Said Nursi Başlıklı Yazımız Hakkında Bir Eleştiri

Risale-i Nur Şakirtlerinden Ali Can’ın Tenkidi

Değerli Ziyaretçimiz,

Ali Can imzalı aşağıdaki tenkidi, noktasına ve virgülüne dokunmadan ilginize sunuyoruz.


Bize ait cümleler mavi renklidir. Üzerine tıklarsanız yazımıza ulaşıp yerinde değerlendirme yapabilirsiniz.


Bilimsel bir tenkit gelirse onu da biz değerlendiririz.

—– Original Message —–
From: [email protected]
To: Süleymaniye Vakfı
Sent: Friday, October 24, 2008 3:35 PM
Subject: Re: Tenkidiniz Hk.
“böyle yapmaz şöyle yapmaz” diyorsun. Allah Resulü facirlerle de dinini yürütür der hadiste ….Cenabı Hak bir kuluna ilim vermek istese rüyada da verir. Başka alem de de…..
yani Şiilere has demek ne demek. İslamiyete ait olup da nasaraların sahip çıktığı bir çok hakikat vardır. Onların yanlışlığına hükmedilir mi…
acaba bir hadiste : Benden sonra, onların en kerimi, en cevâdı ise, bir recul, bir demdir ki; o dem (hususi) bir ilim bilecek ve o ilmini neşredecektir . bu ilmi kim verecek ve nerden bilecektir. Hatasız olması için peygamberimizden o dersi bir alemde almış olacak ve alması lazım.

Saniyen, ikinci büyük ve dehşetli hatan: “said nursiye peygamber” demekle hataların büyüğünü yapıyorsun. Bu şekilde milleti bu ilim admından soğutuyorsun. Onun vesilesiyle islamı tanıyacak binlerce belki milyonlarca insanın hidayetine engel bir mani oluyorsun. Veya islamiyeti tanımalarını geciktiriyorsun……..
Salisen, üçüncü hatan: “Halkın hurafelere olan ilgisinden yararlanıp dikkat çekmek istemiş olabilir. Zamanın harikası demek olan “Bediuzzaman” lakabı da öyledir. İddiaya göre bu lakap, onun olağanüstü ilmini gören ilim adamları tarafından verilmiştir” bunu senin söylediğine inanmıyorum. Tarihçesi ortada , ilmi tahsili 3 ay demesine ve tarihçe i hayatı kendisine okunmasına ve kendi tarafından beğenilmesine rağmen , tahsil hayatı 15 yıl deyip kendine verilen tillo alimleri tarafından verilen (bu arada ben tilloluyum lakabı molla fethullah vermiş istersen torunları ile tanıştırayım seni) bediüzzaman lakabını iddia tarzında değerlendirmek ve üstadın talebeleri hayatta iken onları ve said nursiyi hurafecilik ve yalancılık ile isnad herhalde ya cahil bir adamın densizliği veya islama zarar vermek isteyen bir dinsizin işi olur. Bir müslümanın işi olmaz. Bir mümin bir İslam alimine hakaret etmesi, yalancılık ile itham etmesi pek hayra alamet değil. Herhalde bu kul hakkını para ile şan ve şöhretle ödeyemezsin.

Rabian, dördüncü hatan: “sunuhat ile ihtarat ile zuhurat” ile Cenabı Hak bir kulunu alim de yapar mücedditde müçtehide bunu sana soracak değil ya…haddimizi aşmamak önemli.. biz kimizki ne özelliğin var senin benim hepimiz aciz bir kuluz. Allaha sorgu yapılmaz. Allah istese ……

Hamisen , beşinci hatan : “Kur’an’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! Böyle bir söz bediüzzamana ait değil. Doğrusunu yaz sana izah ediyim..yazıklar olsun …iftiraya tenezzül etmek sana yakışmıyor…..bu yazdıklarından 40 anlam çıkar…bende senin laflarından manalar çıkarsam seni şeri mahkemede idama götürürler. Biri demiş bana kabili tevil olmayan bir söz getirin seni onunla idam ediyim. Bunda insanların ağzından çıkan kelimelere uyduruk anlam değil öze ne anlam kattığının bilinmesi lazım.

Sadisen, altıncı dehşetli ve büyük hatan: bizimle ilgili olandır. “Nur talebelerinin Kuranı okumamasını eleştiriyorsun.” Bu sorunun cevabı ben ve benimle beraber tanıdığım yüzlerce insan ( seni bu hatandan dolayı tekzip eder hakkımızı helal etmiyeceğimizi tekrar hatırlatıyoruz) olalım. en amisinden ben Kuranı okumuş ve bir çok defa hatmettim. Sonra uzun bir ara okumadım ve yüce Kuranımızı unuttum. Risalei nurları tanıdım. Kuranı öğrendim . hakikatlarından istifade ettim. Tekrar Kuranı okumaya ve onunla amel etmeye başladım. Elhamdulillah. vesile olan bediüzzaman dan Allah razı olsun. Ve onu yalanlarla iftiralarla çürütmek isteyenleri Allah kabili hidayet ise hidayet etsin. kabili hidayet olmayanları Allah def etsin bu dünyadan. …..

Sabian, yedinci büyük hatan : “Yani Said Nursî’ye göre Kur’an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risale-i Nur’un âyetleri, Kur’an âyetlerinin delili olmuştur.” Bunda ne dehşetli bir hataya düşüyorsun. İslam dönemi boyunca yazılan binlerce tefsir var .bunların Kurandan aldıkları feyizle yazdıkları binlerce deliller var. Bu deliller (Kurana,Hadislere icma ve kıyasa aykırı olmadığı takdirde ) Kurana ait olmuyor mu ….. Kuran bizatihi delil olduğu gibi hakikatları da hükümleride delildir. Onlardan istifade edilerek çıkarılan hükümlerde hakikatlarda delildir. Risalei Nurda serdedilen de Allaha iman Peygambere iman Kitaplara iman Meleklere iman Ahiret gününe iman ve Kadere imana ait hangi deliller Kurandan alınmamış. Hepsi Kurana aittir. Kuranın delilleridir. Dolayısı ile risalei nurdaki delillerde Kuranın delilleridir. ….yazıklar olsun bu meseleyi tutup dehşetli manalar çıkaran kasdi olarak dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım ediyor.

Saminen Sekizinci dehşetli hatan: “Ayrıca Kur’an’da açıklanmamış gerçeklerin kendine indirildiği iddiası, kendi kitabının Kur’an’dan önemli olduğu iddiasından başka bir anlam taşımaz.” Kuran her vakit hidayettir. Her vakit ehline ilim verir. Yani bütün hakikatları bir asırda verilmiş de başka asırlara kalmamış (haşa) bir kitap değildir.
Sana Kuranın tarifini cevap olarak sunayım umarım söylediklerinden utanırsın,

Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken,
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
BİRİNCİ CÜZ: Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?
Elcevap: On Dokuzuncu Sözde beyan edildiği ve sair Sözlerde ispat edildiği gibi,
Kur’ân,
• şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi,
• ve âyât-ı tekvîniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi,
• ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri,
• ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşafı,
• ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftah
ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı,
• ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi,
• ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi,
• ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası,
• ve Zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı,
• ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi,
• ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ ve ziyası,
• ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi,
• ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi,
• ve insana hem bir kitab-ı şeriat,
• hem bir kitab-ı dua,
• hem bir kitab-ı hikmet,
• hem bir kitab-ı ubûdiyet,
• hem bir kitab-ı emir ve davet,
• hem bir kitab-ı zikir,
• hem bir kitab-ı fikir,
• hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir.
• Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefâ ve muhakkıkînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semâvîdir.

İKİNCİ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF: Kur’ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi,
Kur’ân,
• bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır;
• hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır;
• hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır;
• hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir;
• hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir;
• hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir;
• hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır;
• hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.
Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhâmât suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir

ÜÇÜNCÜ CÜZ:
Kur’ân,
• asırları muhtelif bütün enbiyanın kütüplerini ve meşrepleri muhtelif bütün evliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmâlen tazammun eden,
• ve cihât-ı sittesi parlak ve evham ve şübehâtın zulümâtından musaffâ,
• ve nokta-i istinadı, bilyakîn, vahy-i semâvî ve kelâm-ı ezelî,
• ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede, saadet-i ebediye,
• içi, bilbedâhe, hâlis hidayet,
• üstü, bizzarure, envâr-ı iman,
• altı, biilmilyakîn, delil ve burhan,
• sağı, bittecrübe, teslim-i kalb ve vicdan,
• solu, biaynilyakîn, teshir-i akıl ve iz’an,
• meyvesi, bihakkılyakîn, rahmet-i Rahmân ve dâr-ı cinân,
• makamı ve revacı, bilhads-i sâdık, makbul-ü melek ve ins ü cân bir kitab-ı semâvîdir.

Kur’ân’ın tarifine dair üç cüz’ündeki sıfatların herbiri başka yerlerde kat’î ispat edilmiş veya ispat edilecektir. Dâvâmız mücerret değil, herbirisi burhan-ı kat’î ile müberhendir.
Yazıklar olsun.. Allahın itabı şedittir.

Tasian ,Dokuzuncu büyük hatan: “Urvet-ül vüska” ve “hablullah” Kur’an’a ait özelliklerdir” diyorsun. Yanlışsın dostum. Allaha ulaştıracak hidayete kavuşturacak her vesile hablullahtır. Bir urvetül vuskadır. Yanlışların hiçbir ispatı yok hep yorumuna dayalı şeyler. Sizin gibi alimler şu dine hizmet etmekten çekilsinler. Çünkü siz himet değil hezimet ediyorsunuz. Kendinizi müçtehid mehdi müceddit makamında görüyorsunuz. Siz kim o değerli zevat kim…..
Kurana perde oluyorsunuz. Çekilin Kuranın hakikatları yüzlerimizi aydınlatsın.
(Ama sadece hablullah risalei nur deseydi haklıydın….. )

Bir zekariya öztürke gösterdiğin anlayışı bir bediüzzaman göstermeyişin çok manidar. Onun dalaletli islama zarar veren konuşmalarını tevil ediyorsun. Bir Bediüzzaman gibi mücahid birine olur olmaz anlamlar çıkarıp iftiralarla yalanlarla hakaret ediyorsun olacak iş değil……!!!!

Son olarakRisale-i nurlar içinde çok güzel şeyler de var. Onlardan bazılarını ben de beğeniyorum. Tanıdığınız Nurculara sorun, kendilerine okunan bölümlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Dili ağır olduğu için onları da anlamazlar. Okuyanlardan çoğunun da anlamadığını, bazı kelimelerin zihinlerinde çağrıştırdığı manayı anlattıklarını ben de gördüm.”

Okumadığın bilmediğin bir eser hakkında bu şekil konuşmanı Allah kabul etmeyecektir. Dili ağır diyen senmisin….. çoluk çocuk okuyor artık uyan ey alimcik. Utan bu söylediklerinden..hiç risale okumadığın apaçık. ….sen herhalde nurcuları başkalarıyla karıştırıyorsun. Senin bir nurcu gördüğüne inanmıyorum.. Bu yukarıdaki yazından çok utandım doğrusu hiç yakıştıramadım…..!!!!! (“Okuyanlardan çoğunun da anlamadığını, bazı kelimelerin zihinlerinde çağrıştırdığı manayı anlattıklarını ben de gördüm” O kitapların Said Nursî’ye yazdırıldığı söylenince sesleri çıkmaz. Her biri o kitapları Kur’an’ı okur gibi okur. Çünkü Nurcular arasında temel kitap Risale-i Nurlardır. Bunları yapanın aklını kullandığı söylenemez.cümlenden ne kadar aciz biri olduğun anlaşılıyor. Bize söylediğin laflar sana hiç yakışmıyor. Sana iade ediyorum..

Delil diye çıkardığın anlamlara bak.
senin delil dediğin böyle şeyler mi..yazık yahu….işte ateş nasıl odunu yer bitirir hased dahi ameli yer bitirir manası bu olsa gerek…..
bu kadar hatanın üzerine bu doğru lafı yazmadan geçemedim:

Said Nursî hesabını Allah’a verecektir. Bizim ona fayda veya zarar vermemiz düşünülemez. Belki ölmeden önce bütün hatalarından tevbe etmiş ve Allah’ın huzuruna günahsız gitmiş de olabilir. Bizi ilgilendiren, onun kitaplarını, dinin kaynaklarından sayan büyük bir cemaattir. Biz onları uyarmaya çalışıyoruz.
Evet doğrudur. Said Nurside sende bende diğer insanlarada hesabımızı Allaha vereceğiz. Senin uyarılarının hiçbir anlamı yok. Çünkü sen Allah için değil , bir yerlere gelebilmek için şan şöhret sevdası için veya başka sebepler ile bu yola girdiğin anlaşılıyor. Yazılarında ihlas göremiyorum. İnşaalah benim uyarılarım sana yol gösterirler. Çünkü yazılarımda ihlas var. Allah için olmasa bu kadar uğraşmam..

Senin hataların yazmakla bitmez umarım bu yazdıklarımdan bir ders almışsındır. Hepimiz faniyiz. Öleceğiz. La yemut değilsin. Hesap zamanı bize dehşetli olmasın. Olur olmaz yalanlar yorumlar bizi bir yere götürmez. Kendimiz zarar görürüz. . kendi mesleğimiz ile uğraşalım. Kendi mesleğinin güzellikleri için çalış.
Allah kalbine güzellik versin..

İlgili Yazımız:

SAİD NURSİ[1].”

Buna gerekçe olarak deniyor ki, rüyasında Peygamberimizden ilim istemiş, o da ümmetine soru sormamak şartıyla ona Kur’an ilminin öğretileceğini müjdelemiş, bu sebeple daha çocukken asrın bilgini olarak tanınmış ve kimseye soru sormamış, ama sorulan bütün sorulara mutlaka cevap vermiş[2].
 

Cevap– Bir kimsenin Allah’ın Elçisi tarafından bilgi sahibi kılınması Şiilere has iddiadır. Onlar bunu, Ali’nin (r.a) soyundan gelen imamlar için söylerler. Şöyle derler:
“… İmamlardan hiçbiri bir öğretmene git­memiş, bir eğitimciden bir şey öğren­me­miştir. …Hiç biri bir hocadan ders almamış, hiç biri bir mektebe, bir medre­seye gitmemiştir. Böyle olduğu halde kendilerine bir şey so­rulunca derhal en doğru cevabı verirler. Dillerine bilmiyorum sözü gelmediği gibi cevap vermek için dü­şünmeleri yahut cevabı bir müddet geciktirmeleri de vaki değildir…[3]” İmamın ilahî hükümlere, ilahî maârife, bütün bilgilere sahip olması, peygamber, yahut kendisinden önceki İmam vasıtasıy­ladır… [4]

Soru– Said Nursî’nin öğrenim hayatı ile ilgili bilginiz var mı?
 

Cevap– Kendi el yazısı ile yazdığı özgeçmişine göre ilk öğrenimden sonra Şeyh Muhammed Celalî’nin ders halkasına katılmış, okunması adet olan kitapları okumuş ve daha sonra Van’da 15 yıl kadar eğitim ve öğretimle meşgul olmuştur[5]. [6].
 

Soru– Öyle ise öğrenimini üç ayda tamamladığı, sorulan her soruya, tereddütsüz ve derhal cevap verdiği ve bu özelliğin ona rüyasında Peygamberimiz tarafından verildiği iddiası nereden çıkıyor?
 

Cevap- Halkın hurafelere olan ilgisinden yararlanıp dikkat çekmek istemiş olabilir. Zamanın harikası demek olan “Bediuzzaman” lakabı da öyledir. İddiaya göre bu lakap, onun olağanüstü ilmini gören ilim adamları tarafından verilmiştir[7].
[8].
 

CevapSaid Nursî’nin 14 yaşında ilim adamlığı payesine ulaştığı iddiası temelsizdir. Çünkü Tarihçe-i hayatı’na göre on beş- on altı yaşlarına kadar bütün bilgisi sünuhat kabilindendi[9]. Sünuhat, kişinin aklına ve hatırına gelen şeylere denir[10]. Onlara ilim dense yeryüzünde alim olmayan kimse kalmaz.
[11].” [12].”
 

Yani Said Nursî’ye göre Kur’an delil olmaktan çıkmış, delile muhtaç hale gelmiş ve Risale-i Nur’un âyetleri, Kur’an âyetlerinin delili olmuştur. Böyle bir kitabın hatasız olması gerekir. Said Nursî, bu iddiayı da yapıyor ve şöyle diyor:

“Sözler”[13] şüphesiz Kur’an’ın nurlu parıltılarıdır. Açıklanmaya muhtaç yerleri eksik olmamakla birlikte tümüyle kusursuz ve eksiksizdir[14].[15].
“Urvet-ül vüska” ve “hablullah” Kur’an’a ait özelliklerdir[16].
 

Soru– Risale-i Nur’un, Kur’an’ın alındığı yerden alındığı iddiası, zaten her şeyi açıklamıyor mu?
 

Cevap– Bu iddia birden fazla yerde tekrarlanır. Onlardan biri de şudur:

“Risale-i Nurlar, ne Doğu’nun kültüründen ve ilimlerinden, ne de Batı’nın felsefe ve bilimlerinden alınmış ve iktibas edilmiş bir nurdur. O, gökten inmiş Kur’an’ın, Doğunun da Batı’nın da üstünde olan Arş’taki yerinden iktibas edilmiştir[17].”
Risalelerden “Âyetü’l-Kübrâ” yı örnek verip oradaki iddiaları adım adım izleyelim:

1- Said Nursî’ye yazdırıldığı iddiası:
“Bu risalenin mukaddimesinin bu derece uzun olması istemeden olmuştur. Demek ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı[18].”

2- Adını İmam Ali’nin verdiği iddiası:
“Bu risalenin öyle bir ehemmiyeti var ki; İmam-ı Ali (R.A.) gaipten gösterdiği kerametlerde (keramat-ı gaybiyesinde) bu risaleye, “Âyet-i Kübra” ve “Asâ-yı Musa” adlarını vermiştir[19].”

3- İmam Ali’nin şefaat dilediği iddiası:
“İmam-ı Ali (R.A.), Nur’un eczalarından haber verdiği sırada “Ayet’ül-Kübrâ hakkı için beni ani ölümden koru” deyip o Âyet-ül Kübra’yı şefaatçı yaparak…[20]

4- Risale’nin lâ ilâhe illallah sözünün olağanüstü delili olduğu iddiası:
“Lâ ilâhe illallah’ın hücceti ise matbu’ Âyet-ül Kübra Risalesidir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), onu şefaatçi yapmıştır[21].

5- Risale’nin kurtarıcılık yaptığı iddiası:
“.. o risalenin hem Ankara hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında tesirli intişarıyla talebelerine beraet kazandırmağa sebep olduğu gibi…[22]
6- Bir mağazayı yangından koruduğu iddiası:

“… hükûmet dairelerinden birisi … gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, Risale-i Nur’un bir talebesi yanıma geldi ve dedi ki: “Biz yanıyoruz, mahvolduk.” Ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan Âyet-ül Kübra’nın bir kısım basılı nüshalarını yanıma getirmesini söylemiştim, fakat getirmemişti. Demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. Ben de Risale-i Nur’u ve Âyet-ül Kübra’yı şefaatçı yapıp: “Ya Rabbi kurtar” dedim. Üç saat o dehşetli yangın, bütün o büyük daireyi mahvetti. Altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktı. Risale-i Nur’un ve Âyet-ül Kübra’nın korumasında olan mağazaya kat’iyyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da sağlam kaldı…[23]

Soru– Aklıma İmam Ali takıldı. Risale’nin adını neden o koyuyor?
 

Cevap– Said Nursî ona, Sekine adında bir kitap indiğini, geçmiş ve gelecek bütün ilim ve sırların o kitapta olduğunu iddia ediyor. Kendi kitabı da, o zaman için, geleceğin sırlarından olduğuna göre onu Ali’nin bildirmesi tabiidir. Said Nursi özetle şöyle diyor:
Hazret-i Cebrail, Sekine adıyla bir sayfada yazılı İsm-i Âzam’ı, Peygamberimizin yanında Hz Ali’nin (r.a.) kucağına düşürdü. Hz. Ali diyor ki: “Ben Cebrail’in şahsını yalnız gök kuşağı şeklinde gördüm. Sesini işittim, sayfayı aldım, bu isimleri içinde buldum”
İsm-i Âzamdan bahsederek bazı olayları anlattıktan sonra diyor ki:
“Dünyanın başından kıyamete kadar bütün ilimler ve önemli sırlar bize, tanıklık derecesinde açıldı. Kim ne isterse sorsun, sözümüzden şüpheye düşenler zelil olurlar[24].”
 

Soru– Öyle bir sahife ki, içinde dünyanın başından kıyamete kadar olan ilimler ve önemli sırlar yer alıyor. Bu bir sahife değil, çok büyük bir kitap olur. Peygamberimizin bu ilim ve sırları bilmediği kesin olduğu için İmam Ali ondan üstün bir konuma getirilmiş oluyor. Said Nursî bu bilgiyi nereden almış?
 

Cevap– Kur’an’ın alındığı yerden aldığını söyledi ya?!!
 

Soru– Bununla ne elde etmek istiyor?
 

Cevap– Risale-i nuru ve şakirtlerini kutsallaştırmak[25].
 

Soru– Bunlar benim kanımı dondurdu. Ne kötü iddialar!…
 

Cevap– Bu tür iddialar için Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır[26]. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79).
 

Soru– Akıllarını kullanmadıklarını nereden biliyorsunuz?
 

Cevap– O kitapların Said Nursî’ye yazdırıldığı söylenince sesleri çıkmaz. Her biri o kitapları Kur’an’ı okur gibi okur. Çünkü Nurcular arasında temel kitap Risale-i Nurlardır. Bunları yapanın aklını kullandığı söylenemez.
 

Soru: Gerçekten onlar Said Nursî’ye olağanüstü bir değer veriyorlar. Bu beni her zaman tedirgin etmiştir.
 

Cevap– Olağanüstü değeri bizzat Said Nursî veriyor. Onlar da onun arkasından gidiyorlar. Mesela şu şiiri, Abdülkadir Geylânî’nin, sekiz asır önce Said Nursi için yazdığı iddia ediliyor:
Bizi aracı yap, her korku ve darlıkda.
Her şeyde her zaman, candan koşarım imdada
Ben korurum müridimi korktuğu her şeyde.
Koruyuculuk ederim ona, her şer ve fitnede.
Müri­dim ister doğuda olsun is­ter batıda
Hangi yerde olsa da yetişirim imdada[27]
Bu iddiayı Said Nursî’nin 23 şakirdi yapar[28]. İspat için, cifir ilmi denen hayali şeylere dayanır ve şiirde şu anlamın saklı olduğunu söylerler:
“O Gavs’ın müridi Said Kürdî, Rusya’da esirken kuzeydoğu Asya’dan bid’atçıların eliyle Asya’nın batısına sürgün edildiği ve Sibirya taraflarından kaçıp çok fazla yeri dolaşmak zorunda kaldığı sırada Allah’ın izniyle, havl ve kuvvet-i Rabbânî ile ona yardım ederim ve imdadına yetişirim.”
Yardımın nasıl gerçekleştiği, şöyle anlatılıyor:
“Evet Hazret-i Gavs’ın “müridim” dediği Said, esir olarak üç sene Asya’nın kuzeydoğusunda, yok edici zorluklar içinde hep korundu. Üç-dört aylık yolu, kaçarak aşmış, çok şehirleri gezmiş ama Gavs’ın (Abdülkadir Geylânî’nin) dediği gibi hep koruma altında olmuştur.
Üstadımız diyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, nahiyemizde ve etrafında bütün ahali Nakşî Tarikatında ve orada Gavs-ı Hîzan adıyla meşhur bir zattan yardım isterken, ben akrabama ve bütün ahaliye aykırı olarak “Yâ Gavs-ı Geylanî” derdim. Çocukluk itibariyle ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şeyim kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur” derdim. Şaşırtıcıdır ama yemin ederim ki, böyle bin defa Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiştir[29].

Bu inancın Kur’an’a aykırılığını gösteren âyetlerden bir kısmı şöyledir:
“Darda kalmış kişi dua ettiği za­man onun yar­dımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzü­nün hakimleri ya­pıyor? Allah ile be­raber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsu­nuz..“ (Neml 27/62)
Güç yetirilemeyen konularda Allah’­tan baş­ka­sından yardım alınabilirse, kim Allah’a sığınır? Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“De ki, Allah’ın dışında kuruntu­sunu ettikle­ri­nizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gi­der­meye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yeti­rebilirler.
Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahme­tini umar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” (isrâ 17/56-57)
“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğu­nuzu bilir.
Allah’ın yakınından çağırdıkları ise bir şey ya­ratamazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.
Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirile­ceklerini de bilemezler.” (Nahl 16/19-21)
“Onlara sorsan; “Gökleri ve yeri, kim yarattı?” diye, kesinkes “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ın yakınından neyi çağırdığınıza baktınız mı? Allah bana bir sıkıntı vermeyi istemiş olsa, onlar bu sıkıntıyı fark edebilirler mi? Ya da Allah bana iyilik etmeyi istemiş olsa, onlar onun bu iyiliğini önleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Dayanacak olanlar ona dayansınlar.” (Zümer 39/38)

_____________________________________________
[25]- Kaynaklı indeksli Risale-i Nur Külliyatı, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 2078. Orada geçen ifade aynen şöyledir: Risale-i Nur şakirtlerine ve naşirlerine karşı Hazret-i Ali’nin (r.a.) irşadkârane ve teveccühkârane bakması ve işaret etmesidir.
[26]- Karşılığında Ahireti verdikleri için aldıkları ne olursa olsun, azdır. “… Bu hayatın sağladığı fayda Ahiret yanında pek az olur.” (Tevbe 9/38)
[27] – Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat, İstanbul 1991, s. 119.
[28]- İsimleri şöyledir: Süleyman, Sabri, Zekâi, Âsım, Re’fet, Ali, Ahmed Husrev, Mustafa Efendi, Rüştü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mes’ud, Mustafa Çavuş, Hâfız Ahmed, Hacı Hâfız, Mehmed Efendi, Ali Rıza.
[29] – Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sözler Neşriyat s. 120.