Yazar Hakkında

Abdulaziz Bayındır
3. Ali İmran Suresi 7. Ayet
“Kitab’ı sana O indirmiştir. Âyetlerinin bir kısmı muhkemdir; onlar Kitab’ın ana ayetleridir. Diğerleri müteşâbih (muhkeme benzer) olanlardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar. Oysa onun tevilini (bağlamını) sadece Allah bilir. Bu ilimde sağlam duruş gösterenler şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem de müteşâbih de tevil de) Sahibimiz katındandır.” Zikre (doğru bilgiye) sadece dik duruşlu olanlar ulaşabilirler.”(Ali İmran 3/7)
“Kitabı sana O İndirmiştir, ayetlerin bir kısmı muhkemdir. Onlar kitabın ana ayetleridir.” (Ali İmran 3/7)
Muhkem doğru hükümler içeren demektir. Hükümlerin; Oruç tutun, zekat verin, namaz kılın gibi emirlerin içeriklerinin özetleri müteşabih ayetlerde açıklanmıştır. Muhkeme özet hükümler ifade eden ayetler diye de anlam verebiliriz. Tanım olarak muhkem ayet; bir konuda hüküm içeren ana ayettir. Hemen her ayetin böyle bir yönü vardır. Sonra bu hüküm başka ayetlerle açıklanır. Muhkem ve müteşabih ayetlerin arasındaki ayrımı en iyi şekilde şu ayette görebiliyoruz: “Elif, Lâm, Râ. Bu bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış aynı zamanda hakîm olan, her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir.” (Hûd 11/1-2) Cenab-ı Hak Hud 1-2’de ayetleri muhkem ve müteşabih olarak ikiye ayırmıştır. Muhkem kılınmıştır derken Kur’an’ın bütün ayetleri anlaşılır. Ayette geçen “summe” kelimesi ile muhkemle birlikte onları açıklayan ayetleri birleştirdim anlamını vermek daha doğru olabilir. Kur’an’ın bir çok yerinde sümme kelimesi birleştirme anlamındadır. Bunun örneğini şöyle verebiliriz; Beled Suresinde “o akabenin ne olduğunu sana kim bildirdi, bir esiri esaretinden kurtarmak ya da sıkıntılı bir günde – açlık gününde doyurmak; akrabadan bir yetimi veya yapacağı hiçbir şeyi kalmamış olan bir çaresizi doyurmaktır” dendikten sonra gelen “summe” kelimesi ile “sonra da müminlerden olmaktır” diye anlam verilirse uygun olmaz çünkü müminlerden olmak için imanlı olunması gerekir. Dolayısıyla “summe” “sonra” anlamında değil “aynı zamanda” anlamındadır. “Aynı zamanda müminlerden olan ve birbirlerine hayrı ve sabrı tavsiye edenler” şeklinde anlam verilmelidir. Summe kelimesinin ayetlerde “sonra” anlamında ifade edilmesi bir çok ayette yanlış anlaşılmalara sebep olmaktadır. Arapça’da asıl kök anlamı birlikteliktir ama “sonra” anlamında da kullanılabiliyor.
Kitab (كتاب)’ın kök anlamı, bir şeyi bir şeye eklemektir (Mekayîs). Bazen sözleri ekleyerek yapılan konuşmaya bazen de kelimeleri ekleyerek yazılan herhangi bir yazıya kitap denir (Mürfedat). Bir ayet şöyledir: “Allah sözün en güzelini, müteşâbih ve mesânî kitap olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23) Mesânî, “ikişerliler” anlamına gelir. Kur’ân’ın, bildiğimiz bir kitap halinde inmediği açıktır. Bu ayetler onun, kendinden kitaplar oluşturulacak şekilde indiğini, her bir kitabın, bir muhkem bir de müteşâbih olmak üzere en az iki ve ikinin katları olan ayetlerden oluştuğunu, doğru hükme yani hikmete bu şekilde ulaşılabileceğini gösterir.
“Diğerleri müteşabih (muhkeme benzer) olanlardır.” (Ali İmran 7)
Fıkıh usulünde müteşabih kavramının üzeri örtülmüştür. Sadece müteşabih lafız olarak fıkıhta geçmektedir. Bu da müteşabih olan lafızların bazen açık bazen kapalı olmasından ibarettir demişlerdir. Bir kısım ulema müteşabih lafzın hiç kimse tarafından anlaşılamayacağını iddia ederken, bir kısmı da sadece büyük alimlerin anlayacağını iddia etmektedir. Ayrıca müteşabih lafzı anlamak için her hangi bir gayrete gerek olmadığını da savunurlar. Böylesine içi boşaltılmış bir kavram haline gelen müteşabih ayetler aslında Kur’an’ı anlamanın anahtarlarıdır.
Müteşâbih, birbirine benzeyen iki şeyden her birine denir. Örneğin birbirine benzeyen iki kişinin hangisini görürseniz görün birbirini hatırlatır. Bir ayet bir konu için ana ayet olurken, diğer bir konu için müteşabih ayet olur. Karşılıklı benzeşme olarak kullanılan bu kelime, toplam sekiz ayette geçer. Bunlar; ” İnanan ve yararlı işler yapanlara müjde ver:İçinden ırmaklar akan bahçeler onlar içindir. Kendilerine hangi üründen sunulsa “Bu bize daha önce de sunulmuştu.” derler, ama onlara onun bir benzeri verilir. Orada kusursuz hale getirilmiş eşleri de olur ve ölümsüz olarak kalırlar.”(Bakara 2/25) Ayette; müminlere cennette verilen nimetlerin dünyada verilenlere benzer verildiği “müteşabih” kelimesi ile geçmektedir. Yine Bakara suresinin 70. Ayetinde sığırın tarifi yapılırken de müteşabih kelimesi kullanılmıştır; ““Bizim için Sahibine (Rabbine) bir daha sor, onun nasıl bir şey olduğunu iyice açıklasın! Bize göre o özellikler birçok sığırda var. Allah bulmamızı tercih ederse biz onu buluruz!” dediler “(Bakara 2/70) Bir En’am suresinin iki ayetinde birbirlerine benzeyen nimetler yine müteşabih kelimesi ile şöyle ifade edilmiştir; “Gökten su indiren Allah’tır. O her türlü bitkiyi onunla çıkarır. Ondan yeşilliği çıkarır, ondan da üst üste binmiş taneleri, hurmanın tomurcuğundan aşağı sarkmış salkımları, üzüm bağlarını, zeytini ve narı benzeşir ve benzeşmez halde çıkarır. Meyve verince meyvesine ve meyvenin olgunlaşmasına bir bakın. Bunda inanan bir toplum için kesin belgeler vardır.”(En’am 6/99) “Çardaklı, çardaksız bahçeleri, yemesi farklı hurmaları ve ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları var eden odur. Bunlar ürün verince ürünlerinden yiyin. Hasat gününde de hakkını verin. Sakın saçıp savurmayın. O saçıp savuranları sevmez.”(En’am 6/141) Bir başka ayette müşriklerin Cenab-ı Hakka benzer saydıkları varlıklar da müteşabih kelimesi ile şöyle ifade edilmiştir; “De ki: “göklerin ve yerin rabbi kimdir?” De ki, “Allah’tır.” De ki: “Allah ile aranıza, kendilerine bile faydası veya zararı olmayacak dostlar mı koydunuz?” De ki: “körle gören ya da karanlıklarla ışık bir olur mu?” Yoksa Allah’a Allah gibi yaratan ve yarattıkları Allah’ınkine benzeyen ortaklar mı bulmuşlar?” De ki: “Her varlığın yaratıcısı Allah’tır. O, bir tektir, her şey onun hakimiyetindedir.”(Rad 13/16)
Ali İmran Suresi 7. Ayetin müteşabihi ise şöyledir; “Allah sözlerin en güzelini, birbirine benzer, ikişerli (âyetler içeren) bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların tüylerini ürpertir; sonra onların kalpleri ve vücutları Allah’ın bilgisiyle yumuşar; İşte bu Allah’ın yoludur. Onu tercih edeni o yola yöneltir. Allah’ın sapık dediğine kimse “doğru yoldadır” diyemez.”(Zümer 39/23)
“Kalplerinde eğrilik olanlar, istedikleri te’vîli (bağlantıyı) kurup istedikleri fitneyi çıkarmak için Kitap’tan, kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar.”(Ali İmran 3/7)
İnsanların bir kısmı Allah’ın emrine değil de; Allah’ın emri adı altında kendi emirlerine uyulmasını arzu ederler. Dışarıdan bakıldığında Allah’ın dinine uyuyormuş gibi gözüken ama aslında kendi yaptırmak istediklerini ortaya sunan bu münafıkları Cenab-ı Hak ayette şöyle anlatmaktadır; “Onlar, dünya hayatını Ahiretten çok seven, anlaşılamayacak biçimde çarpıtmaya çalışarak Allah’ın yolundan uzaklaşan kimselerdir. Onlar derin bir sapkınlık içindedirler.”(İbrahim 14/3) Ayette geçen ivec = عِوَجً kelimesi, dikkatle bakılmadıkça fark edilemeyen çarpıtma anlamına gelir (Müfredat). Çünkü dünyayı ahirete tercih edenler, kendilerini dindar göstermeyi ihmal etmezler. Bu eğrilik öyle bir eğriliktir ki dışarıdan anlaşılmaz. Bu kişiler ikiye ayrılır; bir kısmı dini bilen kimselerdir. İster muhkem ister müteşabih olsun, hiçbir ayırım yapmadan kitaptan kendi arzularına uyan ayetleri sunmak için zihinlerindekine benzeyen ayetleri araştırırlar. Kendileri için biraz benzerlik buldukları zaman hemen ona uyarlar. Bugün görünürde başka isimler adı altında faize fetva vermek örnek verilebilir. Bir kısmı da dini bilmeyenlerdir. Bunlar bir çok hocayı kendi arzusuna uyan fetvayı alana kadar dolaşır. İki grubun da kalbindeki kayma kendisini dine değil dini kendisine uydurmaktır.
Allah’ın ayetlerini Allah’tan başka kimse açıklamaya kalkarsa kendisini Allah’ın yerine koymuş olur. Zira Allah ayetlerin kendi içerisinde açıkladığını bildirmektedir. Allah Resulü de açıklama yapmamaktadır. Allah Resulü de muhkem ve müteşabih ayetleri alıp ilgili bağlantıları oluşturarak Allah’ın yapmış olduğu açıklamayı bize bildirir. Biz de o açıklamalara nasıl ulaşacağımızı öğreniriz ve o yoldan gideriz.
Ayet’in açılımı şöyledir: “(فيتبعون ما تشابه منه بزيغهم) = Kitap’tan kendi eğrilikleriyle benzeşene uyarlar.” Necrân Hristiyanlarından bir topluluk Nebîmize gelmiş: Ya Muhammed! Sen, İsa’nın Allah’ın kelimesi ve ondan bir ruh olduğu kanaatindesin değil misin? demişti. O, “evet” deyince “Bu bize yeter” demişlerdi. Arkasından yukarıdaki âyet sonra da şu âyet inmişti: “Allah katında İsa’nın durumu, tıpkı Âdem’in durumu gibidir. Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona ‘ol” dedi; o da oluştu .” (Al-i İmran 3/59) (Taberî)
Hristiyanlar, kendi eğrilikleriyle benzeşir gördükleri şu âyete dayanıyorlardı: “İsa… Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı (ol) sözü ve kendinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171) Hâlbuki bu ayetin başında görmek istemedikleri şu ifade vardır: “Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir.” Allah’ın kitabına uyma yerine onu kendilerine uydurmak isteyenler hep böyle bir yol izlerler.
Kalplerinde eğrilik / hastalık olanlarla ilgili başka ayetler şöyledir; “Bunların kalplerinde bir hastalık oluşur, Allah bir hastalık daha verir. Yalan söylemelerine karşılık da acıklı bir azabı hak ederler.”(Bakara 2/10) Kalplerindeki hastalık, yanlış davranışlardan doğar. Kişi hangi davranışı seçerse kendisinde o yönde bir tabiat oluşur. Allah-u Teala hiç kimseye kendi gayreti olmadan bir müdahalede bulunmadığı için bu hastalıkları da giderek artar, yanlış davranışları içerisinde dura kalırlar. Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Bazıları, bir sure indirilince; “hanginizin imanını artırdı?” der. O, inanıp güvenenlerin imanını artırır, birbirlerini müjdelerler. İçi bozuk olanların da pisliğine pislik katar. Onlar da kâfir olarak ölürler.” (Tevbe 9/124-125) “Kalplerinde hastalık olanların, onların arasında koşuştuğunu görürsün; çepeçevre kuşatılmaktan korkuyoruz, derler. Bakarsın Allah hastalıklarını açığa çıkarır veya katından bir iş meydana getirir de içlerinde gizledikleri şeylerden dolayı pişman olurlar.”(Maide 5/52) “O gün münafıklar ve kalbi bozuk olanlar da; “Bu adamları dinleri aldatmış” diyorlardı. Ama kim Allah’a dayanırsa görür ki, Allah güçlüdür, kararı doğrudur.”(Enfal 8/49) “Eğer haklı konumda olsalar, koşa koşa gelirler.Onların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler? Ya da Allah’ın ve elçisinin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, onlar yanlış yoldadırlar.”(Nur 24/ 49-50)
“Oysa onun tevilini (bağlamını) sadece Allah bilir.” (Ali İmran 3/7)
Tevil doğru bağlantı kurmaktır. “bağlam” anlamını verdiğimiz kelime te’vîl ( = تَأْوِيلِ)’dir, âyetler arasındaki bağlantıyı ifade eder. O bağlantıyı kuran Allah’tır. Bu doğru bağlantıyı bulmak için Cenab-ı Hak doğru yöntemi bildirmiştir. Birbiriyle bağlantılı muhkem ve müteşabih ayetleri ancak, Arapçayı ve ilgili konuyu iyi bilenlerden oluşan bir ekip bulabilir. Bir ayet şöyledir: “Bu bir kitaptır ki âyetleri, bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça Kur’ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3) Buradaki Kur’ân kelimesi, Al-i İmran 7. âyetteki kitap kelimesi gibi ayetler kümesi anlamındadır.
“Bu ilimde sağlam duruş gösterenler şöyle derler: “Biz, bu ilme inandık, hepsi (muhkem de müteşâbih de tevil de) Sahibimiz katındandır. Zikre (doğru bilgiye) sadece dik duruşlu olanlar ulaşabilirler.”(Ali İmran 3/7)
Bu ilim, âyetleri âyetlerle açıklama ilimdir. Allah Teala şöyle demiştir: “Onlara, bir ilimle açıkladığımız Kitap getirdik; inanan topluluk için rehber ve ikramı bol bir kitap.” (Araf 7/52)
Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla getirmek veya söylemektir. (Müfredât ذكر ve عرفmd.) Tabiat, Allah’ın yarattığı âyetlerden, Kur’ân da indirdiği âyetlerden oluşur. Her ikisinden elde edilen doğru bilgi zikirdir. İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28) Sağlam/dik duruşlu diye meal verdiğimi ulu’l-elbab’ı Allah Teala şöyle tanımlar: “Sözü dinleyip ve onun en güzeline (Allah’ın sözüne) uyanları, Allah’ın doğru yola ileteceği müjdesini ver. Onlar, ulu’l-elbab olanlardır.” (Zümer 39/18)
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
İlgili Yazılar
-
3. Ali İmran Suresi 7. Ayet
11 Ekim, 2016 -
3. Ali İmran Suresi 5. Ayet
15 Ağustos, 2016 -
3. Ali İmran Suresi 6. Ayet
15 Ağustos, 2016 -
3. Ali İmran Suresi 4. Ayet
19 Mayıs, 2016 -
3. Ali İmran Suresi 3. Ayet
30 Nisan, 2016 -
3. Ali İmran Suresi 1. Ayet
27 Nisan, 2016 -
3. Ali İmran Suresi 2. Ayet
27 Nisan, 2016 -
2. Bakara Suresi 273. Ayet
26 Nisan, 2016 -
2. Bakara Suresi 258. Ayet
26 Nisan, 2016 -
2. Bakara Suresi 274. Ayet
26 Nisan, 2016
