine hatasını anladığında hatasında ısrar etmiyor ve hatasının meydana getirdiği sonucu Bedir savaşı örneğinde olduğu gibi telafi etmek için yıllar yılı planlar yapıp neticede başarılı oluyor ve bu tutumuyla Allah tarafından müminlere örnek olarak gösteriliyor.[17] Kur’an’da’ki Nebi’yi örnek alan kişi Nasr Suresinden kendisine şu hisseyi çıkarır: “Allah’ın Resulü bir hata yapmış ve bağışlanması için o hatayı tamamen izale etmesi beklenmiş, o halde ben de bir hata yaptığım zaman o işi düzeltmeden estağfirullah dememin bir anlamı yokmuş demek ki.” İşte ancak böyle bir Nebi insanlara örnek olabilir.

Abdullah Bayındır

______________________________________________


[1]Bu yöntemle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Fatih Orum, Kur’an’ı Anlama Usulü, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Baskı, 2015

[2]Bakara 2/2

[3]Maide 5/15

[4]Yusuf 12/1; Hicr 15/1, Şuarâ 26/2; Kasas 28/2; Duhân 44/2.

[5]Hüküm bildiren, hükme esas alınan. Detaylı bilgi için Bkz. Süleymaniye Vakfı Meali, Al-i İmran 3/7 ve dipnotları

[6]ثم

[7]Bu iki ayetten anlaşılacağı üzere Allah’ın ayetlerini ancak Allah açıklayabilir. Bu açıklamaya sadece Kitaptan ulaşılabilir. Allah’ın yazılı ayetleri ile ilgili olarak kendisi tarafından yapılan açıklamalar o muhkem ayetin müteşabihleridir(Al-i İmran 3/7, Fussilet 41/3). Başka kaynaklarda açıklama aradığımız takdirde, Allah’tan başkasına kulluk edeceğimiz ikazı, her müminin çok dikkat etmesi gereken şirk günahını oluşturur.

[8](Ahzab, 33/21)

[9]Biri Mekke ordusu diğeri ise zayıf bir koruması olan Mekke Ticaret Kervanı

[10]Romalıların galip geleceği gün müminleri mutlu edecek bir gelişmenin daha olacağı sözü (Bkz.: Rum 30/2-6). Mekke’nin fetih edileceği sözü (Bkz.Fetih 48/1-3)

[11]Mekkeli kafirlerin.

[12]Bkz: Rum 30/1-5

[13]Cihad, olanca gücüyle mücadele demektir. Bu mücadele düşmana karşı, hayatın sıkıntılarına karşı veya şeytanın tuzaklarına karşı olabilir. Cihadı, Allah’ın emir ve yasaklarını ilk sıraya alarak yürütenler kazanırlar.

[14]“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebût 29/2)

[15]Al-i İmran 3/142

[16]Sonraki diye tercüme edilen kelime تأخر(tehir) kelimesine sözlükte esas anlamı Ertelemek, Tehir etmek, Geciktirmektir. 

[17]Ahzâb 33/21