Zikir ve Namaz

Zikir, çok önemli bir kavramdır. Namaz da Allah’ı zikir için kılınır. Allah Teâlâ Musa aleyhisselama şöyle emretmiştir: 

إِنَّنِيأَنَااللَّهُلَاإِلَهَإِلَّاأَنَافَاعْبُدْنِيوَأَقِمِالصَّلَاةَلِذِكْرِي

Ben, evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve benim zikrim için namaz kıl.(Taha 20/14)

Namazda zikir emri bize de verilmiştir:

فَإِذَاقَضَيْتُمُالصَّلاَةَفَاذْكُرُواْاللّهَقِيَامًاوَقُعُودًاوَعَلَىجُنُوبِكُمْ

Namazı kıldığınızda ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde iken Allah’ı zikredin…”(Nisa 4/103)

Namaz “Allah’ın zikri için” kılındığına göre “zikir” kavramını iyi bilmek gerekir.

Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek öğrenmeye marifet[1], o marifeti koruyup kullanıma hazır tutmaya veya dil ile söylemeye de zikir denir[2].

Zikrin ilk kaynağı doğadır. İnsan, doğada yaptığı gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre ulaşır. İlgili ayetlerden bir kaçı şöyledir:

وَهُوَالَّذِيأَرْسَلَالرِّيَاحَبُشْرًابَيْنَيَدَيْرَحْمَتِهِوَأَنزَلْنَامِنَالسَّمَاءمَاءطَهُورًا.لِنُحْيِيَبِهِبَلْدَةًمَّيْتًاوَنُسْقِيَهُمِمَّاخَلَقْنَاأَنْعَامًاوَأَنَاسِيَّكَثِيرًا.وَلَقَدْصَرَّفْنَاهُبَيْنَهُمْلِيَذَّكَّرُوافَأَبَىأَكْثَرُالنَّاسِإِلَّاكُفُورًا.

Rüzgârları, ikramının önünde müjdeci olarak gönderen Allah’tır. Gökten dupduru su indirir ki, onunla ölü bir beldeyi canlandırsın. Yarattıklarını; büyük ve küçükbaş hayvanları ve çok sayıda insanı suya kavuştursun. O suyu, aralarında halden hale çevirir ki tezekkür etsinler. Ama insanların çoğu, nankörlük dışında her şeye direnç gösterir[3].(Furkân 25/48- 50)  

Âyetteki “tezekkür” tefa’ul (تفعُّل) bâbındandır. Bu bâb[4], fiile tekellüf yani hedefe adım adım ulaşma anlamı yükler. Bu sebeple tezekkür’ün anlamlarından biri, zikre adım adım ulaşmaktır. Çünkü doğa olaylarını izleyerek bir bilgiye ulaşmak için zamana ihtiyaç olur.  

Doğa, bilginin kaynağıdır. Kur’ân’ın Allah’ın indirdiği kitap olduğu da doğadan elde edilen bilgilerle anlaşılır. O bilgiler Kur’ân ile öylesin uyumludur ki, Allah Kur’an’a da “zikir” adını vermiştir.

“Sana da bu zikri indirdik ki kendilerine ne indirildiğini bu insanlara bildiresin; belki düşünürler.”(Nahl 16/44)

Furkan 50. ayetteki “tezekkür”, doğadan elde edilen zikirle Kur’an arasında bağlantı kurma anlamına gelir. O bağlantıyı kurmak için duygusallıktan uzak bir şekilde düşünmek gerekir. Bu yüzden Allah’ın Elçileri, insanları tezekküre çağırmışlardır. İbrahim aleyhisselam şirk içinde olan toplumuna; “Tezekkür etmez misiniz?” (En’am 6/80) derken sizdeki bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp gerçeği görmez misiniz?” demiş olur.

Allah’ın indirdiği kitaplardaki zikir; kişinin zihnini meşgul eden soruları cevapladığı için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

أَلاَبِذِكْرِاللّهِتَطْمَئِنُّالْقُلُوبُ

“Bilin ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile yatışır.” (Ra’d 13/28)

Tüm ilahi kitaplar insanlara evrensel bilgiler verir. O bilgi, kişide güven duygusu oluşturur ve ufkunu açar. Bu duygu, sadece o doğru bilgilere uyanlarda oluşur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إِنَّمَاتُنذِرُمَنِاتَّبَعَالذِّكْرَ

“Sen sadece bu zikre uyanları uyarabilirsin…”(Yasin 36/11)

Zikre uymak

Geleneksel anlayışa göre zikir; tesbih çekmek, kısa ve  güzel cümleleri, düşünmeden tekrar etmektir. “Sübhanallah”, “Allah’a boyun eğerim”, “Elhamdülillah” “her şeyi güzel yapmak Allah’a özgüdür”, “Allahu ekber” “Allah en yücedir” sözleri anlamı düşünülerek söylense birer zikirdir ama zikrin sadece küçük bir parçasıdır.

“Sen sadece bu zikre uyanları uyarabilirsin”(Yasin 36/11) ayetindeki zikirKur’an’dır. Ona uymak için bizden ne istediğini bilmek gerekir. Anlamını kavramadan gece gündüz okumakla ona uyulamayacağı için o okuyuş “zikir” olmaz.

Namazda zikir

Namazı kıldığınızda ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde iken Allah’ı zikredin…”(Nisa 4/103) diye emredildiğinden onun her noktasında zikir vardır. Yanlar, kol ve backlardır. Vücut, ruku ve secde sırasında yanlar üzerinde olur. Bu ayet, “Benim zikrim için namaz kıl””(Taha 20/14) emrinin de açıklamasıdır. Zikri daha iyi anlamak için şu ayete de bakmak gerekir:

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

“Bu Kitap’tan sana vahyedileni anlayarak oku ve namazı tam kıl. Namaz her çeşit fuhşu ve kötülüğü engeller. Allah’ın zikri (Kitabı) elbette en büyük zikirdir. Allah, yaptığınız her işi bilir.”(Ankebût 29/45)

İki türlü zikirden bahsetmiştik; biri doğadan elde edilen zikir, diğeri de Allah’ın kitabıdır. Doğadan elde edilen bilgide yani zikirde hata olabilir ama ama Allah’ın kitabında hata olmaz. Bu sebeple her zaman Kur’ân esas alınır ve ondaki bilgiler merkeze konur.

Namazda, Kur’an’da bulunan ve ona uygun olan zikirler okunur.  Allah özellikle şuna dikkat çekmiştir:

وَلَقَدْآتَيْنَاكَسَبْعًامِنَالْمَثَانِيوَالْقُرْآنَالْعَظِيمَ

“Sana o mesânîden yedi tane ve yüce Kur’ân’ı verdik.” (Hicr 15/87)

“mesânîden yedi tane” yedi ayeti olan Fatiha Suresidir. Ebû Saîd el-Muallâ, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünü nakleder:  “El-hamdulillah (Fatiha Suresi) bana verilmiş yedi mesânî ve yüce Kur’ân’dır.[5] Allah onun gibisini ne Tevrat’ta ne İncil’de indirmiştir.”[6] Bu yüzden Fatiha her rekâtta okunur. Sonradiğer âyetlerden de okunarak Kur’an’daki bütün zikirlerin okunmasının kapası aralanır.

Rükûda, secdede ve son oturuşta okunan zikirler de Kur’an’dan derlenmiştir. 

Bir gün bir kişi Nebi sallallahu aleyhi ve selleme gelmiş ve şöyle demiş:

“Ben Kur’an’dan bir şey alamıyorum bana onun yerine geçecek bir şeyler öğret”

O da ona; “şunu söyle” demiş:

“Suhanellah v’el-hamdulillah ve lâ ilâhe illa’llah v’ellahu ekber ve lâ havle velâ kuvvete illâ billah”

“Allah’a boyun eğerim, her şeyi güzel yapmak Allah’a özgüdür. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür. Yeni hal ve güç ancak Allah’ın yardımı ile elde edilir.”

Adam demiş ki;

“Bu, yüce Allah için; benim için de bir şey yok mu?”

Allah’ın Elçisi ona; “şunu söyle” demiş:

“Allah’ım, bana ikramda bulun, rızık ver; sağlık ve afiyet ver ve doğruyu göster.”

Adam kalkınca eliyle “işte bu kadar” demiş.

Allah’ın Elçisi de “Bu adam elini hayırla doldurdu[7]” demiş.

Namazın, “zikir için” olabilmesi, okuduğumuz sure ve duaların anlamını bilmemize bağlıdır. Yoksa Müslümanın olmazsa olmazı olan bu ibadeti, Allah’ın zikri için yapmış olmayız.

“Zikir” için kılınan namaz, bir ibadet olmanın yanında bir Kur’an öğrenimine dönüşür. Her çeşit fuhşu ve kötülüğü ancak o zaman engeller.

Sonuç

Kıldığımız namaz bütün elçilere emredilmiştir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“Onlara (elçilere) sadece şu emir verilmiştir: Doğrudan doğruya yalnız Allah’a boyun eğerek ona kul olun, namazı sürekli kılın ve zekâtı verin. İşte sağlam din budur.” (Beyyine 98/5)

Onlardan her biri kendi kitabıyla namaz kılmıştır. Kitaplar, o toplumların dili ile indirilmiştir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

Biz, her elçiyi kendi halkının dili ile gönderdik ki, onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Güçlü olan o, doğru karar veren odur. (İbrahim 14/4)

Demek ki Kur’an’ın Arapça olması da Arap dilinin faziletinden değil, indirildiği toplumun Arap olmasından dolayıdır. Şimdi ana dille ibadet edilip edilmeyeceğine siz karar verebilirsiniz.

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

__________________________________________


[1] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (Tahkik: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımışk ve Beyrut, 1412/1992, عرف  mad.

[2]Müfredât, كرذ  mad.

[3] Bu âyetlerde iltifat sanatı kullanılmıştır. İltifat, üçüncü şahıstan birinci ve ikinci şahsa geçmektir. Türkçe’de böyle bir anlatım olmadığı için tercüme, bu sanat yok sayılarak yapılmıştır.

[4]Arapçada fiil kalıplarına bâb adı verilir.

[5].      Buhârî, Tefsir, 1; Nesâî, İftitah, 26.

[6].      Tirmizi, Fedâil’ul-Kur’ân, 1.

[7] Ebû Davud, Salâh 139, (832); babu ma yucziu’l-ummiyye ve’l-a’cemiyye min’el-kıraah.