Şeyh Ahmed’in Vasiyetnamesi Efsanesi

İslâm dünyasında ne zaman bir kriz zuhur etse, ortalığa “Şeyh Ahmed’in vasiyeti” denen ilginç bir metin yayılıverir. Adı ve kimliği bile belirsiz birinin gördüğü rüyâya dayanılarak bir mânâda uydurma hadis imâl edilmesi, metnin muhtevâsına câzibe katıyor ama nihâi planda bu risâlelerin gri propaganda eseri olduğu ve Müslümanlar arasında zihin karışıklığı yaratmak gayesine yöneldiği tartışılamaz.

“Spam” adı verilen harc-ı âlem, kime hitab ettiği belirsiz, gayrı şahsi mektuplar internet haberleşmesinin sevimsiz yüzlerinden birini teşkil ediyor. Uydurma adres ve kimlik edinmenin çocuk oyuncağı olduğu bu teknolojide, bir tuşa dokunmak suretiyle daha önceden listelenmiş binlerce kişiye birkaç saniye içinde mahiyeti belirsiz mektup ve mesajlar göndermek mümkün olabiliyor.

Elektronik posta kutusuna düşen spamları, (dilcilerimiz bu yeni vakıaya da Türkçe bir karşılık bulmalıdırlar) herkesin yaptığı gibi ben de refleks haline getirdiğim bir itiyadla siber âlemin gayya kutusuna gönderip silerim. Nadiren ismiyle dikkatimi çeken bazılarını merak edip okuduğum olur. Bugün size muntazam olmayan aralıklarla gönderilen gri propaganda cinsinden bir ‘spam’dan bahsetmek istiyorum.

Şeyh Ahmed’in Hikâyesi

Adı, “Şeyh Ahmed’in vasiyeti”. Şeyh Ahmed diye tesmiye olunan kişi, bazen Efendimiz’in (s.a) Medine’deki kabrinin türbedârıdır, bazen de mescidin hatibi olur. Ne zaman yaşadığı, tarihi bir kimliğe sahip olup olmadığı muğlaktır. İslâm dünyasında ne zaman bir kriz zuhur etse, ortalığa “Şeyh Ahmed’in vasiyeti” denen bu ilginç metin yayılıverir. Meselâ 1. Dünya Harbi yıllarında henüz internet haberleşmesi olmadığı için bu garip mektup, “şapirograf” teknolojisiyle teksir edilerek el altından sağa sola dağıtılırdı. Bunlardan bir nüshayı, rahmetli halamın Ahmediye, Kesik Baş Destanı, Mevlid-i Şerif, Evrâd ve Yunus Divânı gibi kitap ve risâleleri sakladığı kara üzüm sandığında gördüğümü hatırlıyorum.

“Üç gün güneş tutulacak!”

Vasiyetnâmenin klasikleşmiş bir metin akış şeması vardır. Buna göre Şeyh Ahmed bir cuma gecesi namazdan sonra uykuya dalar ve rüyasında Harem-i Şerif tarafından “Ya Şeyh Ahmed” diye bir nidâ işitir. “Lebbeyk” nidâsıyla o sese doğru teveccüh eden Şeyh Ahmed, Efendimiz’in şahsıyla karşılaşır ve onun ağzından Şeyh Ahmed’e bazı mesajlar nakledilir. Meselâ dün internet tarikiyle gönderilen son vasiyetnâme versiyonunda şu tema işlenmekteydi: “Geçen cumadan bu cumaya 16 bin kişi öldü. İçlerinden bir tek Müslüman çıkmadı.” Ardından klasikleşmiş ibâreler, “Gelenlerin amel defterlerini kara ve sol elinde gördüm. Ya Şeyh Ahmed!… Evvela ana ve babalarına asi oldular ve zekâtlarını men ettiler. Hacı olup haram yemeyi adet ettiler. Herkes nefsinden başka bir şey düşünmedi. Yüzlerinde hayâ kalmadı. Dünya malı ile nasip olan tartılarına hıyanet etmeyi adet ettiler. Ya Şeyh Ahmed!… Benim ümmetlerime haber eyle. Yaptıkları günahlardan tövbe ve istiğfar etsinler.” Daha sonra bir kehânet ibâresi yer alır, “Çok yakın bir zamanda, 3 gece güneş tutulacak. 3 günden sonra mağripten doğup, maşrığa batacak. Kur’an-ı Kerim insanların gözüne gözükmeyecektir. En sonunda ise tehdid faslına geliriz. “Ya Şeyh Ahmed, ümmetlerime haber eyle, kudret kalemiyle her kim bu vasiyetnameyi bir köyden bir köye, bir kazadan bir kazaya, bir ilden bir ile, bir devletten bir devlete gönderirse huzur-u mahşerde günahları affedilir. Efendimiz’i (s.a) şahsı ile görmüş olur. Kim vasiyetnameyi işitir de yazmazsa, bir köye veya bir başka yere göndermezse, yüzü kara ola.”

150 Senelik Bir Risale

Bu metin bilindiği kadarıyla takriben 150 seneden beri İslâm âleminde deverân eder durur. Şimdi meseleye en ehil kalemlerden birine müracaatla ilmî aydınlık getirmenin zamanıdır. Müstesnâ tarihçilerimizden Prof. Dr. Ali Birinci, “Tarih Yolunda-Yakın Mazînin Siyâsî ve Fikrî Ahvâli” isimli eserinde (Dergâh yayınları, İst., 2001, s.246 vd.) her devirde yasaklanmış bir risâle olarak “Vasiyetnâme” hakkında etraflı bilgi sunuyor. Buna göre metin ilk defa 1896 (1314) yılında görüldü ve hemen yasaklanmış olmasına rağmen halk arasında rağbetle karşılanarak “Halk İslâmı” nezdinde en çok okunan üç-beş eser arasında yer buldu. Meşrutiyet yıllarında Vâsiyetnâme’nin Arapça nüshasının Mısır’da da basıldığı ve dağıtıldığı anlaşılıyor. Risâle, II. Meşrutiyet’in kısa süren çok partili hayat denemesinde, siyasi çekişmenin bir aracı olarak da kullanılmış ve devrin iki ünlü yazarı Hüseyin Cahit Yalçın ve Lütfi Fikri Bey arasında sert polemiklere yol açmıştı. Yazarı meçhul bu eser, basın hayatımızda daima sert tenkidlere yol açtı: Ahmet Talât Onay (1931), Yusuf Ziyaeddin Ersal (1956), Rahmi Apak (1957), Falih Rıfkı Atay (1966), belirtilen tarihlerde risâle hakkında aleyhte yazılar kaleme aldılar. Yakın tarihlerde Hürriyet yazarı Oktay Ekşi, 17 Ağustos depremi ertesinde gördüğü bir Şeyh Ahmed vasiyetindeki, “Depremde 16 bin kişi öldü, bunların içinden Müslüman çıkmadı’’ ibâresine haklı olarak köpürmüştü (Hürriyet, 29.9.1999).

Şeyh Ahmed İnternette

Risâle’nin Cumhuriyet döneminde iki kere daha (1956 ve 1982’de) basıldığını öğrenmek artık şaşırtıcı değildir çünkü “vasiyetnâme” metni, iskeletini korumakla birlikte günün aktüel hadiselerine göre değiştirilebilmekte ve Efendimiz’in ağzından günün hadiselerini yorumlayan niteliği sebebiyle dini bilgisi zayıf fakat saf kalpli Müslümanlar üzerinde tesirli olmaktadır. Son beş altı yıldan bu yana risâlenin kendisine medya olarak internet’i seçmesi de ilginç bir gelişmedir.

Risâlenin kim veya kimler tarafından tertiplenmiş olabileceğini tespit etmek güçtür; kat’i delil olmamakla birlikte risâlenin evvelâ İngiliz veya Rus istihbarat servisi elemanlarınca kaleme alındığı, sonraki baskılarında ahvâle uygun olarak muhtevasının tâzelendiği galib ihtimaldir.

Bu Kadar Saf Olmaya Hakkımız Var mı?

Şeyh Ahmed Vasiyetnâmesi’nin 150 sene boyunca tazelenen bir metin olarak saf Müslüman gönüller üzerinde yaptığı etkiyi tahlil etmek mümkün; zira bu metin, Efendimiz’in ağzından aktüel hâdiseler hakkında bir ikaz mâhiyeti taşıyor. Adı ve kimliği bile belirsiz birinin gördüğü rüyâya dayanılarak bir mânâda uydurma hadis imâl edilmesi, metnin muhtevâsına câzibe katıyor ama nihâi planda bu risâlelerin gri propaganda eseri olduğu ve Müslümanlar arasında zihin karışıklığı yaratmak gayesine yöneldiği tartışılamaz. Bir buçuk asır boyunca saf gönüllü Müslümanların, “Kütüb-i Sitte” gibi güvenilir Hadis mecmuâlarından istifâde etmek yerine, uydurma olduğu su götürmez propaganda risâlelerine itibar etmesi de, uzun uzadıya üzerinde durulması lâzım gelen bir hicrân mevzuudur.

Ezcümle, çoğaltılması ve başkalarına da ulaştırılması hakkında lânet hükümleri de ihtivâ eden bu gibi karanlık metinlere asla itibar edilmemesi gerektiğini ihtar edenler kervanına biz de katılmış olalım.

Ahmet Turan Alkan, Aksiyon Dergisi, sayı 533 – 21.02.2005.