Bu Röportajı Yalnız Kadınlar Sever

PERİHAN ALTINSOY’un Röportajı

Pazar sabah erkenden Süleymaniye’de Süleymaniye Vakfındayım. Kadın ve erkekler ayrı ayrı masalarda hem kahvaltı yapıyor hem de Abdülaziz Bayındır hocayı dinliyorlar.

Hoca, “Benim bir elim balığın karnında, bir elim yedi göğün üstündedir, Hz İbrahim’i de ateşten ben kurtardım” dediği rivayet edilen eskilerden bir şeyhe kızıyor.

Beni görünce randevuyu hatırlıyor (unutmuş) ve mecburen sohbeti yarım bırakmak zorunda kalıyor, yoksa şeyhe daha bir sürü laf söyleyecekti…

Birlikte yukarı, üst kattaki ofisine çıkıyoruz. Bayındır, ‘bir hanımla yalnız oturmak uygun değildir’ diyerek aşağıdan kızını da çağırıyor. Böylece Hatice Hanım’ın refakatinde söyleşiye başlıyoruz. Ama bu, Hoca için hiç iyi olmuyor, çünkü özellikle kadınlarla ilgili sorularda ‘neden, neden’ diyerek hocayı bunalttığım anlarda, Kızı da benimle bir oluyor. İlahiyat eğitim alan Hatice Hanım, kadın konusunda oldukça hassas.

Söyleşiyi okuyup, ‘yahu sen de kadın konusuna takmışsın, başka konu yok mu’ diyecek olursanız; Hoca, salı ve cumartesi günleri toplu sohbetler yapıyor, merak ettiklerinizi gidin sorun, her şeyi devletten beklemeyin derim…

Şaka bir yana, din kutusunun kapağı bir kere açılınca ciltlerle kitap yazılsa kapanamaz. Elbette farklı konulara da değindik ancak daha çok sosyal meseleler üzerinde durmayı tercik ettik. 

HANGİ DİNİN DİNDARI OLDUĞUNUZ ÖNEMLİ

Sizi, genellikle tarikatları ve şeyhleri eleştirirken görüyoruz. Tabi onların da size itirazları var. Önce sizin eleştirilerinizi dinleyelim…

Yeryüzünde dindar olmayan ve Allah’a inanmayan kimse yoktur. Herkes de kendi açısından dindardır. Onun için dindar olmak önemli değil hangi dinin dindarı olduğunuz önemlidir.

Doğru din; yani doğrudan doğruya Allah’a kul olmak insana dünyalık kazandırmaz, insanları size hizmet ettirmez; siz de Allaha kul olacaksınız, insanlar da Allaha kul olacak, hep birlikte doğru bir hayat yaşayacaksınız. Kimsenin kimseyi sömürmediği,  kimsenin kölesi olmadığı bir düzen kuracaksınız. Fakat insanlar bunla tatmin olmuyorlar, onlar istiyor ki bu yolla dünyalığı elde etsinler. Din insanların en hassa olduğu konudur,  onu istismar etmeden de hedefinize ulaşamadığınız için burada yapılacak tek şey şu dünyayı dine tercih etmek olur.

Böyle yapmayan kimse yok mu?

Olmaz olur mu mutlaka vardır. Her zaman her devirde yalnız Allah’a kul olmak isteyen hep olur.

KİMSE ALLAH’LA KULUN ARASINA GİRME YETKİSİNE SAHİP DEĞİL

Evliyalık atfedilen, şeyhlik mertebesine yükseltilenlerden bahsediyorum.

Evliya demek Allah’ın dostu, velisi demektir, ona elbette bizim bir sözümüz olamaz. Ancak Allah’a dost belirlemek de bizim görevimiz değildir, O’nun bileceği bir konudur. Allah’a dostluğun da dereceleri elbette vardır. Allah dostları için Kuran-ı Kerimde, bunlar diyor; ‘inanan ve takva sahibi olan kimselerdir.’

Takvayı da iki gruba ayırıyor, Meryem Suresi, 87. ayetinde; şirkten uzak kalmak yani Allah’la arasına ikinci bir varlığı sokmama -inanan herkes buna girer- bir de günahlardan uzak kalan takva… Kimse Allah’la kulun arasına girme yetkisine sahip değildir.

Hocam çok genel oluyor böyle, bir de âlim olan ilim öğretenler var bunlara da mübarek zat filan deriz, sizin bu şekilde saygı duyduğunuz kimse yok mu?

İlmine saygı duyduğumuz, bize de hocalık yapmış olan çok sayıda kişi var ama ilmine saygı duymak Allahın önün geçirmek demek değildir. Burada asıl konu O kişinin ilmini Allah’ın süzgecinden geçirerek kabul etmektir. 

HADİ İMAM RABBANİ’Yİ ÇAĞIR BAKALIM

Herkes bu kapasiteye sahip mi?

Ona kapasitede olmasına gerek yok.  Allah insana akıl vermiş  -Kuran da bilmeyebilirsiniz- bakıyorsunuz, diyor ki birisi (şu anda hapiste olan); “Ben sıkıştığım zaman yetiş ya İmam Rabbani derim, yetişir beni sıkıntıdan kurtarır”, peki şimdi İmam Rabbani’yi çağır bakalım gelsin seni kurtarsın!

Oraya girdikten sonra da insanlara diyor ki şu şu ayetleri okuyun, Allah’tan yardım isteyin diyor. Neden başın sıkıştığı zaman Allah’tan yardım istiyorsun da her şey rahatladıktan sonra –hapisten çıktıktan sonra diyecek ki beni şu büyük zat çıkardı, bu zat çıkardı- başka söylüyorsun. Niye, çünkü kendilerinin de o konuma getirilmesini istiyorlar, insanlar bizi de Allah’la aralarına koysunlar istiyorlar…

Bir diğeri çıkıyor televizyon televizyon dolaşıyor, ben mehdiyim diyor. Mehdi ne yapacak, kurtarıcılık yapacak, Allah onlardan bizi kurtarsın!

İbrahim suresi 3. ayetinde Allah, kâfirle mümin ayrımını şöyle belirtiyor; “kâfirler dünya hayatını ahretten çok seven kimselerdir. Onun için Allahın yolundan yavaş yavaş ayrılır, o yolda eğrilik isterler” diyor. Yani o yolu kendisine uydurmak isterler. Ki bunların tamamı böyle dini kavramları kullanarak insanları sömürürler. Bu sömürü cinsel sömürü olabilir, maddi sömürü olabilir, makam, siyasi her şey olabilir. İnsanoğlu bu, öğretmeni Allah ama yanlış yapıyor. Şeytanlar kesinlikle dini söylemler ve kisvelerle ortaya çıkarlar ve yanlış yaparken yanınıza uğramazlar. Şeytan doğru yol üzerinde oturur…

Ve dünyada dini kullanmadan da sömürü yapmak çok zordur. Dolayısıyla kim ki din yoluna yönelirse onun yapması gereken şudur; aklını sonuna kadar kullanmak. İnsanlar enteresandır dünyalık işlerde sonuna kadar aklını kullanırken, dine sıra geldi mi aklını hiç kullanmaz, kiraya verir.

Bu Allahın asla kabul etmediği bir şeydir ‘ben bunu anlamam, benim aklım ermez’. Aklının ermediği şeyden sorumlu olmazsın kardeşim… Aklımıza ters düşen şeyleri sonuna kadar araştıracağız, araştırırken de falanın filanın kitabından değil, Kuranı Kerimde var mı, Nebîmiz söylemiş mi onlara bakmak lazım. 

KUR’AN’DA KADINA POZİTİF AYRIMCILIK VAR

Bildiğim kadarıyla şu hadisle bir bağlantı kuruluyor; “Benim ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız doğru yolu bulmuş olursunuz”

Bunlar hadis olarak geçiyor da böyle bir şey yok. Hangisine uyarsanız olur mu, uyulması gereken Kuranı Kerimdir. Ashabın tamamı da yoldan çıkmış olabilir.

Hz. Ayşe ile Hz. Ali’nin karşı karşıya gelip savaşmaları gibi, burada tarafsız kalabilmek oldukça zor olsa gerek.

E tabi, kolay bir şey değil. Furkan suresinde Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor (Ahrette olacak bir sahneyi canlandırıyor): O gün zalim kişi tırnaklarını ısırır, ah keşke Resulle birlikte bir yola girseydim, keşke şu kişiyi kendime dost edinmeseydim, o bana (Kuran ) gelmişken beni yoldan çıkardı, şeytan insanı böyle yapayalnız bırakır.”

Ve Resul (Hz. Muhammet’le ilgili) şöyle diyecektir ahrette; “Ya Rabbi benim kavmim bu Kur’an-ı kendilerinden uzak tuttular. 27-30 ayetler bunlar… Bu ayetler indikten sonra Nebîmiz onu söyler mi?

Bir hadis daha var onu da söyleyeyim; İbni Abas’ın bildirdiğine göre bir gün Nebîmiz konuşma yaptı; “Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız, tıpkı ayette, ilkin yaratmaya nasıl başladıysak öylece yeniden yaratacağız (Bu bir sözdür onu yerine getireceğiz Enbiya -104) dendiği gibi. Kıyamet günü ilk giyindirilecek olan İbrahim’dir. Ashabımdan bir grup sol tarafa alınacak. Ben, ashabım ashabım diyeceğim, Allahütealâ diyecek ki; bunlar senin ayrılmandan sonra sürekli geriye gittiler. Ben de salih kul İsa’nın dediği gibi diyeceğim; içlerinde bulunduğum sürece onları görüyordum,  beni vefat ettirince gören yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin, eğer azap edersen onlar kullarındır, bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün doğruyu yaparsın”

Bu sözü söyleyen  Nebîimiz Kuran’dan başka bir yol göstermemiştir ki Buhari ayetle birlikte naklediyor burada, diğer hadis Buhari’de geçmez. Bütün hadisler Kur’anla birleşir, birleşmiyorsa sorun var demektir. Nebîmizin yerini ve rolünü de Kuranı Kerim belirler. Dolayısıyla şeyh uçmuyor mürit uçuruyor

Hocaların, dindar entelektüellerin kadınlarla ilgili ‘İslam’da kadının yeri’ başlıklı hezeyanlarından bizi kim kurtaracak… Neden İslam toplumunun kendisini konuşamıyoruz ya da İslam’da erkeği konuşamıyoruz… Allah, mümin erkek ve mümin kadınlar demişken…

Kuranı Kerimde kadına karşı pozitif bir korumacılık vardır. Fakat maalesef tarih içerisinde bu neredeyse yok oluyor. Mesela Kuranı Kerim kadına boşama hakkı verdiği halde elinden alınmıştır. Erkeğin boşama hakkı çok sıkı kurallara bağlı olmasına rağmen kuralsız bir hale getirilmiştir. Evlenmede kadının eş seçme hürriyeti olduğu halde Şafi, Maliki ve Hanbelî mezheplerinde bakire kızın eş seçme hürriyeti yoktur. Babası istediği kişiye verir. Hanefi mezhebinde de kız kaçırılabilir, bu şekilde zorla nikâh kıyılabilir.

BÜTÜN MEZHEPLERDE BOŞAMA ŞEKLİ KUR’AN’A AYKIRI

İşte ben de bunu soruyorum uygulamada neden bozuluyor…

Niye? Bunun tarihi çok kötü örneklerle doludur. Ben şöyle yorumluyorum; bizim mezheplerin tamamında erkeğin karısını boşama şekli Kurana aykırı olarak ortaya konmuştur. Kur’an’da Talak suresi, Bakara suresinden üç sayfa, erkeğin karısını boşamasının kurallarına ayrılmıştır. Ama mezhepler bu kuralların tamamını çiğnemişlerdir. Ondan sonra kadını iyice bunaltacak şeyler yapmışlardır; ‘pencereden bakarsan boşsun, yağmur yağarsa boşsun, falanca kişiye konuşursan boşsun” gibi…

Kuranı Kerime yüzde yüz aykırı olmasına rağmen cariyelik sistemi oluşturulmuş, esir kadınlar odalık olarak kullanılmış ve buna bütün âlimler fetva vermiştir. İlgili ayetlerin mealleri değiştirilerek -yüzde 90’ı böyle- araya kelimeler koyularak yorumlanmıştır. (bunlar bizim internet sitemizde uzun çalışmalarla -detayıyla- anlatılır, oradan ayrıntılarına bakılabilir)

İbn-i Abidin diye Hanefilerin çok meşhur bir fetva kitabı vardır bugün hala geçerlidir.

Orada şöyle bir ifade görmüştüm; “Bir kişinin bin tane cariyesi olsa bin birinci cariyeyi almak istese, eşi dese ki onu alırsa kendimi öldürürüm, o eşinin kâfir olmasından korkulur” diyor. Niye kâfir olmasından korkulur, Allahın helalini haram kıldığın için. Sanki Allah onu helal kılıyor. Böyle bir sistemi oluşturabilmek için kadının Kuran tarafından tanınmış hakları ciddi manada yok ediliyor.

Erkek egemenliği dini kendine uydurmuş, dinin içinde kendine alan oluşturmuş. Hanefi-Şafi ve Maliki mezheplerinde kadın, nikâh masasında evet diyemez, bu hak velisine aittir. Şahit olamaz kendisini ya da bir başkasını temsil edemez.

Sistem satıcı ve alıcı ilişkisine dayanır, öyle kurulmuştur. Satıcı kızın babası, alıcı ise kocadır. Kocası onu aldıktan sonra malı gibi görür ve bugün Güneydoğu’da bu sisteme esir edilen kadınların tek seçeneği intihar olarak görünüyor. Bu günkü yapı bunun sonucudur. Biz tekrar aslına dönülmesi mücadelesini veriyoruz

ERKEK-KADIN DİYE BİR AYIRIMA GEREK YOK

Erkek nefsine ya da yaratılışına gösterilen büyük hoşgörü, kadının beğenilme ve kendini gösterme zaafına neden gösterilmiyor. Tek taraflı bir anlayış ve yüceltme tavrı yerine durumu dengeleyecek hassasiyeti gösterilemez mi?

Ya da şöyle sorayım iffet ve edep kavramlarının sorumluluğunu neden kadınların omzuna yıkıp erkelerden uzak tutuyoruz.

Erkek kadın diye ayırmanın gereği yok. Kuran kerimde iffet de namus da her iki cins arasında eşittir. Biz tabi o yanlışlara bakmıyoruz, onlar öyle çok ki. Allah’ın emirleri ve yasakları konusunda kadın ve erkek eşittir. Ama şu var, mesela kadın zinası ile erkeğin zinası arasında fark vardır. Zina yapan kadın hamile kalırsa kanunen o çocuğun babası koca olur. Hâlbuki bu adamın o sorumluktan kurtulması lazım. Eğer erkek zina yapar da başka bir kadından çocuğu olursa, adamın karısının o çocuğun annesi olması söz konusu değildir. Erkeğe bu konuda boşanma hakkı 4 şahit olmadan (kendi şahitliği yeterli görülerek) verilmiştir. Kadın ve erkeğin yapısından kaynaklanan farklar var… 

BAYINDIR HOCA’NIN KIZDIĞI ANLAR

Hocam o kadar ileri gitmeyelim, daha basit bir şey var, kadın açık giyiniyorsa kadına yapma derken, erkeğe ‘bakma’,  ya da kadın cinsel mesaj veriyorsa sen de ‘alma’ demiyorsunuz. Kadına yapmayacaksın diyebildiğiniz gibi erkeğe de diyebilmeniz gerekmez mi?

Bak şimdi,  Nur suresinin 30-31. ayetlerinde der ki; “Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar, namusunu korusunlar”, sonraki ayet “Kadınlara söyle namuslarını korusun ve sakınsınlar “diyor.

Ama kadını yaratılıştan erkeğin ilgisini çekmesi gerekir. Erkeğin ilgisini çekmezse hayat doğmaz. Elektrikte pozitif ve negatif uçlar vardır, pozitif uç enerjiyi taşıyan uçtur. O yüzden pozitif enerjiyi taşıyan kablonun etrafının bir şekilde izole edilmesi lazım. Eğer izole edilmezse mutlaka arada kontak olur, sistem bozulur. İşte kadının örtünmesi de böyledir. Örtünme kadının cazibesini de sürekli kılar, kontakları önler ve sistemin bozulmasına engeller. Bu son derece mühimdir.

Örtüden ziyade tavır olarak söylüyorum neden hocaların, erkeklere edepli olun, siz de sakınacaksınız, siz de ahlaklı olacaksınız, açgözlü olmayacaksınız dediğini pek duyamıyoruz…

(Hatice Hanımla birlikte Hocayı fena halde sıkıştırdığımız bu andan itibaren Abdülaziz Bayındır’ın sabrı taşıyor ve “Ayeti okuyorum daha ne diyeyim” diye isyan ediyorNeyse ki Hatice Hanım “babam hariç kimseden duymuyorum” diyor da azar işitmekten kurtuluyoruz)

Abdulaziz Bayındır’ın sözü hiç kimseyi ilgilendirmez ama ben Müslüman’ım diyen herkesi Allahın ayetleri ilgilendirir. Ben de ayetleri söyledim…

Bir kere genel yapıda problem var. Biz Güneydoğudaki insanlara biraz da haksızlık yapıyoruz. Orada töre cinayeti var derken, tam teşhis edilmiyor, aslında bu bir mezhep cinayetidir. Çünkü orada yaygın olan mezhepte baba, bakire kızını herhangi biriyle evlendirirse kız hiç itiraz etmeden gitmek zorundadır. Hâlbuki kız da başkası ile evlenmek istiyor. Kuran babaya böyle bir hak vermez, babanın evliliği denetleme yetkisi vardır. Yanlış bir şey görürse karşı çıkar, “Babayla kız anlaşamazsa yetkili makama giderler” diyor Nebîmiz…

ALBÜMDEKİ ERKEK ÇOCUĞUNUN ÇIPLAK FOTOĞRAFI

Hocam bana şunu söyler misiniz, sünnet olan ya da olmamış erkek çocuğunun çıplak bir şekilde fotoğrafını çekip albüme koyulmasını normalleştiren psikoloji hangi kültürün, geleneğin ürünüdür. Böyle yetişen bir erkeğin Kurandan feyiz alması zor görünüyor ki hemen hemen her erkek çocuğunun kaderi böyle çiziliyor.

Bizim çevremizde hiç böyle bişey yoktur, evvelden beri eğitim ve adabımızda bu tarz uygulamalar hiç olmamıştır. Daha geçen hafta bu konuyu biz ders olarak işledik, tam denk geldi. Ama binlerce konu var ve herkesin kendine göre önem verdiği, öne çıkardığı konular farklı oluyor.

Fetva verirken, karar bildirirken ( piyasa, siyaset vb. ) birtakım dengeleri gözeterek konuşan hocalar görüyoruz. Oysa bunları dikkate almadan dosdoğru konuşan hocalara ihtiyaç var. Mesela kadın cinayetleri, çocuk istismarları gibi konularda konuşup müdahil olmalarını bekliyoruz ama yoklar.

Herkes kedinden sorumludur. Ben şahsen kendi açımdan (21 yıl) İstanbul Müftülüğünde görev yaptım, Süleymaniye Camii’nde vaaz verdim, üniversitedeyiz pek çok yerdeyiz. Verdiğim bir fetvada ya da konuşmada karşı taraf ne der diye düşündüğümü hiç hatırlamıyorum. Allah ne der diye düşünürüm ama onun dışında insanlar ne yapıyorlar bilemem. Ben 28 Şubat sürecinde bile fikir ve hayatımdan taviz vermemişimdir.

Birebir fetvalardan değil de toplumsal olaylardan bahsediyorum. Son zamanlarda sembolleşen bir davada -NÇ davası- hocalar, İslami açıdan da itiraz etmediler,‘yazıktır, günahtır böyle olmaz’ demediler. Mesela sizin vicdanınız sızlamadı mı?

Böyle bir şey karşısında vicdanı sızlamamak olabilir mi. Ama ben geçen gün kendimce önemli bulduğum sosyal bir konuda bütün basın mensuplarına bir açıklama gönderdim, fakat kimse dikkate almadı ve yayınlamadı. Maalesef ne sağcısı, ne solcusu. Yapacağınız bir şey yok ki… Yani sizin yapacağınız şey de sınırlı, ittifak da olmuyor bu konuda ne yazık ki.

OSMANLI DAVAYI 3 GÜNDE KARARA BAĞLARDI

Aynı şey siyasetçiler için geçerli,  ayrıca onların düzeltme yetkileri de var. Bu aynı zamanda bir vebal değil midir? Genel olarak soruyorum…

Türkiye’deki yargı sistemi, hukuku toptan –a’dan z’ye- değişmesi gerekir. Böyle bir olay bize hiçbir şekilde yakışmıyor. Bizim çok büyük bir geçmişimiz var. Adalet konusunda da herkesten ilerideydik. Osmanlı’da davalar üç günde sonuca bağlanırdı. Tek kaynağımız da tarihimiz olmalı, yoksa insanı doğuştan suçlu sayan batıdan alacağımız bir şey yoktur.

Böyle bir yargı sistemi olmaz. Objektif kurallara göre yargılama olamıyor, birinin idam verdiğini öbürü beraat ettirebiliyor ki biz bunu geçmişte yaşadık.

Ondan dolayı vebal oluyor evet… Bunları anlatıyoruz gece gündüz, kitabını da yazdık ama duyan var mı? Allah kitap indirmiş insanlar uygulamıyor…

VATAN OLMAZSA OLMAZ ŞART DEĞİL

Müslüman’ın kapitalisti, milliyetçisi, liberali olur mu, olursa nasıl olur…

Şimdi, kapitalist demek, para egemen bir toplum demektir ki bu insanı köleleştirir. Burada sistem borç üzerine kurulur, borçlanan kişi yalan da söyler, karşı tarafın isteklerini de yerine getirir. O zaman Müslüman’ın kapitalisti olmaz. Liberal derken de sınırsız özgürlüğü işaret ederseniz o da olmaz. Bu hayvanlar âleminde bile yoktur. Eğer liberalizmle; insanın insana köle olmamasını kastediyorsanız bu İslam’ın emridir. Milliyetçilikte de aynı şeyi sorarız, neyi kastediyorsun?

Vatan sevgisi imandandır diye bir hadis de yoktur. Çünkü vatan olmazsa olmaz olsaydı Nebîmiz Mekke’yi bırakıp hicret etmezdi. Esas olan kişinin hak ve hürriyetlerini koruyacağı bir ortamda yaşayabilmesidir. Dolayısıyla burada koruyamıyorsanız göç edersiniz.

Ama günümüzde ülkesi olmayanın hakkı da olmuyor…

Tabi ki ülke çok önemlidir. Ebetteki sorumluluklarım var, gerektiği zaman koruyacağım ama olmazsa olmazım değildir. Vatanımı sonuna kadar koruyacağım gibi dinimi de sonuna kadar korumak zorundayım. Milliyetçilikte de kişinin kendi milletini sevip korumasından normal bir şey olamaz ama başkasından üstün görmek yoktur. Üstünlük bir ırka mensup olmakla değil, Allahın gösterdiği gibi takva iledir.

Şu anda ülkemizde büyük bir dönüşüm yaşanıyor, hem mali hem de sosyal alanda bir özgürleşme ve zenginleşme gözleniyor. Ortaya çıkan bu durumla ilgili de farklı yorumlar yapılıyor; bazıları paylaşmayı, infakı öne çıkarıp zenginliğe savaş açarken, bazıları da Müslüman’ın olabildiğince zengin olması gerektiğini savunuyor.

O zenginliği kötüleyenler biraz aşırı gidiyor. Söylediklerinin bir kısmı doğru ama temel felsefeleri yanlış. Müminun suresi 4. ayette hatta övülür ve “Onlar zekât için çalışan kimselerdir” der. Zekât için çalışmak demek, zenginleşmek demektir. Başka bir ayette “Mallarında belli bir hak vardır, isteyen için ve mahrum olan için” der. Yani malınız olacak ki birisine vereceğiniz bir şey olsun. Dolayısıyla kuranı kerimde hiçbir zaman zenginlik yerilmez… Zekâtını vermemek, fakir fukarayı gözetmemek, infak etmemek biriktirmek kötülenir.

İslam toplumu boykot ve protesto kavramından neden uzaktır.

Biz yıkıcı değil yapıcı olmak, insanlara yanlışlarını göstermek zorundayız. Birisinde bir şeyler bekliyorsunuz,  hakkınız varsa meşru yolları kullanırsınız. Bir kişi size karşı bir suç işlerse işlenen suçun dengi bir ceza verme hakkınız var ama aşırıya kaçma hakkınız yoktur. Bu protesto ve boykotlarda aşırıya kaçılıyor ve insanlar belli bir sınırda duramıyor. Ben o yüzden buna karşıyım, hak neyse odur.

Dünyanın cazibesi arttığı sürece din insana zor gelir!

“Pozitivist felsefe insanlığın son ve yeni dinidir, artık ona iman ediyorlar” diyor R.Garaudy. Biraz da bu temelden hareketle Türk aydınının da Allah’la sorunlu bir hali var gibi görünüyor. Bölemediler felekle kozlarını…

Bu ömür boyu sürecek bir şeydir, yalnız Türk aydına mahsus bir şey de değil. İnsanlar illa tapacak bir şey bulurlar. Bugün bilim olur, yarın başka bir şey olur. Allah’a kul olmak istemedikleri zaman, kul olacakları çok şey çıkar.

Allah diyor ki, yalnız bana kul olacaksın, başkasına kul olmayacaksın. Bu hürriyetin hayal edilebilecek doruk noktasıdır. Ama ondan sonra etkili ve yetkili çevreler diyor ki, önce bana kul olacaksın. Dünyada yükselmek için menfaatleri ile Allah arasında seçim yapmak zorunda kalıyorlar. Seçimi de menfaatlerinden tarafa yapıyor ve yoldan çıkıyorlar. Bu, bütün dünyada böyledir…

İslam’dan neden korkulur, zor bir din olduğu için mi?

İslam zor bir din değil en kolayıdır, fıtrat dinidir. Kaynağından alınmış taze bir sudur ki insanın da hayvanın da ağacın da herkesin ona ihtiyacı vardır. Ama insanlar kendi arzularına uygun bir sistem oluşturmak istiyor.

Yani “eline hâkim ol, kalbine hâkim ol, diline hâkim ol”, cümle nefis kavgalarını durdur, kolay mı?

İşte bu onların hoşuna gitmiyor. Neden biliyor musunuz, bütün mesele dürüst olmak zordur! Herkes kendi menfaatlerini öne almak ister. Doğruluk ve dürüstlük birçok kimsenin hesabına gelmez… Dünyanın cazibesi arttığı sürece din insana zor gelir!

Dindarlık zaten din ile dünya arasındaki tercihtir. İbrahim suresi 2-3. ayetlerinde insanı kâfirliğe sevk eden şey ‘dünyayı ahretten daha çok sevmek oldu’ diyor. Bak ahreti sevmemek değil… Dünyayı daha çok sevdiğiniz sürece dinle problem yaşarsınız.

MEZHEPLER SÜNNETİ KENARINDAN ALMIŞ

Kuran eğitiminin küçük yaşta verilmesinin ne sakıncası olabilir.

Din dersinin küçük yaşta verilmesini istemeyenler İslam dininden rahatsız olanlardı. Bunu da açıkça ifade edemedikleri için değişik şekillerde söylüyorlardı. Olabilir, insanlar dinden rahatsız olabilir, karşı olabilir. Herkesin cehenneme gitme hürriyeti vardır. Dindarlar da buna karşı mücadele vereceklerdir. Tabii ki insanlar çocuğuna dinini öğretmek isteyebilir.

Mezhepleri kaldırıp Hz. Muhammed’in uygulamalarına dönsek nasıl olur?  Böylece Sünni, Alevi, Şia ve benzeri bütün ayrışmalardan kaynaklanan sorunları da çözmek mümkün olabilir belki…

Ben zaten, bana soranlara ‘ben sadece Müslümanım diyorum. Allah’ın bizden istediği de odur. Şucu bucu olmayı Cenab-ı Hak reddediyor. Kuran sünnet bütünlüğü arasında hareket ettiğiniz zaman, dinle bilim arasında da tam bir bütünlük ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla müthiş bir rahatlama ortamı meydana geliyor, çok da kolay oluyor. Çünkü insanlar çok çabuk anlıyor. Zaten mezheplerin hepsi de sünnetin bir kenarından almışlardır. Esas olan kitap sünnet bütünlüğüdür.

Dünyada bireysel huzuru bulmak mümkün mü?

Dürüst olursan -çok zordur ama- huzuru bulursun. Dürüst olan mutlaka da imanlı olur.  Çünkü kendisi ile iyi geçinmek zorundadır, tabiatla iyi geçinmek zorundadır. Kendisine de kimseye de yalan söylemez. Onun için kuranı kerim kâfirleri hep yalancılıkla suçlamıştır.

ROTAHABER