Gökyüzünün Tabakaları

“O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, herşeyi bilir. “(Bakara 29)
“Sonra duman (gaz) halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve arza: “İsteyerek veya istemeyerek (buyruğuma) gelin” dedi. “İsteyerek (buyruğuna) geldik.” Dediler”. (Fussilet 11)
“Böylece onları, iki günde yedi gök halinde takdir edip her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti. Ve biz, arza en yakın göğü kandillerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir.” (Fussilet 12)
“Birbirleriyle uyumlu bir şekilde (tabakalar halinde) yedi göğü yaratmış olan odur. Merhametli olanın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevirip gezdir. Herhangi bir çarpıklık(çatlaklık) görüyor musun?” (Mülk 3)

“Gök” diye çevirdiğimiz Arapça’daki “sema” kelimesinin aynen Türkçe’deki “gök” kelimesi gibi tüm Dünya’nın üstünü tarif etmektedir. Nasıl Türkçe’de “gökteki bulutlar” tamlamasında göğü Dünya’nın yakın üstü olarak, “gökteki yıldızlar” tamlamasında ise göğü, Evren’in tümü olarak kullanıyorsak, aynı şey Arapça’daki “sema” kelimesi için de geçerlidir. Bu yüzden Kuran’ın göğün yedi kat olduğu açıklamasıyla, Evren’de yedi ayrı tabakanın, yedi ayrı boyutun veya yedi ayrı çekim alanının olduğu düşünülebilir. Fakat Dünya’nın Atmosfer’ini incelediğimiz zaman çıplak gözle sıradan bir yapıda olduğu zannedilebilecek olan Atmosfer’in, apayrı tabakalardan oluştuğunu farkediyoruz. Ayette “birbiriyle uyumlu bir şekilde” diye tercüme ettiğimiz tabaka kelimesi hem bu anlama, hem de “tabakalar halinde” anlamına gelmektedir. Nitekim bu kelime Türkçe’ye de geçmiştir ve “mutabık” kullanımıyla ilk anlamı, “tabaka” kullanımıyla ikinci anlamı ifade etmektedir. Ayetin ifadesiyle Atmosfer’imizin uyumlu, farklı tabakalardan oluştuğu gerçeği tamamen uyumludur. Peygamberimiz dönemindeki bilim seviyesiyle ile bu gerçeğin bilinmesi imkânsızdır. Atmosfer’in bu şekilde tarifinin rastgele bir şekilde söylenen bir ifadeyle uyum göstermesi de akla aykırıdır. Görüldüğü gibi Kuran’daki bu ayetin en azından bir işareti Atmosfer’deki tabakalardır. Ayrıca tüm Uzay’da da farklı tabakalar, farklı boyutlar olduğu da düşünülebilir.

Allah’ın ayrı ayrı tabakalar yaratması ve bu tabakaların birbiriyle uyumu, atomun mikro seviyesinden makro seviyesindeki Evren’imize kadar gözlemlenebilen bir olgudur. Atomu incelediğimizde de çekirdeğin etrafında elektronların oluşturduğu tabakalara, yörüngelere rastlarız. Atomun içindeki bu yörüngelerin maksimum yedi tane olabilmesi, yediden fazla yörüngeli atomun bulunmaması da ilginçtir.

Yedi sayısının diğer bir özelliğine de dikkat etmemiz gerekir. Arapça’da yedi sayısı aynı zamanda çokluğu ifade etmektedir. “yedi tabakalı gök” tabiriyle “yedi adet gök” anlaşılabileceği gibi “birçok gök” de anlaşılabilir. Arapça’daki bu özelliği tarih boyunca birçok araştırmacı belirtmiştir. Ayrıca Kuran’da Lokman Suresi 27. ayette “yedi deniz” tabiri geçmesi, Tevbe Suresi 80. ayette Peygamber’e hitaben “Onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları affetmeyecektir.” denmesi; yedi, yetmiş sayılarının Türkçe’deki yüz sayısı gibi çokluk ifade etmek için de kullanıldığı kanısını güçlendirmektedir. 7 rakamının benzer şekilde kullanımına eski Yunan’da ve Roma’da da rastlayabiliriz.

Atmosferin tabakaları ve önemi

Atmosfer’i incelediğimizde birbirinden ayrı tabakalar halinde katmanlarının olduğunu görüyoruz. Atmosfer’in bu katmanları Dünya’mızda hayatı olanaklı kılmaktadır. Bu tabakalardan herhangi birinin yokluğu  dünya’daki hayatı sekteye uğratacak ve canlılığın yok olmasına sebep olacaktır. Evren’in her yerinde kusursuz sanatını gösteren Allah, Atmosfer’de yarattığı tabakalarda da sanatını göstermekte ve buna ayetlerle dikkat çekmektedir. Her tabaka kendisine verilen görevi yerine getirmekte ve Atmosfer’in katmanları arasında paylaştırılan iş bölümüne uyumlu bir şekilde katılmaktadır. Atmosfer’deki cansız atomların bilinçli bir varlık gibi insana hizmet etmeleri, Allah’ın bizlere olan merhametinin bir sonucudur. Alıntıladığımız ayette Allah’ın merhametinin vurgulanması bu dediğimizi desteklemektedir.

Atmosfer’in Dünya’mıza en yakın katmanı Troposfer’dir(1). Bu tabakanın kalınlığı kutuplarda 6 km’ye kadar inmekte, ekvatorda 12 km’ye kadar çıkmaktadır. Hava olayları Troposfer’in 34 km’lik kısmında oluşur. Atmosfer’in gazlarının %75’i bu katmandadır. Troposfer’in üzerinde 50 km. kadar yüksekliğe uzanan Stratosfer (2) vardır. üçüncü olarak Ozonosfer (3), Ozon Tabakası olarak da anılır ve canlılar için öldürücü etki yapan mor ötesi ışınları tutar. Bunun üzerinde Mezosfer(4) vardır. Mezosfer’in üstünde Termosfer(5), Termosfer’in üzerinde yeryüzünden 500 km kadar yükseklikteki İyonosfer(6) vardır. Bu tabaka radyo dalgalarını yansıttığı için yeryüzündeki haberleşmeyi mümkün kılmaktadır. Atmosfer’in en üst katı ise Ekzosfer’dir(7) ve 10000 kilometreye kadar uzanır. Bu katmanda gaz oranı iyice azalmış ve iyonlara ayrılmış durumdadır. Görüldüğü gibi Atmosfer’i  7 tabakaya ayırıp incelememiz mümkündür. Fakat bazı araştırmacılar eğer bu tabakalardan bir kaçını birleştirip incelerlerse 7 sayısının değişmesi mümkündür. Fakat o zaman da ayetteki 7 sayısının çoğul ifadesi düşünülüp, ayetin mucizevi işaretinde bir değişiklik olmaz. 7 sayısının böylece iki türlü değerlendirilmesi, hem “7 katman” izahıyla mutabık olmaktadır, hem de itiraz olarak gelebilecek diğer sınıflandırmalara cevap vermektedir. Tek bir ayetin tek bir kelimesinde bile sayılamayacak kadar incelik olduğu Kuran’ı iyice araştırdıkça ortaya çıkmaktadır.

Her durumda Atmosfer’in ayrı ve uyumlu tabakalardan oluştuğunu söylemek son yüzyıllarda mümkün olmuştur. Kuran’ın indiği dönemlerdeki bilimsel düzey ile Atmosfer’in katmanlarının incelenmesi ve katmanların var olduğunun söylenmesi mümkün değildir. Fussilet suresi 12. ayette söylenen “… Her göğe kendi iş ve oluşunu vahyetti” ifadesi de katmanların incelenmesiyle anlaşılmakta ve her tabakanın ayrı bir görevle donatıldığı anlaşılmaktadır. Her tabakanın üzerine düşen görevi yerine getirmesi sayesinde Dünya’mızda yaşayabiliyoruz.

Diğer bir ilginç nokta da Kuran’da 7 gök tabirinin tam 7 kez geçmesidir. Bu geçişler 2Bakara Suresi 29, 17İsra Suresi 44, 23Muminun Suresi 86, 41Fussilet Suresi 12, 65Talak Suresi 12, 67Mülk Suresi 3,71Nuh Suresi 15. ayetlerde gerçekleşmektedir.

Atmosfer,  termal açıdan (sicaklığa göre) sınıflandırıldığında, dört katmana ayrılır, bunlar, troposfer, stratosfer, mezosfer ve termosfer’dir. Dünyanın atmosferi çok büyük bir gezegenin etrafında sarılmış aslında ince bir tabakadır.

Dünyanın  iklimi,  güneşe olan uzaklığı ve atmosfer bileşimi tarafından kontrol edilir. Atmosfer atmosferi bileşimi  % 78 azot, % 21 oksijen ve% 1 diğer gazlardan oluşur, karbon dioksit, sadece 0.03 – 0.04%. Su buharı,% 0 ila 4 oranında bulunmaktadır.

Azot (N2) %78, oksijen(O2) %21, argon(Ar) % 0.93, neon(Ne) %0.0018 ,helyum(He) % 0.0005, hidrojen(H2) % 0.00005 ve xenon(Xe) % 0.000009’nin hacimsel yüzdeleri yerden 80 km’ye kadar sabittir. Ayrıca, yer ve yakınında bu gazların dönüşümü ve yeniden üretilmeleri arasında bir denge mevcuttur. Örneğin azot topraktaki bakteriler tarafından kullanılır; fakat çürüyen organizmalar yoluyla da tekrar atmosfere kazandırılır. Oksijen ise çürüyen organik maddeler tarafından ve oksidasyon yoluyla atmosferden alınır. Diğer taraftan atmosferden solunum esnasında oksijen alınır ve karbondioksit olarak geri verilir. Atmosferin temel oksijen kaynağı fotosentez olayıdır.

Diğer gazlardan subuharı (H2O) %0-4, karbondiokit (CO2) % 0.036,  metan (CH4) %0.00017, ozon (O3) % 0.000004, diazotmonoksit (N2O) ve kloroflorokarbon (CFC)’ler önemli sera gazlarıdır. Karbondioksit atmosferin doğal bir bileşenidir. Atmosferde hacimsel yüzde olarak çok küçük (% 0.036); fakat oynadığı  rol bakımından önemli bir gazdır. CO2, bitkilerin çürümesinden, volkanik aktivitelerden, insan ve hayvanların verdği nefesten ayrıca kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil kökenli yakıtların yanması sonucu atmosfere karışır. CO2 bitkilerin fotosentezi yoluyla atmosferden alınır. Ayrıca okyanuslar çok büyük bir CO2 deposudur. Bilimsel çalışmalar, okyanusların atmosferik CO2’in 50 katından fazlasını içerdiğini ortaya koymaktadır. Fosil yakıtların yanması, orman yangınları vb. nedenlerden dolayı bu yüzyılın başlarından beri CO2 konsantrasyonunu hızla artmaktadır. 20. yüzyılın başlarında 290 ppm olan CO2 konsantrasyonunun 21. Yüzyılın sonunda 500 ppm’e çıkacağı tahmin edilmektedir. CO2, yeryüzeyinden yayınlanan infrared ısı enerjisinin bir kısmını absorblar. Dolayısı ile CO2 consantrasyonundaki bir artıs, dünya ölçeğinde ortalama yüzey sıcaklığının artmasına neden olacaktır.

Atmosferin doğal kompozisyonu değiştiren etmenler hem dogal hem de insan kaynaklı olabilmektedir. Rüzgârlar yüzeyden tozları kaldırarak atmosfere taşırlar. Okyanus dalgalarından kaynaklanan tuzlu su damlacıkları atmosfere karışırlar. Buharlaşma sonucunda bu damlacıklardan geriye atmosferde asılı duran mikroskobik tuz partikülleri kalır. Orman yangınları ve volkanik aktiviteler sonucunda önemli miktarlarda duman, kül ve çeşitli gazlar atmosfere karışırlar.

Kükürtdioksit (SO2), kömür ve petrolün yanması sonucu atmosfere bırakılır. Eğer hava yeterince subuharı içeriyorsa sülfirik asit damlacıkları meydana gelir. Sülfirik asit ise çevredeki metallerin krozyonuna ve tatlı su kaynaklarının asitlenmesine neden olur. Asit yağmurları özellikle endüstriyel bölgelerin rüzgaraltı taraflarında kalan alanlar üzerinde ciddi çevre sorunlarına neden olur.

Otomobiller atmosfere azotdioksit (NO2), karbonmonoksit (CO) ve hidro-karbonları yayarlar. Güneş ışınları altında NO2, hidrokarbonlar ve diğer gazlarla reaksiyona girerek ozonu (O3) meydana getirir.

Atmosferde ozon konsantrasyonunun en yüksek olduğu tabaka stratosferdir. Burada ozon, bir oksijen molekülüile bir oksijen atomunun birleşmesi ile üretilir. Stratosferdeki ozon konsantrasyonu hacimsel olarak % 0.002 kadardır. Ancak bu miktar yeryüzünde hayatın başlaması ve devam ettirilmesinde büyük bir öneme sahiptir. Ozon tabakası yeryüzündeki canlıları güneşten gelen ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinden korur. Son yıllarda yapılan çalışmalar çeşitli kaynaklardan atmosfere bırakılan kloroflorokarbon (CFC) gibi gazların ozon tabakasındaki dengeyi bozduğu dolayısı ile ozonun koruyucu özelliğinin azaldığını ortaya koymaktadır. Çalışmalar, ozon konsantrasyonundaki bu azalmanın insanlarda cilt kanseri olaylarında artışa, bitki ve hayvan sağlığı üzerinde bir takım olumsuzluklara yol açacağını ortaya koymaktadır. Özetle aşağı atmosferdeki ozon canlı sağlığını olumsuz yönde etkilerken, yukarı atmosferdeki ozon yeryüzündeki hayatın geleceği açısından bir güvencedir.

Metanın (bataklık gazı) ana kaynağı bataklıklar, çeltik üretimi, hayvancılık vb alanlardır. Atmosferdeki metan konsantrasyonunun yıllık artışmiktarı %0.6 kadardır. Metan atmosferde CO2’e göre miktarca çok azdır. Bununla birlikte bir metan molekülünün neden olduğu sera etkisi bir CO2 molekülünün neden olduğu sera etkisinden 7.5 kat daha fazladır. Diazotmonoksit (güldürücü gaz) kimya endüstrisi, ormansızlaştırma ve bazı tarımsal faaliyetler sonucu atmosfere salınır. Yıllık artış miktarı yaklaşık %0.25’dir.

Atmosferik Sera Etkisi

Güneş sürekli olarak dünyaya enerji gönderirken, dünya da sürekli olarak kızılötesi radyasyon yayınlar. Eğer başka bir enerji iletim mekanizmasının olmadığını varsayarsak, güneş radyasyonunun absorblanma miktarının, dünyanın yayınlamış olduğu kızılötesi radyasyona eşit olması gereken bir denge durumu ortaya çıkar. Buna, radyatif denge denir. Bu dengenin oluştuğu ortalama sıcaklığa da radyatif denge sıcaklığı denir. Bu sıcaklıkta, bir siyah cisim gibi davranan yerin, absorbladığı güneş radyasyonu ile yayınladığı kızılötesi radyasyonun miktarı birbirine eşit olması nedeniyle sıcaklığı değişmez. Dünyanın radyatif denge sıcaklığı -18oC’dir. Bu sıcaklık, dünyanın ortalama sıcaklığı olan 15oC’den çok düşüktür.

Bu iki sıcaklık arasında neden böylesine büyük bir fark vardır?

Bu sorunun cevabı, dünya atmosferinin kızılötesi radyasyonu absorblaması ve yayınlamasındaki davranış farklılığından hareketle cevaplandırılabilir. Atmosfer bazı dalga boylarındaki radyasyonu absorblarken, diğerlerine karşı tamamen geçirgen davranır. Atmosfer, bu özelliği nedeniyle bir seçici absorblayıcı’dır. Diğer bir deyişle dünya atmosferinin doğal bir sera etkisi özelliği vardır.

Ozon, 0.2-0.3 µm arasındaki morötesi radyasyonu ve 9.6 µm ’ye karşı gelen kızılötesi radyasyonu absorblar. Bu işlem atmosferde 10 km’nin üzerinde meydana gelir. Bu seviyenin altında subuharı ve CO2, kızılötesi radyasyonun güçlü, görünür güneş radyasyonunun ise zayıf seçici absorblayıcısıdırlar.
Subuharı, 1-8 µm arasında ve 12 µm’den büyük dalga boylarındaki kızılötesi radyasyon için önemli bir
absorblayıcıdır. Tek başına CO2 ise, 4 µm ve 13-17 µm arasındaki dalga boylarında etkin bir absorblayıcıdır. Gerek subuharı ve gerekse CO2, 8-11 µm arasındaki dalga boylarına karşı geçirgen davranırlar. Bu dalga boylarına karşı gelen kızılötesi radyasyon atmosferi geçerek uzaya kaçar. Bu nedenle, bu dalga boylarına karşı gelen aralık, atmosferik pencere olarak adlandırılır.

Son yıllarda artan konsantrasyonları nedeniyle N2O, CH4 ve CFC gibi sera gazlarının toplam etkileri
karbondioksitinkine hemen hemen eşittir. Gerek N2O gerekse CH4 kızılötesi dalga boylarında güçlü absorblayıcılardır. Diğer taraftan bir CFC türü olan CFC-12 ise atmosferik pencereye
karşı gelen dalga boylarında etkin bir absorblayıcıdır. Bu özelliğinin dışında atmosfere bırakılan bir CFC-12 molekülü sera etkisi açısından 10000 CO2 molekülüne eşdeğerdir.

Dünyanın yayınlamış olduğu enerjinin önemli bir kısmı 4-25 µm aralığındaki kızılötesi dalga boylarında
gerçekleşir. Bu enerjinin önemli bir kısmı aşağı atmosferdeki subuharı ve CO2 tarafından absorblanır. Bunun sonucunda bu gazların kinetik enerjisi artar.

Komşu hava molekülleri ile yapmış  oldukları çarpışmalarla bu enerjiyi örneğin oksijen ve azot gibi kızılötesi radyasyonun zayıf absorblayıcıları olan gazlarla paylaşırlar. Sonuçta bu çarpışmalar havann ortalama kinetik enerjisini ve dolayısı ile sıcaklığını artırır. Özetle, yeryüzeyinden yayınlanan kızılötesi radyasyonun bir kısmı aşağı atmosferin ısıtılmasında kullanılır.

Seçici absorblayıcı olmalarının yanında, subuharı ve CO2, kızılötesi dalga boylarında seçici yayınlayıcıdırlar. Radyasyon bu gazlardan dışarıya doğru her yönde yayılır. Bu enerjinin bir kısmı yeryüzeyi  tarafından absorblanır ve yeri ısıtır. Yer ise almış olduğu enerjiyi tekrar yukarı doğru yayınlar, orada yeniden absorblanır. Sonuçta bu süreç aşağı atmosferin ısıtılmasını sağlar. Böylece subuharı ve CO2, yeryüzeyi üzerinde izolasyon etkisi yaratan bir tabaka şeklinde davranarak, yerin kızılötesi radyasyonunun kolay bir şekilde uzaya kaçmasını engeller ve sonuçta atmosferin sıcaklığı, bu gazların hiç olmaması durumu ile kıyaslandığında, daha yüksek olur. Eğer atmosferde subuharı ve CO2 ve diğer sera gazları olmasaydı, dünyanın ortalama sıcaklığı bugünkü durumdan 33 0C daha düşük olacaktı.

Bir seranın camları görünür ışığın içeri girmesine izin verir, fakat kızılötesi radyasyonun dışarı kaçmasını belli bir dereceye kadar engeller. Bu nedenle, subuharı, CO2 ve metan ve diazotmonoksit gibi gazların atmosferde oynamış olduğu rol, sera (greenhouse) etkisi olarak adlandırılır. Bununla birlikte konuyla ilgili çalışmalar, sera içerisindeki sıcak hava oluşumunun kızılötesi radyasyonun içeride hapsedilmesinden ziyade, havanın sirkülasyon yeteneğini yitirmesi ve çevresindeki daha soğuk olan havayla karışmamasından kaynaklandığını göstermektedir. Bu nedenle bu etki daha genel bir ifadeyle atmosferik sera etkisi olarak adlandırılır.

Mevcut sera gazlarının üretimine hemen son verilse bile, bu gazların neden olduğu sera etkisi daha uzun yıllar devam edecektir. Çünkü her sera gazının belli bir atmosferik ömrü vardır. Sera gazlarının atmosferik ömürleri CO2 için 50-200 yıl, CH4 için 12 yıl, N2O için 120 yıl ve CFC-11 için 50 yıldır. Diğer taraftan subuharının atmosferik sera etkisine katkısı %60, karbondioksitin %26 diğer sera gazlarının toplam katkısı ise %14 civarındadır.

Dünyanın küre şeklinde olmasından dolayı, farklı ısınan hava kütleleri rüzgarlar ve okyanus akıntıları gibi çeşitli etkilerle yer değiştirerek atmosfer olayları, su çevrimi, karbon çevrimi gibi süreçleri işletirler ve dünyada yaşamın sürmesini sağlarlar.

Küresel ısınma

Atmosferik ömrü 5-200 yıl olan CO2 iklim üzerinde çok etkilidir. Son ölçümlerde, atmosferdeki CO2 miktarı 386,49ppmv (Gazın atmosferde kapladığı alanın hacimsel gösterimi-milyon hacimde parçacık partikül sayısı) olarak ölçülmüştür. (sanayi öncesi dönemde yaklasık 280 ppmv) Bu da atmosferde 770 milyar ton CO2 gazının varolması demektir. Fosil yakıtların tüketimi ve ormansızlaştırma yüzünden her yıl atmosfere yaklaşık 7,9 milyar ton karbondioksit salınmaktadır. Ortalama 4,7 milyar ton CO2 çevrime girmekte 3,2 milyar ton CO2 ise çevrim fazlası olarak atmosferde birikmektedir.  Günümüzde bilim adamları küresel ısınmanın % 60’lık bölümünden, karbon dioksitin sorumlu olduğu kanısındalar.

Sıcaklık gözlemlerinin yapılmaya başladığı 1860’dan bu yana yeryüzü CO2 artışına bağlı olarak yaklaşık 0,6°C ısınmıştır. Bir dereceden bile küçük bu artışın aslında pek de önemli olmadığı düşünülebilir. Ancak 1500’lü yıllarda başlayıp 1800’lü yıllara değin süren ve Avrupa’da Küçük Buz Çağı olarak anılan soğuk dönemde, ortalama küresel sıcaklık, bugünkü değerinin yalnızca 1°C altındaydı.

Yapılan incelemeler, CO2 emisyonunun 1990 yılından sonra süratle arttığını ve buna bağlı olarak da son 1200 yıllık dönem içindeki en sıcak yılların 1997 den sonra başladığını ortaya koymuştur. Açıklanan rakamlara göre dünyada yaşanan en sıcak yıl 1998 yılıdır. Daha sonra sırasıyla, 2005, 2002, 2003, 2004 ve 2006 yılları en sıcak yıllar olmuştur.

Tahminlere göre, insan etkinlikleri yüzünden 2015’te atmosfere karışan karbon dioksit miktarı 1990’daki miktarın % 50 fazlası olacak; 2100 yılındaysa üç katına çıkacak. Bu da 5 derecelik bir ısı artışı demektir. Günümüzden 12 000 yıl kadar önce sona eren son buzul çağında dünyanın ortalama sıcaklığı bugünkü düzeyinden yalnızca 5°C daha düşüktü. Bize sayı olarak pek küçük gelen bu sıcaklık değişimlerinin, iklim kuşakları, canlıların doğal yaşam alanları ve insanların toplumsal yaşamları üzerinde gerçekte büyük etkileri olur.
Dünya ikliminin önümüzdeki yüz yıllık dönemde yeniden dengeye kavuşabilmesi için atmosferdeki karbon dioksitin, okyanusların ve ormanların emebileceği bir düzeye indirilmesi gerekiyor. Bu da yılda en fazla 1-2 milyar tonluk bir salımla sağlanabilir; yani bugünkü miktarın % 20’siyle.
İklim üzerinde en tehlikeli gazlardan biri de karbonun bileşiklerinden olan metan(CH4) gazıdır. Metan moleküllerinin ısı tutma yeteneği, karbon dioksit molekül¬lerinin 20 katıdır ve bilim adamları yaşadığımız küresel ısınmanın % 10-15’lik bölümünden metanın sorumlu olduğunu düşünüyorlar. Bu gazların yapısında bulunan klor ve brom atomlarının, zayıf ozon moleküllerini parçalamasıyla ozon tabakası tahrip olmuştur.

Derleyen /Feridun Kandemir/15.11.2011
Kaynakça:

The Quran: Unchallengeable Miracle(Kuran Karşı konulamaz Mucize),Caner Taslaman, İstanbul,2006
Süleyman Ateş ve Yaşar Nuri Öztürk Kur’an mealleri
İklim Değişiminde İnsan Faktörü, Doç. Dr. Kasım Koçak,İ.T.Ü. Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
Güneş, Ahmet M. (2010): İkllim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nden Kyoto Protokolü’ne Küresel Isınmaya Karşı Uluslararası Alandaki Hukuki Gelişmeler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Yıl 2010, Sayı 87
Ekoloji,Müjgan Kandemir