Tevhidi Kavramlar Yama Kabul Etmez

1.  Tanımlamak, Hükmetmektir.

“Hayvanların dünyasında birini yemek veya birisi tarafından yenilmek kuralı geçerlidir. İnsanların dünyasında ise geçerli kural, birini tanımlamak veya birisi tarafından tanımlanmaktır” diyor Thomas Szasz… Her kim ki birisini tanımlama gücünü ele geçirmişse, onun hâkimiyet alanını kuşatmış ve onu bir tür yemiştir. Mesela birilerinin bir başkalarını, uzun süre (ve belkide hâlâ), “gerici, mürteci” diyerek, tanımlayıp yemeye kalkması gibi…

Hayvanlar ve insanlar söz konusu olunca durum bu, ama ya insanlar Allah’ın kavramlarını tanımlamaya ve yama vurmaya kalkarsa ne olacak? İşte konumuz bu… Bu yama vurma işini yapanlar o kadar çok ki… Bu metin, bir kişiye değil, yama vurma işini yapan her kişiye cevaptır. Yani muhatabımız bir kişi değil, bir zihniyettir.

Tanımlama konusunda; a. Rahman’ın insanları tanımlaması, b. İnsanların birbirini tanımlaması söz konusudur…  Bu rutin bilgimin dışında yeni bir şey daha türemeye başladı… İnsanların, Rahmani kavramları tanımlamaya / yama vurmaya başlaması zuhur etti.

Rahman’ın; bizi, gönderdiği dini ve kâinatı tanımlama yetkisi vardır. Tanımlamak ise, bir şeyin sınırlarını çizmek, kapsama alanını tayin etmek demektir. Biz, Rahman’ın tanımladığı şeye müdahale etmeye değil, onu olduğu gibi anlamaya memuruz. Allah’ın kelime ve kavramlarına ek ve ilavede bulunmak, o kavramı dolaylı olarak ilga etmek demektir. Tevhidi kavramlar anlaşılırsa, asla onlara yama vurmaya kalkmayız. Bir parça tefekkür sahibi olan, onları olduğu gibi anlamaya ve anlatmaya çalışır. Tevhidi kavramları esnetmez, sündürmez, yama vurmaz.

Tevhidi kavramlar, (İslam, Müslüman, Mü’min, müşrik, Rabb, Din, İlah vs.), ismi ile müsemma, bölme ve çoğalmaya değil, tek bir güce gönderme yapar. Bu kavramları; kişilerle, doktrin ile, etnik köken ve coğrafya ile özdeşleştirir, yan yana getirir, başa baş yarıştırır isek, o kavramların, (dinin) cihanşümulluğuna, en hafif tanımla gölge düşer.

Tanımlama, bir şeyin efradını cami, ağyarını mani olacak şekilde, sınırlarını çizmektir. Cenabı Hakk’ın bir şeyi, en doğru şekilde tanımlayacağı ise, izahtan varestedir. Şurası çok önemli: Tevhidi kavramlar, Kuran’ın dışında bir şey değildir. Düşünme (tefekkür etme) gayreti olanın, bu kavramları kolayca anlayacağını, Allah yemin ederek (Kuran, Kamer, 40.), hem de aynı ayetin tekrarları ile haber veriyor. İster ilahi, ister beşeri metin olsun; bir metindeki kavramları yerinden oynattığınız zaman, o metne müdahale ettiniz demektir. Çünkü bir metindeki kavramlar, tanım uygun ise, motor mesabesinde, diğer kelimeler ise aksesuardır.

Mesela, Allah kendini, Allah olarak veya o malum güzel isimleri ile tanımlıyor. Bunların içinde tanrı kelimesi yok. Her kim ki, Allah’ı tanrı kelimesi ile tanımlarsa, bu ya cehaletten, ya da muhalefettendir. Çünkü tanrı kelimesi türedi, joker bir terimdir ve  “her dinden” insanın işine yarar.

Tevhidi kavramlara yama vurulması olayı, görmezlikten gelinebilecek gibi değildir. Çünkü eski kavimlerin kelimeleri yerlerinden oynatması kasıtlı, günümüzdeki yama vurma işi ise, iyi niyetle yapılıyor. Tekrar ediyorum, günümüzde (içeriden) yapılan yanlış, iyi niyetle yapılıyor. Ama iyi niyetle yapılan yanlış, vebalden muaf olmaz.

Şuna karar vereceğiz: Allah’ın sözü yanına söz koyma hakkımız var mı?  Yoksa Allah’ın kavramlarını olduğu gibi anlama sorumluluğumuz mu var? Tercihi birden yana olana, söyleyecek bir sözümüz yok!

“İslam” kavramı, İlahi bir  eser(din)dir  ve bir eseri, (ve özellikle de ed-dini) ancak müessiri (Allah) tanımlayabilir. Kelime ve kavramlar düşüncenin kablosudur. Ehlinin elinden ve özellikle ilahi kaynaktan doğan bir kavramla oynamak, bu kabloya zarar verir.

2.   Kaç Tane İslam Var?

Şimdi buyurun..!  “Anadolu İslamı, tasavvuf takısı alma ihtiyacı (!!!) duyan İslam, geleneksel İslam, Arap İslamı, Türk İslamı, Türkiye İslamcısı, arkasında tasavvufi İslam olan İslam, ana cadde İslamı, radikal İslam, otantik İslam…” Bu kavramları, verdiği röportajda kullanan M. E. Kılıç, İslam dünyasını, tefekküre ve vizyon sahibi olmaya çağırıyor. (Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç… Zaman, 25.03.12.) Konuyu sadece kavramlardan, yani esastan ele alıyoruz. Ayrıntıya, aksesuara girmiyoruz.

Tevhidi kavramlara, başkaları tarafından şu tür yamalar da vuruluyor: Siyasal İslam, ılımlı İslam, modern İslam, muhafazakâr İslam, demokratik İslam vs.

Buyurun dediğimiz bu işte! Yukarda sayılan İslamlardan “hangisini” alırsınız?  Vatandaş soruyor: “-Ben bir tane İslam var biliyordum, ama Türk islamı, ana cadde İslamı, Arap İslamı, tasavvuf takısı alması gereken İslam…  vs. adı altında, daha birçok İslam varmış! Var mı gerçekten?” diyor. Daha vahim sorular da geliyor. Bir şeyin şuyuu, vukuundan beterdir.

Pek okuması yazması olmayan (ümmi mi desem) Salih bir Müslüman, bu tür karışıklıktan hareketle şöyle demişti: “Din Muhammed dini, ekmek buğday ekmeği…” Ama her Müslüman, böyle basiretli bir şekilde konuyu çözemez ki!

3.  Yama Vurmadan, Nasıl Konuşulur?

Türk islamı yerine, Türklerin ANLADIĞI İslam, Arap islamı yerine, Arapların ANLADIĞI İslam, tedhişçi gurupların anladığı İslam, tasavvuf doktrininin anladığı İslam vs. şeklinde ifade ederlerse, hem ifadeniz maksadını aşmaz. Hem de vatandaş, “Demek ki İslam BİR tane imiş, ama bazı kişi, coğrafyalar veya gruplar FARKLI anlıyormuş” diyecektir. Fark ya da çelişki, İslam’da değil, insanların anlayışında olduğuna hükmedilecektir. Kendisine dert edinirse, gidip doğrusunu da öğrenecek, ‘kaç tane islam var’ diyerek, güven bunalımına girmeyecektir. Bu durumda güven bunalımı veya kaygı, din üzerinden değil, kişiler üzerinden yaşanabilir. Bu ise rutin bir şey ve herkes, her önüne gelenden dinini almaz, öğrenmez.

Tevhidi kavramlara yama vurmakla, tevhidi kavramları bir ticari metaya ‘marka’ yapmak, aynı zihniyetin ürünüdür. (Tekbir giyimin markasına, dini kaygılarla itiraz eden bir akademisyen, yargıya gitti.  Ama zamanında itiraz edilmediği için, sanırım sonuç alınamadı.)

4.   İslam, İhtiyaçtan Münezzehtir.

Akademisyenin bir ifadesi tamı tamına şu: ”Özellikle Osmanlı coğrafyasında, islam dini, tasavvuf takısı alma ihtiyacı (!) duymadan, tasavvufi bir islamdı zaten…”  diyor. Arapça bir isim olan tasavvuf kelimesine, akademisyenin kendi kavramı olan ‘tasavvuf doktrinine’,   İslam’ın neden ihtiyacı olsun ki!  İslam, ihtiyaç sahibi ise, bizim gibi muhtaçları tatmin etmekte zorlanmaz mı? İslama, ihtiyaç sıfatını atfetmenin dini hükmü NEDİR???  Kuran’da Allah açık seçik,  “ …dininizi tamamladım…” ( Maide,3.) diyor. Allah’ın tamamladığı bir şey, nasıl ihtiyaçla malul olur?   İhtiyaç sahibi olan, arızi ve eksik olandır.  Aslında bu yazı burada biter… Ancak az daha gayret edelim.

Akademisyen aynı röportajda, “siz eğer bu manada bir vizyon dönüşümü, bir ihya istiyorsanız, geleneksel islama başvurmak zorundasınız” diyor. Geleneksel islam kavramı, yukarda izah edildi. Geleneğe gelince, gelenek kavramı o kadar belirsiz, o kadar muğlâktır ki, islamda hiçbir bağlayıcılığı yoktur. İslamla sağlaması yapılabilecek “adetler” hariç. Gelenekler hüküm içermez, haklarında “ hüküm” verilir. Düğün ortamında, taze mahremi oynatmak ta gelenek. Demek ki, gelenekler ihanetleri örtbas eder.

Aynı akademisyen, “dünyada ve ülkemizde, dindar olmayan çevreler bile tasavvufa ilgi duyarken; ‘tasavvuf şirk midir’ sorusunu, hacı hoca dediğimiz Müslümanların, bazı İlahiyatçıların sorması çok düşündürücü” diyor… Dindar olmayanların tasavvufa ilgi duyması, islam adına neden bağlayıcı olsun ki? Tut ki, dindar olmayanlar, tasavvuf bir yana, zekât verdi, kurban kesti, bunu ciddiye alacak mıyız? Böyle bir akıl yürütme, hangi teze dayanak olur!

Aynı akademisyen söyleşide, “Tasavvuf doktrini” kavramınını olumlayarak kullanıyor. Fransızca bir terim olan doktrin, M. Doğan’ın Büyük Türkçe sözlüğünde, özetle; insan elinden çıkma felsefi, fikri, siyasi sistem, öğreti ve özellikle dogmalar bütünü olarak tarif ediliyor… Bu Frenkçe terim, tevhide dil olursa, ‘tasavvuf doktrini’ kavramının tercümesi,  tasavvuf felsefesi, tasavvuf dogması gibi, tuhaf anlamlarla karşımıza çıkıyor. Sözlüğe, Nurettin Topçu gibi değerli düşünürlere ve genel kabule göre tasavvuf, felsefi bir öğretidir. Böylece, dindar olmayan çevrelerin, tasavvuf adı altında, esasen felsefeye ilgi duyduğu daha iyi anlaşılıyor. Ama dindar olmayan çevrelerle, hacı hoca tabir edilen Müslümanları “kıyaslamaya” kalkmanın haksızlığını, mezar taşı bile taşıyamaz… Bilge kişiye göre; “felsefe insanı, her yerden alıp, hiçbir yere götüren yolların haritasıdır.”

Sonuç Yerine:

“Kullarıma söyle! Sözün en güzelini konuşsunlar…..” (İsra, 53.)

İnsanların sözünün üstüne söz edersek, bunun hatası telafi edilir bir şeydir. Ama Allah’ın sözünün yanına söz eklenirse, bu yenilir yutulur bir şey değildir. Bundan her mümin rahatsız olur. Çünkü zaten altyapısı yetersiz olan insanların kafası karışıyor… Telif bir çalışmamdan nakledeceğim alıntılarla konuyu bitirelim;

A.  Doğru tanımlamak, bir şeyin sınırlarını çizebilmektir. Her kim ki kendini yanlış tanımlıyorsa, kendini bitirme işini kendine yüklemiştir.

B.  Güzel olan hiçbir şey, ‘yama’ kabul etmez.

C.  Bütün tanımlamalar, dinin yaptığı tanımlamaları onaylamak veya silip süpürmek içindir.

D.  İslam tanımlanmak için değil, tanımlamak için vardır. Çünkü mümin, müşrik, münafık, kâfir tanımları, tüm zamanları kuşatmıştır.

E.  İnsanlar daha çok, kendini tanımlayan dine değil, kendinin tanımladığı dine inanırlar.

F.  Bir insanı bize tanıtan,  en kestirme soru: Sen kendini nasıl tanımlıyorsun?

G. Tevhidi kavramlar hep günceldir, beşeri  (fakat ‘seküler’) kavramlar sürekli güncellenir.

H.  BİR TANIMLAMA REFERANSI OLARAK DİN, TANIMLAMA GÜCÜNÜ ELİNDE TUTAN YEGÂNE KAYNAKTIR VE BU ONUN “VARLIK” SEBEBİDİR.

Ramazan DEMİR

Emekli Öğretmen, Yazar.