Mut’â Nikâhı

Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir.

Mut’anın, Nebimiz Muhammed aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31)

Mut’a, taraflardan birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel ilişkiye girilemez.

Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye, cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21)

Mut’ada erkek, cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir.

Nisa 22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle buyrulmuştur:

“Diğer kadınlar; iffetli olmanız, zinadan uzak durmanız ve mehirlerini vermeniz şartıyla size helal kılınmıştır. Onların hangisinden nikâh ile yararlanırsanız mehirlerini belirlediğiniz miktarda verin…” (Nisa 4/24)

“Mehirlerini” diye tercüme ettiğimiz kelime; (أجر) ecr’in çoğulu (أجور) ücûr’dur. Ecr (أجر) , ister dünyada ister ahirette olsun, yapılan işe karşılık alınan şeye denir[3]. Bu kelime burada olduğu gibi Maide 5, Ahzab 50 ve Mümtahine 10. âyette de kadınların mehirleri anlamındadır. Dolayısıyla evlenilmesi helal olan kadınlardan yararlanmanın tek yolu, normal nikâhtır.

Durum böyle olduğu halde Nisa 24. âyetin iç bütünlüğü, diğer ayetlerle ilişkisi ve Arap dilinin kuralları ihlal edilerek onun şu bölümünden mut’âya fetva çıkarılmıştır:

فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ فَرِيضَةً

“Onların hangisinden nikâh ile yararlanırsanız mehirlerini belirlediğiniz miktarda verin…”

Caferîlerden Muhammed b. Huseyn et-Tabatabâî, Tefsîr’ul-mîzan’da diyor ki: “… Baştaki “ma” edatı vakit bildirmek içindir.”

Tabatabâî مَا yerine مهما yı koyarak ayete şu anlamı vermiştir:

مهما استمتعتم بالنيل منهن فآتوهن اجورهن فريضة.

Onları elde ederek ne zaman yararlanırsanız ücretlerini bir farz olarak verin.

Tabatabâî’nin فَمَا اسْتَمْتَعْتُم بِهِ’deki هِ= o zamirini, bu ifadenin öncesinde olmayan “النيل = elde etme” anlamındaki hayali bir kelimeyle bağlaması hatadır. Çünkü Nisâ 22. âyetten itibaren kadını elde etmekten değil, nikâhtan bahsedilir. Dolayısıyla “بالنيل = elde ederek” yerine “بالنكاح = nikâh ile” demek gerekir.

Tabatabaî, daha büyük hata yaparak şöyle demiştir:

“فما استمتعتم به” cümlesi, önceki ifadeyle ilgili bir ayrıntıdır; başında bulunan “fa” harfi hiç şüphesiz parçayı bütüne bağlamaktadır. Çünkü Allah’ın; “iffetli olmanız ve zina etmemek üzere mallarınızla aramanız” sözü, hem nikâhlı eşi hem cariyeyi içerir. Böyle olunca, “Onlardan yararlandığınız sürede ücretlerini bir farz olarak verin” sözü de yukarıdaki bütünün bir parçası veya bölümlerinden bir bölümdür[4].”

Demek istiyor ki âyet; biri normal nikâh, diğeri cariyeyi odalık olarak kullanma üçüncüsü de mut’a yoluyla olmak üzere kadınlardan üç şekilde yararlanmaya izin veriyor. Sonra şu sonuca ulaşıyor: “Buradaki yararlanmadan maksat, şüphesiz mut’a nikâhıdır.”

Hâlbuki âyetten, cariyelerin odalık olarak kullanılabileceği şeklinde bir anlam çıkarma imkânı yoktur. Ayetin ilgili bölümü şöyledir:

وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاءِ إِلَّا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ

“Evli kadınları nikâhlamanız da haramdır. Ama evli olduğu halde hakimiyetiniz altına girmiş olan (savaş esiri kadınlar) ile evlenebilirsiniz.”

Buna göre esir kadınlar, evli dahi olsalar nikâhlanabilirler. Çünkü 47. Muhammed Suresinin 4. âyetine göre esirler köleleştirilemezler; onları karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakmak gerekir. Karşılıksız serbest bırakılanlar kimsenin hakimiyeti altında olmazlar. Buradaki esir kadınlar, müminlerin hakimiyeti altında olduklarına göre onlar, karşılıksız serbest bırakılmamış, fidyeleri de ödenmemiş esirlerdir. Böyle bir kadının fidyesini ödeyecek malı bulmasının en kestirme yolu mehir karşılığı evlenmesidir. Zaten âyetin devamı bunu şart koşmaktadır. Kocası veya yakınları onun fidyesini gönderemediği için âyet onun medeni halini değiştirerek evlenilebilecek kadınlar arasına katmış ki, hürriyetlerine kavuşma imkânı elde edebilsinler. Evlilik, karşılıklı rızayla olacağı için bu kadınlar evlenmeye zorlanamazlar. Şu âyet konuya daha da açıklık getirmektedir:

“İçinizden, mümin olan iffetli hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan mümin esir kızlarınızı nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[5]. Onları (esir kadınları), iffetli olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla ailelerinin[6] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten sonra zina ederlerse onlara verilecek ceza, evli hür kadınlara verilen cezanın yarısı kadardır. Bu ruhsat, içinizden (evlenme imkanı bulamayacağını düşünüp) çıkmaza girmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz /duruşunuzu bozmamanız daha iyi olur. Allah, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır. ” (Nisâ 4/25)

Âyet; namuslu mümin kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenlerin namuslu mümin cariyelerle evlenmelerine izin vermiş ama onlarla evlenme yerine sabretmelerini tavsiye etmiştir. Çünkü cariyenin bütün arzusu bir an önce hürriyetine kavuşmaktır. Böyle birinin iyi eş olması beklenemez. Eğer mut’a yoluyla kadının cinselliğinden yararlanmaya izin verilseydi bu âyette mutlaka ondan bahsedilir ve cariyeyle evlenmeye ihtiyaç kalmazdı.

Caferiler diyorlar ki; mut’anın en azı bir cinsel ilişki süresi kadardır. Bu durumda onlar, evlenmeye değil, evlilik dışı cinsel ilişkiye yani zinaya izin vermiş oluyorlar.

“Nebimizin Evtas senesinde mut’aya üç günlüğüne izin verdiği, sonra yasakladığı iddia edilir[7]. Evtâs, Huneyn savaşında müşriklerin toplandıkları vadinin adıdır. Müslim’de ve birçok hadis kitabında, Abdullah b. Mes’ud’un şöyle dediği rivayet edilir: “Biz Nebimizle birlikte savaşıyorduk, yanımızda kadınlarımız yoktu, “Kendimizi hadım ettirsek olmaz mı?” dedik; hadımı yasakladı, sonra bir kumaş parçası karşılığında geçici süreyle evlenmemize izin verdi[8]”

Evtâs’ta yakınları ile birlikte esir tutulan kadınlar hür değiller ki, bir kumaş parçası karşılığında düşmanlarına kendilerini teslim etsinler. Böyle bir şey olsayd onlar bunu fırsata çevirir ve yakınları birlikte o erkekleri öldürürlerdi. Böyle bir rivayetin doğru olma ihtimali yoktur.

Âyetler üzerinde yeterince durulmayınca mut’aya önce müsaade edildiği sonra yasaklandığı iddia edilmiş hatta Maliki, Şafi ve Hanbelîler onun Kur’an ile değil de icma ile haram kılındığını söylemişlerdir[9].

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

_______________________________________

[1] Hakimiyet altında olanlar sadece savaş esirleridir (Nisa 4/3, 24, 25, 36, Müminûn 23/6, Nur 24/3133, Ahzab 33/52, 55).

[2] Ayetteki “veya” ifadesi, bir Müslümanın edep yerlerini ya hür eşinin ya da hakimiyet altında yani esir konumunda iken nikahladığı esir eşinin yanında açabileceğini, bunun dışında açamayacağını gösterir. Çünkü edep yerlerini bir esirin yanında açabilmek için onunla evli olmak şarttır (Nur 24/3233). Bir kadın sadece bir eş ile evlenebileceği için eşi hür ise hür eşinin yanında, esir ise esir eşinin yanında edep yerlerini açabilir. Aynı durum, erkek için de geçerlidir. Erkek de aynı anda biri esir diğeri hür olan iki kadınla evli olamaz. Çünkü esir kadınla evlenmenin olmazsa olmaz şartı, hür kadınla evlenecek güce sahip olmamasıdır. (Nisa 4/25). Bu sebeple erkek de tıpkı kadın gibi edep yerlerini ya hür ya da esir olan eşinin yanında açabilir. Ayette “veya” ifadesinin kullanılmış olmasının sebebi budur. Meale parantezleri, geleneğin oluşturduğu şartlanmalara engel olmak ve ayetin doğru anlaşılmasına yardığıncı olmak için koyduk. Çünkü her şey gayet açık olduğu halde bütün mezhepler ve tefsir kitapları, ilgili ayetleri ya görmezden gelerek (Nur 24/3233) veya anlamını tahrif ederek (Nisa 4/3) bir erkeğin, sayı sınır olmaksızın yanındaki cariyelerle nikahsız ilişkisini caiz gördükleri için hem bu ayetin hem de Meâric Suresi 70/30. âyetin anlamını bozmak zorunda kalmışlardır. Öncelikle “veya” anlamına gelen (أو) kelimesine “ve” anlamı vererek ayete, edep yerlerinin, nikahlı eşin yanında açılabildiği gibi esirlerin yanında da açılabileceği anlamını yüklemişlerdir. Ayetteki (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ) = “hakimiyetleri altında olanlar” ifadesinin kapsamına erkek esirler de girdiği için “hakimiyetleri altında olanlar” ifadesinin anlamını da “kadın esirler” yani cariyeler olarak değiştirmişlerdir. Aksi takdirde bu ayet, kadınların da sahibi oldukları erkek esirlerle ilişkiye girebileceklerinin delili olurdu. Ama bunun da yeterli olmadığını, ayete böyle bir meal verilmesinin, müslüman kadınların, yanlarında bulunan cariyelerle kadın kadına sevişmenin caizliğine yani lezbiyen ilişkiye delil olabileceğini düşünememişlerdir. Halbuki Kur’an, lezbiyen ilişkiyi de büyük günahlardan saymıştır (En’âm 6/151, A’raf 7/33, Şûrâ 42/37, Necm 53/32).

Savaş esiri kadınlarla /cariyelerle nikahsız ilişkiyi helal görenler, Nebimizin Mariye ile olan birlikteliğini delil gösterirler. Halbuki Mısır mukavkısı tarafından Nebîmize hediye edilen Mariye, ganimet değil, fey statüsündedir. Fey, savaşmadan elde edilen şeylere; ganimet ise savaş sonucu elde edilenlere denir. (Enfal 8/41, Haşr 59/7). Resûlullâh’a diğer müminlerden farklı olarak, nikâhlı hür eşlerine ilaveten fey yoluyla hakimiyet altına aldığı kadını yani Mariye’yi, hürriyetine kavuşturmadan nikâhlama yetkisi verilmiştir (Ahzab 33/50). 

[3] İsfehâni, Müfredât,  (أجر) mad.

[4] Muhammed Hüseyin Et-Tabâtabâî (1902-1981), el-Mîzân fî tefsîr’il-Kur’ân, İran-Kum, c. IV, s. 271-276.

[5] Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır. Hucurat 49/13

[6] Kölenin ailesi, bakımını üstlenen ve fidyesini alacak olan ailedir.

[7] Müslim Nikâh 18.

[8] Müslim Nikâh 11.

[9] Bilmen, c. II, s. 25-26, paragraf 115.