Kur’ân’da Hoşgörü

İÇİNDEKİLER

I- HOŞGÖRÜNÜN TEMELLERİ

1- Hürriyet

2- Yalnız Allah’a köle olunur

a- İnsana kölelik

b- Ruhânîlere kölelik

3- Nebiler ve melekler de Allah’ın kölesidir

4- Köle-efendi ilişkisi

5- Kölelik kurumu

6- Ölümsüzlük inancı

7- İlahi denetim

II- HOŞGÖRÜ

1- Davranışlarda güzellik

2- Müslümanlara karşı hoşgörü

3- Aile fertlerine karşı hoşgörü

4- İnanç hürriyeti

a- İman bir kalp işidir

b- Niyet

c- Ehl-i kitap

d- Her kesin dini kendine

e- İnançlara hakaret yasağı

5- Münafıklara aldırmama

6- Kendini bilmeyenlere aldırmama

7- Her zaman adalet

III- HOŞGÖRÜNÜN SINIRLARI

1- İnsanları uyarma

2- Tedbir

3- Kötü konuşmaları dinlememe

4- İyi geçinmek başka sevmek başkadır

5- Silaha silah

6- Savaşmayanlara karşı adil olma

7- Baskıya son vermek için savaş

SONUÇ

KUR’AN’DA HOŞGÖRÜ

Her şeyimizi Allah’a borçluyuz Kimse onun verdiğinden fazlasına sahip olamaz. “Göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.” (Bakara, 2/255) “Seni yaratan, düzenleyen, uyumlu kılan, istediği şekli veren odur.” (İnfitar, 82/7-8) Allah’tan başkasına ümit bağlayanlara bile “Sizi yaratan kimdir? diye sorsan hiç kuşkusuz “Allah’tır” derler. (Zuhruf , 43/87) “Kafirlere “sorsan ki; “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi, ayı buyruğu altında tutan kimdir?” , şüphesiz “Allah’tır” diyeceklerdir. Ya nasıl aldatılıyorlar? Allah rızkı , kullarından dilediğine bol da verir ölçülü de. Doğrusu Allah her şeyi bilir. Bir de onlara: “Gökten su indirip onunla, ölümünden sonra yeri dirilten kimdir?” diye sorar­san, şüphesiz, “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki: ” Her güzel şeyi yapan Allah’tır[1]”, ama çoğu buna akıl yormaz.” (Ankebut, 29/61- 63)

“Desen ki: “Gökten ve yerden size rızık veren kim, ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi düzenleyen kim?” Onlar: “Allah’tır! ” diyeceklerdir. Deki; “O halde O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevrili­yorsunuz?” (Yunus, 10/31-32) Müslüman kâfir herkes zorunlu olarak onun kulu, kölesidir. Göklerde ve yerde olan her şey Rahman’a köle olarak ( عبدا) yönelir. (Meryem, 19/93) O, kölelerinin ( عباد) üstünde tam hakimdir. (En’am, 6/18) Allah buyurur ki:”Cinleri ve insanları ancak Bana kölelik etmeleri için yaratmışımdır. Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarını da istemem.” (Zariyat, 51/56-57)

I- HOŞGÖRÜNÜN TEMELLERİ

1- Hürriyet İslamı diğerlerinden ayıran en önemli kavram hürriyettir. Müslüman Allah’tan başka hiç bir şeye kölelik etmeyerek hürriyetin doruğuna ulaşır. Müslümanlık dışındakiler ise Allah’tan başka çok şeye köle olur ve hürriyetlerini büyük ölçüde kaybederler. Bir müslüman için Allah’ın iste­mediği biçimde başkalarına boyun eğmek müslümanlığın içini boşaltmaktır. Müslümanların ölümcül hastalığı budur. Yalnız Allah’a kölelik, Allah’ın birliğine inanan ve onun emir ve yasaklarına içtenlikle boyun eğenlerin işidir. Bunlar hesabı yalnız Allah’a vereceklerine inanırlar.

Bazı emir ve yasakları ye­rine getirmedikleri zaman da kendilerini haksız ve günahkar sayarlar. Müslümanlık insanları kölelikten kurtarma ve Allah’tan başkasına köle olmamalarını sağlama mücadelesidir. Kölelik kurumu da bu anlayışa uygun hale getirilmiştir. İnsanlar müslüman olmadıkça veya müslümanların korumasına girmedikçe mutlu olamazlar. Müslüman olanlar dünya ve ahirette, diğerleri de yalnız dünyada mutlu olurlar. “(İnanarak) Allah’ın korumasına ve (inanmasa da) müslümanların korumasına girmiş olanlar bir yana, onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine alçaklık damgası vurulmuş, Allah’ın gazabına gelmişlerdir. Onlara çaresizlik damgası da vurulmuştur. Bu onların Allah’ın ayetlerini tanımazlık edip haksız yere nebileri öldürmelerinden, ve karşı gelip taşkınlık etmelerinden dolayıdır.” (Al-i İmran, 3/112)

2- Yalnız Allah’a köle olunur Dün bu dünyada yoktuk, yarın da olmayacağız. Öbür dünyada bize denecek ki: “Bakın işte bize teker teker geldiniz, tıpkı sizi ilk yarattığımız gibisiniz. Size verdiklerimizi de arkanızda bıraktınız. Sizin hakkınızda yetkili olacağını sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda göremiyoruz. Aranız iyice bozulmuş, ümit beslediğiniz yanınızdan yok olmuş.” (En’am, 6/94) Aklını kullanan insan, yalnız Allah’a ibadet ederek fırsatı değerlendirir. Zaten bütün nebiler insanları Allah’tan başkasına ibadet etmeme konusunda uyarmışlardır. “İbadet (العبادة) sözlükte taat anlamına gelir. Taat (الطاعة ) boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izinden gitmek.” anlamında kullanılır.[2]

Türkçe’mizde buna kulluk denir. Abd (العبد) kul, yani köle anlamına gelir. Türkçe’de kul ile köle aynı anlamdadır. “Tapduğ’un tapusunda kul olduk kapusunda Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdulillah” (Yunus Emre) Bu şiirde geçen, “kul olduk kapusunda ” ifadesi “köle olduk kapusunda” demektir. Zamanla kul kelimesi sırf insanın Allah karşısındaki durumunu belirtmek için kullanılır olmuş ve köle anlamı unutulmuştur. Doğru anlaşılması için biz kul yerine köle kelimesini tercih ediyoruz.

a- İnsana kölelik İnsanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle etmeğe, güç yetiremediklerine de köle olmağa meyillidirler. Krallar halkı, kendi köleleri gibi görmek istemişler, kayıtsız şartsız boyun eğdir­meğe çalışmışlardır. Kur’an’ı Kerim’de bunun örnekleri vardır: “Firavun Adamlarını toplayıp seslendi, ve şöyle dedi: “Sizin en yüce rabbiniz benim.” (Naziât, 79/23-24) Rab sahip demektir. Araplar kölenin sahibine rab derler.[3]

Allah’tan başkasına köle olmayı reddedenler, Allah’tan başkasının rab olmasını da kabul etmezler. Devrimizde kölelik resmen kalkmıştır ama üstü kapalı olarak devam etmektedir. Kapitalist sistemde herkes ekonomik adamların yani zengin ve itibarlı kişilerin kölesi, onlar da nefislerinin kölesidir. Kanunlar buna göre çıkar, sosyal düzen buna göre yürür.

b- Ruhanîlere kölelik Bazıları evrende kimi ruhanilerin egemen olduğuna, Allah’a ait bazı yetkileri kullanabildiğine inanırlar. Başı darda olunca yardımına koşsun diye onlarla iyi ilişkide olmaya çalışırlar. Ya put­lar dikerek, ya mezarlarını ibadet yeri yaparak ya da başka biçimlerde ruhaniyetleri karşısında boyun eğip kölelik eder ve adaklar adarlar. Allah’ın istediği, insanın yalnız kendisine köle olup en büyük hürriyeti elde etmesidir. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kölelik edin ki, korunabilesiniz. (Bakara, 2/21) “Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (Neml, 27/62)

3- Nebiler ve melekler de Allah’ın kölesidir “Mesih de, gözde melekler de Allah’a köle olmaktan asla çekinmezler. Kim ona kölelikten ( عبادة ) çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki, o hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisa, 4/172) Kelime-i şehadet getirirken “ أشهد أن محمدا عبده ورسوله” şunu kesinkes bilirim ki, Muhammed onun kulu ve elçisidir.” deriz. Ona bundan başka bir makam vermek Hıristiyanlara benzemek olur. Onlar İsa(sa)a Allah’ın oğlu demiş, onu Allah’a halef kılmış, ona ibadet etmeye ve on­dan yardım dilemeye başlamışlardır. Sanki haşa! baba emekli olmuş da oğul onun yerine otur­tulmuş gibidir.

4- Köle efendi ilişkisi İnsanlar köle ile efendi arasındaki ilişkiyi iyi bildiklerinden Allah’a nasıl ibadet edileceğini kavramaları kolay olur. Nebiler de dahil, Allah’tan başka kimseye köle olunmaz. Kölelik yalnız Allah’adır, Rab da yalnız Allah’tır. “Bir beşere düşmez ki, Allah ona Kitap, hüküm ve  versin, o da kalkıp insan­lara “Allah’tan önce bana kölelik edin” desin. Ona düşen “Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre Rabbe ait kimseler olun” demesidir. O size, melekleri ve nebileri Rab olarak benimsemenizi de emredemez. Siz müslüman olduktan sonra, tutup ta size kâfirliği mi emredecek?” (Al-i İmran, 3/ 79-80)

5- Kölelik kurumu Burada kölelik kurumunu ele almak gerekir. Eskiden insanlar çeşitli vesilelerle köle edilirlerdi. İslamiyet köleliğin savaş esirleri dışındaki kaynaklarını kuruttu. Esirler konusunda son karar devlet başkanınındır. Ya serbest bırakır, zimmi bir vatandaş olarak yaşarlar, ya köle eder harp ganimetleri gibi paylaştırır. Ya da müslü­man esirlerle değiştirir. Müslümanken esir olanlar köle olamaz. Onun çocukları da aynıdır. Savaşta bir tarafın zaferi diğer tarafın tükenmesi demektir. Savaş esirleri her şeylerini kaybetmiş, evsiz ve korumasız kalmış olurlar. İslamiyetin kölelikle ilgili hükümleri, bu in­sanları birer sıcak yuvaya kavuşturur. Ayrıca müslümanları yakından tanıma ve onlarla kaynaşma fırsatını verir. Kölelere, can güvenliği, evlenme ve boşanma gibi bazı medeni haklar, hukuk ve ceza konusunda dava açma ve yürütme hakkı ta­nınmıştır. Onların nafaka yükü sahibine yüklenmiştir. Eğer sahibi nafakasını temin edemezse kendi geçimini sağlamak için kölenin bir işte çalışma hakkı vardır. Eğer çalışamayacak durumda ise nafakasını temin edebilecek birine satılması ve alınan bedelin efendisine verilmesi gerekir. Kölelerin hürriyetlerine kavuşma kapıları daima açıktır.

Ramazan’da özürsüz oruç bozan, kasıtlı ol­madan adam öldüren veya ölümüne sebep olan ve karısının sırtını annesinin sırtına benzeten (zıhar) her kes, gücü yetiyorsa bir köleyi hürriyetine kavuşturma zorundadır. Yeminlerini bozanlar ile hac ve umrede özürlü olarak ihram yasağı çiğneyenlerin, keffaret olarak bir köleyi hürriyetine kavuşturma seçenekleri vardır. Hürriyetine kavuşan köleler ile onların sahipleri arasında akrabalığa benzer bir bağ (velâ-i atâke) kurulmuş, efendiye, bir çok konuda onlara yardım etme yükümlülüğü yüklenmiştir. Buna karşılık efendinin, mirasçı bırakmadan ölen azatlıların mirasını alma hakkı vardır. Köle suç işlerse hürlere verilen cezanın yarısı verilir. “Cariyeler evlendikten sonra zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilir.” (Nisa, 4/25)

Abdullah b. Ömer diyor ki, Bir kişi Nebi sallallahu aleyhi ve selleme gelerek dedi ki, “Ya Resulellah hizmetçi köleyi kaç kere bağışlayalım? O sükut etti. Sözünü tekrarladı, gene sustu. Üçüncüsünde buyurdu ki; “Her gün onu yetmiş kere bağışlayın.”[4] Köleler konusunda çok sayıda ayetten bir kısmı şunlardır. “Allah’a kulluk edin, O’na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düş­künlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulu­nan kölelere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.” (Nisa, 4/36) “İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin.” (Nur, 24/32) “Kölelerinizden hürriyetini satın almak isteyenleri, iyi olarak tanıyorsanız, onlarla yazışın. Onlara Allah’ın size verdiği maldan verin.” (Nur 24/33) “Zekatlar; Allah’tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarf edilir. Allah bilendir, hakimdir.” (Tevbe, 9/60) “Allah rızıkta kiminizi kiminden üstün kılmıştır. Üstün kılınanlar rızıklarını, elleri altındaki kölelere, onları kendileriyle bir tutarak vermezler. şimdi Allah’ın nimetini mi tanımazlık ediyor­lar?” (Nahl, 16/71)

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Köleleriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah onları emrinize vermiştir, kimin kardeşi elinin altın­daysa yediklerinden yedirsin, giydiklerinden giydirsin. Onlara kendilerini aşan işler yük­lemeyin, eğer yüklerseniz yardım edin,[5] sizinle uyum göstermeyenleri satın. Allah’ın kullarına sıkıntı çektirmeyin.”[6] Ali radiyellahu anh demiştir ki, “Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin son sözü şu oldu: “Aman ha namaz, namaz! Eliniz altındaki köleler hakkında da Allah’tan korkun[7].” Ebu Hureyre radiyellahu anh Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sakın biriniz kölem ve cariyem (عبدى و أمتي) demesin. Hürriyetlerini kaybetmiş olanlar da sahiplerine “Rabbim” (ربي وربتي) demesin. Sahibi “yardımcım” (فتاي وفتاتي), hürriyetini kaybetmiş olan da efendim ve hanımım (سيدي وسيدتي) desin. Çünkü hepiniz kölesiniz Rab ise aziz ve celil olan Allah’tır.”[8]

6- Ölümsüzlük inancı Müslüman hesabını ahirete göre yapar. Çünkü “Dünya hayatı oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir.Ama âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır.” (En’am 6/32) “Kadınlar, oğullar, kantar kantar altın ve gümüş, nişanlı atlar, develer ve ekinler insana güzel ve çok çekici gelir. Ama bunlar bu dünya hayatının nimetleridir.” (Al-i İmran 3/14) “Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan yararlı işler ise hem Rabbin katında iyi bir karşılık bulur, hem de iyi bir umuttur.” (Kehf 18/46) Müslüman ahiret mutluluğuna karşılık canını ve malını vermeye bile hazırdır. “Allah müminlerin mallarını ve canlarını cennete karşılık satın almıştır. Onlar Allah yolunda çatışmaya girerler, öldürdükleri de olur öldükleri de. Bu, onlara Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da verilmiş gerçek bir sözdür. Kim sözünü Allah’tan daha iyi tutabilir? Öyleyse, yaptığınız alışve­rişle sevinebilirsiniz. İşte o büyük başarıdır. (Tevbe 9/ 111)

7- İlahi denetim “İnsan başıboş bırakılacağını mı hesap ediyor?” (Kıyame 75/36) “Kuşkunuz olmasın ki, üzerinizde koruyucular vardır. Onlar değerli yazıcılardır. Yaptığınız her şeyi bilirler.” (İnfitar 82/10-12) “İşte insanı biz yarattık; içinin ne fısıldadığını biliriz. Biz ona şah damarından da yakınız. İki alıcı oturmuş, sağdan ve soldan alırlar. Ağızdan ne söz çıksa gözcüsü yanı başında hazırdır. Kaçınılmaz bir gerçek olarak ölüm sarhoşluğu da gelir. İşte bu, senin kaçtığın şeydir. Sura da üfürülür. İşte bu da korkulacak gündür. Her kes beraberinde bir sürücü ve bir şahitle gelir. “Bak işte sen bunu göz ardı ediyordun; artık perdeni kaldırdık, bugün görüşün keskindir”. Ona eşlik eden “İşte benim yanımdaki hazırdır” der. Atın cehenneme şu hak tanımaz inatçılardan her birini. Hayra engel, saldırgan kuşkucuyu. Allah’ın yanında başka bir tanrı uyduranı da şiddetli azaba atın.” (Kaf 50/16-26)

II- HOŞGÖRÜ

Hoşgörülü kişi güzel davranışlar gösterir. En büyük hoşgörü yakın çevreye, aile fert­lerine ve Müslümanlara karşı olur. İnsanlara inandığı gibi yaşama hürriyetini veren bizzat Allah Teâlâ olduğu için ne Yahudi’ye, ne Hırıstiyana ne de bir başka inanç sahibine baskı yapılır. Kimsenin inancına hakarete hakkımız yoktur. Bize düşen güzellikle uyar­maktır. “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış. Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.” (Nahl 16/125)

1- Davranışlarda güzellik Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle demişti: “Yavrucuğum, namazı kıl, güzeli iste, fenalığı önle, başına gelene katlan, bunlar gerçekten kararlılık gösterilecek işlerdendir.” “İnsanları küçümseyip dudak bükme, yeryüzünde kasılarak yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.” “Yürüyüşünde sade ol; sesini alçalt. Seslerin en çirkini şüphesiz eşeklerin sesidir.”(Lokman 31/13-19) “Rahman’ın kulları yeryüzünde gösterişsiz yürürler. Onlara kendini bilmeyenler takılırsa “Esen kalın.” deyiverirler. Bir de gecelerini Rableri için secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler. Derler ki, “Rabbimiz! Bizden cehennem azabını uzaklaştır; çünkü onun azabı yakayı bırak­maz. Orası ne kötü konak, ne kötü yurttur.” (Furkan 25/63-66)

2- Müslümanlara karşı hoşgörü Allah Teâlâ Kur’an’dan başka bir kitabı koruma altına almamıştır. Bu sebeple gerek sünnet ve gerekse icma üzerinde devamlı şüphe gölgesi olmuştur. Bizzat Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin ağzından çıktığı kuşku götürmez bir şekilde tespit edilen mütevatir hadis sa­yısı alimlere göre farklılık gösterir. İcmaın fiilen gerçekleşip gerçekleşmediği de tartışmalıdır. Müslümanların tartışmadıkları tek metin Kur’an-ı Kerim’dir. Bir de namaz gibi, müslüman­ların titizlikle uyguladığı şeyler vardır. Bu şekilde gelen helaller helâl, haramlar da ha­ramdır. Bunlar bütün mezheplerin ortak noktalarıdır. Bu sınırları aşmamak şartıyla her türlü yorum ve nakiller kabul edilebilir. Bu, müslümanların çok sesliliğidir ve bir rahmettir. Mezhep ve meşreb ihtilafları bir ayrılık değil, bir gelişme ve ilerleme sebebidir. Müslümanların Kur’an’ın açık hükümlerine aykırı düşmeyen davranışlarına karşı hoşgörülü olmak, onları dost bilmek ve onlara karşı alçak gönüllü olmak her müslümanın borcudur.

Allah Teâlâ şöyle buyur­muştur: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı çok sert, kendi aralarında merhametlidirler.” (Fetih 48/29) “Ey İnananlar! İçinizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine sevdiği ve onla­rın da onu sevdiği bir milleti getirir. Bunlar inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı çok sert olurlar. Allah yolunda cihat eder, kınayanların kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın öyle büyük bir vergisidir ki, kime dilerse ona verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir. Sizin dostunuz ancak Allah ve onun nebisi ile namaz kılan, zekat veren ve rüku eden müminlerdir. Kim Allah’ı, Resulunu ve inananları dost edinirse Allah’tan yana olanlar şüphesiz üstün gelirler.” (Maide 5/54-56)

3- Aile fertlerine karşı hoşgörü “Biz insana, anasını babasını saymasını öğütledik. Anası onu, halden hale girerek karnında taşımıştı. Ayrılması iki yılda olmuştu. Bana da şükret, ana babana da. Dönüş sadece banadır. Onlar, hakkında bilgin olmayan şeyi bana ortak sayman için seni zorlarlarsa sakın boyun eğme. Ama dünya işlerinde güzellikle onların yanında ol. Sen bana yönelenin yoluna gir. Zaten dönüşünüz bana’dır. O zaman size, ne yaptığınızı bildireceğim.” (Lokman 31/14-15) “Ey inananlar! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman kesilenler olur, onlardan sakının; ama, siz affeder, suçlarını örter ve bağışlarsanız, işte Allah da çok bağışlar ve çok acır. Doğrusu mallarınız da çocuklarınız da sırf sizi denemek içindir. Büyük ecir ise Allah katın­dadır.” (Teğabün 64/14-15)

4- İnanç hürriyeti Kişi kendi inancına kendi karar verir. Çünkü iman bir kalp işidir. İnsanlar kalbe karışamaz. Onlarınki ancak bir teklif ve tavsiye olabilir. İbadetlerde de niyet şartı vardır. Niyet de kalp işi olduğundan ona da karışılamaz. Müslümanlara düşmanlığı bir inanç haline getirmiş ehl-i kitaba katlanmak, inançlara hakaret etmemek ve her kesin dini kendine demek de gerçek bir inanç hürriyeti göster­gesidir.

a- İman bir kalp işidir İmanın temeli kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi bir de Allah bilir. Bu sebeple bir kimseyi bir inancı kabule veya inkara zorlamak anlamsızdır. “Dinde zorlama yoktur; artık doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Bundan böyle kim zorbaları tanımaz da Allah’a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara 2/256) Kalbe iman girmemişse dil ile inandım demenin anlamı yoktur. “Ey elçi! ağızlarıyla inandık diyen ama kalpleri inanmamış olanlarla Yahudilerin küfür içinde koşuşmaları seni üzmesin.” (Maide 5/41) “Çöl Arapları “İnandık” dediler. De ki: “İnanmadınız ama boyun eğdik deyin; o inanç henüz kalplerinize yerleşmemiştir.” (Hucurât 49/14) Bir kimseye zorla inandım dedirtmek onu münafık yapmaktır. Bunun bir faydası olmaz. “Eğer Rabbin zorlayıcı kanun koysaydı yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Yunus 10/99)

b- Niyet Allah’a isteyerek boyun eğmenin göstergesi niyettir. Niyet, bir şeye içten karar vermektir. “Ameller niyetlere göredir.”[9] Niyetsiz ibadet yapılmadığından zorla ibadet olmaz.

c- Ehl-i kitap Ehl-i kitap Yahudi ve Hıristiyanlar için verilmiş ortak addır. “De ki: “Ey ehl-i kitap! Bizimle sizin aranızda aynı olan şu söze gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, ona bir şeyi ortak saymayalım, kimimiz kimini Allah’tan önce birer rab edin­mesin.” Eğer yüz çevirirlerse deyin ki: “şahid olun bizler teslim olmuşuzdur” (Al-i İmran 3/64) “Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan çıkmıştır. Onlar size, incitmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.” (Al-i İmran 110-111) “Yahudiler de Hıristiyanlar da senden hiç bir zaman hoşlanmazlar; onların dinine uyarsan o başka. Onlara de ki: “Asıl yol, Allah’ın gösterdiği yoludur”. Sana gelen bu bilgiden sonra tu­tar da onların heveslerine uyarsan, artık Allah’a karşı ne bir koruyucun olur ne de yardımcın. (Bakara 2/120) “İsrail oğulları antlaşmalarını bozdukları için kendilerini lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden kaydırırlar. Verilen öğütlerden faydalanmayı unuttular. İçlerinden pek azı dışında onlardan görüp duracağın hep hainliktir. Yine de onları affet ve görmezlikten gel. Çünkü Allah iyilik edenleri şüphesiz sever.” (Maide 5/13)

d- Herkesin dini kendine “De ki: “Ey kafirler! Tapmam sizin taptıklarınıza. Siz de tapmazsınız benim taptığıma. Ben de işte tapmam sizin taptığınıza. Siz de tapmazsınız benim taptığıma. Sizin dininiz size, benim dinim de bana.” (Kafirûn 109/1-6) “De ki: “Doğru olan Rabbinizden gelendir.” İmanı tercih eden inansın, görmezlik eden de kafir olsun. Ama biz za­limler için öyle bir ateş hazırladık ki, duvarları çepçevre onları içine alacaktır. Onlar yardım is­tediklerinde, erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su sunulur. O ne kötü içecektir. Bu ne sıkıntılı bir beraberliktir!” ( Kehf 18/29) “Size apaçık deliller geldikten sonra yine de yan çizerseniz biliniz ki, Allah daima üstündür. Hükmünü yerli yerinde verir.” (Bakara 2/209) Eğer tanımazlık edip durursanız ya çocukları ak saçlılara çevirecek bir günden nasıl koru­nursunuz? O gün gök bile parçalanacaktır. O’nun sözü yerine getirilecektir.” (Müzzemmil 73/17-18) “Kim yola gelirse sadece kendi için gelmiş olur. Kim de yolunu kaybederse sadece kendi aleyhine kaybeder. Hiç bir günahkar başkasının günahını çekmez. Biz de bir elçi gönderinceye kadar azab etmeyiz.” (İsrâ 17/15) e- İnançlara hakaret yasağı “Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin. Sonra onlar da taşkınlık edip bilmeyerek Allah’a söverler.” (En’am 6/108) 5- Münafıklara aldırmama “Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını sananları görmez misin; isterler ki, zorbaların önünde yargılansınlar. Oysa bunlara emredilen onu tanımamalarıdır. şeytan onları derin bir sapıklığa itmek ister. Onlara dense ki, “Haydi Allah’ın indirdiğine ve Resule gelin”, o zaman da münafıkların senden uzaklaştıkça uzaklaştığını görürsün. Kendi elleriyle yaptıklarından ötürü başlarına bir kötülük gelince ne olacak? Sonra da Allah’a yemin edip, “Bizim iyilik ve uzlaşma dışında bir isteğimiz olmamıştır.” diye sana geleceklerdir. İşte bunların kalplerinde ne olduğunu Allah bilir. Onun için sen onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve içlerine işleyecek bir söz söyle.” (Nisa, 4/60-63)

“Sana “Baş üstüne” derler, ama senin yanından uzaklaşınca, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başkasını ortaya koyar. Allah da onların gece yaptıklarını yazar. Artık on­lardan yüz çevir. Allah’a dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/81) 6- Kendini bilmeyenlere aldırma “Onları doğru yola çağırsan duymazlar. Sana baktıklarını görürsün ama seçemezler. Sen bağışlamadan yana ol, uygun olanı emret, kendini bilmeyenlere de aldırma. şeytan seni dürtecek olursa Allah’a sığın. Çünkü o işitir ve bilir.”(A’raf , 7/198-200) 7- Her zaman adalet “Ey İnananlar! Allah rızası için, eğilmeyen, dürüstçe şahitlik yapan kimseler olun. Bir toplu­luğa olan öfkeniz sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun; takvaya en yakın olanı budur. Allah’a karşı korunun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Maide, 5/8)

III- HOŞGÖRÜNÜN SINIRLARI

Hoşgörü, kötülüğe göz yummak ve zorbaya boyun eğmek değildir. Dünya onlara mı ka­lsın? Kötülüğe karşı insanları uyarmalı, tedbiri elden bırakmamalı ve gerektiğinde tavır koyma­lıdır.

1-İnsanları uyarma “Aşırı giden kimselersiniz diye sizi Kuran’la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf, 43/5) “Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan men eden bir cemaat bulunsun. İşte başarıya ulaşanlar yalnız onlardır.” (Al-i İmran, 3/104) “Onlardan bir takımlarına verdiğimiz dünyalığa sakın göz dikme ve onlar için kaygı­lanma. Sen kanadını inananlar için indir. De ki, “Ben, işte ben apaçık bir uyarıcıyım.” Biz bölük bölük olanlara da indirmiştik. Onlar Kur’an’ı parça parça ayıranlardır. Rabbine and olsun, onların hepsini kesinkes sorguya çekeceğiz. Her ne yapıp etmişlerse işte ondan. Sana ne emrolunmuşsa onunla kafalarını çatlat. Puta tapanlara aldırış etme. O alaycılara karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka tanrı uyduranlardır. Ama yakında öğreneceklerdir. Gerçekten biliyoruz ki, söyledikleri şeylerden senin için daralıyor. Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ölünceye kadar da Rabbine kulluk et.” (Hicr, 15/88-99)

2- Tedbir “Ey İnananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar başınıza dert açmaktan geri durmazlar. Sizi sıkıntıya sokacak şeylerden hoşlanırlar. Onların kinleri zaten ağızlarından taşar. İçlerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz onların alametlerini size apaçık bildirmi­şizdir. İşte siz öyle kimselersiniz ki onları seversiniz, ama onlar sizi sevmezler.Bütün Kitaba da inanırsınız. Sizinle karşılaştıkları zaman: “Size güvence vermişizdir” derler, yalnız kaldıklarında da, öfkelerinden size karşı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: “Öfkenizden geberin.” Allah göğüs­lerin içinde olanı bilir. Size bir iyilik dokunsa onları rahatsız eder. Başınıza bir kötülük gelse ona da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’tan sakınırsanız, onların kurduğu düzenin size bir zararı olmaz. Çünkü ne yapsalar Allah onu çepeçevre kuşatmıştır.” (Al-i İmran, 3/118-120)

3- Kötü konuşmaları dinlememe “ Ayetlerimizi çekiştirenleri görünce, onlar başka bir söze geçene kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık o zalimlerle beraber oturma.” (En’am, 6/68)

4- İyi geçinmek başka sevmek başkadır “Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi gösteriyorsunuz oysa ki onlar, size gelen gerçeği kabul etmemişlerdir. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye tutup hem Resulu hem de sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Onlara içten içe sevgi beslerseniz benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıktığınızda ne olacak? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden kim bunu yaparsa şüphesiz doğru yoldan sapmış olur. Sizi ele geçirseler düşman kesilirler.Ellerini ve dillerini size kötülük için uzatırlar. Keşke in­kar etseniz diye temenni ederler.” (Mümtahine, 60/1-2)

5- Silaha silah Kargaşanın önüne geçmek için silah kullanmak gerekebilir. “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, ama haksız yere saldırmayın. çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Kargaşa çı­karmak cana kıymaktan beterdir. Onlar sizinle savaşmadıkça siz Mescidi Haram yanında onlarla savaşmayın. Eğer savaşırlarsa onları öldürün. İşte Allah’ı tanımayanların cezası böyle­dir. Eğer vazgeçerlerse Allah bağışlar ve merhamet eder. Kargaşa bitip ortada yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse ar­tık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz.” (Bakara, 2/190-193)

6- Savaşmayanlara karşı adil olmalıdır “Allah, din hakkında sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yap­manızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz; doğrusu Allah adil olanları sever. Allah sadece, sizinle din hakkında savaşanlara, sizi yurtlarınızdan çıkaranlara ve çıkarılma­nıza yardım edenlere yakınlık göstermenizi yasaklar. Kim onlara yakınlık gösterirse, işte onlar zalimlerdir.“ (Mümtahine, 60/7-9)

7- Baskıya son vermek için savaş “Size ne oluyor da Allah yolunda savaşmıyorsunuz? Oysaki erkek, kadın, çoluk çocuk bir takım düşkünler “Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu yerden çıkar, katından bize bir önder gön­der, katından bize bir yardımcı gönder” deyip duruyorlar.” (Nisa, 4/75)

SONUÇ

Akıl insanı hayvandan ayırır. İnsanın arzuları da vardır. Akıl arzuları dizginleyebilirse güzel şeyler olur. Arzular öne çıkarsa her şey alt üst olur. Düşünceler, bakışlar ve anlayışlar değişir. “Arzularını kendine tanrı edineni gördün mü? Onu sen mi koruyacaksın? Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya akıllarını işlettiklerini mi sanıyorsun? Onlar, başka değil sadece hayvanlar gibidirler; belki yollarını daha da kaybetmişlerdir.” (Furkan, 25/43-44) Müslüman arzularını dizginleyerek Allah’ın emirlerini öne alır. Kafir ise arzularını öne alarak Allah’ın emirlerini geriye iter. Bu, müslümanı diğerlerinden ayıran önemli noktalardandır. Bu­nun en güzel örneği şeytan ile Hz. Adem kıssasında görülür. şeytan, meleklerle beraber iken Allah’ın bir emri karşısında duygularını yenememiş yoldan çıkmıştı. “And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, “Adem’e secde edin” dedik; İblis’ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?” dedi, “Beni ateşten onu ça­murdan yarattın, ben ondan üstünüm” cevabını verdi.“ (A’raf, 7/11-12) “Ben ondan üstünüm” demesi şeytanın aklını değil, arzularını öne çıkardığını gösterir.

Allah Teâlâ Adem(sa)’a da şunları söylemişti: “Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşma­yın yoksa zalimlerden olursunuz.” (Araf , 7/19) Ama şeytan ona vesvese verdi ve “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yaprak­larıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve sapıttı. (Taha, 20/120-121) “Sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat” sözleri Adem(sa) ile Havva’nın arzularını kamçıladı. Yasak ağaçtan yediler ve yoldan çıktılar. Şeytan suçunu kabul etmedi, diretti. (Taha, 20/116) Ama Adem(sa) ile Havva, suçlarını anladı af dilediler.“Rabbi de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi.”” (Taha, 20/122)

Müslümandan başkasının, bir menfaat beklemeden ve güçlüklere katlanarak hoşgörülü davranması düşünülemez. Bugün batı insanı kendi öz evladının bile yükünü çekemiyor. Arzularını tatmin için nesilleri, bitkileri, hayvanları, balıkları havayı, suyu ve uzayı bile yok ediyor. Böyle kimselerden hoşgörüyü nasıl beklersiniz? Hz. Adem örneğinde olduğu gibi müslümanlar da zaman zaman arzularını dizginleyemezler. Böyle durumlarda hoşgörülü davranmadıkları olur. Ama bu gibi davranışlara toplumun muhalefeti olacağından uzun ömürlü olmaz. İslam toplumunda uzun ömürlü olan hoşgörüdür. Bunun sayısız örneklerini her yerde görmek mümkündür.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

_____________________________________________________


[1]- Ayette ( الْحَمْدُ للّهِ ) = elhamdülillah ifadesi geçmekte ve meallerde “ Hamd Allah’a mahsustur.” diye tercüme edilmektedir. Bunu daha anlaşılır kılmak için “ Her güzel şeyi yapan Allah’tır.” şeklinde tercüme ettik. Çünkü hamd, bir işin güzel yapıldığını ifade için kullanılır. Kelimenin başına gelen takısı ona umumilik anlamı verir. Bu sebeple yukarıdaki anlam ayetin gelişine daha uygun düşmektedir.

[2] İbnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410/1990. İtaat Tav’ ( الطوع ) kökündendir. Tav’ boyun eğmek demek­tir. Zıddı kerih görmek, hoşlanmamaktır. Ayette şöyle buyurulur: “Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin” dedi. İkisi de : “İsteyerek geldik” dediler.” (Fussilet 41/11) Taat (الطاعة) da aynı köktendir, gene boyun eğmek anlamına gelir ve daha çok “Emre uymak ve izinden gitmek.” Anlamında kullanılır. (Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât (Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle) Dımaşk ve Beyrut l412/l992, s.529)

[3]- Yusuf(sa) köle olarak Mısır’ın bir devlet yetkilisine satılmış, o yetkilinin karısı Züleyhâ Yusuf(sa)’a aşık olmuş ve beraber olmak istemişti. O sırada olanları anlatan ayet şöyledir: Evinde bulunduğu kadın onu kendine çağırdı, kapıları sıkı sıkı kapadı ve “gelsene” dedi. Yusuf: “Günah işlemek­ten Allah’a sığınırım, doğrusu senin kocan benim rabbimdir; bana iyi bakmıştır. Zalimler iflah olmazlar ki.” dedi. (Yusuf 12/23)

[4]- Ebu Davud, Edeb l33, hadis no 5164. [5]- Buharî, Itık, 15; Müslim, Eymân 38. (Tercüme Buharî’nin metnine göredir.)

[6]- Hadisin bu kısmı, Ebu Davud, Edeb l33, hadis no 5157’dedir.

[7]- Ebu Davud, Edeb l33, hadis no 5156. [8]- Ebu Davud, Edeb 83, hadis no 4975. [9]- Bu hadis-i şerif, Sahih-i Buhârî’nin en başında yer alır.