İslam İktisadı
Daha çok namaz diye anlam verilen salat (صلَاة) kelimesinin kökü “bir şeyin arkasında olma” anlamındaki “salâ (صلا)”dır[1]. ٍBir şeyin arkasında olmak, ona sırt çevirmemektir. Allah’ın verdiği görevleri yerine getirmeyenlerle ilgili şu ayetler bu anlamı doğrulamaktadır: فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى . وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى (O, canını böyle verir) çünkü doğruları kabul etmedi ve salatı yapmadı, ama yalana sarıldı ve yüz çevirdi.[2] (Kıyamet 75/31-32) İlk ayette geçen saddaka (صدق) “doğruları kabul etti” fiili ikinci ayetteki kezzebe (كذب)’nin yani “yalan saydı”nın zıddı, sallâ (صلى) = salatı yapmadı da tevellâ (تولى)’nın yani “sırt çevirdi”nin zıddıdır. Bir şeye sırt çevirmek, arkasında olmamaktır. Bir şeyin arkasında olmamızı isteyen Allah ise o şey, Allah’ın, yapmamızı istediği görev yani “kulluk görevi” olur. O görevden yüz çevirmen, büyük bir günaha girer. Şu âyet de Salat (صلَاة) kelimesinin ”bir şeyin arkasında olma” anlamını desteklemektedir: إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا “Allah ve melekleri bu Nebiye salat ederler / onun arkasında olurlar. Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de ona salat edin / arkasında olun, ona tam bir esenlik ve güvenlik dileyin.” (Ahzab 33/56) Allah’ın ve müminlerin, Muhammed aleyhisselamın arkasında olduğu ile ilgili ayetlerden ikisi şöyledir: وَإِنْ يُرِيدُوا أَنْ يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللَّهُ هُوَ […]
TASDİK’İN TANIMI Tasdik, “onaylama, doğruluğunu ortaya koyma” anlamlarına gelir. KUR’AN’IN TASDİK EDİCİ OLUŞU Allah, Kur’an’ın, “kendisinin yanında bulunanları (ma beyne yedeyhi)” ve “ehlikitabın yanında bulunanları” tasdik ettiğini pek çok ayette açıkça bildirmektedir (Bakara 2/41, 89, 91, 97; Âl-i İmran 3/3; Nisa 4/47; En’âm 6/92; Yunus 10/37; Yusuf 12/111; Fâtır 35/31; Ahkaf 46/12, 30). “Kur’an’ın yanında bulunanlar” kalıbı, ondan önce indirilmiş kitapları anlattığı için, “ma beyne yedeyhi” ifadesi Türkçeye çoğunlukla “kendisinden öncekiler” şeklinde tercüme edilmektedir. Bir ayet şöyledir: (Ey Muhammed!) Gerçekleri içeren bu kitabı sana, kendinden önceki kitapları tasdik edici ve koruyucu özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver. Sana gelen gerçekleri bırakıp onların arzularına uyma. Her biriniz için bir özel hüküm ve geniş yol oluşturduk. Allah gerek görseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Böyle olması, verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir. Siz iyi işlerde yarışın. Hep birlikte dönüp geleceğiniz yer Allah’ın huzurudur. Anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah size bildirecektir. (Maide 5/48) Bu ayetten, Kur’ân-ı Kerîm’in, indiği zaman halihazırda bulunan kitapları tasdik edip içlerindeki hükümleri koruduğunu öğreniyoruz. Bu koruma şu şekilde yapılmıştır: Kur’an, neshedilmiş (bu kitaba önceki kitaplardan aktarılmış) ya da unutturulmuş (önceki kitapta bulunmayan) hükümlerin daha hayırlısını ya da dengini getirmiştir:Bir ayeti nesheder veya unutturursak, yerine […]
Son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen tarihselcilik akımının özellikle tefsirciler arasında yaygınlaşması, bu konudaki duygu ve düşüncelerimi paylaşmak için bir neden oldu. Tarihselciliğin ortaya çıkış nedenleri arasında “Kur’an kitap mı hitap mı?” sorusu da yer almaktadır. Zira hitap denildiğinde ayetler genelde indiği dönemle ilişkilendirilmekte ve günümüzle bağlantısı kopartılmaktadır. Halbuki Kur’an’daki anlatılar, o dönemdeki insanları muhatap alsa da konuları itibariyle tüm zamanlara hitap etmekte ve içerdiği hükümler evrensel olmaktadır. Allah Teala indirdiği vahyi “İşte (beklenen) o Kitap! Onda hiçbir şüphe yoktur”[1] diyerek kitap olarak isimlendirmekte ve onun gerek Levh-i Mahfuz’da gerekse öncekilerin kitaplarında olması, onun yazılı olduğunu vurgulamaktadır.[2] Birçok ayette Allah kitapla birlikte hikmetten bahsetmektedir. Hikmetten söz ederken de bize onun vahy edildiğini, verildiğini, indirildiği ve öğretildiğini anlatmaktadır.[3] Hatta bir ayette şöyle buyrulmaktadır: “Allah hikmeti, gereğini yapana verir; kime hikmet verilirse ona çok hayırlı bir şey verilmiştir. Bu bilgiye (hikmete) aklı selim sahiplerinden başkası ulaşamaz”.[4] Hükümle aynı kökten gelen ve çeşit bildiren mastar formundaki hikmet kelimesinin anlamı, doğru hükümdür. Allah Resulünün hadisleri, geleneksel deyişle onun sünneti onun kitaptan çıkardığı hükümlerdir. Bu yüzden bazen hikmet yerine, hüküm kelimesi kullanılmıştır.[5] Hikmet aynı zamanda Kur’an’ı anlama usulüdür. Bir konuda hüküm içeren ayetler benzerleriyle (muhkem ve müteşabihler) bir araya getirilince iki ve katlarından oluşan ikişerli bir […]
Günümüzün sıkça rastlanan sorunları arasında yer alan bu iki olguya Kur’ânî açıdan bir bakalım istedik. MÜKEMMELİYETÇİLİK HAKKINDA Mükemmeliyetçilik, her ne kadar güzel bir haslet gibi bilinse de “sağlıklı” ve “sağlıksız” olarak tanımlanan mükemmeliyetçilik davranışları olduğunu bilmemiz gerekir. Bir mümin olarak, bize zararı dokunabilecek herhangi bir davranış tarzından uzak kalabilmemiz için, mükemmeliyetçilikle ilgili aklımızda bulundurmamız gereken bazı gerçekleri hatırlatmak isteriz: GÜZEL İŞ YAPMA VE KOLAYLAŞTIRMA Allah, Âl-i İmran 3/57, Nahl 16/97 ve daha pek çok ayette insanlara “salih ameli” yani “iyi işler işlemeyi” ve “ihsan”ı yani “her ne yapılıyorsa onu en güzel şekilde yapmayı” emretmiştir. O, işlerini güzel yapanları da sevdiğini beyan etmiştir (Âl-i İmran 3/148). Bu nedenle bir işi düzgün ve iyi şekilde yapmaya çalışmak dinimizce de uygundur; ancak bunu aşırıya götürerek sürekli mükemmeliyetçi davranmak, hayatı zorlaştırır. Oysa Allah insanlar için zorluk istemez (Bakara 2/185), onların yükünü hafifletmek ister ve zayıf yaratıldıklarını vurgular (Nisa 4/28). Hayatın her alanını kolaylaştırma prensibi, şu hadislerde de görülür: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” (Buhârî, Edeb, 80) “Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutun, en iyiyi yapmaya çalışın, o zaman size müjdeler olsun. Günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanın.” (Buhâri, İman, 29) “Satarken, alırken ve […]