Taoizm

GİRİŞ

Din, insanın var olmasından bu yana onun hayatında önemli bir yer işgal eden bir kurum olmuştur. Din kurumunun en temel öğelerinden biri de tanrı inancıdır. Bu tanrı tek, yüce, yaratıcı, yönetici ve her şeye sahip olandır. Başlangıç itibariyle büyük bir tanrı inancını dayalı olmayan hiçbir din yoktur. Ancak daha sonraları insanlar çeşitli nedenlerle bu tanrıya ulaşmak ve onun yardımını elde etmek için birçok aracı tanrılar, kutsallar, tabular edinmişlerdir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, göze görünmeyen, aşkın (müteal) ilahi varlığa ulaşmak için onunla irtibata geçecek aracı ilahlar edinmeleridir. Bu çalışmada ise başlangıçta tek tanrılı daha sonraları tahrife maruz kalmış Çin milli dinlerinden Taoizm’deki tanrı inancıyla Kuran’daki tanrı inancı karşılaştırılacaktır. Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Taoizm hakkında kısa bir bilgi verilecektir. Daha sonra Taoizm’deki tanrı anlayış ve bunu oluşturan ana kavramlar, (Tao, Te, Yin ve Yang ve Wu-wei) onların kutsal metinlerine göre açıklanacaktır. İkinci bölümde, Kuran’ı Kerim’in tanrı anlayışı anlatılacaktır. Allahu Teala’nın varlığı hakkında bazı bilgiler verildikten sonra onun sıfatları Kuran’ı Kerim ayetleri ışığında açıklanacaktır. Üçüncü bölümde ise bu iki tanrı anlayışının karşılaştırılması yapılacaktır. Bu karşılaştırma tevhid ve şirk bağlamında olacak ve aradaki farklar ortaya konacaktır.

BİRİNCİ BÖLÜM TAOİZM’İN KISA TARİHİ ve TAOİZM’DE TANRI İNANCI
A. Taoizm

1. Lao-Tzu’nun hayatı Taoizm, Çin dini geleneğine ait en orijinal öğretilerdendir. Taoculuğun ortaya koyduğu din anlayışı, Çin dini geleneğinin, daha çok metafizik içerikli öğretileri üzerine kurulmuştur. Bu onu Çin medeniyeti içerisinden çıkmış Konfüçyüsçülükten ayıran en büyük özellik olmuştur. İşte bu öğretileri ortaya koyan ve Taoizm’in kurucusu olarak bilinen Lao-Tzu’nun[1] hayatı hakkında bilgimiz çok azdır. Onun yaşayıp yaşamadığı bile tartışılmıştır. Hakkında bir çok görüş ortaya atılmış ve efsaneler uydurulmuştur. Çinin ünlü tarihçilerinden Sseu-ma-Tsien M.Ö. 100 yılında yazdığı Shı-chı (şe-ki) adlı eserinde Lao-Tzu’nun biyografisini şu şekilde yazmiştir: ‘‘Lao-Tzu Chou devletinin Ku mıntıkasında Li-hsiangg’da Chü-jen köyünde doğmuştur. Kendi adı Erh, aile adı Li, müstear adı Tan’dır. Chou sülalesi imparatorluğunun tarihçisi ve kütüphane muhafızıdır.”[2] Buna göre onun asıl adı Li Tan (Lao-Tan)’dır. Lao-Tzu, ona verilmiş bir lakaptır; ‘‘İhtiyar Bilge’’ anlamına gelir.[3]

Çin sözlü geleneğinde M.Ö. 604 diye bilinen doğum yılı, Shı-chı’de kayıtlı değildir. Bu, tarihin daha sonraları belirlendiğini göstermektedir. Bununla beraber bu belge onun yaşadığını gösteren en iyi kanıt olarak kabul edilmektedir. Mitolojiye göre, Lao-Tzu’nun annesi nurdan gebe kalmış, 80 yıl sonra ak saçlı, ak sakallı bir çocuk doğurmuş. İşte Lao-Tzu, yani ihtiyar çocuk lakabı buradan gelmektedir. Bu efsane daha ileriye götürülerek doğum tarihi M.Ö. 1321 yılına kadar çıkarılmış ve kutsal bir kişi olarak gösterilmiştir. O zaman Lao-chun adını almıştır. Bazı araştırmacılara göre, bu gibi uydurma hikayelerin çoğu Budizm’den sonra Budist hikayelerine rağbet için yazılmıştır. Lao-Tzu’nun ne zaman ve nerede öldüğü de belli değildir. 160 yıl hatta 200 yıl yaşadığını iddia edenler vardır.[4]

Lao-Tzu hakkında belli başlı iki rivayet vardır. Bunlardan biri Lao-Tzu’nun Konfüçyüsçülükle ilişkisi, digeri ise ona atfedilen meşhur eser Tao Te Ching’le ilgilidir. Çin dini geleneğinin iki kolunu temsil edecek olan Konfüçyüs ile Lao-Tzu’nun karşilaşmasi şöyle anlatilir: Konfüçyüs, ayinlere dair bilgi edinmek üzere Lao- Tan’ın (Lao-Tzu ) yanına gider. Lao-Tzu çok yaşlı, Konfüçyüs ise genç bir bilgindir.[5] Lao-Tzu ona: ‘‘Tao’yu buldun mu ?’’ diye sorar. ‘‘Onu yirmi yedi yıl aradım ama bulamadım’’ der Konfüçyüs. Bunun üzerine Lao-Tzu , muhatabına şu öğütleri vermekle yetinir: ‘‘Bilge kişi karanligi sever; olur olmaz şeylere kendini kaptirmaz, zamani ve şartlari inceler. Eger yer ve zaman elverişli ise konuşur, degilse susar.

Hazinesi olan biri, onu herkese göstermez. Demek ki gerçekten bilge olan kişi hikmeti her gelene açiklamaz. Kendini begenmiş nefsini, arzularini, üzerindeki müstagniligi ve gayretkeş görüntüyü yok et! Bunlarin, şahsiyetine hiçbir faydasi yoktur. Işte sana söyleyeceklerimin hepsi bu.’’ Konfüçyüs, bu görüşmeden üzgün ayrilir. Talebelerine şöyle söyler:‘‘Bütün hayvanları tanırım -kuşlar, baliklar, dört ayaklilar- ve her birinin davranişlarini bilirim. Ancak henüz ejderhayi taniyamadim. Çünkü o, bulutlarin ve rüzgarin üstünde göge çikmaktadir. Bugün Lao-Tzu’yu gördüm, o bir ejderhaya benziyor.’’ Bu rivayeti aktaran Sseu-ma-Tsien düşünce farkliligini yansitan mülakati şöyle yorumlamaktadir: ‘‘Zira Lao-Tzu , Tao ve Te’yi araştirmakta idi. Onun ögretisine göre gizli ve siradan bir hayat sürmek gerekmektedir.’’ Oysa Konfüçyüs , ‘‘üstün insan’’ idealini ortaya koymakta ve onun bir yönetici olması gerektiğini söylemektedir.[6] Lao-Tzu hakkındaki diğer rivayet ise ona atfedilen Tao Te Chıng adlı kitaptır. Yapılan araştırmalar, Lao-Tzu, yani ‘‘ihtiyar bilge’’kelimesinin Çin geleneği içerisinde üretilmiş bir prototip olduğunu ve Tao Te Chıng adlı eserin ise birden fazla yazarının bulunduğunu iddia eder niteliktedir.[7]

Chou hanedanın yavaş yavaş çökmeye yüz tuttuğunu gören Lao-Tzu bu kötü sonucu görmemek için hükümet merkezi olan Lo-yang şehrini terk ederek batıya gitmiş, Honan yada Hien-kou geçidine geldiği zaman buranın muhafızı ve öğrencisi[8] Hsi’nin isteği üzerine iki bölümden oluşan ve 5000 kelimeden fazla olan, Tao ve Te’ye dair düşüncelerini içeren bir eser kaleme almiş[9], Honan geçidinden sonra kara bir öküze binerek bati illerine gitmiş, hatta Hazar denizi sahillerine, Bakteryan’a kadar uzanmış ve buradan Hindistan’a inip Budizm’i kurduğu rivayet edilmektedir.[10] Sseu-ma-Tsien, bütün bunları anlattıktan sonra bu rivayeti şu sözlerle tamamlar: ‘‘Hiç kimse bütün bunların doğru ve yanlış olduğunu söyleyemez. Çünkü Lao-Tzu gizli bir bilge idi.’’[11]

2.Taoizm’in kutsal metinleri a.Tao Te Chıng Tao Te Chıng, Taoistlerce kutsal olarak bilinen bu eser kısa kısa bahisleri içine alan 81 bölümden ve 5000 kelimeden ibarettir. Genellikle Tao ve Te’den bahseder. Bu iki kavram içinde siyasi, sosyal, metafiziki ve ahlaki meseleler anlatılır.[12] Çin’de kağıdın bulunmasından önce metinler bambu tabletler üstüne kazınır, bu tabletler iplerle ya da deri parçalarıyla bağlanıp cilt haline getirilirdi.

Tao Te Chıng’in yazıldığı bambu tabletler kuşaktan kuşağa aktarılırken, bazılarının kaybolduğu, bazılarının sırasının değiştiği öne sürülmüştür. İlk metinler alt alta sıralanmış işaret ve sembollerden oluşurken, zamanla bunlar bölümlere ayrılmış ve numaralandırılmıştır. En eski metnin, hayatını Tao Te Chıng ve I Chıng’in yazıya dökülmesine vakfetmiş olan Wang Pi’nin (M.S.226-249) elinden çıktığı iddia edilmektedir.[13] Tao Te Chıng, Pinyin yazımında DAO DE JING (Çince’de ‘‘Yüce Aklın Erdeminin Klasiği’’) bu ad ilk kez Han hanedanı döneminde (M.Ö.206-M.Ö.220) kullanılmış, önceleri Taoculuğun kurucusu olan Lao-Tzu tarafından yazıldığı düşüncesiyle onun adıyla anılmıştır.[14]

Geleneksel kabule göre; Lao-Tzu Hie-Kou ya da Honan geçidini geçmek isteyince, geçidin bekçisi Hsi’nin isteği üzerine iki bölümden oluşan ve 5000 kelimeden fazla olan Tao ve Te’ye dair düşüncelerini içeren bu eseri kaleme almiştir. Geçitten geçtikten sonra başina gelenler hakkinda hiç kimse ondan haber alamamiştir.[15] Ancak bu geleneksel kabul, 19. yüzyilda yapilan araştirmalar sonucu büyük ölçüde sarsilmiş ve yazar sorunu bugüne degin çözülememiştir.[16] Bununla beraber halen bu eserin Kung-Tzu’nun (Konfüçyüs) çağdaşı olan Lao-Tan’a ait olduğu kanaati de mevcuttur. Bazıları da bunun Konfüçyüs’ten sonra yazıldığını, hatta savaşan devletler (M.Ö. 481-256) zamanına ait olduğunu ileri sürerler. Bunun sebebi de eserin üslubunun savaşan devletler zamanındaki üsluba çok yakın olmasıdır. Tao Te Chıng’in Lao-Tzu’nun kaleminden çıkmayıp Konfüçyüs’ten sonra meydana getirildiği kanaati de doğru kabul edilebilir. Çünkü, bu kitabın içinde Konfüçyanistlere hücum eden tamamen anti-konfüçyanist fikirlere rastlamak mümkündür. [17]

Konfüçyüs Lao-Tzu ile çağdaş olmakla beraber arada 53 yıl gibi bir yaş farkı vardır. Lao-Tzu olgun bir yaşta iken Konfüçyüs henüz çocuk sayılıyordu. Lao-Tzu’nun Konfüçyüs’ün fikirlerine karşi muhalif bir cephe almasi ve bundan eserinden bahsetmesi olanaksizdir. Şu halde Tao Te Ching, Lao-Tzu’dan sonra öğrencilerinin çalışmaları ve bazı ilavelerle meydana gelmiş olabileceğini ve Taoizm’in de bu şekilde ortaya çikmiş oldugunu kabul edebiliriz.[18] Tao Te Ching’in sözlü rivayetlerden oluştugu ve daha sonra yaziya geçirildigi bizzat kitabin içindeki kompozisyondan da anlaşildigi ifade edilmektedir. Buna göre tekrarlar, özlü deyişler, farkli dönemlere ait deyiş şekilleri bunlar arasinda sayilabilecek noktalardan birkaç tanesidir.[19]

Tao Te Ching’in yazılış tarihi kesin olmayıp M.Ö. 8-3 yüzyıllar arasında olabileceği tahmin edilmektedir.[20] Kutsal kitap olarak M.Ö. 664’te uyarlanan Tao Te Ching’e T’ang sülalesi imparatorlarından Ming Huang 719 da bir yorum yazmıştır. Sseu-ma-Tsien ise kitabın esas olarak Tao ve Te gibi iki bölüme ayrıldığı ve 81 bölümün sonradan eklendiği iddiasındadır.[21] Üzerinde bir çok çalışma olan Tao Te Ching’in 350’yi aşkin Çince, yaklaşik 250 Japonca eserde yorumu ve 1900’den sonra 40’tan fazla İngilizce çevirisi yapılmıştır.Türkçe çevirileri Taoizm (1946,1978) ve Yüce Aklın Erdemi (1980,1985) adlarıyla yayınlanmıştır[22]. Son olarak 1998’de Tao Te Ching Yol ve Erdemin kitabı adı altında İngilizce’den çevrilmiştir.[23] b.Hua Hu King Genel olarak dinleri tanitan eserlerde Taoizm, milli dinler arasinda sayilir ve Çinlilere özgü bir din olarak mütalaa edilir.

Oysa Hua Hu King adli eser bu tasnifin dogru olmadigini ve Taoculugun da ‘‘evrensel’’ bir din olduğunu iddia eder niteliktedir. Tao Te Ching çağlar boyunca sözlü olarak nasıl nakledildiyse Taocu geleneğe göre Hua Hu King de öylece nakledilmiştir. Günümüz araştırmalarına göre Hua Hu King literatürünün ilk ortaya çıkışı M.S. I. Yüzyıl civarında Budizm’in Çin’e girişi ve yayilmasi sonucu olmuştur. Üç asir boyunca Çin’de kök salan Budizm, zamanla Taoizm’i tehdit etmeye başlamiştir. Bu durum, Budistlerle Taoist rahipler arasinda uzun zaman sürecek kisir çekişmelerin ortaya çikmasina neden olmuştur. Budistlerin, Taoistler aleyhine kullandiklari en yaygin argüman , ‘‘Taocuların sahip olduğu yegane otantik eserin Lao-Tzu ile Chuang-Tzu’ya ait olduğu’’ şeklinde idi. Buna karşilik Taoistler, Budizm’in Çinlilere göre bir din olmadığını, ‘‘yabancı’’ bir din olduğunu söylüyorlardı. Ancak Taoistlerin, Budistlere karşı ileri sürdükleri bir delil ise Hua Hu King adlı eserdi. Buna göre, Taoculuğun öğretileri sadece Çin halkına değil, aynı zamanda yabancılara da hitap etmekte idi. Lao-Tzu, hayatının sonuna doğru Çin sınırlarının dışına çıkarak batıya göç ettiğinde, orada Budda’ya dönüşmüş ve ‘‘yabancılara’’ kendi anlayacakları dilden Taoizm’i yaymıştır. Bu görüş ilk kez M.S. 166 yılında Hsiang K’ai tarafından hükümdara sunulan hatıralarda (tezakir)yer almıştır.

Budda’nın Lao-Tzu ile aynı olduğu inancı Budistlere dinlerini yaymak için yeni fırsatlar doğurmuştu. Bu durum, Taoist bir rahip olan Wang Fou’nun M.S. 300 yıllarında Hua Hu King adlı eseri kaleme alana kadar sürmüştür. Zira Hua Hu King Taoistlerin önceleri savunduğu Lao-Tzu’nun Budda olduğu görüşü ile birlikte Batıya giderken yabancılar için yazdığı kitap (Hua Hu King yani Yabancıların Dinlerini Değiştirmelerine dair Risale) olarak değerlendiriliyordu. Hua Hu King’in temel tezi, Taoizm’nun her şeyi içinde barindirdigidir. Buna göre Tao inanci, sadece Çinlileri degil ayni zamanda Çinli olmayan ‘‘yabancıları’’ ve onların her türlü inançlarını da içine alan, hatta onları aşan bir öğreti olarak sunulmuştur.

Taoizm’in bu evrensellik iddiası, bir çok Çin imparatoruna cazip görünmüştür. Kuzey Çu Hanedanları’ndan imparator Wu, Buddizm’i yasaklayan emirnamesinde şu ifadelere yer vermiştir: ‘‘Yüce yol (Tao) çok geniş ve derindir. Varligi da yoklugu da içine alir. O, yüce göklerden ve karanlik cehennemden bizlere haber verir.’’ Bunun üzerine, ‘‘Tao ile iletişim kurma ibadethaneleri (T’ung-Tao Kuan)’’kurulmuştur. Buddist kaynaklara göre, bu tapinaklara tayin edilen din görevlileri, Lao-Tzu ve Chuang-Tzu’yu yüceltiyor ve her Üç Öğretinin (Konfüçyanizm,Taoizm ve Budizm) birliğini savunuyorlardı. Bu dönemin diğer bir özelliği ise; ‘‘Mahayana Taoizmi’’ de diyebileceğimiz ‘‘toplu kurtuluşu vaat eden’’ hareketlerin ortaya çıktığı dönem olmasıdır.

Hua Hu King’in Çin İmparatorluğu’nda yasaklanışı her ne kadar 668 yılında İmparator Te’ang Ka’o Tsung (650-684) tarafından gerçekleşti ise de; tamamen yok edilip nüshalarının yakılması İmparator Yüan Shih-tsu (1260-1295) zamanında olmuştur(1281). Bin yıla yakın bir süre Taoizm’in evrenselliği doktrinini temsil eden Hua Hu King, o tarihten günümüze kadar yazılı olmaktan çıkmış, sözlü oarak Taoist rahiplerce ‘‘gizli’’ bir şekilde nakledilmiştir. 1976’da Çin’den göç eden Taocu üstad Ni Hua King bu öğretilerin elindeki nüshasını Batı dünyasıyla paylaşmıştır.[24]

3.Taoizm’in prensipleri Taoculuğun kurucusu Lao-Tzu, metafizik sahada ilerlemiş mistik bir düşünür. Ona göre, eski zamanlarda gök her şeyin hakimi idi. Daha sonraları ahlaki anlamı da içine almıştı. Lao-Tzu, göğün manevi ve ideal anlamlarını inkar eder. Onun evrenin başlangıcına dair gösterdiği ilk prensip Tao’dur. O, ezelidir, ölümsüzdür, her yerde vardır, bilinmez ve adsızdır.[25] Her şey ondan meydana gelir, bütün yaratıkların anasıdır,esasıdır.[26] Her şeyi yaratan ve besleyen de odur. Bundan dolayı Tao, bazen ‘‘Ana’’ diye de adlandırılır. Çünkü her şey O’ndan gelir. Tao’dan bir doğar, birden iki : Yin ve Yang; iki’den üç: Yin, Yang ve nefes; üçten yaratılmış evren. Tao, göğün ve yerin kaynağı, yaratıcı aynı zamanda yaratıcı prensiptir.

Taoizm’de ‘‘Tao’’ ile beraber bir de ‘‘Te’’ kavramı vardır. Tao’nu erdemi veya onun gizli gücü olarak bütün varlıklarda bulunan ‘‘Te’’, Tao’nun tabiattaki herşeyi degiştiren gücünün kendisidir. ‘‘Tao’’ kaybolduktan sonra ‘‘Te’’ onun ayrılmaz vasfı olur, akı-karayı bilir, muhafaza eder ve dünyanın şeklini vücuda getirir. Dünyanın şekli vücuda geldikten sonra ölümsüz ‘‘Te’’, onu hatadan korur ve yükseltir.Bütün varlıkları Tao meydana getirir; ‘‘Te’’ ise onları besler, büyütür ve madde olarak ona şekil verir, kuvvetini tamamlar. Bundan dolayı bütün varlıklar Tao’yu yükseltir, Te’ye değer verir.[27] Evreni yöneten Tao’dur. Tao’nun akışını yöneten ise özündeki doğallık ve kendiliğindenliktir.[28] Böylece İnsan duygusuyla faaliyete geçmeden önce hareketsiz olarak (Wu-wei yapmakla) tabiat kanunlarına (Tao’ya) kendini uydurmalıdır. Bu durumda hayat her bakımdan ideal ve güzel olur. Çünkü, tabiat kanunları kuvvetli ve kudretlidir. İnsan kendi tabiatının gelişmesi dahilinde her şeye yardım etmelidir; fakat ona müdahale etmemelidir. Tabiat kesin olarak iyi ve güzeldir. İnsanların yaptığı şeyler doğanın meydana getirdikleri yanında adi ve basit kalır.[29] Lao-Tzu iç hayatı incelemiş bir filozof olmasına karşın bir kenara çekilmemiş aynı zamanda insanların (halkın) şikayetlerini, ıstıraplarını yakından duymuş ve duygularına tercüman olmuştur. O, kişinin ve toplumun mutluluğunu erdemin (Te) sıkı ve devamlı surette uygulanmasında görür. Ona göre insan ancak erdemiyle insandır. İdeal insan ise, iyi, lütufkar, sadık, dürüst ve her hale kendini uydurmağa çalışan alçak gönüllü bir kimsedir.[30]

Lao-Tzu, bilginlerin Tao’yu anlama ve kavrama durumlarını şöyle açıklamaktadır: Yüksek bilginler, Tao’yu işittiklerinde hareket ederler, ona dogru giderler; orta dereceli bilginler, Tao’yu işittiklerinde ne yaptiklarini bilmezler; aşagi derecedeki bilginler Tao’yu işittiklerinde kahkalarla gülerler. Üstün ve mükemmel bir insan ise, sadece her şeyin ruhu kendisinde olan Tao’yu izler.[31] Lao-Tzu olgun bir insanı küçük bir çocukla kıyaslar. Bir çocuğun bilgisi de, arzuları da basittir. Küçük bir çocuk fazla ihtiraslı değildir. Saf ve bozulmamış bir varlıktır. Bilgiden de mahrumdur. İşte, Lao-Tzu dünyadaki fenalıkların, ihtirasların hep bilinen şeylerden geldiğine kanaat getirmiştir. Bunun için bulduğu çare , Wu-wei (bir şey yapmamak, tabii davranmak)tır.[32] Lao-Tzu toplum ve devletin ıslahında sheng-jen dediği kutsal (büyük) insanların çok önemli rolü olduğunu belirtmek için şöyle der:‘‘Devleti yönetenler, halkın ihtiraslarını ve arzularını tahrik ve teşvikten çekinmelidirler. Bunun için büyük adamlar halkın midelerini doldururlar, kalplerini, kafalarını boşaltırlar; iradelerini zayıflatırlar, kemiklerini kuvvetlendirirler ve onları daima bilgisiz bırakırlar. Bilgisiz insanlar bir şey yapma cesaretini gösteremezler. Wu-wei yaptıkları zaman her şey iyi yönetilir.’’[33] Lao-Tzu’nun halkın böyle bilgisiz kalmasını istemesi, onları aşağı derecede görmek istemesinden ileri gelmez. Halkın huzur içinde yaşamlarının ancak bu şekilde temin edileceği kanaatindedir. Aynı zamanda yöneticilerin mutlak egemenliğini kabul etmek istemez. O büyüklerin, insanlara bir köpek muamelesi yaptığının farkındadır. Halkın doğrudan doğruya yönetilmesini, kanunların yersiz olduğunu ve yasakları bulunduğu yerde hırsızların daima mevcut olduğunu savunmuştur. Devlet ancak Tao’ya tabii olmalıdır. Çünkü bir insanın en doğal hali budur. Halkın görevi de sükunettir. Bunun için de ister aşağı tabakadan ister yukarı tabakadan olsun herkesin kendini bilmesini ister. ‘‘Başkalarını bilen zekidir, kendini bilen akıllıdır. Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendi nefsine karşı zafer kazanan ise kudretlidir” der.[34]

Lao-Tzu’ya göre insanlar doğuşlarında zayıf ve yumuşaktır; öldükleri zaman kuvvetli olur, asıllarına dönerler. Esasa dönüşe sükunet, sükunete de mukadderat denir. Mukadderata gidişe ölümsüzlük, ölümsüzlüğü bilenlere de akıllı denir. Taoizm’de de ilahi kaynaklı dinlerdekine benzer, iyilik ve kötülük, alçak gönüllülük ve kanaatkar olma gibi ahlaki prensipler bulunmaktadır. Ancak, ölüm ve ölüm sonrasından bahsedilmesine rağmen, cennet ve cehennem kavramı konusunda pek açıklık olmasa da Hua Hu King’in 16. ve 81. bölümleri kutsal bir ülkeden bahsetmektedir. Bununla beraber ruhun ölümsüzlüğü ve dünyada iyi bir hayat sürenlerin Tao’yla beraber olacağı gibi anlayışlara da rastlanmaktadır.[35] 4.Lao-Tzu’dan sonra Taoizm Lao-Tzu döneminde tam olarak adı konmayan bu öğretiler bütünü ondan sonraki dönemlerde Taoizm diye adlandırılmıştır. Ancak bu inanç sistemi de çeşitli din ve kültürlerin etkisinde kalarak tahrife uğramıştır. Bu tahrif beraberinde farklı ekolleri de getirmiştir. Kısaca bu ekoller şunlardır. a.Mistik Ekol (M.Ö. 4. yüzyıl) Temsilcileri Chuang-Tzu ve Lieh-Tzu’dur. Her iki filozof da bu ekole ait eserler yazmıştır. Chuang-Tzu, Lao-Tzu’nun öğretisindeki mistisizme ağırlık vermiştir. O da Tao gibi genel bir tabiat kanununa inanmakta ve her şeyin mistik bir duyguyla meditasyon yoluyla anlaşılabileceğini savunmaktadır. Chuang-Tzu bu konuda şöyle demektedir: ‘‘Biz bu kanunu keşfedemeyiz, aklimiz buna ermez. onu ancak duygularimizla anlariz, bunun için kendimizi diger şeylerden ayirmali ve kalbimizi boşaltmaliyiz”.[36]

Lieh-Tzu’nun hedefi Taoizm’in popüler bir şekil almasidir. Kainatin sonsuz bir kanuna göre hareket ettigini kabul eder. Insan kendini bu kuvvete uydurur, hiçbir iş görmez ve hiçbir şeye karşi mukavemet göstermez ve ruhunu kuvvetlendirirse dünyada daha çok yaşayabilir. Bu fikirlerde aşiriya gidilmesi simya ekolunun dogmasina neden olmuştur. Bu ekol M.S. 13. yüzyila kadar devam etmiş ve sonra Ortodoks mezhepler tarafindan şiddetle reddedilmiştir.[37] b.Bireysel ekol (M.Ö. 4.yüzyil) Temsilcisi Yang-Tzu’dur. Taoizm’den gelmekle beraber ona hem yakın, hem de ondan uzaktır. Aşırı kaderciliği savunur. Bu ekole göre her şey kadere bağlıdır ve her şeyi yöneten kaderdir.

Felsefesinde Tao olmayan her ekol sadece ferdin refah ve saadetini düşünmüş; cemiyetin idaresine ait prensipler değil, kendi kendini düzeltmek için kaideler getirmiştir[38] Yang-Tzu, insanların huzur ve sükun içinde yaşamalarını men eden esaslar bulmuş ve yaymaya çalışmıştır. Bunlardan bazısı; şöhret hırsı, rütbe hırsı ve uzun ömür isteğidir.[39] c.Legalist (Fa-chıa) ekol (M.Ö. 3.yüzyıl) Bu ekolun temsilcileri Han-Fei-Tzu, Lieh-Tzu-Ssu ve Shang-Tzu’dur. Bu ekolün görüşleri M.Ö. III.yüzyilda Çin’de tatbik edilmiştir. Bu ekole göre; dünyada her şey, yildizlarin yollari gibi, muayyen kanunlara göre hareket etmektedir. Bundan dolayi bu ekol, devletin halki kendi haline birakmamasini ve kanunlara tabi kilmasini savunmaktadir.[40] Bunlar o zaman için yepyeni fikirlerdi. Konfüçyanistler bunlara her zaman itiraz etmişlerdir. Çünkü onlar, ‘‘kanunlar insanları şaşırtıyor, halbuki ahlak prensipleri gayet basit ve kolaydır ve kolay uygulanır’’ iddiasında idiler.[41]

d.Simyacı ekol (M.Ö. 34) Chiang Tao lin bu ekolun kurucusudur. Bu, ekol dini veya felsefi olmaktan daha çok, sihirbazlıkla ilgisi olan bir ekoldür. Sihir ve büyü büyük yer tutmaktadır. Büyücülükle ilgilendirilen bugünkü Taoizm , bu ekole bağlanmaktadır. M.Ö. 221’de Çin İmparatoru’nun Taoizm’i kendine ebedi hayat sağlayacak bir din olarak kabul ettiği ileri sürülmektedir. Daha sonra Taoizm , Buddizm ve diğer mahalli inançların tesirinde kalmıştır. Buddizm Çin’e geldiği zaman Taoistler Çin’e gelen bu dinde kendi fikirlerine benzeyen bazı hususlar bulmuşlardır. Taoizm’e ait olan bazı Tanrılar, Buddizm’in tesiri ile şekillerini degiştirmiştir. Buddizm en büyük tesirini Taoizm’deki rahip cemaatinin gelişmesinde göstermiştir. Çünkü Lao-Tzu’nun fikirlerinde, bu gibi cemaatlere ait tek söz bulunmamaktadır. Lao-Tzu, ilk planda sadece ferdin kurtuluşunu hedef alan sözler söylemiştir. M.S. I. Yüzyılda Çin’de bir Taoist teşkilat ortaya çikmiştir. Bu teşkilatin Papa gibi dini bir reisi vardir. O, siyasi bir kuvvete de sahiptir. Buddizm ve diger mahalli inançlarin etkileri sonucu XII.Yüzyilda ‘‘Gerçeği Geliştirme’’ adı altında bir yenileştirme hareketi ortaya çıkmıştır. Bu hareket, rahiplerin evlerini terk etmesi, et yememesi gibi sert kurallar getirmiştir. Çin’de 1949’daki siyasi harekete kadar iki büyük Taoist mezhep varlığını sürdürmüştür. ‘‘Tao’nun yayılan birliği’’ ve ‘‘Tao’nun Toplantı Salonu’’ şeklindeki bu iki mezhepten sonra 1957’de Pekin’de Çin Taoistler birliği’’ kurulmuştur.[42]

B. Tao 1. Tanim Tao, Pinyin yaziminda DAO, Çince’de ise ‘‘yol’’, ‘‘yüce ülke’’, ‘‘söz’’,‘‘us’’[43] anlamlarını ihtiva ederken sonraları mecazi anlamlar almış, ahlak, doğruluk gibi anlamları içine almıştır. Tao kelimesinin ‘‘yol’’ kelimesiyle karşilanmasinin iki sebebi vardir. Bunlar baş yada kilavuz, ayaklar yada aşama aşama ilerlemedir ki; baş, ilke yada başlangiç anlamlarina gelir. Burada, ayaklarin taşidigi köklü sembol ilerlemeye yönelik süregelen güç anlamindadir. Bunlarin ikisi de belirli bir yoldan anlam yüklü bir girişimi vurgular; ögrenimi izleyen bir ögrenci gibi. Ayaklarla baş arasindaki baglantiysa, dogru, ölçülü davranan, doga yasalariyla uyum içinde olan, bunlari kendi varliginda ve eylemlerinde uygulayan insani gösterir.[44] Bu noktada onu bu mecazi manalarda kullanan ve ona metafiziki manalar veren Lao-Tzu’dur.[45] Çin felsefesinde ‘‘Doğru Yol’’u yada ‘‘Cennet’in Yolu’’nu belirten temel kavramdır. Konfüçyüsçülükte insanların davranışlarında izlemeleri gereken ahlaki yoldur. Konfüçyüs bunu,‘‘sabah Tao’yu zikreden kimse, akşama rahat ölür’’ sözüyle ifade etmiştir.[46]

2. Tao kavrami Kavram olarak Tao’yu anlatmak çözülememiş bir sorunu çözmeye ya da bilinemeyen bir sirri ortaya çikarmak için çalişmaya benzetilir. Çünkü Tao Te Ching’in ilk cümlesi bile Tao sözcüğü hakkında ‘‘anlatılabilen Tao, mutlak Tao değildir, yol diye bilinen yol, sürekli yol değildir, söz konusu Tao, gerçek Tao değildir.’’gibi kafalarda birçok soru işareti birakan müphem yorumlara rastlanmaktadir.[47] Tao Te Ching ve Hua Hu King’in Çince’de farklı şekilde yorumlanması o metinlerin diğer dillere aktarımında bazı zorlukların çıkmasına neden olmuştur. Bundan dolayı günümüze değin bu metinlerin farklı tercümeleri yapılmış ve diğer dillere yapılan çevirilere de onlar kaynaklık etmiştir. Sonuçta ana dilde bile anlaşılması zor olan bu metinler, bu çevirilerle anlaşılması daha zor bir hal almıştır. Aşağıda verilecek olan metinlerin farklı çevirilerden alınmış olması anlaşılırlığı arttırmak gayesiyle yapılmıştır.

Tao Te Ching’in ilk bölümünde: Tasavvur edilen Tao her zaman olan değildir Adlar değişir. Adsızdır göğün ve yerin başlangıcı, Adlı her şeyin anasıdır. Tutkusu olmayan gizliyi görür; Tutkusu olan görüneni görür. Bunlar aynı köktendir, ama adları farklıdır; Her ikisi de sırdır. Sırların sırrı hakikat bahçesinin kapısıdır.[48] Tao her şeye şekil verir; Ancak onun hiçbir şekli yoktur. Şayet zihninde resmetmeye kalkarsan kaybedersin onu…[49] … o kendisi yaratılmamış olduğu halde, her şeyi yaratmış olandır…[50] …yaratıcı, dönüştürücü, hiçbir bağı olmayan, değişmez Tao’yu…[51] Şeklin bagimliligi ortadan kalkmiştir Ve ortaya çikan tek şey ölümsüz ilahi varliklarin zarif güç dansidir…[52] Yukarida geçen ifadelere göre; Tao ebedidir. Başlangici ve sonu yoktur. Görülemez, dokunulamaz, şekilsiz şekildir. Her yerdedir hazirdir. Akil ile anlaşilmaz, tutulmaz. Varlik alemi ondan zuhur etmiştir. Ruh manevi hassalar, mücerredat onun uzantisidir.[53] Yaratilmamiş ama her şeyi yaratan ve besleyen yaratici prensiptir. O hiçbir tasvire sigmaz. Her şeyin temeli O’dur. ‘‘Ana’’ kelimesinin onun için kullanılması her şeyin ondan geldiğini ifade etmek içindir.[54] ‘‘Adlar değişir’’ cümlesini Chu Ta-Kao şöyle yorumlar: ‘‘Tao kelimelere dökülemez, onun değişmeyen adını tanımlamak da olası değildir. Çünkü sözler birer semboldür ve tanımlar onun göreceliği üstüne kurulmuştur. Sözler, her şeyi kucaklayan , gerçek Tao’yu ve adsız adı nasıl temsil edebilir? Biz sadece kolaylık olsun diye ona Tao adını verdik. Yinede o değişmez, hep aynı ve çok derindir.’’ Buradaki tanımlanan şeylerin göreceliğinden kasıt tanımlana bilinen, tarife sığdırılan bir şeyin ona has bir alanı ve onu çevreleyen bir sınırının oluşudur ki bu onun varlığının ve yokluğunun mümkün olabileceğini gösterir. Bu da onun aşkın değil, içkin bir varlık olduğunu gösterir. Halbuki Tao aşkın varlıktır. ‘‘Adlar değişir. Adsızdır göğün ve yerin başlangıcı, adlı her şeyin anasıdır.’’dizesini Cleary şöyle okur : ‘‘Hiçliktir göğün ve yerin başlangıcı; her şeyin anası adlıdır.’’ Buradaki hiçlik, hiçbir şeyin olmamasi gibi statik bir durum degil, varoluştan önceki safha olarak anlaşilmalidir. Cleary’e göre hiçlik yada adsızlık, tutkusuz, çabasız, biçimlenmemiş bilinci yansıtır. Varlık , ya da ‘‘adlı’’ , mantık ve zihinsel etkinlik anlamındadır.[55] Bedia Dikel de bu dizeyi şöyle çevirmiştir. ‘‘Yer ile gök göründükleri zaman onun adı yoktu. Mahlukatı yarattığı zaman onun ismi oldu, isimli isimsiz her iki halinde de her şeyi yarattı.’’[56] Bu iki farklı çeviride de görüldüğü gibi Tao’ya verilen adsızlık veya hiçlik mutlak olmayıp yaratmanın ya da formlar, latif cisimler olarak tasvir edilebilecek şeylerin varlık alanına girmeden önceki varoluşlarıdır. Zaten Tao’nun her şeyin anasi olmasi ve her şeyin ondan dogmasi bu sebeple ona atfedilmiştir. Bu analik ilkesi 25. bölümde şöyle anlatilmaktadir: ‘‘Gökyüzünden ve yeryüzünden önce; Şekilsiz, farklilaşmamiş bir şey vardi; Sessiz ve dingin , tek başina, degişmeyen, Sonsuz döngülerden tehlikesizce geçen, Dünyaya analik yapabilecek bir şey.’’ [57] Burada da görüldüğü gibi Tao, sebebi bilinmeyen, tarif edilemeyen, tek ve değişmeyendir. ‘‘Sırların sırrı hakikat bahçesinin kapısıdır.’’ Sır, Adem(yokluk) ve Varlık, mutlağın üç veçhesi olmakla beraber Tao ismi ilki içindir. Adem, Varlık ve varlıktan sudur eden her şey (on bin nesne) Tao’dur.

Ancak öncelikli olan onlardan herhangi biri değildir. Bunlar Sırların Sırrı’nın zatını izhar ederken tecelli eden çeşitli safhalar açısından Tao’dur. Başka bir deyişle, bu safhalarin her biri: tali (ikincil), türetilmiş ve sinirlandirilmiş veçhesiyle Tao’dur.[58] Tao Te Ching 42. bölümde: Yoldan bir doğar, Birden iki, İkiden üç, Üçten on bin şey doğar; Bütün varlıklar, uyum içinde, yin’i barındırır, yen’i kucaklar. Bu, Tao’nun Alemin yaratılışında tecelli eden yaratıcı faaliyetinin ortaya koyduğu bütün bir süreci tasvir eder. Burada ki On bin Nesne’nin her biri sırtında Yin’i (karanlık ve negatif kozmik elemanı) taşır, ve Yang’ı (aydınlık, pozitif elemanı) kucaklar, ve Yin ile Yang’ın harmanından oluşan ahengin diri kuvvetiyle uyumlu bir yapıya sahiptir.[59] Tao Te Ching’de Tao’lanan ya da aydınlanan kişi 4. kısımda şöyle anlatılmaktadır: ‘‘…keskinlikleri köreltir, kargaşayi giderir, işigi yumuşatir, yeryüzüne uygun hale getirir…’’ Taocular bu dizeyi, aydınlanmış kişinin dünya işlerine yaklaşımı olarak değerlendirirler. Dikel’e göre ise bu; kendi yokluğuna (fenayı tamma) erişenin, hakikati icabı kalbinin boş, düşüncesinin yok olmasıdır. Saf bir kaynak, mücella bir ayna, aksi seda gibidir.

Mevcudat Tao’dan uzaktır. Fakat Tao onlardan uzak değildir. Ulaşan için kulaklara, burna, kuvvete, hatta, idrake ihtiyaç kalmaz. Fikir, mütalaa, heyecan ve hareket şaşırtır. Görünene kapılan zihni karışıklığa uğrar; hakikate varan için altı cihet kaybolur.(aşağı, yukarı, ön, arka, sağ ve sol). Tao’yu bilmeyen kendini de bilmez. Veya kendini bilmeyen Tao’yu da bilmez. Denilebilir ki sınırlı anlayış ve kavrayıştan kurtulan en uzak şeyleri anlayabilir. Sınırlı anlayış ve kavrayışta kalan ise ancak mümkün olanı, yakını görebilir. Her şeyin başlangıcı olan Tao’ya varmak, mücerret cevheri bulmak için sukut ile murakabeye varmasını bilmelidir. Bilmek ve bütün bildiklerini unutmak, muktedir olmak lakin yapmamak; hakiki ilim gerçek kudret budur. İlmin hiçliğini, boşluğunu anlayan hakiki kudretin ne olduğunu bilir.[60] Buradan da anlaşılacağı gibi ‘‘ışığı yumuşatmak ve yeryüzüne uygun hale getirmek’’ aşkin varligin farkina varip ondan alinanin mücella bir ayna gibi insanliga, onun seviyesine uygun hale getirilmesi ve onun, hakikatin işigi ile aydinlatilmasi manalarini içerir.

Büyük Tao akar her yere, saga ve sola Her şeyin varligi ona baglidir Ve o onlari terk etmez. Elde ettiklerinde hak iddia etmez Sever ve gözetir her şeyi Ama efendilik taslamaz.[61] Bu kisimdaki ifadelerden Tao’nun, bir yönetici, terk erk, komutan, mimar ve evreni yapan kişi baglaminda bir tanri olmadigi anlaşilmaktadir. Ancak burada bahsedilen ve varlik aleminde bulunan Tao gerçek Tao degildir. Çünkü buradaki Tao ilk bölümde de belirtildigi gibi Tao’lanan Tao olup her şeyin varligindaki öz olmasi itibariyle sonlu ve üstün olmayan bir şey konumundadir. Onsuz bir şeyin varligi düşünülemez olsa da o özünü oluşturdugu şeye hakim degildir. Tao ‘nun varlık alemindeki durumunu anlatan bu bölümde, onun bütün her şeyin içinde bir öz olarak mevcut olduğu belirtilmektedir. Her şey varlığını devam ettirirken bu öze ihtiyaç duymakla beraber o öz, varlık üzerinde herhangi bir hakimiyet ve tasarruf hakkına sahip olmamakla birlikte doğanın düzeni bu öze bağlıdır. Bu düzen belli bir sistem değil kendiliğinden bir oluşumdur. Bu manada Tao’nun bir sürü boyutu ve değişkeni vardır. Bu boyutları ve değişkenleri içeren prensibe Li denir. Li: Bir elmasın içindeki şekiller veya ağacın damarları anlamında bir düzeni ifade eder. Bu yüzden Li kitaba uygun hareket eden mekanik veya yasal düzenden çok farklı olan organik düzen olarak anlaşılabilir. Li, bizim akan suda, ağaçların ve bulutların şekillerinde veya sahilde dağılmış çakıl taşlarında gördüğümüz kalıplara benzeyen asimetrik, tekrarcı ve sistematik olmayan düzendir.[62] Bu kısmın başka bir yorumu ise gerçek Tao’nun şu görünen kainati yarattiktan sonra varlik aleminden elini çekmiş ve kendi işleyişine birakmiş olmasidir. Daha açik bir ifadeyle Tao’nun tanrı olma vasıflarını belli bir sınır içine hapsedip onun hükmetme, yaratma gibi özelliklerinin sürekliliğini elinden almaktır. Bu noktada Tao’yu varlık aleminde ifade edebilecek bir güce ihtiyaç duyulur. Bu güç onun yarattıklarını besleyen ve koruyan güçtür. Buna da Te, yaşamsal güç denir.

C. Te 1. Tanım Lao-Tzu’nun anahtar kavramlarından Te sözcüğü harfi harfine “kazanma(iktisap)” ya da “kazanılmış şey (mukteseb)” demektir. Aynı zamanda “fazilet”, “iffet”, “erdem”, “kemal” ve “kudret”[63] manalarını da içermektedir.[64] 2. Te kavramı Taoizm’de Tao ile beraber bir de Te kavramı vardır. Tao’nun erdemi veya onun gizli gücü olarak bütün varlıklarda bulunan Te, Tao’nun tabiattaki her şeyi degiştiren gücünün kendisidir.[65] Tao kaybolduktan sonra Te onun ayrilmaz vasfi olur, aki-karayi bilir, muhafaza eder ve dünyanin şeklini vücuda getirir. Bütün varliklari Tao meydana getirir; Te ise onlari besler, büyütür, madde olarak şekil verir, kuvvetini tamamlar.[66] Yüksek erdem (Te), (kasten) erdemli davranmaz bu yüzden erdemlidir. Alçak erdem erdemli davranir; bu yüzden erdemsizdir. Yüksek erdem hesapsizdir, ona tertiple, gayretle ulaşilmaz. Alçak erdem yaratilir, ulaşmanin yolu vardir… …Bu yüzden erdem Yol’un kaybedilmesiyle; insanlık erdemin kaybedilmesiyle, görev insanlığın kaybedilmesiyle, incelik görevin kaybedilmesiyle ortaya çıkar…[67] Te, genelde “erdem” diye çevrilir; bu sözcük belli bir çizgide, Tao’nun simgesi ya da yolu, evrenin odağı anlamlarını da içeren “arınmışlık” kavramının karşılığı olarak söylenir. Te kesin bir anlamda varolmuş Tao’dur; Tao’nun gerçek varlığının aydınlığa çıkışıdır. Başka bir deyişle Te insanda ve bütün öteki varlıklarda Tao’nun görünüş alanina çikmiş halidir. Te bütün varliklarda özde bulunan içsel bir nitelik olup Tao’nun özünden çıkan, Tao’ya dayanan bir erk, bir gizli doğal güçtür.[68] Te, Tao’nun gerçek yaşamda farkina varilmasi veya dişa vurumudur, ama ahlaki dürüstlük baglaminda bir erdem degildir. Dinsel terimlerle ifade edersek Te, insanin gayretinden farkli olarak tanri lütfuyla olandir, ama doganin işleyişine herhangi bir doga üstü aracin müdahalesi anlamini içermez. Te, bir tek misir tanesinde digerlerinin tüm gücünü saklayan ve oradan yüzlerce başak yeşerten yaşam gücüdür. Bitkilerin meyve vermesinde, göz ve kulaklarin oluşmasinda, kanin vücutta devrinde, sinirlerin vücudu ag gibi sarmasindaki mucizevi olaylarda zaten vardir.[69] Te, Tao’nun varlığından gelen bir özdür. Onun varlığını yarattığı şeylerde devam ettiren yaşamsal güçtür. Tao’nun devamı ve sürekliliği için ön şarttır. Bir varlıkta Te yoksa onun yaşama gücü de yoktur. Varlık aleminin işleyişi ve düzeni Te’nin varlığıyla kendiliğinden devam eder. Tao’nun bu işleyişe dogrudan bir müdahalesi yoktur. Bu işi onun yerine Te yapmaktadir. Tao varliklari yaratir Te ise onlari gözetir ve korur. Tao’nun varlık alemindeki hakimiyetini o devam ettirir.

D. Yin ve Yang 1.Tanım Çince’de kainatın düzeniyle ilgili (kozmik) enerjinin iki kutbuna Yang (pozitif) ve Yin (negatif) denir. Bu iki kutup, Eril ve dişi, katı ve boyun eğen, güçlü ve zayıf,[70] sema ve arz,[71] karanlık ve aydınlık, gizli ve açık[72] gibi buna benzer karşılıklı olan her şeyin genel adıdır. 2. Yin ve Yang kavramı Uzak doğunun yerle göğü yansıtan Ti ve Tien olarak da bilinen en tanınmış simgesi Yin-Yang nesnel evrende ikiciliğin ilkesidir. Bu ikicilik öğretisi ikisinden de yararlanmasına karşın Taocu, ya da Konfüçyüsçü bir kaynaktan gelmez. Yin ve Yang bu iki inanç sisteminden önce, Çin’in ilk imparator soyu Fu-shi(M.Ö. 2852-2738)döneminde ortaya çıktığı iddia edilmektedir. Yin ve Yang ilkesi, Taoculuk’da salt birliğin, uyumun, doğanın iki gücünün, kainat düzeninin iki büyük yönlendirici, yönetici erkinin evrensel simgesidir. Yin-Yang ikilisinin sembolü kainatın karanlık-aydınlık, olumlu-olumsuz, dişil-eril, gibi eksiksiz bir denge içinde bulunması gereken, iki büyük gücünü gösterir. Bu iki güç birbirinden bağımsız, kendi başlarına varlıklarını sürdüremeyip birbirlerine bağlıdırlar.[73]

Herkes güzelliği güzellik olarak bildiğinde çoktan çirkinlik vardı; Herkes iyiliği iyilik olarak bildiğinde çoktan kötülük vardı.[74] Buna göre, birisi olmadan diğerinin varlığı hiçbir önem kazanmaz. Yani her şey karşılığının varolmasıyla vardır. Bir şeyin bilinmiş olması karşılığı olan şeyin daha önceden bilindiğini gösterir. Erdem, karşıtı olan erdemsizlikle, alçaklıkla kavranır, nitekim gece olmasaydı gündüz algılanamazdı. Yüce yaratıcıyı aramak için yola çıkacak olursan, elin boş dönersin. Evrenin kaynağı mutlak anlamda bilinemez; büyük, verimli bir vadiye sonsuza dek akan Görünmez bir nehirdir o. Sessiz ve yaratılmamış olan o, her şeyi yaratandır. Herşey Yin ve Yang’ın gizemli ilişkisi sonucu latif alemden Zahir olan dünyaya çıkartılır. Güçlü, hareketli nehir Yang ilerler; Sessiz vadi Yin kavrayıcıdır ve onların birleşmesinden şeyler ortaya çıkar, Bu büyük Tai Chi olarak bilinir. Tai Chi evrenin tam gerçekliğidir.

Her şey bir Tai Chi’dir.[75] Varlık alemi Yin-Yang ikilisinin ortaklaşa eylemi sonucu kendiliğinden doğan bir yaratmadır. Yin ilkesi olumsuz, karanlık alan, dişil öğe, gizli güç[76], boşluk (yokluk), sessizliktir. Bu noktada Yin sonu gelmeyen bir yaratmadır, doyurucu olan, ana niteliğini içinde barındıran olup Yang’tan önce gelir. Yukarıda da geçtiği üzere “sessiz vadi Yin kavrayıcıdır”cümlesindeki Yin “güçlü, hareketli nehir Yang” cümlesindeki Yang’ı doğurmaktadır. Nehir vadiden doğmakta ve onunla bir bütün oluşturmaktadır. Bunlar görünür duruma gelen varoluş alanını denetim altında bulundurur. Şu görünen alemdeki her şeyin birbiriyle etkileşimini, ilişkisini kontrol eder. Burada geçen Tai Chi kavramı çin dini geleneğinde I-Ching diye bilinen Değişimler Kitabı’nda Yin ve Yang’ı üreten Büyük Mutlak’tır. Başka bir deyişle Tao’nun varlık alemine geçerken taşıdığı isim olup Yin-Yang ikilisinin etkileşiminden önceki durağan halidir. “Tao, Bir’i doğurur. Bir Yin ve Yang’ı doğurur. Yin ve Yang da tüm şeyleri doğurur.”[77] “Yol’dan Bir doğar, birden iki, İkiden üç, üçten on bin şey doğar;bütün varlıklar uyum içinde, Yin’i barındırır, Yang’ı kucaklar.”[78] Yukarda geçen birinci kısım Hua Hu King’den ikinci kısım ise Tao Te Ching’den alınmıştır. Yin ve Yang’dan sonra Tao Te Ching üçüncü bir şey zikredilmesine karşin Hua Hu King’de böyle bir ayırım yoktur. Tao Te Ching’deki bu üçüncü şey yaratilişin varlik alemine tezahür etmeden önceki halidir. Hua Hu King’de bu ayrımdan bahsedilmeden her şeyin Yin-Yang ikilisinin etkileşimiyle görünen varlık aleminde ortaya çıktığı zikredilir. Yin ve Yang prensibinde gerçek Tao yoktur.

Tao bu prensibi yaratmıştır. Ancak bu yaratma işleminden sonra Tao’nun yaratma gücü Yin-Yang ikilisine geçmiştir. Bu noktada Te bu iki kuvveti birlik içinde uyumlu bir biçimde tutan diri kuvvettir.[79] Te, Yin ve Yang ikilisinin birbirlerine olan karşitliklarini ve ayrilmazliklarini dengede tutar. …Böylece varlik (olmak) ve yokluk(olmamak) birbirini üretir: Zor ve kolay birbirini tamamlar,uzun ve kisa karşilikli kiyaslanir, Yüksek ve alçak karşilikli yerleşmiştir, Ön ve arka birbirini izler.[80] Böylece ses sessizlikten, varolan boşluktan (yokluk), aydinlik karanliktan dogmaktadir. Ancak bu bir ayrilik veya karşitlik degildir. Bunlar bir madalyonun iki yüzü, miknatisin iki kutbu gibi birbirinden ayrilmaz unsurlardir. E. Wu-Wei 1.Tanim Wu-wei sözlükte; hiçbir şey yapmama, sukunet,[81] edimsizlik prensibi, atalet, sirf boyun egiş, anlamlarini içermektedir. Sözcük olarak We; olmak, yapmak, uygulamak yada yapmacik anlamina gelmektedir. Böylelikle Wu-wei zor kullanmama, özüne uygun davranma, tabii davranma demektir.[82] 2.Wu-wei kavrami …

Aklini düzeltmek için eylemsizlige güven Düşünmeyi ve karmaşikliklara saplanip kalmayi birak Zihnini soyutlanmiş ve bütün olarak koru… Burada eylemsizlik olarak verilen Wu-wei’nin Taoist düşüncedeki tam karşiligi tabii davranmaktir.[83] Bu yüzden Wu-wei, Tao’yu izleyenin yaşam tarzidir. Bu,insanla ilgili ve dogal meselelerin egilimlerinin iyice bilinmesi ve bunlarla başa çikmada en az enerjinin harcanmasi demektir.[84] Bir bakima “karışmamak”, ya da “oluruna bırakmak” diye karşilanmasi mümkündür. Daha açik bir ifadeyle bir iş yapmayip Tao’nun kanunlarına uymalı, dünyanın tabii nizamını muhafaza etmelidir. Böylece Taocu mesut bir hayat yaşayabilir.[85] Bu noktada Wu-wei insanların yoldan çıkıp kendi kafalarına göre uygun ve tuhaf şeyler yapması anlamına gelmediği gibi gelenek ve göreneklerin izlenmesi de değildir. Bu prensip, güç ve iradeyle evreni fethetme veya değiştirmeye yönelik tasarıları ortadan kaldırır. Wu-wei, şeylerin akışıyla zeki bir şekilde uyumlu olmaya ve onları derin bir meditasyonla anlamaya çalışmaktır. [86] Kısaca her özde bulunan Tao’lanmış Tao Te’dir. Tao, Yin-Yang ikilisini yaratır. Onlar da her şeyi yaratırlar. Daha doğrusu yaratma prensibini içerirler. Te onları içinde barındıran, onların her şeyde doğru bir şekilde karşılıklı olarak bulunmalarını sağlayan kuvvettir. Wu-wei ise bütün bu dünya nizamının genel adı olup Taoistlerin yaşam tarzını yansıtır.

İKİNCİ BÖLÜM KURAN’I KERİM’DE TANRI İNANCI
A. ALLAH’IN VARLIĞI

İnsan herhangi bir müdahale olmaksızın; fıtrat ve yaratılış üzerine bırakıldığında, kendisinin, insanüstü, doğa üstü yüce bir varlığa yöneldiği görülür. İnsan isteyerek ve korkarak ona duada bulunur. Özellikle; insan dış etkenlerden soyutlandığında, zorluk anında böyle yüce bir güce ihtiyaç duyar. Diğer taraftan insan, kainatın mükemmel işleyişini ve düzenliliğini görünce; bütün bu nizamı yürüten birisinin olduğunu idrak eder. Ayrıca onun tekliğini, yüceliğini ve yaratıcılığını kabul eder. Kuran’ı Kerim Allah’ın varolduğu ile ilgili herhangi bir iddia da bulunmaz. Çünkü Allah’a inanmak, insanın doğuştan sahip olduğu bir yetidir. Kuran’ı Kerim Allah’ın tekliğini, onun bir eşinin olmadığını kanıtlar. Kuran’ı Kerim Allah’ın varlığının insanda doğuştan olduğunu Araf suresi 172-173.cü ayetlerde bildirir.

Allah Teala bu ayetlerde mealen şöyle buyurur: “Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden onların zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (onlar da), Evet (buna) şahit olduk,dediler. Yahut “daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, bizde onlardan sonra gelen bir nesildik (onlarin izinden gittik). Batil işleyenlerin yüzünden bizi helak edecek misin?” dememeniz için (böyle yaptık).[87] Bu ayetleri bazı anahtar kelimeler üzerinden açıklayacak olursak: “zürriyet” kelimesi nesil ve evlad manalarına gelip Hz. Adem’den günümüze kadar yaşamiş olan ve yaşayan insanogluna karşilik gelmektedir. Allah’ın Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almasının ve onları şahit tutmasının vakti konusunda farklı görüşler vardır. Bu zaman süreci zürriyetin ne olduğuyla birebir ilgilidir. Bu konuda üç görüş vardır. Birincisi; zürriyetin baba sulbünde ilk yaratılışta meydana geldiği, ikincisi; babanın sulbünden ananın rahmine geçtiğinde meydana geldiği, üçüncüsü ise zürriyetin yukarıdakilerle başladığını ancak buluğa ermeyle tam kemale ulaştığıdır.[88] Herhangi bir şahit tutma durumunda kişinin akıl baliğ olması, onun bilincinin yerinde olması ve aklını kullanabilmesi bakımından ön şarttır. Bu sebeple Allah’ın insanı kendisine şahit tutması, rüştünü ispatlaması ve mükellefiyet kabul edebilmesi zamanıyla yani buluğla birebir alakalıdır. Fakat bu, doğumdan buluğa kadar olan bir gelişim sürecinin sonucunda meydana gelmektedir. Allahu Teala şahit tutma işlemini iki nedene dayandırmaktadır.

İlki; 172. ayetin başında geçen “kıyamet gününde bundan habersizdik demeyesiniz diye” kısmı, diğeri ise 173. ayetin başında geçen “daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, bizde onlardan sonra gelen bir nesildik (onlarin izinden gittik)” kısmıdır. Buna göre, Allahu Teala insanlardan onların rabbi olduğuna, tek olduğunu ortağı olmadığına dair bir taahhüt almıştır ki hiç kimse bundan habersiz değildir. Çünkü Allah, bu inancı onların fıtratlarına koymuş ve onların buna belli bir zaman dilimi içinde ulaşacağını bildirmiştir. Diğer taraftan Allah, müşrik bir toplum içerisinde yaşayan kimsenin fıtratına yerleştirilen tek bir ilah, yüce bir yaratıcı yani Allah inancına başkasından yardım almadan varabileceğini bildirmiştir. Bu şahit tutma işleminin sonunda bir misak gerçekleşir. Bu misak sözlü bir ikrar olmayıp bir tanıma olgusunun doğal durumu açısından bir fiili misaktır. Sanki öyle denilmiş ve karşılığında öyle cevap alınmış gibi hukuki geçerliliği olan kuvvetli bir fıtri misak vardır.[89] Sonuç olarak Allah’a inanma, ona boyun eğme, Rablığını kabul etme yani iman meselesinde kişi, Allah’ın varlığına götüren bilimsel deliller bir yana kendi yaratılışında, kendini gözlemleme ve kendini tanıma yoluyla Allah’ı bulur ve ona bağımlılık hisseder. Bu sebeple Kuran’ı Kerim Allah’ın varlığını ispat için herhangi bir delil öne sürmez. Çünkü, tek, yüce bir tanrı inancı insana yaratılışında fıtraten verilmiştir.

B. ALLAH’IN SIFATLARI
1. Vahdaniyyet (Tevhid)

Bu sıfat, Allahu Teala’nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu bildirir. Vahdaniyetin zıddı olan çokluk ve şirk Allah hakkında mümtenidir. Hiç şüphe yok ki bu alemin var edicisi birdir. Ondan başka ilah yoktur. Yerde ve gökte Allahu Teala’dan başka tasarruftan bulunan, tahakküm ve tasallut yetkisine sahip ilahlar farz edilirse her birinin yaratma ve yok etme, diriltme ve öldürme gibi her tasarrufa yalnizca ve mutlak olarak sahip oldugu kabul edilmiş olur ki bu da batil ve imkansizdir. Çünkü bir şeyin varolmasinda ya biri tesir edici yada her biri tesir edici olacaktir. Biri yalniz tesir edici ise digerlerinin ilahligi ortadan kalkar. Her biri tesir edici olursa birbirlerinin irade hürriyetlerini çignemiş olurlar ki bu da ilah olmanin gerektirdigi bagimsizligi ellerinden alir.[90]

Buradan hareketle ilah olmanin ilk şarti tek olmak, ortagi bulunmamaktir. Aşagida yukari da ki açiklamalara delil olan ayetler verilmiştir. “İlahınız bir tek olan Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur. O, rahmandir, rahimdir.”[91] “ Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrilar bulunsaydi, yer ve gök, kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.”[92] “Allah evlat edinmemiştir. Onunla beraber hiçbir tanri yoktur. Aksi takdirde her tanri kendi yarattigini sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri digerine galebe çalardi. Allah onlarin yakiştirdiklari şeylerden münezzehtir.”[93] “De ki: Eğer söyledikleri gibi Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, o takdirde bu ilahlar, Arş’ın sahibi olan Allah’a ulaşmak için çareler arayacaklardi.”[94] “Andolsun ki “Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kafir olmuşlardir. Halbuki Mesih “Ey İsrail oğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kilar; artik onun yeri ateştir ve zalimler için yardimcilar yoktur” demişti.”[95]

“Ey zindan arkadaşlarim! Çeşitli tanrilar mi daha iyi, yoksa gücüne karşi konulamaz olan bir tek Allah mi ?”[96] Bu ve benzeri ayetlerde Allahu Teala’nın birliği, eşinin,benzerinin ve ortağının olmadığı vurgulanmaktadır. Diğer yandan Allahu Teala, Kuran’ı Kerim’de tevhid ilkesinin zıddı olan şirk unsurundan da bahsetmektedir. Şirk Allah’a ait bazı özellikleri, bir kısım varlıklarda görerek, onları bu özelliklerde Allah ile ortak saymaktır. Bu ise insanları, Allah’ın birliğini ve ilahlığını kabul etmelerine karşın, ona ulaşmada araya şefaatçiler koymalarına yol açar. Bu sebeple Allahu Teala’nın çevresinde onun yer ve gök üzerindeki tasallut, tasarruf ve tahakküm yetkisini paylaşan aracı tanrılar ihdas etmiş açıktan yada gizliden şirke düşmüş olurlar.[97] Aşağıda vereceğimiz ayetler şirk ve müşrikler hakkındadır: “Allah bir şeyin kendisine ortak sayilmasini bagişlamaz, bunun dişinda olani diledigi kimse için bagişlar.”[98] “De ki: “ey cahiller! Şimdi benim, Allah’tan başkasina kul olmami mi istiyorsunuz?” (Ya Muhammed) sana da, senden önceki elçilere de şu kesin olarak bildirilmiştir: “hele bir şirke düş; yaptigin yanar gider ve sen kaybedenlerden olursun.Hayir; yalniz Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.”[99] “Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve: Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir, diyorlar. De ki: “Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz ? Haşa! O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.”[100]

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus; Müslümanların, insanların Allah’ın varlığına ve birliğine inandıkları sürece müşrik olamayacakları konusundaki kanılarının yanlışlığıdır. Halbuki ortaklık için en az iki tanrı gerekir, bunun birincisi daima Allah’tır. Diğeri veya diğerleri ise Allah’tan daha güçsüz sayılan, insan ile Allah arasında aracılık yaptığına inanılan tanrı veya tanrılardır. Müşriklere göre Allah vardır, birdir ve bütün güç onun elindedir. Diğerleri gücü onun elinden almışlardır.[101] “İyi bil ki saf din Allah’ın dinidir. Onun yakınından veliler edinenler şöyle derler. “Biz onlara, başka degil sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştirsinlar diye kulluk ederiz.”[102] Bu ayette de görüldüğü gibi müşrikin Allah’a ait bazı özellikleri başkalarına da tahsis etmesi onları Allah’a yakın görmesindendir. Böylece ona itaat eder ki Allah’a daha yakın olabilsin. “Onlara bir sorsan ki: “O gökleri ve bu yeri yaratan, Güneş’e ve Ay’a boyun eğdiren kimdir?” kesinlikle Allah’tır diyeceklerdir. Öyleyse nasıl yüz çevriliyorlar?”[103] “And olsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette”Allah’tır” derler. De ki öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.”[104] “Desen ki: Gökten ve yerden size rızk veren kim? Yada işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim? Onlar: “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; öyleyse sakınmaz mısınız? İşte sizin gerçek Rabbiniz budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?”[105] “Göklerin ve yerin hakimiyeti O’nundur. Hükümranlığında hiçbir ortağı yoktur. O her şeyi yaratmış ve her şey için tamı tamına bir ölçü belirlemiştir. İnsanlar (ise) Onu bırakıp ta, hiçbir şey yaratamayan, bilakis, kendileri yaratılan, kendilerine bile ne zararı ne faydası dokunan, ne ölüm ne hayat ve ne de yeniden diriltme gücüne sahip ilahlar edinmişlerdir.”[106]

Bu ayetlerden de anlaşilacagi üzere, müşrik öldürme ve diriltme, yaratma ve yok etme, tasarruf ve tahakküm gibi ilahlik yetkilerinin hepsinin Allah’a ait olduğunu kabul eder. Ancak ona ulaşmak için kendisi ile Allah arasına bazı aracılar koyar ve o aracıyı Allah’ı sever gibi sever. Çünkü aracının memnun olması onu Allah’a yakın tutmaya yarar. “İnsanlar arasında Allah’ın yakınından endad edinenler vardır. Onları, Allah’ı sever gibi severler.”[107]

Endad, nidd’in çoğuludur. Nidd, Allah’a benzer bazı niteliklere sahip görülen ve aykırı şeyleri savunabileceğine inanılan varlıktır. Müşrik aracıya bu nitelikleri uygun görür ve Allah’a benzer özellikleri ona yakıştırır. Allah’ın onu kırmayacağına, gerekirse Allah’a onun istemediği bir şeyi kabul ettirecek güçte olduğuna inanır. Müşrik, şefaatçinin bu yetkiyi Allah’tan aldığına inanır.[108] Sonuç olarak; Kuran’ı Kerim Allah’tan başka ilah, hüküm koyucu, yerde ve gökte tasarruf ve tahakküm sahibi kimsenin olmadigini vurgular. O’na bir şeyi veya birini ortak koşmanin affedilmeyecegini belirtir. Allah’ı tek ilah olarak kabul etmekle birlikte ona ulaşmada araya ortaklar koyması insanı şirke götürür. Ancak müşrik yaptığı şeyin Allah’a yakınlaşma olduğunu iddia eder. Halbuki Allahu Teala insana şah damarından daha yakındır.[109]

2. Kıdem Allah’ın varlığının, başlangıcı olmayıp,ezeli olmasıdır. Allah hakkında kıdem ve ezeliyet vacip, bunun zıddı olan hudus (sonradan olma) müstahildir. Kıdem zatının gereğidir; vacibin hükümlerindendir. Vacip olan zat elbette kadim ve ezeli olur. Hadis ise bir muhdise muhtaç olur. Bir muhdise muhtaç olan vacibu’l-Vücut olamaz.[110] “O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O her şeyi bilendir.”[111] Bu ayet Allah’ın ezeliliğini hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde en açık ifadeyle anlatmaktadır. 

3. Beka Allahu Teala’nın varlığının sonu olmaması, edebi olması demektir. Beka ve ebediyet için vacip, bunun zıddı olan fena ve zeval müstahildir. “Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zatı baki kalacak.” [112] “Allah ile başka bir tanriya tapip yalvarma! O’ndan başka tanri yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.”[113] Bu ve benzeri ayetler Allah’ın ebediliğini anlatmaktadır. 

4. Muhalefetun Li’l-Havadis Bu sıfat, Allahu Teala’nın sonradan olanlara benzemediğini; Allah’ın zatının, eylemlerinin ve sıfatlarının benzerinin bulunmadığını belirtir. Sonradan olmak sonlu olmayı gerektirir ki, bu da Allah için müstahildir. İnsanların kendileri için kullandıkları sıfatların içeriği ile Allah’ın sıfatlarının mahiyetinin farklı olduğu göz önünde tutulmalıdır. Benzetmelerden hareket ederek bunları açıklamak yanlıştır. Allahu Teala şu ayetle hem teşbihi, hem temsili, hem de ilhad ve ta’tili nefyetmiştir. “ O’nun misli gibi (o’na benzer)hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.”[114]

5. Kıyam Binefsihi veya Kıyam Bizzat Varlığı kendi zatının gereği olup, başkasından olmamak demektir. Allahu Teala’nın varlığının başka bir şeye ihtiyaç duymadan var olduğu manasına gelir. Varlık aleminde bulunan her şey varolmak için başka bir şeye muhtaçtır. Hepsi bir yaratana, içinde varolacakları bir mekana ve bir zamana ihtiyaç duyarlar. Allahu Teala bütün bu noksanlıklardan münezzehtir. “Allah, o Allah’tır ki kendinden başka bir tanrı yoktur. O, (zati, ezeli ebedi hayat ile) diridir, bakidir. O (Zatiyle ve kemaliyle) kaimdir.(her şey O’nunla kaimdir.) kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.”[115]

6. Hayat Bu sıfat, Allahu Teala’nın ilim, kudret, irade, semi’, basar, kelam ve tekvin sıfatlarıyla muttasıf olmasını tashih eden bir sıfattır. Çünkü hayat ile muttasıf olmayan şeyde adı geçen sıfatların hiçbiri bulunmaz.[116] Bu sebeple Allahu Teala bu sıfatla hayy olup memat ile vasıflanması mümtenidir. “O daima diridir. O’ndan başka tanri yoktur.”[117] “Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et.”[118] “Bütün yüzler (insanlar), diri ve her şeye hakim olan Allah için egilip boyun bükmüştür. Zulüm yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.”[119] Bu ve benzeri birçok ayet Allah’ın hayat sıfatını ispat eder.

7.İlim Allah’ın bilmesi demektir. Bir şeyi yapabilmek için, o şeyi bilmek zaruridir. Her şeyin yaratıcısı ve terbiyecisi olan Allah, bütün varlık alemini ilmiyle kuşatır. Bu sadece maddi varlıklarla sınırlı olmayıp maddi ve metafiziki her şeyi bilmek demektir. Gönüllerde, zihinlerde olan her şeyi, meydana gelmiş, gelen ve gelecek olan her hadiseyi bilir. Allahu Teala’nın bilmesi vasıtasız kendi kendinedir. “Allah her şeyi hakkiyla bilendir.”[120] “Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini bilmektedir.”[121] “Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O’dur.”[122] Kuran’ı Kerim’in birçok yerinde bu sıfatla ilgili ayetler bulunmaktadır.

8. Semi’ ve Basar Semi’,Allahu Teala’nın işitmesi, Basar ise görmesi demektir. Allahu Teala’nın bu işitmesi ve görmesi hayal, vehim, duyu tesiri ve hava titreşimi suretiyle değil tam bir idrak iledir. Ne kadar gizli olursa olsun, gizli hiçbir şey Allahu Teala’nın işitme ve görme sıfatlarının kapsamı dışına çıkamaz.[123] Onun bir şeyi işitmesi ve görmesi, diğer bir şeyi işitip görmesine engel değildir. Bu sıfatlarla ilgili bazı ayetler şöyledir. “Buyurdu ki: korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm.”[124] “Allah’tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı görür.”[125] “İhtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a hamd olsun! Şüphesiz Rabbim duayi işitendir”[126] “Eğer şeytandan gelecek kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten,bilendir.”[127]

9. Kudret ve Tekvin Kudret, güç takat manalarına gelir. Kadir ise gücü yeten, istediği zaman yapan istemediği zaman yapmayan anlamında ilahi isimlerdendir. Kadir-i mutlak olan Allahu Teala bu sıfatıyla kainat üzerinde tesir ve tasarruf sahibidir. Tekvin, Allahu Teala’nın yaratması, icad ve ihdası demektir. Bir şeyi yokluktan varlığa çıkarmak manasına gelir. Tekvin, Kudret sıfatının devamı ve ayrılmaz bir parçası konumundadır. Bu sıfatlarla ilgili bazı ayetler şöyledir. “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından size kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”[128] “De ki: “Allah size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından(yerden) bir azap göndermeğe yada birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.” Bak anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz.”[129]

10. İrade Cenab-ı Hakk’ın onunla her mümkünü, caiz olan sonsuz yön ve vakitlerin birine tahsis etmesidir. İlahi kudretin fiil ve terke nispeti eşittir. Fiil ve terkten birini tahsis, irade ile olur.[130] Varlık aleminin sonradan olması, Allah’ın irade sıfatının kainatın varolması yönündeki tercihinin tezahürüdür. Varlığı yokluğa, yokluğu varlığa tercih eden müreccih faili muhtar Allahu Teala’dır. Bu sıfat tekvini ve teşrii olarak ikiye ayrılır. Tekvini irade, Allah’ın bir şeyi dilemesi, istemesi halidir. Bununla ilgili olarak şu ayetler gösterilebilir. “bir şeyi yaratmak istedigi zaman Onun yaptigidemekten ibarettir. Hemen oluverir”[131] “Elbette Allah dilediğini yapar.”[132] “Dilediği şeyleri mutlaka yapandır.”[133] “Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur.ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz o her şeye kadirdir.”[134] Teşrii irade ise Allah’ın tercihini gösterir.

Mesela Allahu Teala insanların onun emir ve yasaklarına uymalarını ister. Ancak bu konuda kimseyi zorlamaz. “(Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?”[135] Bu ayet, Allah’ın iman konusunda tekvini iradesini kullanmadığını, bu konuda baskı yapılmasına müsaade etmediğini herkesin hür iradesiyle imana gelmesinin esas olduğunu göstermektedir.

11. Kelam Allahu Teala’nın söylemesi, konuşması demektir. Kelam sıfatı, harfler ve sesler cinsinden olmayan, susma ve dilsizliğe aykırı olan Cenab-ı Hakkın zatıyla kaim, kadim bir sıfattır. Onun kelam sıfatı insanların kullandıkları ses ve harflere benzemediğinden dolayı ona kelam-ı nefsi denir. Kuran’ı Kerim’de bu sıfat şöyle zikredilir. “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık. Ve Allah gerçekten Musa ile konuştu.”[136] Yukarıda zikredilenlerden hareketle; Kuran’ı Kerim’deki tanrı anlayışı tek tanrı kaynaklıdır. Bu tanrı ise insanlardan ayrı ve onların yaratıcısıdır.

Kainat düzenini kuran Allah varlığı kendine başına bırakmamıştır. Varlık alemi üzerindeki yaratma, yaşatma ve öldürme gibi bütün eylemlerin sahibi ve yaratıcısıdır. Alem üzerindeki tasarruf, tasallut ve tahakküm yetkisini hiçbir ortağı olmaksızın elinde bulundurandır. Allahu Teala yarattığı ve Rabbi olduğu insana onu tanımasına yardımcı olacak yetiyi doğuştan ona vermiştir. Bu sebeple insan kendi varlığının bilincine vardığı süre içinde eş zamanlı olarak Allah’ın varlığını da keşfeder. Onun tek, yegane yaratıcı ve Rab olduğuna, tanrı olma vasıflarının tamamına eksiksiz sahip olduğuna iman eder.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KARŞILAŞTIRMA

İnsanoğlu var olduğundan bu yana kendisini koruyacak, ona karşılaştığı zorluk ve korku anında yanında olacak maddi ve manevi bir şeye, bir varlığa ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyaç onun fıtratında yani yapısında mevcuttur. İkinci bölümün başında da zikrettiğimiz gibi Allah, insana tevhid inancını bulabilme yetisi vermiştir. Her insan bu yetisiyle Allah’ın varlığını ve birliğini bulur ve dara düştüğünde ona sığınır. Allah’ı çok yüce ve kendinden uzak gördüğü için de araya aracı tanrılar koyar. Allah’a inanmanın sayısız delili olduğu halde bu aracılar hayal ürünüdür. Bu yüzden insan hesaba çekildiğinde; Allah’ın varlığından habersiz olduğunu iddia edemeyecek, atalarını şirk üzere görüp onlardan dolayı aracı tanrılara sığındığını mazeret olarak gösteremeyecektir.

Zaten tarih boyunca insan hiçbir zaman tek ve yüce olan bir tanrının varlığını inkar etmemiştir. Ancak o yüce saydığı varlığa ulaşmak için kendisine herhangi bir bitkiyi, hayvanı ya da atalarının ruhunu ve buna benzer bütün tabu ve fetişleri kendisine yakın yardımcı kutsallar olarak saymıştır. Onlar aracılığıyla, kendisinin tek başına ulaşamadığına inandığı aşkın (müteal), yüce her şeyi yaratan ve hayat veren varlıkla iletişim kurmaya çalışmıştır. Zamanla insanların zihnindeki tek tanrı inancı çeşitli nedenlerle aşınmaya uğramış, efsane ve mitler devreye girmiştir. Bunun sonucunda ise tek ve yaratıcı olan tanrıya ulaşmak için küçük tanrılara, ata ruhlarına, evliyalara ihtiyaç duyulmuştur. Bu her toplum da farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Burada unutulmaması gereken önemli nokta ise; her zaman tek tanrı inancının varolduğu ve aracı tanrılarında bu tanrıya ulaşma isteğinden kaynaklandığıdır.

Eğer yüce ve diğerlerinden her zaman üstün bir tanrı olmasaydı aracı tanrılar zaten olamazdı. Konumuz itibariyle Taoizm’e bakacak olursak; insanların başlangıçta tek tanrı olarak sadece Tao’ya inandıkları ama sonradan bu inançtan uzaklaştıkları anlaşılmaktadır. Buradaki aşınmanın, Tao’nun yaratma, yönetme ve hükmetme yetkilerinin başka varliklara verilmesiyle başladigi görülmektedir. Halbuki Kuran’i Kerim Allahu Teala’nın mülkünde hiçbir ortağının olmadığını, gökte ve yerde ne varsa hepsinin ona ait olduğunu ve kainattaki tasarruf yetkisinin ancak onun elinde bulunduğunu belirtir. Tarih boyunca insanlık bir çok kereler peygamberler aracılığıyla Allahu Teala tarafından uyarılmışlardır. Peygamberler, insanları hak yola, fıtratlarının gereği olan tevhid inancına davet etmişlerdir. Bu zaman zarfında insanların bir kısmı bu tür tebliğlere iman etmiştir. Fakat zamanla bu inanların soyundan gelenler kendi heva ve heveslerine kapılarak peygamberlerin getirdiklerini tahrif etmiş ve istedikleri gibi yorumlayıp sonraki kuşaklara öylece aktarmışlardır. Böylece insanlar atalarının söz ve davranışlarını onlar hakkındaki efsane ve mitleri din olarak algılayıp uygulamışlardır. Allah’ın bütün insanlığa en büyük ikramı ve iyiliği olarak gönderdiği Hz. Muhammed (sav) gelinceye dek sürmüştür. Allahu Teala’nın bütün insanlığa son peygamber olarak gönderdiği ve kelamı Kuran’ı Kerim’le desteklediği Hz. Muhammet tevhid akidesini insanlığa son kez tebliğ ederek tevhid ve şirki kesin çizgilerle birbirinden ayırmıştır. Bu ayırım tarih içinde geçerliliğini sürdürmüş ve günümüze dek korunmuştur. Burada, yukarıda ki iki bölümde zikredilen Taoizm’de ki tanrı anlayışı ile Kuran’ı Kerim’de ki tanrı anlayışının tevhid ve şirk bağlamında bir karşılaştırmasını ve değerlendirmesini yapacağız.

A.Tevhid ve Şirk Açısından Karşılaştırma

1. Tevhid karşılaştırması Dinler kökenleri itibariyle tek tanrılı olup, sonradan insanlar tarafından tahrif edilerek değiştirilmiştir. Tek tanrı inancı devam etmekle birlikte çok tanrılı din anlayışı bu dinlerin hakim anlayışı olmuştur. Yüzyıllar boyunca bu inanç sistemi, kuşaklar arasında peygamberler gelip tevhid inancını tebliğ etmelerine rağmen onlardan sonra yapılan tahriflerle devam etmiştir. Sözlü olarak aktarılıp daha sonra yazıya geçirilen Hua Hu King ve Tao Te Chıng Taoizm’in kutsal metinleridir. Bu metinler tahrif edilmiş ve büyük ölçüde tevhidden uzaklaştirilmiştir.

Hiristiyanlik, Yahudilik gibi ilahi dinler veya Taoizm, Konfüçyanizm, Budizm gibi ilahi olmayan dinler tevhid çizgisinden uzaklaştirilmiş olsalar bile, kendi kutsal metinlerinde tek tanri inancinin kalintilarini bulmak mümkündür. a. ilahligin tekligi,birligi ve sifatlari Burada Taoizm’in kutsal metinlerindeki ilgili bölümlerle Kuran’daki bazı ayetleri karşılaştırmalı olarak verilecektir. Böylece tek tanrı inancının Taoizm’de varolduğu daha somut bir şekilde ortaya konulacaktır. “…Tao … her zaman vardır ve her zaman hazırdır…” [137] “…Sessiz ve yaratılmamış olan o, her şeyi yaratandır.”[138] “…Yaratıcı, dönüştürücü, hiçbir bağı olmayan[139], değişmez Tao…”[140] “… O kendisi yaratılmamış olduğu halde, her şeyi yaratmış olandır…”[141] “…‘‘Gökyüzünden ve yeryüzünden önce; Şekilsiz (kendisine bir şey benzetilemeyen), farklilaşmamiş bir şey vardi; Sessiz ve dingin , tek başina, degişmeyen, Sonsuz döngülerden tehlikesizce geçen,”[142]

Yukarıdaki metinlerden anlaşılacağı üzere; Taoizm’de de yaratan, yaratılmamış, şekilsiz yani hiçbir şeye benzetilemeyen ve değişmeyen yüce bir tanrı inancı vardır. Bu noktada bütün dinlerde benzer ifadelere rastlamak mümkündür. Bu inançlar, Kuran’ı Kerim’in Allah tanımına uymaktadır. Kuran’ı Kerim Allah’ın yaratan, yaratılmamış, hiçbir şeye benzemeyen yüce bir varlık olduğunu birçok ayetinde zikretmektedir. Bunların bazısı şöyledir: “O ilktir, sondur, zahirdir, batındır. O her şeyi bilendir.”[143] “ O’nun misli gibi (o’na benzer)hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.”[144] “Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et.”[145] “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından size kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”[146] “Allah evlat edinmemiştir. Onunla beraber hiçbir tanri yoktur. Aksi takdirde her tanri kendi yarattigini sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri digerine galebe çalardi. Allah onlarin yakiştirdiklari şeylerden münezzehtir.”[147] “Allah yaptığından sorumlu tutulamaz. Onlar ise sorguya çekileceklerdir.”[148] “Göklerin ve yerin hakimiyeti O’nundur. Hükümranlığında hiçbir ortağı yoktur. O her şeyi yaratmış ve her şey için tamı tamına bir ölçü belirlemiştir.

İnsanlar (ise) Onu bırakıp ta, hiçbir şey yaratamayan, bilakis, kendileri yaratılan, kendilerine bile ne zararı ne faydası dokunan, ne ölüm ne hayat ve ne de yeniden diriltme gücüne sahip ilahlar edinmişlerdir.”[149] “(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? “Allah’a” diyecekler. Öyleyse siz hiç düşünüp taşinmaz misiniz? de. Yedi kat göklerin Rabbi, azametli arşin Rabbi kimdir? Diye sor. “(bunlarda) Allah’tır” diyecekler.

Şu halde siz Allah’tan korkmaz mısınız! de. Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekutu (mülkiyeti ve yönetimi)kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir? Diye sor. “(bunların hepsi) Allah’tır” diyecekler. Öyleyse nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz? de. Bu ayetlerde görüldüğü, yukarıda belirtilen şekliyle Allah inancı bütün müşrik toplumlarda vardır. Bu noktada Taoizm ve diğer şirk inançları arasında bir fark yoktur. Böyle bir farklılığın olmadığı, bütün insanların Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ettiği Kuran’ı Kerim tarafından ortaya konmaktadır. Ancak Allah inancı yanında başka tanrıların varlığını kabul etme noktasında Kuran’ı Kerim, diğer inançlarla olduğu gibi Taoizm ile de kesin çizgilerle ayrılır. Aracı tanrıların gerçekte var olmamaları, onları tutarsız ifadelere sürüklemiş ve burada da açıkça görüldüğü gibi Kuran’ı Kerim dışındaki bütün kutsal metinlerde belirgin çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bu metinlerde tek tanrı inancını zikreden bölümlerin bulunmasına karşın bir çok bölümde tevhid inancını nakzeden, ortadan kaldıran ve şirki içeren çok tanrılı inancı içeren bölümlerin bulunması büyük bir çelişkiden başka bir şey değildir.

2. Şirk karşılaştırması

a. İlahlıkta ortaklık

Taoizm, zamanla aşınmaya maruz kalmış ve onda tek tanrının varlığıyla birlikte onun yetkilerini paylaşan aracı tanrılar, ata ruhları ve bilgeler ihdas edilmiştir. Yukarıda geçtiği gibi yaratan ve yarattığı üzerinde tasarruf sahibi olan Tao, belli bir dönemden sonra tekliği elinden alınmış, yaratma gücü başkalarına devredilmiş, tahakküm yetkisi paylaştırılmış bir tanrı haline getirilmiştir. Taoizm’in kutsal metinlerinde tek tanrı inancıyla şirk inancının birlikte bulunması metinler üzerinde yapılan değişikliği ve tahrifi açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu metinlerden bazıları şöyledir. “Yol’dan (Tao’dan) Bir doğar, birden iki(Yin ve Yang)[150], İkiden üç, üçten on bin şey doğar; bütün varlıklar uyum içinde, Yin’i barındırır, Yang’ı kucaklar.”[151] “Yol (Tao) hayat verir, erdem(Te) besler, eşyayi biçimlendirir, koşullar olgunlaştirir. Bütün varliklar Yol’a (Tao) saygı duyar, ve erdeme(Te) değer verir.”[152] “Her şey Yin ve yang’ın gizemli ilişkisi sonucu latif alemden Zahir olan dünyaya çıkartılır.”[153] “Böylece varlık ve yokluk birbirini üretir: zor ve kolay birbirini tamamlar, uzun ve kısa birbirini biçimlendirir, yüksek ve alçak zıtlığı doğurur, ses ve yankı ulanır, ön ve arka birbirini izler.”[154] Burada Tao’nun yaratma vasfı elinden alınmıştır. onun bu vasfı Te’ye verilmiştir. Diger yandan Yin ve Yang ikilisi, Te kavraminin içini doldurmakta ve onun mahiyetini, yaratmayi nasil gerçekleştirdigini ifade etmektedir. Bu yolla Tao’nun varlık alemindeki gücü ve yaratma vasfı Yin ve Yang’a dolayısıyla da Te’ye devredilmiştir. Te, Tao’nun varlık alemindeki yansıması, gücü konumundadır. Yaratılan her şey Te’nin kontrolündedir. Yin ve Yang ikilisi varolmanın ve yaratmanın prensibidir. Halbuki Kuran’ı Kerim yaratma ve yok etme gibi vasıfları birbirinden ayırmaz veya bu gücü başkalarına vermez. İlahlığı Allah’a has kılar ve onun dışında başkaca bir ilah kabul etmez. Başka ilahlar edinmeyi de şirk kabul eder. Bu konuda ki bazı ayetler şöyledir. “De ki: “ey cahiller! Şimdi benim, Allah’tan başkasina kul olmami mi istiyorsunuz?” (Ya Muhammed) sana da, senden önceki elçilere de şu kesin olarak bildirilmiştir: “hele bir şirke düş; yaptigin yanar gider ve sen kaybedenlerden olursun.Hayir; yalniz Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.”[155] “Desen ki: Gökten ve yerden size rızk veren kim? Yada işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran? Ya her işi çekip çeviren kim? Onlar: “Allah’tır” diyeceklerdir. De ki; öyleyse sakınmaz mısınız? İşte sizin gerçek Rabbiniz budur. Hakkın ötesi sapıklık değildir de ya nedir? Nasıl da çevriliyorsunuz?”[156] “ Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrilar bulunsaydi, yer ve gök, kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş’ın Rabbi olan Allah, yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.”[157] “Allah’ın göklerdeki ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah’ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bu Kuran’dan sonra hangi söze inanacaklar.”[158] Bu ayetlerde de olduğu gibi Allahu Teala’nın eşi, ortağı veya bir vasfını verdiği herhangi bir kimse veya bir şey yoktur. Göklerin ve yerin melekutu (tasarruf,tasallut,tahakküm) onundur.

Taoizm’de ise yaratma ve yönetme vasıfları paylaştırılmıştır. Tao varlık alanından silinmiştir. b. Ölümsüz ruhlar, latif güçler Taoizm’de, Tao’ya ulaşilsin diye aracilar ihdas edilmiştir. Bu aracilar, Tao ile insan arasindaki iletişimi saglayan köprü vazifesini görürler. Bunlar çeşitli adlarla isimlendirilseler de işlevleri aynidir. Taoistler, bu aracilara onlari Tao’ya yaklaştiracak diye tutunurlar. Taoizm’in kutsal metinlerinde buna sıkça rastlanır. Bu bozulmanın ve tahrifin başladığının temel göstergesidir. Bununla ilgili bazı bölümler şöyledir. “Mükemmel Yol (Tao) ile yaşamina düzen verdiginde insanlarla toplumlar, karanlik ile aydinlik, hayat ile ölüm arasindaki aldatici sinirlar ortadan kalkmaya başlayacaktir. Bu yanilsamalari ortadan kaldirarak, pek çok yüksek ruhlu varligin dostlugunu kazanirsin. Onlar arasinda, olumsuz etkilenmelerden korunur Ve yok edilemez bir yaşam gücüne sahip olursun. Böylelikle ölümsüzlüge ulaşirsin.”[159]

Bu ve benzeri bölümlerde ölümsüz ruhlardan bahsedilmekte ve onlara yönelenlerin ve katılanların yok edilemediğinden söz edilmektedir. Ancak Kuran’ı Kerim açısından baktığımızda; bu durumun şirke sapmada önemli bir nokta olduğunu görmekteyiz. Bununla ilgili bazı ayetler şöyledir. “Diriler ile ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah diledigine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.”[160] “… İçlerinde bulunduğum sürece onları gözetiyordum. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.”[161] “Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir.”[162] Buradan da anlaşilacagi üzere Allah ruhlara herhangi bir güç vermemiş, onlari tuttugunu belirtmiştir. Hz. Isa örneginde böyledir. Allah onu öldürünce kavmi üzerinde gözeticiliginin kalktigini söylemiştir.

Halbuki Taoizm’de ruhların güçlerinden ve onların derecelerinden bahsedilmektedir. Böylece Tao’nun ilahlık vasıfları ruhlar arasında paylaştırılmaktadır. “ağaçlar ve hayvanlar, insanlar ve böcekler, çiçekler ve kuşlar… bunlar yıldızlardan evrene akan latif güçlerin canlı imgeleridir. Onlar birbirleriyle ve yeryüzündeki varlıklarla karşılaşarak Ve onlarla birleşerek tüm canlılara hayat verirler”[163] “şekilsiz doga üstü varliklar, hem şekilli, hem şekilsiz varliklara güç vermek için yaşam enerjilerini tüm evrene yayarlar.”[164] Burada ise latif, doğaüstü, şekilli ve şekilsiz güçlerden bahsedilmekte ve onların bütün canlılara hayat verdiği belirtilmektedir. Buna Kuran’ı Kerim bazı ayetlerde şöyle cevap verir. “onun hakimiyet alanı gökleri de kaplar yeri de. Her ikisini de korumak kendine ağır gelmez. O yücedir. Uludur.”[165] “De ki: çocuk edinmemiş olan hakimiyette ortagi olmayan, acizlikten ötürü bir veliye ihtiyaci bulunmayan Allah’a hamd olsun. Onu büyükledikçe büyükle.”[166] “ Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. Allah’ın yakınından birtakım ortaklar çağıranlar neyin peşindedirler? Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudan başka bir şey değildir. Onlarınki sadece saçmalamadır.”[167] “Desen ki: ‘Gökten ve yerden size rızık veren kim? Ya da işitmenin ve gözlerin sahibi kim? Kimdir o diriyi ölüden çıkaran? Ya da her şeyi düzenleyen kim?’ Onlar: ‘Allah’tır!’diyeceklerdir. De ki; o halde sakınmaz mısınız?”[168] Buna göre canlılara güç veren onları dirilten ve öldüren Allah’tan başka kimse yoktur. Yerde ve gökte ne varsa onundur ve onun kontrolü altindadir. Allah’ın herhangi bir şey için bir ruhani varlığa veya bir yıldıza ihtiyaç duymaz.

Taoizm’de ise öldürme ve diriltme gibi yetkiler latif, doğaüstü, şekilli ve şekilsiz güçlere ya da varlıklara verilmiştir. Bu da Allah’ın güçlerinden bazısını başka varlıklara vermek yoluyla şirke kapı aralar. c. Aracı ilahlar, bilgeler, meleksi üstatlar Aşağıdaki bölümlerde, gaybı bilen bilgelerden, ölümsüzlerden, ilahi mülkle bağlantılı olan meleksi üstatlardan ve manevi rabıtadan bahsedilmektedir. Bunların tamamı ilahi güce ulaşmanın yollarından sayılmıştır. Bunlar aracılığıyla ölümsüz olunacağı, fenayı tamma ulaşılacağı söylenmiştir. Bunların ilahi varlık ile insan arasındaki aracılar olduğu kabul edilmiştir. Ancak Kuran’ı Kerim bunun tam anlamıyla şirk olduğunu birçok ayetiyle açıklamaktadır. Bunlardan bazısı karşılaştırılmalı olarak şöyledir. “kapılarının önüne çıkmadan evreni bilirler. Pencereden bakmadan, gökyüzünü görürler. Ne kadar uzağa gitsen, o kadar az bilirsin; Bu yüzden bilgeler gitmeden bilirler, Bakmadan görürler, yapmadan başarırlar.”[169]

Kur’an’ı Kerim ise gayb bilgisinin ancak Allah’ın indinde olduğunu bildirir. Bununla ilgili bazı ayetler şöyledir. “ De ki: ‘Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ‘işte ben bir melegim de demiyorum. Ben bana vahyolunandan başkasina uymam.’ De ki: ‘Görenle görmeyen bir olur mu? Hiç zihninizi yormaz mısınız?”[170] “De ki: ‘eğer gaybı bilseydim daha çok iyilik yapmak isterdim ve bana kötülük de gelmezdi. Ben, inanan kesim için bir uyarıcı ve müjdeciden başka bir şey değilim.”[171] “kıyamet saatinin bilgisi kuşkusuz Allah’ın kendisindedir. Yağmuru o indirir, döl yataklarındakini o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.”[172] “sana kıyametten soruyorlar, “ne zaman demir atacak?” diye. Sen nerede, onu bilmek nerede? Onun bilgisi Rabbine aittir. Sen sadece ondan korkanı uyaran kişisin.”[173]

Gayb, duyulardan uzak olan ve kişinin bilgisi dahilinde olmayan şeye denir.[174]Allah’tan başkasinin bilemeyecegi şeylere gaybi mutlak denir. Bir başak kimsenin bildigi şey gaybi mutlak olmaz. Mesela içinizden geçeni siz bilirsiniz ancak başkasi bunu bilmez.[175] Yukarida zikredilen ayetlerden de anlaşilacagi üzere, yarin ne olacagini insanlarin nasil ve nerde ölecekleri, kiyametin ne zaman kopacagini Allah’ın bilgisi dahilindedir. Buna karşın Taoizm’de bilgelerin oturdukları yerden istedikleri her şeyi gördükleri ve duydukları iddia edilmektedir. Kuran’ı Kerim bunun insanlar için mümkün olmayacağını, Allah’ın elçilerinin bile Allah bildirmedikçe gayba dair herhangi bir şey bilemeyeceklerini bildirmektedir.

Taoizm’e göre; insanın tanrıya ulaşması için meleksi üstatların yardımına ihtiyacı vardır. Onların yardımı ve izni olmadan ilahi varlığa ulaşmak mümkün değildir. Bununla ilgili bölümler şöyledir. “eğer kutsal, ölümsüz bir melek olmak istersen, o zaman doğruluk ve hizmet etmek yoluyla varlığının meleksi taraflarını onar. İlahi mülke ulaşmak için gerekli olan olgunlaşma ve manen yükselme yöntemlerini öğreten ölümsüzlerin dikkatini elde etmenin tek yolu budur. Bu meleksi üstadlar bulunamazlar; Ancak onlar, talip olanları bulurlar. Bundan sonra yüksek feraset ve temyiz erdemi yardımıyla İlahi mülk ile bağlantı kurulduğunda Nihai manevi hakikatlerin nakli de peşinden gelecektir. Bu, tüm meleklerin ilahi mülke giderken izledikleri yoldur.”[176] “… mükemmel yol süresince meydana gelecek ilerlemenin her basamağında yarın dünya mülkünde tutkulu görünene değil, bugün manevi mülkte önemli olana değer vermeyi öğreneceksin. O zaman mistik kapı açılacak Ve sen koskocaman evrenin yönetmeyen yöneticilerine, Yaratmayan yaratıcılarına katılacaksın.”[177] “…tüm mürşitler ve teknikler geçicidir; asil gerçekleşme kişinin varliginin Tao’nun ilahi enerjisi ile birleşmesinden ortaya çikar.”[178]

Yukarıda geçenlerden de anlaşılacağı üzere Taoizm’de ölümsüzlerden yardım istenmesi ve onların yol göstericiliğine ihtiyaç duyulması ilahi varlığa ulaşmada ön şarttır. Bu bağlamda Kuran’ı Kerim birçok ayetiyle bunun Allah’a ortak koşmaktan ve araci tanrilar edinmekten başka bir şey olmadigini ortaya koyar. “De ki, Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler. Çağırıp durdukları bu şeyler de Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar azabından korkarlar.çünkü Rabbinizin azabı cidden korkunçtur.”[179] “De ki, Allah’ın yakınında (dununda) olduğunu bildiklerinize yalvarın bakalım. Onların göklerde de yerde de zerre ağırlığında bir şeye hükümleri geçmez. Onların bu iki şeyde bir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlar arasında bir yardımcısı da bulunmaz. Allah’ın katında, kendisinin uygun gördüğünden başkasının şefaati yarar sağlamaz.”[180] “De ki: benim size ne zarar vermeye gücüm vardır, ne de olgunlaştırmaya. De ki beni Allah’ın azabından kimse kurtaramaz. Ben ondan başak bir sığınak da bulamam. Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir, o kadar.”[181] “De ki, baksanıza, Allah’ın yakınından (dunundan) neyi çağırıyorsunuz? Gösterin bana, onların yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir payı mı bulunuyor? Bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım. Eğer doğru sözlü kimseler iseniz. Allah’ın yakınından (dunundan) kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek kimseleri çağırandan daha sapık kimdir? Oysa ki bunlar onların çağrısının farkında bile değillerdir.”[182]

Yukarıda ki ayet metninde geçen “min dun’illah= Allah’ın dunundan” ifadesi birçok mealde “Allah’ı bırakıp da…”şeklinde geçmektedir. Bu tercüme yanliş olmamakla birlikte Allah’tan başkasini çagiranlarin Allah’ı devre dışı bıraktıkları hissini vermektedir. Halbuki hiçbir müşrik, Allah’ın varlığını ve birliğini inkar etmez. Onun farkı, Allah ile kendi arasında, yetkisi Allah tarafından verilmiş bir aracının varlığına inanması, onu Allah’a yakın sayıp yardımını ve şefaatini beklemesidir.[183] Dun kelimesi sözlükte, dunuv’dan dönüşmüş dun olmuştur. Dun’un çoğulu edvan yakınlar, düşükler demektir.[184] üstün zıddı, en üst mertebeden beri, ondan aşağıca anlamlarına gelmektedir. Kelimeye başka anlamı da verilir. “akreb yani en yakın” anlamına da gelir. Ona çok yakın anlamında “haza dunehu” denir.[185]

Türkçe de buna, beri kelimesi karşilik olabilir. Beri ya da beru, bu tarafta, yakinda ve daha yakin anlamlarina gelir.[186] Devlet başkanina veya üst düzey bir yöneticiye ulaşmak isteyenler, nasil onun yakinina bir araci koyuyorlarsa Allah’a ulaşmak isteyen kimi insanlar da kendilerince ona yakin gördükleri birini araci koyarlar. Halbuki Allahu Teala bunu kesin bir şekilde yasaklamiştir.Kuran’i Kerim’in birçok ayeti bunun şirk oldugunu ortaya koymaktadir. Çünkü Allah insan şah damarindan daha yakindir.[187] Allahu Teala ancak kendisinden yardim dilenmesini[188] araya herhangi bir aracinin konmamasini emreder.

Taoizm’de ise bilgeler ve ruhlar aracılık işini yerine getirirler. d. Manevi rabıta Tao’ya ulaşmak isteyen kişi mutlaka meleksi üstatlardan birinden yardim istemek zorundadir. Bununla baglantili olarak Taoizm’de ruhsal rabıta konusu da işlenmektedir. İlahi varlığa ulaşmak için kişi mutlaka bunu yerine getirmek zorundadır. Bununla ilgili bölüm şöyledir. “o üstatlarının öğretileri üzerinde çalışır. İkilemle ilgili tüm kavramları çözümler. Başkalarına hizmet etmek için elinden geleni yapar. İç temizliğini yerine getirir. Ve hocasını gereksiz engellerle rahatsız etmez; bunun içindir ki Hocasının ilahi gücü ile manevi rabıtayı (spiritual connection) muhafaza eder. Anlayışı karşısındaki tüm engelleri bertaraf ederek mutlak samimiyetini daima muhafaza eder. Kainatın duyarlılığını andıran alçak gönüllülüğü, Azmi ve uyum yeteneği onu ilahi ışıkla doldurur[189].”

Rabıta; Arapça “rapt” kökünden türetilmiş bir kelime olup, birleştirmek, bitiştirmek, iliştirmek ve baglamak anlamlarina gelir. Istilah manasi ise, müridin, kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayip ondan feyiz aldigini (ondan metafizik anlamda güç aldigini ya da nurlandigini)zihninde canlandirmasi demektir.[190] Başka bir ifadeyle müridin, mürşid-i kamilinin ruhaniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardim istemesinden ibarettir.[191] Kuran’i Kerim Allah’a ulaşmak için başka biriyle rabita yapip ondan sonra ona ulaşmayi reddeder. Bununla ilgili bazi ayetler şöyledir. “(Ya Muhammed) de ki: “Allah’ın dilemesi dışında ben kendime bile bir fayda ve zarar verecek değilim.”[192] “And olsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”[193] Rabıtanın gerekçesi, Allah’ın somut bir varlık olmamasından dolayı kişinin onu kavraması, zihnen ve manen yoğunlaşmasını sağlayacak somut bir objeye ihtiyaç duymasıdır. Taoizm’de ilahi varlığın tezahürleri olan meleksi üstadlar veya bilgeler insan ile ilahi varlık arasındaki bağdır. Kişi üstadıyla manevi rabıta (spiritual connection) yaparak ilahi varlığa ulaşabilir. Halbuki Kuran’ı Kerim bunu birçok ayetle reddeder.

“İyi bil ki, o saf din Allah için olan dindir. Onun yakınından veliler edinenler “biz onlara başka degil sadece bizi Allah’a tam yaklaştirsinlar diye kulluk ederiz.”derler. işte Allah, onlarin aralarinda tartişip durduklari şeyde hükmünü verecektir. Allah yalanci ve gerçekleri örtüp duran kimseleri dogru yola sokmaz.”[194] Burada da açıkça görülmektedir ki Allah’ın dışında, kendine kulluk edinilen her şey onu öyle kabul edene göre onun ilahıdır. O ilah aracılığıyla hiçbir zaman inkar etmediği ve en yüce saydığı Allah’a yaklaştigini kabul eder.

Taoizm’de ki meleksi üstadların işlevi budur. SONUÇ Bu çalışmada Çin dini geleneğine ait en orijinal öğretilerden olan Taoizm’in ortaya koyduğu tanrı anlayışı ile Kuran’ı Kerim’in ortaya koyduğu tanrı anlayışı tek tek ele alınmış daha sonra bu anlayışların bir karşılaştırılması yapılmıştır. Bu itibarla üç bölümden oluşan bu çalışmanın birinci bölümünde bilgilendirme açısından Taoizm’in kısa bir tarihçesi daha sonrada tanrı anlayışı verilmiştir. Buna göre Lao-Tzu Çin dini geleneğine ait metafiziki öğretileri Taoizm’in kutsal metinleri kabul edilen Tao Te Chıng ve Hua Hu King’in bölümlerinde toplamıştır. Bu çalışmada kutsal metinlerde geçen Tao, Te, Yin ve Yang, Wu-wei kavramları tanrı anlayışı bağlamında açıklanmıştır. Buna açıklamalar ışığında Tao’nun ebedi, başlangici ve sonu olmayan, görülemez ve dokunulamaz olup her yerde bulundugu Te’nin ise Tao kaybolduktan yani varlık aleminden çekildikten sonra onun ayrılmaz vasfı olup ve onu muhafaza ettiği ortaya çıkmıştır. Yin ve Yang’ın da bunu sağlayan ve oluşturan Te’nin içindeki güç olduğu, Tao’nun yaratma gücünün Yin ve Yang’a verildiği anlaşılmaktadır.

Wu-wei’in ise bütün bu dünya sisteminin bütününü oluşturan kanun niteliginde oldugu ve her şeyin özünde bir temel eylemsizlik oldugu kanisinda olduklari ortaya çikmiştir. Ikinci bölümde Kuran’i Kerim’e göre tanrı anlayışı ve Allah’ın sıfatları ile ilgili verilerden hareketle insanoğlunun fıtratında, yapısında yüce, tek bir yaratıcı fikrine sahip olduğu, insanın hiç kimsenin yardımı olmadan ilahını bulabileceği ve Onun kainatta ki her şeyi yarattığına ve alem üzerinde tasarruf ve tahakküme inandığı gösterilmiştir. Allah bu yetiyi insana yaratılış itibariyle fıtrat olarak vermiştir. Kuran’ı Kerim’de, Allah’ın öldürme ve diriltme, yaratma ve yok etme, tasarruf ve tahakküm gibi ilahlık yetkilerinin hepsini kendisinde barındırdığı ve bütün mevcudatı yaratan ona hayat veren bir tek ilah olduğu belirtilmektedir.

Üçüncü bölümde ise Taoizm’de ki tanrı kavramıyla Kuran’ı Kerim’de ki tanrı kavramının kısa bir karşılaştırılması yapılmıştır. Buna göre Taoizm’de ki tanrıya varlık aleminden eli çektirilmiş ve yaratma vasfı kısıtlanmıştır. Yaratma vasfı sadece bir defaya mahsus olarak kullandırılmıştır. Daha sonra bu vasıf Yin ve Yang prensibini içinde barındıran Te’ye devredilmiştir. Ayrica varlik aleminde ki tasarruf ve tahakküm yetkileri bazı meleksi güçlere verilmiştir. Tanrıya ait olan gayb bilgisi, bilge denilen yaşayan veya ölü bazı şahısların uhdesine verilmiştir.

Diğer önemli bir nokta ise insanin tanrıdan bir şey istemesi veya onunla irtibata geçmesi için meleksi üstadlarla rabıta yapması gerektiğidir. Böylece ilahi varlığa erişmenin mümkün olacağına inanılmaktadır. Kuran’i Kerim’de ki tanrı anlayışına gelince; Allah, bütün mahlukatı yaratan ve yaşatan, öldüren ve diriltendir. Mülkünde hiçbir ortağı olmayandır. O, kainatta ki yegane tasarruf ve tahakküm sahibi olup bu yetkilerini başkalarına devretmemiş, onları mülküne ortak etmemiştir. Tanrılık sıfatlarının tamamını kendisinde bulundurur ve herhangi bir noksanlıktan münezzehtir. Allah-u Teala insana şah damarından daha da yakındır. Bu sebeple ondan yardım istenirken insan ile Allah arasına herhangi bir aracı konulamaz. Allah’a yaklaştırması için uydurulan tanrılar şirkin temel unsuru ve bozulmanın başladığının ana belirtisidir.

Özetle Taoizm, adini bilmedigimiz bir peygamberin tebliğine dayalı olabilir. Ancak tanrı anlayışının bozulması sebebiyle tahrife uğramış olduğu açıktır. Başlangıçta ki tek tanrı inancı aşınmış, tek ve yüce olan tanrıya ulaşmak için aracı tanrılar ihdas edilmiştir. Kuran’i Kerim ise tek tanrı inancını insan fıtratının gereği olduğunu söylemektedir. Bu sebeple Allahu Teala kendisine onun (dunundan) yakınından tanrılar edinilmesini yasaklamış ve bunu bağışlanmaz şirk günahı saymıştır.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

________________________________________________

KAYNAKÇA

Ana Britannica, c. 20 (spo-tic),

ISAM,YA.030.ANA.B Aydin Ferit, Tarikatta RABITA ve Nakşibendilik, Süleymaniye Vakfi Yayinlari,

Istanbul 2000 Bayindir Abdülaziz, Duada Evliyayi araci koyma ve Şirk, Süleymaniye Vakfi Yayinlari,

Istanbul 2001 Bayindir Abdülaziz, Kur’an Işiginda Tarikatçiliga Bakiş, Süleymaniye Vakfi Yayinlari,

Istanbul 2001 Chuang-Tzu, Taoculuk Üzerine Meseller-Diyaloglar, Çev. Ömer Tulgan, Yol Yayinlari, Istanbul 1996

Dikel Bedia, Sirlarin Sirri ‘‘Tao’’ Çin Tasavvufu, İSAM (Yavuz Argıt Bölümü), 299.51.SIR.S. İstanbul 1962

Firuzabadi, Kamus Tercemesi, Mütercim Asım, Bahriye Matbaası, 1305

Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak Yayınları, Ankara,

1997 İzutsu Toshihiko, Taoculuk’daki Anahtar-Kavramlar, Çev. Ahmet Yüksel Özemre, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001

J.C cooper, Erdemin Işığı (Taoculuk), Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Say Yayıncılık, İstanbul, 1994

Lao-Tzu, Bilinmeyen Öğretiler (Hua Hu King), Çev. İsmail Taşpınar, Amine Gülşah Coşkun, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1999

M.Smullyan Raymond, Tao Sessizdir, Çev. Cem Şen, Dharma Yayınları, İstanbul, 2000

Özerdim Muhaddere N., Taoizm (Tao Te Ching Çevirisi) , İSAM, GNL.294-TZU.T, Ankara 1980

Rağıp el Isfahani, el-Müfredat,Darul ma’rife, Beyrut 1998 Şemseddin Sami, Kamus-i Türki, Istanbul 1319

Türk Diyanet Vakfi, Kuran’i Kerim ve Açiklamali Meali, Ankara 1997

Watts Alan, Suyun Yolu Tao, Çev. Ela Gürdemir, Dharma Yayinlari, Istanbul 2001

Yener, Osman, Tao Te Ching-Yol ve Erdemin Kitabi, Çeviri, Yorum ve Notlar, Anahtar Yayincilik, Istanbul 1998

Yazir Elmalili M.Hamdi,Hak Dini Kuran Dili, Azim Dagitim, Istanbul 1998

Yüksel Emrullah, Kelam Dersleri (Ilahiyat ve Nübüvvet) Atatürk Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi Yayinlari, Erzurum 1986

1 Lao-Tzu ,Bilinmeyen ögretiler (Hua Hu King), çev. Ismail Taşpinar, Amine Gülşah Çoşkun, Kaknüs Yayinlari 1999, Istanbul, s.5

[2] Özerdim Muhaddere N., Taoizm (Tao Te Ching çevirisi) , ISAM, GNL.294-TZU.T, Ankara 1980 s.8

3 Lao-Tzu , a.g.e, s.5

4 Özerdim, Muhaddere N., a.g.e, s.8-9

[5] Günay Tümer, Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak yayinlari Ankara,, 1997, s.68

[6] Lao-Tzu ,a.g.e, s.6 [7] Lao-Tzu , a.g.e, s.7

[8] Özerdim, N.Muhaddere, a.g.e, s.9

[9] Lao-Tzu, a.g.e, s.7

[10] Özerdim, Muhaddere N., a.g.e, s.9

[11] Lao-Tzu, a.g.e, s.7

[12] Özerdim, Muhaddere N., a.g.e, s.11-12

[13] Yener, Osman, Tao Te Ching yol ve erdemin kitabi,çeviri, yorum ve notlar, Anahtar yayincilik,1998, Istanbul, s.7-8

[14] Ana Britannica, c. 20 (spo-tic), ISAM,YA.030.ANA.B s.393

15 Lao-Tzu, a.g.e, s.7

16 Ana Britannica, s.393

17 Yener, Osman, a.g.e, s.30

[18] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.10-11

[19] Lao-Tzu, a.g.e, s.9

[20] Ana Britanica, c.20, s.393

[21] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.12

[22]Ana Britanica, c.20, s.394

23 Yener Osman, a.g.e, s.9

[24] Lao-Tzu , a.g.e, s.10-11-12-13

[25] Yener Osman, a.g.e, s.16-26-46

[26] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.13, Yener, Osman, a.g.e, s.60-69

[27] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.69-70

[28] Ana Britannica, c.20, s.394

[29] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.13

[30] Yener, Osman, a.g.e, s.20-40-93

[31] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.69

[32] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.14, Lao-Tzu, a.g.e, s.64

[33] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.70

[34] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.15 Yener, Osman, a.g.e, s.17-32-47-73-75

[35] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.71

[36] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.15

[37] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.72

[38] a.g.e, s.72

[39] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.17

[40] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.73

[41] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.18

[42] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.74

[43] Ana Britannica, c.20,s.393

[44] J.C cooper, Erdemin Işigi(Taoculuk),Çev.Ismet Zeki Eyuboglu, Say Yayinlari, Istanbul 1994, s.18

[45] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.13

[46] Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.62

[47] Yener Osman, a.g.e, s.103

[48] a.g.e, s.13

[49] Lao-Tzu, a.g.e, s.20

[50] a.g.e, s.92 [51] a.g.e, s.88

[52] a.g.e, s.86

[53] Dikel Bedia, Sirlarin Sirri ‘‘Tao’’ Çin Tasavvufu, İSAM (Yavuz Argıt Bölümü), 299.51.SIR.S. , s.14

[54]Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.69

[55]Yener Osman, a.g.e, s.103-104

[56] Dikel Bedia, a.g.e, s.14

[57]Yener Osman, a.g.e, s.38

[58] İzutsu Toshihiko, Taoculuk’daki Anahtar-Kavramlar, Çev. Ahmet Yüksel Özemre, Kaknüs yayınları, İstanbul, 2001, s.59

[59] a.g.e, s.163 [60] Dikel Bedia, a.g.e, s.18

[61] Watts Alan, Suyun yolu Tao, Dharma yayınları, İstanbul,2001, s.76 

[62]Watts Alan, a.g.e, s.83

[63] Özerdim Muhaddere N., a.g.e, s.12

[64]İzutsu Toshihiko, a.g.e, s.162

[65] Ana Britannica, s.394

66Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.70

67 Yener Osman, a.g.e, s.55 68 J.C cooper,Erdemin Işığı (Taoculuk), Say Yayıncılık, istanbul, 1994, s.30-31

[69] Watts Alan, Suyun yolu Tao, a.g.e, s.150

[70] Watts Alan, a.g.e, s.54

[71]İzutsu Toshihiko, a.g.e, s.164

[72] Yener Osman, a.g.e, s.41

[73] J.C cooper, a.g.e, s.39

[74] Watts Alan, a.g.e, s.55

[75]Lao-Tzu, a.g.e, s.55

[76] J.C cooper, a.g.e, s.41

[77]Lao-Tzu, a.g.e, s.65

[78]Yener Osman, a.g.e, s.60

[79]İzutsu Toshihiko, a.g.e, s.164

[80] Yener Osman, a.g.e, s.14, Watts Alan, a.g.e, s.56 80 Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.70

81 Watts Alan, a.g.e, s.114

82 Lao-Tzu, a.g.e, s.64

83Watts Alan, a.g.e, s.115

84 Tümer Günay, Küçük Abdurrahman, a.g.e, s.70

85 Watts Alan, a.g.e, s.131-132

[87] Türk Diyanet Vakfı, Kuran’ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara 1997, s.172 Araf 7/172-173

[88] Yazır Elmalılı M.Hamdi,Hak Dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul 1998, c.4 s.170-173

[89] a.g.e, s.168

[90] Yüksel Emrullah, kelam dersleri (ilahiyat ve nübüvvet) Atatürk Üniversitesi İlahiyat fakültesi yayınları, Erzurum 1986, s.18

91 Bakara, 2/163

92 Enbiya, 21/ 22

93 Mü’minun, 23/ 91

[94] İsra, 17/42

[95] Maide, 5/72

[96] Yusuf, 12/39

[97] Bayındır Abdülaziz, Duada Evliyayı aracı koyma ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul 2001, s.29

[98] Nisa, 4/48

[99] Zümer, 39/64-66

[100] Yunus, 10/18

[101]Bayındır Abdülaziz, a.g.e, s.30

[102]Zümer, 39/3

[103] Ankebut, 29/61

[104] Zümer, 39/38

[105] Yunus, 10/31-32

[106] Furkan, 25/2-3

[107] Bakara, 2/165

[108] Bayındır Abdülaziz, a.g.e, s.38

[109] Kaf, 50/16

[110] Yüksel Emrullah, a.g.e, s.19

[111] Hadid, 57/3

[112] Rahman, 57/26-27

[113] Kasas, 28/88

[114] Şura, 42/11

[115] Bakara, 2/255

[116]Yüksel Emrullah, a.g.e, s.24

[117] Gafir(Mü’min), 40/65

[118] Furkan, 25/58

[119] Ta-ha, 20/111

[120] Nisa, 4/176

[121] Mülk, 67/13

[122] Kalem, 68/7

[123] Yüksel Emrullah, a.g.e, s.25

[124] Ta-ha, 20/46

[125] Bakara, 2/233

[126] İbrahim, 14/39

[127] Fussilet, 41/36

[128] Rum, 30/54

[129] En’am, 6/65

[130] Yüksel Emrullah, a.g.e, s.27

[131] Yasin, 36/82

[132] Hac, 22/18

[133] Buruc, 85/16

[134] En’am, 6/17

[135] Yunus, 10/99

[136] Nisa,4/164

[137] Lao-Tzu, a.g.e, s. 36

[138] a.g.e, s. 55

[139] – Yaptığı hiçbir şeyden sorumlu olmayan…..

[140] a.g.e, s. 88

[141] a.g.e, s. 92

[142] Yener Osman, a.g.e, s. 38

[143] Hadid, 57/3 [144] Şura, 42/11

[145] Furkan, 25/58

[146] Rum, 30/54

[147] Mü’minun, 23/ 91

[148] Enbiya, 21/23

[149] Furkan, 25/2-3

[150] Lao-Tzu, a.g.e, s. 65

[151] Yener Osman, a.g.e, s. 60

[152] a.g.e, s. 69

[153] a.g.e, s. 55

[154] a.g.e, s.14

[155] Zümer, 39/64-66

[156] Yunus, 10/31-32

[157] Enbiya, 21/22

[158] Araf, 7/185

[159] Lao-Tzu, a.g.e, s. 51

[160] Fatır, 35/22

[161] Maide, 5/117

[162] Zümer, 39/42

[163] Lao-Tzu, a.g.e, s. 52

[164] a.g.e, s. 65

[165] Bakara, 2/255

[166] İsra, 17/111

[167] Yunus, 10/66

[168] Yunus, 10/34

[169] Yener Osman, a.g.e, s. 65

[170] En’am, 6/50

[171] Araf, 7/188

[172] Lokman, 31/34

[173] Naziat, 79/42-45

[174] Rağıp el Isfahani, el-Müfredat,Darul ma’rife, Beyrut 1998, s. 370

[175] Bayındır Abdülaziz, Kur’an ışığında tarikatçılığa bakış, Süleymaniye vakfı yayınları, İstanbul 2001, s. 87-88

[176] Lao-Tzu, a.g.e, s. 82

[177] Lao-Tzu, a.g.e, s. 83

[178] a.g.e, s. 96

[179] İsra, 17/56-57

[180] Sebe’, 34/22-23

[181] Cin, 72/21-23

[182] Ahkaf, 46/4-5

[183] Bayındır Abdülaziz, Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, s. 22-23

[184] Rağıp el Isfahani, a.g.e, DVN maddesi

[185] Firuzabadi, Kamus Tercemesi, Mütercim Asım, Bahriye Matbaası,1305, DVN maddesi

[186] Şemseddin Sami, Kamus-i Türki, İstanbul 1319

[187] Kaf, 50/16

[188] Fatiha, 1/5

[189] Lao-Tzu, a.g.e, s. 32

[190] Aydın Ferit, Tarikatta RABITA ve Nakşibendilik, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s.17

[191] Bayındır Abdulaziz, Kuran ışığında tarikatçılığa bakış, s. 134

[192] Araf, 7/188

[193] Kaf, 50/16

[194] Zümer, 39/3