Sadaka ve Pazar Ekonomisi İlişkisi

Faiz, üretim faktörlerinden sermayenin elde ettiği getiridir, diğer bir ifade ile paranın kullanım bedeli (fiyatı) olarak değerlendirilir. Ödünç alınmış paranın ödünç alım sırasında belirlenmiş bedelidir. Genellikle yüzde üzerinden yıllık olarak değerlendirilir.

Sadaka ise insanın kendi arzusu ile karşılıksız verdiği ekonomik değer olarak tanımlanıp hayırperverlik olarak yorumlanır.

Ekonomi literatüründe faiz, sermayenin el değiştirmesini motive eden bir araç olarak denge modellerinin olmazsa olmaz parametresidir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah faizi daraltır, sadakaları arttırır. Allah, görmezlik edip duran hiçbir günahkârı sevmez.” (Bakara 2/276)

Yukarıdaki ayette Allah (cc) iki kavramı somut olarak karşılaştırmakta ve bir sonuç ortaya koymaktadır.

İki şeyin karşılaştırılabilmesi için ikisinin de aynı türden olması gerekir. Eğer faiz ekonomik bir parametre ise karşısına konulan değerin de bir ekonomik parametre olması gerekir. Algılardaki temel yanılgı burada başlamakta ve aynı nitelikleri içermeyen söylemler üzerinden faiz ve sadaka kavramları eksik ve yanlış yönlere kaydırılarak özellikle sadaka kavramı etkisizleştirilmektedir.

Konunun günah ve sevap boyutu, inancını ciddiye alan bireyler için son derece önemli olmakla birlikte ayrı bir konudur.

Yukarıdaki ayette yer alan daralma ve artma ifadeleri ekonomi tabiri olarak PAZAR – PİYASA kavramı ile açıklanabilir bir içeriğe sahiptir.

Ekonomi açısından “PARA”, piyasanın sınırlarını çizen temel ve gerçek bir argümandır. Harcayacak parası olmayan insan ekonomik faaliyete dâhil olamaz. Birey mevcut parası kadar ekonomik faaliyetin belirleyicisi ve tetikleyicisidir.

Faiz ise makro ekonomik değerleri yükseltme fonksiyonu olmakla birlikte, aslen maliyetleri yükselten etkisiyle alım gücünü dolayısıyla da alış veriş eylemine dâhil olan insanların sayısını azaltır. Ayrıca birey veya kurum açısından faizli borç alabilme kabiliyeti de belli bir seçilmişliği gerektirir.

Sadaka / Zekât ise pazarı (piyasayı) genişletir. Varlıklı bir kişi; karşılığı ve geri döndürülme zorunluluğu olmayan, Sadaka / Zekât ile çok sayıda insanı ekonomik faaliyetin içine dâhil eder. Bu sayede dün pazara (piyasaya) girme kabiliyeti olmayan kişiler bir anda mal talep edebilir hale gelir. Diğer bir deyişle alım gücü örneğin 1 birimden 2 birime çıkar.

Karşılıksız verenler (sadaka/zekât verenler) tasarruf meyli yüksek, tüketim meyli düşük kişilerdir. Sadaka / Zekât alan kişilerin ise gelir düzeylerinin düşüklüğü ve/veya konumları sebebiyle tüketim meyilleri yüksektir. Dolayısıyla zekât ve sadaka ile piyasaya katılan tüketim meyli yüksek kişilerin sayısı aniden çoğalır. Bu durum ekonomik çarpan katsayısının da etkisiyle ticaret hacmini genişletecek ve ekonomik değerlerin yükselmesine sebep olacaktır.

Burada dikkat edilirse sadaka / zekât ile ticaret genişlemektedir.

Faiz ise ticareti daraltır. Anamalın (Sermayenin) belirli bir zümrenin eline geçerek buralarda kat kat artması mekanizmasının tetikleyicisidir.

Sermaye gruplarının eliyle emlak, sanat eserleri ve marjinal eşyaların değerleri fiktif olarak artırılarak ya da kimi ürünler teknolojik vb. üstünlüğe sahip statü ölçütü sayılan ürünler haline dönüştürülerek marka kavramı üzerinden tüketim kalıpları değiştirilerek ekonomik hareketlilik sağlanabilir. Bunların içinde faiz maliyeti ve çeşitli fiktif maliyetler mevcuttur. Bunlar paranın israfına sebep olurken sermayenin belirli merkezlerde toplanmasına hizmet eder. Bu sayede ekenomik değer (Gayri Safi Milli Hasıla) kümülatif olarak büyüyebilir. Ancak önemli olan para ve değer üretemeyenlerin pazarın dışına itiliyor olmasıdır. Böylelikle gelir dağılımı adaletsizliğinin mekanizması da ister istemez oluşturulmuş olur.

Dolayısıyla yukarıdaki ayetin;

“Faiz ticareti daraltır, zekât ise geliştirir.” şeklinde bir manayı içermesi tabiidir. Bu ifadede “geliştirir” kavramında “genişlemek” de saklıdır. Zira gelişen ticaretin artırdığı talep motivasyonuyla ar-ge’nin, bilimin, teknolojinin ve üretimin genişleyip, gelişmesi tetiklenir.

Yukarıda verilen yaklaşımların analitik açılımlarını ilerideki yazılarımızda vermeye çalışacağız. Ancak şu konuya önemle dikkat edilmelidir. Ekonomi ya da piyasa denilen kavram;

  • mevcut mal ve hizmetler ile bunların üretim araçları (sermaye),
  • bireylerin özgür tercihleri,
  • bireylerin alım gücü (gelirleri),
  • geçerli olan hukuk sistemi

gibi temel bazı başlıklar üzerinden okunur ve biçimlendirilir. Bu temel başlıkların çok sayıda alt unsurları ve değerlendirme kriterleri olacaktır.

Bilinen doktriner yaklaşımların mekanize olmuş, tercihleri klişeleştirilmiş insan prototipi ve tüm aktörlerce kabul edilmiş bir siyasal hukuk düzeni vardır. Bir anlatımı ortaya koymak için bunun böyle olması gerektiği düşünülebilir. Ancak günümüz dünyasında sınırların kalktığı, paranın değer felsefesinin altın gibi somut maddi bir pariteden çıkıp devletlerin (ya da paktların) savaş gücü ile belirlendiği bir dünyada söz konusu doktrinler bütünlüklerini yitirmişlerdir. Hâkim ekonomiler ve hâkimiyetlerini idame ettirme stratejileri, ekonomik yaşama müdahale eden gizli ellerdir.

Dünyanın temel ekonomik problemlerine çözüm olacak doğal yani fıtri bir ekonomik modelin doktrinde tartışılıyor olmasının zamanı gelmiştir. Modern ekonomi mühendisleri için bu arayışın kaçınılmaz olduğu kanısındayım.