Fırsatlar Ayı Ramazan

Kur’an-ı Kerim’de oruçla ilgili hükümlerin anlatıldığı ayetler, Bakara sûresinin 183 ilâ 187. ayetleridir. Bu ayetler okunduğunda bazı kavramların ön plana çıktığı görülmektedir. Aşağıda bu ayetlerde ramazan ayının Müslümanlara sunduğu fırsatlar olarak değerlendirilen “takvâ”, “Kur’an”, “şükür” ve “dua” kavramları üzerinde durulacaktır:

1. Fırsat: Takvâ

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de orucun amacını şöyle belirtmiştir:

“Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.(Bakara, 2/183)

Mealde altı çizili olan yer, ayet metnindeki (لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ) “leallekum tettekûn” ifadesinin karşılığıdır. “Tettekûn” kelimesi, takvâ (تقوى) kelimesinden türemiştir. Bu durumda ayetin anlamı; “takvâlı olasınız diye” demek olur. ‘Bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar veren şeylere karşı korumak’ anlamındaki vikâye kelimesinden türeyen takvâ ‘kişinin kendisini korktuğu bir şeye karşı koruma altına alması’ yani kısaca ‘korunmak’ demektir.[1] Günahlardan, haramlardan, şirke düşmekten vs. her türlü kötülükten korunmak… Bu yüzden oruç insanları aç bırakmak için değil, onları takvâlı birer kul haline getirmek, Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve otokontrol melekesi kazandırmak için farz kılınmıştır. Zaten Farsça rûze kelimesinden dilimize geçen orucun Arapça karşılığı da savm/sıyâm’dır. Bu da ‘tutmak’ anlamına gelir: Kendini tutmak. Oruçluyken yemeye, içmeye ve cinsel ilişkiye karşı kendini tutmak. İşte insan oruçluyken aynı zamanda Allah’ın yasakladığı diğer şeylere karşı da kendini koruduğu vakit orucun hedefine yani takvâya ulaşacaktır. Ramazan ayında oruç tutmanın gayesi, amacı, kişiyi takvâya ulaştırmak, takvâ bilinciyle donatmaktır.

Bu açıdan sadece aç kalmak değildir oruç. Ramazanda kişinin kendisini diğer zamanlarda olmadığı kadar “tutmasını” bekliyor Allah. “Şimdiye kadar olmasa bile hiç olmazsa bundan sonra” manasında bir fırsat veriyor, orucu kötülüklere kalkan yapmasını bekliyor insandan. Nitekim Nebîmiz sallallâhu aleyhi ve sellem de orucun bu yönüne vurgu yapmış, şöyle buyurmuştur:

“Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin ve onunla dalaşmasın.”[2]

Bunu yapamadıktan yani kendini tutamadıktan sonra orucun gayesi olan takvâya nasıl ulaşacak insan! Şöyle buyuruyor bir kez daha Nebîmiz:

“Yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmayan bir kimsenin, yemeyi ve içmeyi bırakmasına, aç kalmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur!”[3]

“Oruç tutan öyle insanlar vardır ki kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.”[4]

Oruç ayetlerine başlarken takvâ vurgusu yapan Allah Teâlâ, bu ayetleri bitirirken bir kez daha aynı şeye vurgu yapıyor ki oruç – takvâ ilişkisinde hiçbir kapalılık, anlaşılmazlık kalmıyor:

“Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini korusunlar (لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ).”  (Bakara, 2/187)

2. Fırsat: Kur’an

Ramazanı ramazan yapan asıl değer, Kur’an’dır. Bunu şu ayetten gayet açık bir şekilde anlamaktayız:

“Ramazan, insanlara rehber olan ve rehberin açıklayıcı ayetlerinden oluşan Kur’an’ın ve o Furkân’ın indirildiği aydır…” (Bakara, 2/185)

Ne anlama gelir bu ayet? Sevdiğiniz, beğendiğiniz bir şeyi dostlarınıza, arkadaşlarınıza anlatırken onun en güzel tarafı ile başlarsınız, değil mi? Mesela: “Bu sene bir yere tatile gittim, öyle güzel bir havası vardı ki…” dersiniz, havasını çok beğendiyseniz. Yahut sizin için gerçekten muhteşem olan manzarasından veya sessizliğinden, sakinliğinden başlarsınız orayı anlatmaya. Yani orayı sizin için bir kez daha gidilesi, görülesi kılan şey ne ise onu ön plana çıkarırsınız. Allah Teâlâ da ramazan ayını bize öyle sunuyor: “Ramazan öyle bir ay ki Kur’an o ayda indirilmiştir.”Tabiri caizse “ne yapın ne edin ramazanı Kur’an’la yaşayın” diyor Rabbimiz. “Eğer gerçekten muhteşem bir ramazan yaşamak istiyorsanız bunu Kur’an’sız yapamazsınız” diyor. Öyle ya, Kur’an’sız geçirilen bir ramazan, tatsız tuzsuz bir yemeğe benzer. Yersiniz; ama hiçbir şekilde lezzet almazsınız.

Öyleyse bundan önceki ramazanları Kur’an’sız yaşama bahtsızlığını gösterdiysek ve Cenâb-ı Hak bir fırsat daha verdiyse bize, bu sene artık farklı bir ramazan geçirmek zorundayız demektir; Kur’an’lı bir ramazan. Diğer zamanlarda yapamadığımız kadar ramazan ayında Kur’an’a vakit ayırmak ve onunla ilişkilerimizi bir kez daha gözden geçirmek, güçlendirmek durumundayız. “Bunlar Kur’an’ı bağlantılarıyla birlikte ele almayacaklar mı? Yoksa kalp­leri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24) ve “Doğru bilgiye ulaşılsın diye Kur’an’ı kolaylaştırdık. O bilgiye ulaşan var mı?” (Kamer, 54/17, 22, 32, 40) ilahi uyarılarını göz önünde bulundurarak okuduğumuz Kur’an’ı anlamaya, anladığımızı da hayatımıza aksettirmeye büyük özen göstermeliyiz.

Allah’ın kitabını hakkıyla okuyup onda bulunan hükümleri uygulayanların, namazını kılıp zekâtını verenlerin ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği şeyleri gizli veya açık olarak hayra harcayanların asla tükenmeyecek bir kazanç elde edecekleri müjdelenmiştir.[5] Bu müjdeye layık olabilmenin ilk şartı Kur’an’ı okumak, okumak ve okumaktır.

Kur’an’ı okudukça ayetler arasındaki harika bağlantılara şahit olacak ve engin bilgiler edineceğiz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bu bereketli bir kitaptır. Onu sana indirdik ki ayetler arasındaki bağlantıları görsünler ve sağlam duruşlu olanlar ondan bilgi edinsinler.” (Sâd, 38/29)

Kur’an’la bağımızı sıkı tutmaz da araya mesafe koyarsak kalplerimiz körelme ve katılaşma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Şu ilâhî daveti karşılıksız bırakmayalım:

“Kendini mü’min sayanların, kalplerini Allah’ın Zikri’ne (Kitabına) ve o gerçekten süzülen hikmetlere bağ­lamalarının zamanı gelmedi mi! Sakın daha önce kendilerine ki­tap verilen­ler gibi olmasınlar; onların üzerinden uzun zaman geçmişti de kalpleri katılaşmıştı. On­ların çoğu yoldan çıkmıştır.” (Hadîd, 57/16)

Allah Teâlâ, Kur’an’ın nasıl okunması gerektiğini şöyle açıklamıştır:

“Ey örtünüp bürünen (Ey içine kapanan) kişi!

Az bir kısmı dışında gece kalk!

Ya gecenin yarısı kadar ya yarısından biraz az.

Ya da yarısından fazla bir süre kalk da Kur’an’ı yavaş yavaş ve düşünerek oku!

Çünkü sana ağır bir görev yükleyeceğiz.

Gece ortamı daha etkili ve (o sırada) okuma daha kalıcı olur.

Gündüzün uzayıp giden işlerin olur.” (Müzzemmil, 73/1–7)

Bu ayetlerden gayet açık bir şekilde görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’i okumak için bazı şeylere dikkat etmek gerekir. Öncelikle zihnin rahat ve berrak olduğu bir zaman dilimi seçilmelidir. Allah Teâla bu zamanın “gece” olduğunu bildirmektedir. Biraz uyuduktan sonra zihin dinlenmiş ve rahatlamış olur. İşte tam bu zamanda Kur’an okunmalıdır, ayetlerde belirtildiği gibi: Ağır ağır ve düşüne düşüne… Rabbinin kelamı ile baş başa kaldığı anlar, bir Müslüman için paha biçilmez anlardır. Öyleyse bu anları uzun tutmak gerekir.

Bugüne kadar hedefimiz “her ramazanda bir hatim” indirmek idiyse bu ramazan farklı olmalı. “Artık okuduğumu anlamaya, anladığımı da tatbik etmeye çalışmalıyım” diyerek kendimize bir program yapmalıyız. Her gün birkaç ayet veya 1 sayfa veyahut da 5, 10, 15 sayfa.. Yapabilen de her gün bir cüzü mealiyle birlikte okumalı.

Osman b. Affân, Abdullah İbn Mes’ûd ve Übey b. Ka’b (radıyallâhu anhum) gibi Kur’an ilimleri ile meşhur olmuş bazı sahabîler, Resûlullâh’ın kendilerine Kur’an-ı Kerim’i on ayet on ayet şeklinde öğrettiğini ve bu ayetlerdeki amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on ayete geçmediklerini söylemişlerdir. Böylelikle Resûlullâh onlara hem Kur’an-ı Kerim’i hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretmiş oluyordu.[6] Madem onlar bizim örneklerimiz, biz de böyle yapmaya çalışalım.

Osman b. Affân radıyallâhu anh’tan rivayet edildiğine göre Nebîmizşöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlılarınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”[7]

Bu hadis sahihtir; fakat söylendiği ortam, durum ve şartlar oldukça önemlidir. Bunu söyleyen Allah’ın Nebîsi Arap, dinleyen sahabe Arap ve okunması söylenen kitap Arapçadır. Yani onlar için “okumak” kendi dillerinde yani Arapça olarak okumaktır. Dolayısıyla onlar Arapça olan Kur’an’ı okuduklarında ana dillerinde okudukları için aynı zamanda onu büyük oranda anlayacaklardı da… Onlar için okumak = anlamaktı. Tabii ki bu herkesin bilgisine, eğitimine, zekasına ve çalışmasına göre farklılık arz ediyordu. Yani herkes Kur’an’ı aynı şekilde anlayamıyordu. Bizim için de önemli olan budur. Tabii ki Allah’ın kelamını orijinal dilinden okumak bir ayrıcalıktır, fazilettir. Kur’an’ı okumak da dinlemek de ibadettir. Fakat ikisi de okunan Kur’an’ın anlaşılmasına bağlıdır. Anlaşılmadan salt okumanın veya dinlemenin kişiye yararlı olacağını gösteren herhangi bir delil bulunmamaktadır.

Netice itibariyle diğer zamanlarda ayıramadığımız kadar bu ramazan Kur’an’a, kitabımıza, vakit ayırmalıyız. Zira bu, son ramazanımız, son fırsatımız olabilir.

3. Fırsat: Şükür

Ramazan ayının öyle pek de fazla dillendirilmeyen bambaşka bir özelliği daha vardır. Ramazan, oruç ve Kur’an ayı olmasının yanı sıra aynı zamanda bir şükür ayıdır. Oruç ayetlerinin devamında Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ramazan, insanlara rehber olan ve rehberin açıklayıcı ayetlerinden oluşan Kur’an’ın ve o Furkân’ın indirildiği aydır. Sizden kim o ayı yaşarsa onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta yahut yolculuk halinde olursa o günlerin sayısı kadar diğer günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bunlar, sayıyı tamamlamanız, (orucun bittiği gün) sizi buna yöneltmesine karşılık Allah’ın yüceliğini seslendirmeniz ve şükretmeniz içindir.” (Bakara, 2/185)

Şükür; yapılan iyiliği bilmek, iyilik edeni iyiliğiyle övmek, ona minnettarlık duymaktır. Allah’tan gelen nimet ve iyiliklerden dolayı minnettarlığı ifade etmek, nimete söz ve fiille mukabelede bulunmak ve nimetin gereğini yapmak,[8] yani kulluk görevlerini yerine getirmektir.

Şükür Allah’a teşekkürdür. Kadir kıymet bilmek, kul olduğunu hatırlamaktır. Aciz olduğunun, Cenâb-ı Hak karşısında veren el değil, alan el olduğunun, O’na muhtaç olduğunun farkına varmaktır. Bir ramazana daha ulaştırdığı için, bir kez daha fırsat verdiği için ve bu sevinci bir kez daha yaşattığı için Allah’a teşekkürün hem lafzî hem bedenî ifadesidir.

Ramazan ayının bir başka hedefi, kullara işte böyle bir şükür bilincini kazandırmaktır. Bu haliyle şükür, bir sevincin dışa vurumudur. Ramazan gibi bir nimete ulaşan mümine yakışan bir teşekkürdür.

İnsana nasıl her daim ibadet etmesi emredilmişse aynı şekilde şükreden bir kul olması da emredilmiştir. Bir ayet-i kerîme şöyledir:

“Sakın ha! Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer, 39/66)

Allah Teâlâ’nın şükürle ilgili emri her ne kadar böyle olsa da maalesef çok az insan bu emri yerine getirmektedir:

“…Şurası bir gerçek ki Allah’ın insanlara ikramı çoktur; ama onların çoğu şükretmezler.” (Yunus, 10/60; Neml, 27/73)

Şükrün zıddı küfrân-ı nimettir, yani nankörlük etmek, nimeti gizlemek, onu görmezlikten gelmektir. Dolayısıyla Allah’a şükretmeyen kul, O’na nankörlük ediyor demektir. Bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Biz insana doğru yolu gösterdik; artık ister şükreder, isterse de görmezlikten gelir (nankör olur).” (İnsan, 76/3)

“Beni aklınızdan çıkarmayın ki ben de sizi çıkarmayayım! Bana şükredin, nankörlük etmeyin!” (Bakara, 2/152)

“Şükreden, sadece kendisi için şükreder. Nankörlük eden de bilsin ki Allah’ın kimseye ihtiyacı yoktur, yaptığını da güzel yapar.” (Lokmân, 31/12)

Kul şükrettiğinde yani görevlerini yerine getirdiğinde Allah Teâlâ bundan hoşnut olur. Bundan dolayı kuluna verdiği nimetleri daha da artırır. Fakat nankörlüğün cezası ise çok kötüdür. O şöyle buyurmuştur:

“Rabbinizin şunu duyurduğunu da hatırda tutun: Eğer şükrederseniz Ben de sizin için mutlaka artıracağım. Ama görmezlikten gelirseniz hiç kuşkusuz benim azabım şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)

“Görmezlikten gelirseniz bilin ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur; ama kullarının kafirlik etmesine de rızası yoktur. Şayet şükrederseniz o takdirde sizden razı olur.” (Zümer, 39/7)

“Siz şükreder ve inanıp güvenirseniz Allah size niçin azap etsin ki! Allah, kıymet bilendir, her şeyi bilir.” (Nisâ, 4/147)

Allah’a şükretmeyen insan, İblis’in hesabına çalıştığını bilmelidir. Çünkü İblis, Allah’ın huzurundan kovulduğunda O’na şöyle demişti:

“İblis dedi ki: Madem beni aşırılığa sen sevk ettin, ben de senin doğru yolunun üstüne onlar için oturacağıma yemin ederim.

Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana şükretmeyecek.” (A’raf, 7/16-17)

İşte ramazan ayı şükretmeyenlere, şükrü unutanlara, görevlerini yerine getirmeyenlere yepyeni bir fırsat. Allah Teâlâ şükredelim diye sayısız nimetlerin yanı sıra bizlere bir de Ramazan-ı Şerîf nimetini bahşetmiş. Öyleyse bu ramazan önceki ramazanlardan bu yönüyle de farklı olmalı. İşte o zaman takvâlı kullardan olmaya bir adım daha yaklaşmış oluruz. Râgıp el-İsfahânî’nin ifadesiyle nimeti tasavvur ederek/düşünerek/hatrımızda tutarak kalbimizi, nimeti bizlere ihsân eden Rabbimize hamdüsenâlar ederek dilimizi ve hak ettiği oranda nimetin karşılığını vererek tüm organlarımızı şükrettirmeli[9], böylece şükreden kullardan olmalıyız.

4. Fırsat: Dua

İlginç bir husustur ki oruç hükümlerinin tüm ayrıntılarıyla anlatıldığı 4 ayetin (Bakara 183, 184, 185 ve 187. ayetler) arasında “dua” ile ilgili bir ayet yer alır. Bu ayete dikkat etmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kullarım sana beni sorarlarsa Ben onlara yakınım. Beni yardıma çağıranın çağrısına cevap veririm. Onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana güvensinler ki olgunlaşabilsinler.”(Bakara, 2/186)

Anlaşılıyor ki oruç ile dua arasında sımsıkı bir ilişki bulunmaktadır. Oruçluyken Kur’an’ımızı okuyor, şükrümüzü ifa ediyoruz. Yani yukarıdaki ayette Allah’ın bizlerden istediği gibi biz O’nun çağrısına cevap veriyor, bizden istediklerini elimizden geldiğince yerine getirmeye çalışıyoruz. Şeksiz şüphesiz bir şekilde O’na güveniyoruz da. O halde sıra bizde: Açalım ellerimizi, O’na yalvaralım, O’ndan isteyelim. Samimi bir şekilde yalvara yakara, için için dua edelim. O’nun istediği gibi:

“Rabbinize için için yalvararak gizlice dua edin. O, aşırılık yapanları sevmez.”(A’râf, 7/55)

Ebû Musa el-Eş’arî (r.a.)’den gelen rivayete göre bir savaş dönüşünde Medine’ye girerken Ashâb-ı Kirâm’dan bazıları yüksek sesle tekbir getirmeye başlayınca Resûlullâh onlara engel olmuş ve: “Sizler sağır ve uzaktaki birine değil her şeyi duyan, gören ve sizinle birlikte olan Allah’a dua ediyorsunuz!”[10] buyurarak duada gizliliğin önemine dikkat çekmiştir.

İftar edene kadar oruçlunun duasının reddedilmeyecek dualar arasında olduğunu Nebîmiz de müjdelemiştir.[11] Öyleyse bu da yukarıda sayılan diğer şeyler gibi kaçırılmayacak fırsatlardan bir diğeri. Özellikle iftar vaktini beklerken dua etmeye gayret göstermeliyiz. Ramazanda bir daha bu fırsatı bulamayacakmışçasına bol bol dua etmeliyiz. Çünkü dua edip Rabbine yönelen bir kul, ancak bu yönelişi ile Rabbi katında bir değer kazanabilir. Zira Cenâb-ı Hak: “De ki: Duanız olmasa Rabbinizin yanında ne değeriniz olur ki?” (Furkân, 25/77) buyurmuştur.

Allah Teâlâ başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:

“Rabbiniz der ki: Bana dua edin, size olumlu karşılık vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak Cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60)

O kendisinden nasıl yardım isteneceğini  ise şöyle bildirmiştir:

“Müminler! Sabırlı davranarak ve namaz kılarak yardım isteyin! Allah sabredenlerin yanındadır.” (Bakara, 2/153)

“En güzel isimler Allah’ın isimleridir. O’na, onlarla yalvarın. Allah’ın isimleri konusunda sınırları aşanları bırakın. Onlar, ettiklerinin cezasını bulacaklardır.” (A’râf, 7/180)

Öyleyse Rabbimizin istediği şartları yerine getirdikten sonra dualarımızın mutlaka bir şekilde karşılık bulacağına iman etmek durumundayız. Ebû Hureyre (r.a.)’den gelen bir rivayete göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem nasıl bir bilinçle dua etmemiz gerektiğine dair şunları söylemiştir:

“Allah’a gerçekten kabul edileceğini bilerek dua edin. Bilin ki Allah, umursamazlık ve oyun eğlence türünden yapılan duaları kabul etmez.”[12]

Fakat duaların karşılık bulması, her zaman istediğimiz şeylerin olmasını gerektirmez. Allah Teâlâ bizim bilmediğimiz şeyleri de bildiği için bazen istediklerimizi özellikle vermez. Biz farkına varmasak da bu bizim hayrımıza olur. Buna dair Nebîmizin şu sözlerini hatırlamamız yerinde olacaktır:

“Her bir Müslüman, Allah’a dua ettikçe Allah onun ya dileğini yerine getirir ya da bir kötülüğü ondan siler. Bu dua günah için ve akraba ile bağını koparmak için olmadığı sürece böylece devam eder.”[13]

Ayrıca istediğimiz her şeyin mutlaka olacağı yer, imtihana tabi olduğumuz bu dünya değil; Allah’ın izniyle cennet olacaktır. İstediğimiz her şey hemen yerine getirilecek olsaydı imtihanın bir manası kalmazdı.

Buraya kadar yazdıklarımızı kısaca toparlayarak olursak:

Oruç sadece aç kalmaktan ibaret değildir. Ramazan ayı kişiye birtakım olumlu hasletler/alışkanlıklar kazandırmak için vardır. Bunlardan ilki takvâdır. Kişi oruçlu iken kendisini her türlü kötülüğe karşı koymanın mücadelesini vermelidir. Çünkü orucun asıl gayesi kişiye böyle bir takvâ yani otokontrol bilinci kazandırmaktır.

İkinci olarak Kur’an’la ilişkiler yeniden gözden geçirilmeli, zaaflar varsa giderilmelidir. Ramazanı ramazan yapan asıl değer Kur’an diğer zamanlardan daha çok yer tutmalı Müslümanın gündeminde. Bunun için sahur vakitleri biçilmiş kaftan olarak düşünülmelidir. O vakitte bedenler dinlenmiş, zihinler berraklaşmış olur. Öyleyse bu bir fırsat olarak değerlendirilip asla heba edilmemeli, sahur vakitlerinde Kur’an ile hemhâl olunmalıdır.

Ve şükür ile dua… Ramazanla birlikte artık bunlara da hayatımızda bolca yer ayırmalıyız. Hem ne vaktimizi alır ne dilimizi yorar ne de işimize engel olur!

Sonuç olarak bambaşka, farklı bir ramazan için, belki de son ramazanımız için artık hazırlanma ve işe koyulma vaktidir. Rabbimizin istediği şekilde bu huzuru yaşayanlara dünyada bayram, ahirette de Cennet vardır.

Sehl İbn Sa’d radıyallâhu anh anlatıyor: Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Cennet’te Reyyân denilen bir kapı vardır. Oruç tutanlar o kapıdan çağrılacaklardır. Kim gerçekten oruç tutanlardan ise o kapıdan Cennet’e girecektir. Kim o kapıdan girerse ebedi olarak susuzluk çekmeyecektir.”[14]

Ebû Hureyre’den gelen rivayete göre Resûlullâh şöyle buyurmuştur:

“Oruçlunun iki sevinç zamanı vardır: Biri iftar ettiği an, diğeri Cennet’te Rabbiyle karşılaştığı andır.”[15]

Yahya Şenol

_______________________________________________________________

KAYNAK: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2017, s. 11-24.


[1] Râgıb el-İsfahânî, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Tahkîk: Safvân Adnan Dâvûdî, Dımaşk-Beyrut, 1992, v-k-y maddesi, s. 88.

[2]Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 163; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 25; Tirmizi, İman, 17; Nesâî, Sıyâm, 42; İbn Mâce, Sıyâm, 1; Dârimî, Savm, 27; Muvatta, Sıyâm, 57; Ahmed b. Hanbel, 1/195, 196, 2/257, 273.

[3]Buhârî, Savm, 8, Edeb, 51; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 25; Tirmizi, Savm, 16; İbn Mâce, Sıyâm, 21; Ahmed b. Hanbel, 2/453, 505.

[4]İbn Mace, Sıyâm, 21; Ahmed b. Hanbel, 2/373.

[5] Bkz: Fâtır sûresi 29-30. ayetler.

[6] Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, c: 1, s. 30.

[7] Buhârî, Fezâilu’l-Kur’ân, 21. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 349; Tirmizî, Fezâilu’l-Kur’ân, 15; İbn Mâce, Mukaddime, 16.

[8] Mustafa Çağrıcı, “Şükür”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2010, c: 39, s. 259.

[9] Râgıb, Müfredât, ş-k-r maddesi, s. 461.

[10] Buhârî, Daavât, 50, 67, Cihâd, 131, Meğâzî 38, Kader, 7, Tevhîd 9;  Müslim, Zikir, 44 (2704); Tirmizi, Daavât, 3.

[11] Ebû Hureyre (r.a.)’den gelen rivayete göre Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Üç kimsenin duası geri çevrilmez: İftar edinceye kadar oruçlunun, adil hükümdarın ve mazlumun duası…” Tirmizi, Daavât, 129; İbn Mâce, Sıyâm, 48.

[12] Tirmizî, Daavât, 66.

[13] Tirmizî, Daavât, 9.

[14] Buhâri, Savm, 4, Bed’ül-Halk, 9; Müslim, Sıyâm, 166 (1152); Tirmizî, Savm, 55; Nesâî, Sıyâm, 43.

[15] Buhâri, Savm, 9; Müslim, Sıyâm, 164; Tirmizî, Savm, 55; Nesâî, Sıyâm, 41, 42; İbn Mâce, Sıyâm, 1; Dârimî Savm, 50; Ahmed b. Hanbel, 1/446, 2/266, 393.