RUH, ALLAH’TAN GELEN BİLGİ VE BİLGİYİ DEĞERLENDİRME YETENEĞİ

Kur’an’da ruh kelimesi, iki anlamda kullanılır. Birincisi Allah’tan gelen bilgi, ikincisi de insanlar ile cinlere yüklenen yetenektir. Bu yetenek onların, ulaşabildikleri bilgileri değerlendirmelerini ve imtihan edilebilir hale gelmelerini sağlar.

Şu âyette ruh, Allah’tan gelen bilgi anlamındadır:

يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ

“Allah melekleri, kendi emri olan ruh ile birlikte kullarından tercih ettiği kişilere indirir ve (onlara, insanları) şöyle uyarın der: “Benden başka ilah yoktur; öyleyse bana karşı yanlış yapmaktan sakının!” (Nahl 16/2)

Allah’ın bilgisi, hayallerin ötesinde bir büyüklüğe sahiptir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَادًا لِكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَدًا .

De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa, bir o kadarını daha onlara katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden, kesinlikle denizler tükenir.” (Kehf 18/109)

وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ .

“Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizler de onların mürekkebi olsa ve arkasından yedi deniz daha eklense yine de Allah’ın sözleri /ilmi (yazmakla) tükenmez. Daima üstün olan ve kararları doğru olan Allah’tır.”  (Lokman 31/27)

Allah’ın bilgisinden bize verilen kısım pek azdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً . 

“Sana ruhu soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin işidir. O bilgiden size az bir şey verilmiştir.” (İsrâ 17/85)

Allah’ın bilgisinden insanlara, ihtiyaçları kadar verilmiştir. İlgili âyet şöyledir:

لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

“(Ey ehl-i zikir /önceki kitapların uzmanları!) Size, kendi kitaplarınızın bilgisini de içeren bir kitap indirdik. Bu bağı kuramıyor musunuz?” (Enbiya 21/10)

Bu ayette “doğru bilgi” anlamı verdiğimiz kelime ‘zikir’dir. Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen ve akıldan çıkarılmaması gereken doğru bilgidir[1]. İlahi kitaplardaki bilgi, bu bilgi olduğu için hepsinin ortak adı ‘Zikir’dir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَمِ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَن مَّعِيَ وَذِكْرُ مَن قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُم مُّعْرِضُونَ .

“Yoksa Allah ile aralarına girecek ilahlar mı edindiler? De ki: “Kanıtınızı getirin. Bu Kur’an, benimle birlikte olanların zikri /kitabı, benden öncekilerin de zikridir.” Aslında onların çoğu, bu gerçeği bilmezler de yüz çevirirler.”  (Enbiya 21/24)

Doğru bilginin kaynağı Allah’ın ayetleridir. Bunlar, yaratılan âyetler ve indirilen âyetler olmak üzere iki türlüdür. Her birinden elde edilen doğru bilgi zikirdir (Enbiya 21/24, En’âm 6/80). İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder (Ra’d 13/28). Allah’ı zikretmek; kitabını ve yarattığı ayetleri dikkate alıp onlardaki bilgiler üzerinde düşünmektir. İnsan, bunlardan bildiği kadarıyla sorumludur (Bakara 2/208-209).

Allah’ın insanlara ve cinlere yüklediği ruh ise onların vücutlarına girip çıkabilen ikinci vücut gibidir. Bu onları, bütün varlıklardan farklı hale getirir. Bu ruhun insana yüklenmesi, vücut yapısının tamamlanmasından sonradır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ. ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ. ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ.

“Yarattığı her şeyi güzel yaratan O’dur. İnsanı yaratmaya çamurdan başlamıştır. Sonra soyunu bir özden; zayıf bir sudan /sıvıdan (döllenmiş yumurtadan) yaratmıştır. Sonra (organlarını tamamlayıp) dengesini kurmuş, ruhundan üflemiş ve size dinleme, basiret ve gönüller vermiştir. Görevinizi ne kadar az yapıyorsunuz!” (Secde 32/7-9)

Ruh kişiye, elde ettiği bilgileri değerlendirme, yeni bilgilere ulaşma ve hayat tarzını değiştirebilme özelliği kazandırdığı için onu imtihan edilebilir varlık haline getirir.

Bu girişten sonra ruh için şöyle bir tarif yapılabilir:

“Ruh, Allah’tan gelen bilgi veya bir bilgiyi kavrayıp değerlendirmeye ve hayat tarzını değiştirmeye imkân veren yetenektir.”

Arapçada ruh الرُّوحُ; genişlik, rahatlık ve düzen anlamına gelen رَوْحُ = ravh kökündendir[2]. Allah’tan gelen bilgide ve bir bilgiyi doğru değerlendiren kişilerde bu özelliklerin hepsi oluştuğu için bu tanım, ruhun kök anlamıyla da uyuşur.

Bu yazıda, Allah’tan gelen bilgi anlamındaki ruh ile insanlara ve cinlere yüklenen yetenek anlamındaki ruh, iki ayrı başlık altında incelenecektir.

I-              ALLAH’TAN GELEN RUH/BİLGİ

Allah; göklere, yere, canlı–cansız bütün varlıklara bilgi yüklemiştir. Allah’ın, bütün nebilerine indirdiği kitaplar, ondan gelen ruhu yani ona ait bilgileri içerir. Onları getiren Cebrâil de o ruhla bütünleşmiştir. Bu sebeple hem o kitaplara hem de Cebrâil’e ruh denmiştir. Kadir Gecesinde meleklere verilen görevler de Allah’ın emirlerini içeren ruhlardır. Bir de Allah’ın, gayretli ve dürüst kişileri desteklediği ruh vardır.

A-            ALLAH’IN NEBÎLERİNE İNDİRDİĞİ RUH

Allah’ın indirdiği kitapların tamamı, ondan gelen bilgileri içerir. Allah’ın kitap vermediği bir tek nebî yoktur (Bakar 2/136, Al-i İmran 3/81, 84, Nisa 4/163-164). İlgili âyetlerden biri şöyledir:

قُولُوٓا۟ ءَامَنَّا بِٱللَّهِ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَآ أُنزِلَ إِلَىٰٓ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَٰعِيلَ وَإِسْحَٰقَ وَيَعْقُوبَ وَٱلْأَسْبَاطِ وَمَآ أُوتِىَ مُوسَىٰ وَعِيسَىٰ وَمَآ أُوتِىَ ٱلنَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُۥ مُسْلِمُونَ

“Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a[3] ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş olana, Rableri /Sahipleri tarafından bütün nebilere verilenlere[4] inandık. Onlardan birini diğerinden ayırmayız[5]. Biz sadece Allah’a teslim olmuş kimseleriz.” (Bakara 2/136)

Bu kitapların, Allah’tan gelen bilgi anlamında birer ruh olduklarını bildiren âyetlerden bir kısmı şöyledir:

يُنَزِّلُ الْمَلَائِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ أَنْ أَنْذِرُوا أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاتَّقُونِ

“Allah melekleri, kendi emri olan ruh ile birlikte kullarından tercih ettiği kişilere indirir ve (onlara, insanları) şöyle uyarın der: “Benden başka ilah yoktur; öyleyse bana karşı yanlış yapmaktan sakının!” (Nahl 16/2)

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ . صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الْأُمُورُ

“(İşte sana da bu şekilde (elçi göndererek), kendi işimiz olan ruhu (Kur’an’ı) vahyettik. Yoksa sen böyle bir Kitab’ı ve böyle bir inancı bilemezdin. Ama onu bir nur yaptık, kullarımızdan tercih ettiklerimizi onunla yola getiririz. Sen elbette (Kur’an ile) doğru yolu gösterirsin. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi kendinin olan Allah’ın yolunu. Bilin ki bütün işler, Allah’a ulaşır. (Şûrâ 42/52-53)

B-       CEBRÂİL ALEYHİSSELAM

Allah’tan aldığı bilgileri, onun nebîlerine ulaştırmakla görevli olan Cebrâil’e, Güvenilir ruh = er-Ruh’ul-emîn denmiştir. Çünkü kendine olan güveni asla kötüye kullanmamış, o bilgilere en küçük bir müdahalede bulunmamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَإِنَّهُ لَتَنْزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ . نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ .

O Kur’ân, elbette varlıkların sahibi tarafından indirilmiştir. Onu, Güvenilir Ruh /er-Ruh’ul-emîn indirmiştir. (eş-Şuarâ/192-193)

Cebrâil aleyhisselam Ruh’ul-kudüs diye de tanımlanır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ .وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَـذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ.

“De ki “Onu Kutsal ruh /Cebrail, Rabbinden bütün gerçekleri içerir özellikte indirdi ki inanıp güvenenlerin inancını sağlamlaştırsın, teslim olanlara bir rehber ve bir müjde olsun. (Nahl 16/102)

Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biri el-Kuddûs’dur. Tertemiz, pak, her türlü noksanlıktan uzak demektir[6]. El-Kudüs de aynı anlamdadır[7]. O zaman “Ruh’ul-kudüs = el-Kudüs’ün ruhu, diğer bir ifadeyle Kutsal Ruh anlamındadır.

Şu âyette de Cebrâil için “ruhumuz = روحنا” ifadesi kullanılır.

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَ إِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ أَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّا . فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا .

“Bu kitapta Meryem’i de anlat. Bir gün ailesinden ayrılmış, doğu tarafında bir yere çekilmiş, onlarla kendi arasına bir engel koymuştu. Derken Ruhumuzu (Cebrâil’i) gönderdik, ona tam bir beşer gibi gözüktü.” (Meryem 19/16-17)

Bu durumda Cebrâil, Allah’ın bilgisini getiren melek olur. Allah İsa aleyhisselamı daima onunla desteklemiştir (Bakara 2/87, 253, Maide 5/110). O, Muhammed aleyhisselam’ın da öğretmenidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَالنَّجْمِ إِذَا هَوَى. مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوَى. وَمَا يَنطِقُ عَنِ الْهَوَى. إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْيٌ يُوحَى. عَلَّمَهُ شَدِيدُ الْقُوَى.

“Doğduğunda[8] o yıldız (kutup yıldızı)[9] hakkı için, arkadaşınız yoldan çıkmamış ve haddini de aşmamıştır. O, söylediğini kendi arzusuna göre söylemiyor. O, kendine gelen vahiyden başkası değildir. Bunu ona, gücü sağlam olan (Cebrâil) öğretti. (Necm 53/1-5)

Cebrâil aleyhisselam cinlerden yani imtihana tabi varlıklardan (Zariyat 51/56) olduğu için o da bizim gibi ruh taşır (Araf 7/159). Zaten bütün melekler, Allah’ın görev verdiği cinlerdir. Bunu gösteren ayetlerden biri şudur:

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا .

“Bir gün meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ dedik. İblis’in dışındakiler hemen secde ettiler. İblis de (melek olarak görevlendirilen) o cinlerdendi ama Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi siz, onu ve soyunu, benimle aranızda kendiniz için veliler mi ediniyorsunuz? Hâlbuki o size düşmandır. Yanlış yapanlar için ne kötü tercihtir bu!” (Kehf 18/50)

Âyette geçen: “Hâlbuki o da o cinlerden idi ama Rabbinin emrinden çıktı.” sözünü doğru anlamak için: “Rabbinin emrinden çıkmayan cinler hangileriydi?” diye sormak gerekir. Bunun tek cevabı “melekler” olur. Emirden çıkan tek melek İblis’tir. Zaten İblis melek olmasaydı, meleklere verilen secde emrinden sorumlu tutulamazdı. Secde etmemesinin sebebi kendini büyük görüp direnmesiydi (Bakara 2/34). Bu suçu, hangi melek işlese aynı cezaya çarptırılır (Nisa 4/172-173)[10].

C-        ADEM ALEYHİSSELAMA ÜFLENEN RUH

Allah Teâlâ’nın, diğer insanlardan farklı olarak, Adem aleyhisselama üflediği ruh, ona yüklediği bilgidir. Allah’ın bu konudaki sözleri,  Mele-i a’lâ’da yani meleklerin en üst topluluğu arasında tartışmaya sebep olmuştu. İlgili ayetler şöyledir:

مَا كَانَ لِي مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَإِ الْأَعْلَى إِذْ يَخْتَصِمُونَ .  إِن يُوحَى إِلَيَّ إِلَّا أَنَّمَا أَنَا نَذِيرٌ مُّبِينٌ . إِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِن طِينٍ . فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ . فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ . إِلَّا إِبْلِيسَ اسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنْ الْكَافِرِينَ . قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَن تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنتَ مِنَ الْعَالِينَ . قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ . قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ . وَإِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَتِي إِلَى يَوْمِ الدِّينِ .

(Ya Muhammed de ki:) Mele-i A’la / büyük melekler topluluğu tartışırlarken, benim onlara (tartışma konularına) dair bir bilgim yoktu. Bunlar bana, sadece benim açık bir uyarıcı olmam sebebiyle vahyedilmektedir.

O gün Rabbin meleklere şöyle demişti: “Balçıktan bir beşer[11] yaratacağım.  Son şeklini verip içine ruhumdan üflediğimde (onu bilgi ile donattığımda) onun karşısında secdeye kapanın /saygıyla eğilin![12].

Bütün melekler hep birlikte (Âdem’e) secde ettiler/saygıyla eğildiler. Ama İblis eğilmedi, büyüklendi ve kafirlerden oldu.

Allah dedi ki: “Ey İblis! Kendi ellerimle yarattığıma secde etmeni /saygıyla eğilmeni engelleyen neydi? Büyüklendin mi yoksa kendini üstün görenlerden misin?[13]

İblis dedi ki: “Ben ondan üstünüm; beni ateşten yarattın ama onu balçıktan yarattın.” (Allah dedi ki:)“Çık buradan (Mele-i A’lâ’dan); artık sen taşlananlardansın[14].

Yapılan her şeyin karşılığını bulacağı güne kadar lanetim[15] dışlamam senin üzerinde olacaktır.” (Sad 38/69-78).

Allah’a olan bu itirazları, meleklerin de muhalif yapıda olduklarını gösterir. Bu ayetler ve ilgili diğer ayetler (A’raf 7/11-13) İblis’in de Mele-i a’lâ’da görevli olduğunun açık delilidir.

Meleklerin Adem’e ne zaman secde ettiklerini şu âyetlerden öğreniyoruz:

وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ . وَعَلَّمَ ءَادَمَ ٱلْأَسْمَآءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى ٱلْمَلَٰٓئِكَةِ فَقَالَ أَنۢبِـُٔونِى بِأَسْمَآءِ هَٰٓؤُلَآءِ إِن كُنتُمْ صَٰدِقِينَ .  قَالُوا۟ سُبْحَٰنَكَ لَا عِلْمَ لَنَآ إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَآ ۖ إِنَّكَ أَنتَ ٱلْعَلِيمُ ٱلْحَكِيمُ . قَالَ يَٰٓـَٔادَمُ أَنۢبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ ۖ فَلَمَّآ أَنۢبَأَهُم بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّىٓ أَعْلَمُ غَيْبَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ . وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَٰٓئِكَةِ ٱسْجُدُوا۟ لِءَادَمَ فَسَجَدُوٓا۟ إِلَّآ إِبْلِيسَ أَبَىٰ وَٱسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ .

“Rabbin /Sahibin bir gün meleklere, ‘Yeryüzünde bir halife /muhalif varlık[16] oluşturuyorum.’ dedi. Melekler, ‘Orada tabii düzeni bozacak ve kan dökecek akıllı[17] bir varlık mı oluşturuyorsun? Ama sen yaptığını mükemmel yaparsın, sana içten boyun eğmemiz bundandır. Senden dolayı onu temiz ve değerli sayarız.’[18] dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!” dedi.

Âdem’e bütün varlıkların isimlerini /özelliklerini[19] öğretti,[20] sonra onları[21] meleklere gösterdi: “(Muhalif varlıkla ilgili) İddianızda haklıysanız bana şunların isimlerini /özelliklerini anlatın!” dedi.

Melekler, “Biz sana boyun eğeriz, senin öğrettiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Her şeyi bilen ve kararları doğru olan sensin.” dediler.

Allah: “Âdem! Meleklere şunların isimlerini /özelliklerini anlat!” dedi. Âdem onlara o isimleri anlatınca, “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını /gizlisini, saklısını bilirim. Neyi açığa vurduğunuzu, içinizde neyi sakladığınızı[22] da bilirim.” dedi. 

Meleklere “Âdem’e secde edin /onun karşısında saygıyla eğilin[23]!”dediğimizde İblis hariç hemen eğildiler. İblis direndi, büyüklendi ve kâfirlerden[24] oldu. (Bakara 2/30-34)

Allah Teâlâ Adem’e gökler dahil, varlıklarla ilgili bilgileri öğrettikten ve meleklerin o bilgileri bilmediğinin ortaya çıkmasından sonra onlara secde emri verdiğine göre meleklerin secdelerine sebep olan ruhun, Allah’ın Adem’e yüklediği bilgiler olduğu açıktır. O bilgiler içinde göklere yolculukla ilgili olanlar da vardı. Bunu, Adem aleyhisselamın torunu, Nuh aleyhisselamın şu sözlerinden öğreniyoruz:

أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا . وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا .

“Allah’ın yedi kat göğü tabaka tabaka nasıl yaratmış olduğunu görmediniz mi? Onların içinde Ay’ı ışık yansıtıcısı, Güneş’i de ışık kaynağı yapmıştır.” (Nuh 71/15-16)

Bu ifade Kur’an’da yalnızca Nuh (as) kavmi için geçer. Demek ki onlar, yedi kat göğün, tabaka tabaka nasıl yaratıldığını gözleriyle görmüşler. Bu durum, tufandan önce bilim ve teknolojinin şimdikinden çok ileri bir seviyede olduğunun delilidir. Günümüzde sadece yıldızların olduğu birinci kat gök hakkında az bir bilgi bulunmaktadır.

Bir de Nuh aleyhisselamın yaptığı geminin, bugün bir eşi yoktur. O öyle bir gemiydi ki, ona her hayvandan bir çift yerleştirilmişti (Hud 11/40, Müminun 23/27). Her bir çiftin barınakları ve yiyecekleri de gemide olacağı için bunların, oraya binen insanlarla birlikte işgal ettiği alanın büyüklüğünü, hayal bile edemiyoruz.

D-            İSA ALEYHİSSELAMA ÜFLENEN RUH

Allah Teala şu âyette, İsa aleyhisselamın kendinden bir ruh olduğunu bildiriyor:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لاَ تَغْلُواْ فِي دِينِكُمْ وَلاَ تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقِّ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِّنْهُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلاَ تَقُولُواْ ثَلاَثَةٌ انتَهُواْ خَيْرًا لَّكُمْ إِنَّمَا اللّهُ إِلَـهٌ وَاحِدٌ سُبْحَانَهُ أَن يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً

“Ey ehlikitap /kitaplarında uzman olanlar! Dininizde aşırılık etmeyin. Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryemoğlu İsa Mesih; sadece Allah’ın elçisi, Meryem’e ulaştırdığı “Ol”[25] sözü ve kendinden bir ruhtur. Öyle ise Allah’a ve elçilerine inanıp güvenin. “Üç“ demeyin[26]; bundan vazgeçin ki sizin için iyi olsun. Şüphesiz, Allah tek ilahtır. Çocuk sahibi olmak ona yakıştırılamaz! Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Dayanak olarak Allah yeter.” (Nisa 4/171)

Allah bu ruhu, İsa aleyhisselam anasının rahminde iken üflemiştir:

وَالَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهَا مِن رُّوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَا آيَةً لِّلْعَالَمِينَ .

“Namusunu korumuş kadına (Meryem’e) gelince, onun içine ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, alemler için bir ayet /bir mucize kılmıştık.” (Enbiya 21/91)

وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِتِينَ.

“Allah, namusunu korumuş olan İmran kızı Meryem’i de örnek verir. Onun içine ruhumuzdan üflemiştik. Meryem, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti. İçten boyun eğenlerdendi.” (Tahrim 66/12)

Allah Teâlâ’nın, İsa aleyhisselama yüklediği ruh, ana rahminde iken ona öğrettiği bilgidir. Bakire Meryem’e, bir oğlunun olacağını müjdeleyen melekler şöyle demişti:

وَيُعَلِّمُهُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ

“Allah ona kitabı ve hikmeti[27] Tevrat’ı ve İncil’i[28] öğretecektir.” (Al-i İmran 3/48)

Doğduğu gün, Meryem onu kucaklayıp halkının yanına getirdi. Buna çok şaşıranlara hiçbir şey söylemedi, sadece çocuğunu gösterdi. O da yaptığı şu konuşma ile herkesi şaşkına çevirdi:

قَالَ إِنِّي عَبْدُ اللَّهِ آتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَنِي نَبِيًّا . وَجَعَلَنِي مُبَارَكًا أَيْنَ مَا كُنْتُ وَأَوْصَانِي بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ مَا دُمْتُ حَيًّا . وَبَرًّا بِوَالِدَتِي وَلَمْ يَجْعَلْنِي جَبَّارًا شَقِيًّا . وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ أَمُوتُ وَيَوْمَ أُبْعَثُ حَيًّا.

“Şöyle dedi: Ben Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni nebi yaptı.

Bulunduğum her yerde beni faydalı bir kişi yaptı; yaşadığım sürece bana namaz ve zekât görevi yükledi. Anama iyi davranan biri yaptı. Beni zorba ve hayırsız biri yapmadı[29].

Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım gün, esenlik ve güvenlik içinde olayım[30].” (Meryem 19/30-33)

Bu ayetlerde, çok net bir şekilde görüldüğü gibi İsa aleyhisselama yüklenen ruh, doğmadan önce ona yüklenen bilgi ve kazandırılan konuşma yeteneğidir.

E-             KADİR GECESİNDE MELEKLERE VERİLEN RUH

Allah Teâlâ Kadir suresinde şöyle buyurur:

إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ. وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ. لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ. تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ. سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ

Biz Kur’ân’ı Kadir Gecesinde indirdik! Kadir Gecesi nedir, sen nereden bileceksin! Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır! O gece melekler, Rablerinin izniyle, her konudaki ruhlarla (kendilerine verilmiş görevlerle) inerler.  O gece, tanyeri ağarıncaya kadar güvenlik ve esenlik gecesidir. (Kadir 97/1-5)

Şu âyetler, Kadir Gecesinde melekler arasında görev paylaşımı yapıldığını anlatmaktadır:

حم . وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ. إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ. فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ. أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ. رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

“Hâ, Mîm. Apaçık Kitab’a yemin olsun ki! Şüphesiz biz onu bereketli bir gecede (kadir gecesinde) indirdik. Biz uyarılarda bulunuruz. Karara bağlanmış her iş o gece(görevli melekler arasında)  paylaştırılır. (Bu kitap da) tarafımızdan verilen bir emirle (o gece indirilmiştir). Biz elçiler göndeririz. Rabbinin bir ikramı olarak. O, her şeyi dinleyen ve bilendir.” (Duhân 44/1-6)

Kadir Gecesinde meleklere verilen emrin ruhla ilgisini şu âyet ortaya koymaktadır:

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا

“İşte sana da bu şekilde (elçi göndererek), kendi işimiz olan ruhu (Kur’an’ı) vahyettik.”(Şûrâ 42/52)

Cebrâil, Kadir Gecesinde inen meleklerden sadece bir tanesidir. Her bir meleğin elinde, kendine verilen görevi içeren bir ruh yani emirler vardır. Bu sebeple Kadr suresinin 4. âyetinin meali şöyle olur:

تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ  وَ (معهم) الرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ

“O gece melekler, yanlarındaki o ruh/o bilgi ve Rablerinin izniyle her iş için inerler.”

Bütün bu âyetlerden anlaşıldığına göre emir kelimesiyle birlikte zikredilen ruh o emrin içeriğidir. 

D-              DOĞRU YOLDA OLANLARA DESTEK OLARAK VERİLEN RUH

Allah Teâlâ, kendi yolunda her türlü zorluğa göğüs gerenlere yardım sözü vermiştir:

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ

“Biz, uğrumuzda cihad edenleri /elinden geleni yapanları elbette yollarımıza yönlendiririz. Allah elbette güzel davrananlarla beraberdir.” (Ankebût 29/69)

رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ

Allah, dereceleri yükseltendir, Arş’ın /yönetimin sahibidir. Kendi işi olan o ruhu /kitabını, (melekleri aracılığı ile) kullarından tercih ettiği kişiye verir ki (o kişi) huzura varma günü konusunda uyarılarda bulunsun,”(Mümin 40/15)

O ruh ile kişi güçlenir ve her konuda Allah’tan yana tavır koymaya başlar.

Allah Teâlâ’nın, Musa aleyhisselamın annesine yardımı bu kapsamdadır. İlgili âyetler şöyledir:

وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ . فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ . وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِّي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ . وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِن كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَن رَّبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِين. وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ . وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى أَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُون

“(Firavun yeni doğan çocukları öldürdüğü için) Musa’nın annesine şunu vahyettik: “Onu emzir, ona bir şey olacağından korktuğun zaman da nehre bırak. Korkma ve üzülme; biz onu sana geri verecek ve elçilerimizden yapacağız.”

(Anası nehre bırakınca) Sonra Firavun ailesi, ileride kendilerine bir düşman ve bir üzüntü kaynağı olacak olan o çocuğu bulup aldı. Çünkü Firavun, Haman ve o ikisinin emrindekiler suçlu kimselerdi.

Firavun’un eşi dedi ki: “Benim ve senin için bir gözbebeği! Bunu öldürmeyin belki bize bir fayda sağlar, belki de evlat ediniriz.” Ama onlar işin farkında değillerdi.

Musa’nın annesi (Musa’dan başka) bir şey düşünemez hale geldi. Bize inanıp güvenenlerden olsun diye kalbine metânet vermeseydik neredeyse işi açığa vuracaktı.

Ablasına: “Onu takip et.” dedi. O da onlar fark etmeden onu bir kenardan gördü. ama onlar fark edemiyorlardı. Önceden ona, sütanalarını kabul etmeyecek bir özellik vermiştik. Kız kardeşi dedi ki “Sizin için onun bakımını üstlenecek bir aile gösterebilir miyim? Onlar, ona iyi bakarlar.”(Kasas 28/7-12)

Allah bir insanla, vahiy yani ilham veya perde arkasından yahut bir elçi gönderme dışında bir yolla konuşmadığı için (Şura 42/51) burada Musa’nın annesi ile konuşan, Allah’ın görevlendirdiği bir melekten başkası olamaz.

Allah, bu şekilde birçok insanı destekler. Bunların özelliklerini açıklayan âyet şudur:

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُولَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ.

“Allah’a ve ahiret gününe inanıp güvenen bir topluluğun, Allah ve elçisinin koyduğu sınırları tanımayanlara sevgiyle bağlandıklarını göremezsin. İsterse onlar; ana-babaları, evlatları, kardeşleri veya bağlı oldukları topluluk olsun. Onlar, Allah’ın kalplerine imanı yerleştirdiği, kendinden bir ruh ile desteklediği ve içinden ırmaklar akan cennetlere hiç ölmemek üzere koyacağı kimselerdir. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. Onlar, Allah’tan yana olanlardır. İyi bilin ki Allah’tan yana olanlar, mutlaka umduklarına kavuşacaklardır.”(Mücadele 58/22)

Nebîmiz ile ilgili bir ayet şöyledir:

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Allah ve melekleri bu nebîye destek[31] olurlar.  Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de ona sürekli destek olun ve hükmüne teslim olun.”(Ahzab 33/56)

Müminlerle ilgili olarak da şöyle buyrulmuştur:

هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا

“Allah ve melekleri size sürekli destek verir. Allah bunu, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için yapar. O, inanıp güvenenlere daima ikramda bulunur. (Ahzab 33/43)

Müslümanlar Bedir ve Uhud savaşlarında destek görmüşlerdi. İlgili ayetler şöyledir:

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ . إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَنْ يَكْفِيَكُمْ أَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُنْزَلِينَ . بَلَى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِنَ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ . وَمَا جَعَلَهُ اللَّهُ إِلَّا بُشْرَى لَكُمْ وَلِتَطْمَئِنَّ قُلُوبُكُمْ بِهِ وَمَا النَّصْرُ إِلَّا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

“Bedir’de çok zayıf durumdaydınız, Allah size yardım etti. Öyleyse Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ki görevinizi yerine getirebilesiniz.

O gün müminlere şöyle diyordun: “İndirdiği üç bin melekle Rabbinizin imdadınıza yetişmesi size yetmez mi?”

Yeter elbette. Eğer sabreder /duruşunuzu bozmaz, korunma tedbirlerinizi alırsanız, onlar da böyle ani bir baskınla üzerinize gelirlerse Rabbiniz, yanınızdan ayrılmayan beş bin melekle imdadınıza yetişir.

Allah bu desteği, sadece bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Zafer yalnızca, üstün olan ve bütün kararları doğru olan Allah katındandır.”  (Al-i İmran 3/123-126)

E-               GÖKLERE VE YERE VERİLEN EMİR

Allah önce yeri sonra gökleri yaratmış ve şöyle buyurmuştur:

 ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاء وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ  .

“Aynı zamanda, duman halindeki göğe yönelmiş, ona ve yere: “Gönüllü veya zorunlu olarak boyun eğin!” demişti; ikisi de “Gönüllü olarak boyun eğdik!” diye cevap vermişlerdi.”(Fussilet 41/11)

Göklerin ve yerin emre uyması

Nuh tufanında göklere ve yere şöyle bir emir verilmişti:

وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ .

“Ey yer! Suyunu yut! Ey gök sen de suyunu tut!” dendi. Sular çekildi, iş tamamlandı, gemi Cudi’nin üstüne oturdu ve şöyle denildi: “Yanlışlar içindeki topluluklar uzak olsun!” (Hud 11/44)

Göklerin ve yerin üzülmesi

Gökler ve yer, insanların yanlış davranışlarından etkilenirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا . لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْئًا إِدًّا . تَكَادُ السَّمَاوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنشَقُّ الْأَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَدًّا . أَن دَعَوْا لِلرَّحْمَنِ وَلَدًا .

Rahman çocuk edindi” dediler. Gerçekten çok çirkin bir iftirada bulundunuz. Bundan dolayı neredeyse gökler yarılacak, yer parçalanacak ve dağlar yerle bir olacak. Bunlar sırf “Bunların sebebi Rahman’a çocuk isnat etmeleridir.” (Meryem 19/88–91)

فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ

“(Firavun’a ve ordusuna) ne gök ağladı, ne de yer. Onlara süre de tanınmadı. (Duhan 44/29)

Dağlarda ve taşlarda Allah korkusu

Göklere ve yere yüklenen bilgi, onların gücü kadardır. Kur’an’daki bilgi onların gücünü aşar. Bunu şu âyetten anlıyoruz:

لَوْ أَنزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَّرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُّتَصَدِّعًا مِّنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَتِلْكَ الْأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ .

“Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirmiş olsaydık kesinlikle onun, Allah korkusundan başını eğip paramparça olduğunu görürdün. İşte bu örnekleri insanlar için veriyoruz; belki düşünürler.”(Haşr 59/21)

وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ ٱللَّهِ

“Allah korkusundan aşağı yuvarlanan taşlar da vardır.” (Bakara 2/74)

Ateşe verilen emir

İbrahim aleyhisselam ateşe atılınca Allah Teâlâ şöyle demişti: 

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ

“Biz de “Ey ateş! İbrahim için serin ve güvenli ol!” dedik.”(Enbiya 21/69)

Bu emir üzerine ateş İbrahim’i yakmamıştı.

Bu ayetler, göklere ve yere verilen bilginin, görevlerini yerine getirebilecekleri kadar olduğunu, Kur’an’daki bilgilerin, onların kapasitesini aştığını göstermektedir.

Allah Teâlâ göklere, yere, bitkilere ve tüm canlılara, bilgi yüklediği için onların her biri birer âyet, ilahi kitapların Allah’a ait olduğunun belgesidir. Bir âyet şöyledir:

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ

“Onlara, çevrelerinde ve kendilerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, sonunda onun (Kur’ân’ın) tümüyle doğru olduğu, onlar için net olarak ortaya çıkacaktır.”(Fussilet 41/53)

F-               CANLILARA VERİLEN RUH

Allah Teâlâ, canlı varlıklara da bilgi yüklemiştir. Bir âyet şöyledir:

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ.

“Rabbin bal arısına şunu vahyetmiştir: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı kovanlardan[32]kendine evler edin.”(Nahl 16/68)

İnsanı diğer canlılardan ayıran temel varlığın akıl olduğu söylenir[33]. Hâlbuki aşağıdaki âyetlerde kuşların ve karıncaların, akıllarını kullanarak yaptıkları konuşmalara yer verilmektedir:

وَحُشِرَ لِسُلَيْمَانَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ. حَتَّى إِذَا أَتَوْا عَلَى وَادِ النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا أَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمَانُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ. فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَى وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ. وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَا أَرَى الْهُدْهُدَ أَمْ كَانَ مِنَ الْغَائِبِينَ. لَأُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَدِيدًا أَوْ لَأَذْبَحَنَّهُ أَوْ لَيَأْتِيَنِّي بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ. فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ إِنِّي وَجَدْتُ امْرَأَةً تَمْلِكُهُمْ وَأُوتِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظِيمٌ. وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَ. أَلَّا يَسْجُدُوا لِلَّهِ الَّذِي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ. اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ. قَالَ سَنَنْظُرُ أَصَدَقْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِبِينَ. اذْهَبْ بِكِتَابِي هَذَا فَأَلْقِهِ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ. قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ. إِنَّهُ مِنْ سُلَيْمَانَ وَإِنَّهُ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ. أَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُونِي مُسْلِمِينَ. قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَفْتُونِي فِي أَمْرِي مَا كُنْتُ قَاطِعَةً أَمْرًا حَتَّى تَشْهَدُونِ.

Cinler, insanlar ve uçan hayvanlardan oluşan orduları, Süleyman’ın önünde toplandı. Hepsi düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı. Karınca vadisine vardıklarında kraliçe karınca şöyle dedi: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin de Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesinler.”

(Kuşdilini bilen) Süleyman, karıncanın sözünden dolayı tebessüm etti ve şöyle dedi: “Rabbim! Bana destek ver ki hem bana hem anneme-babama verdiğin nimetlere şükredeyim hem de senin razı olacağın iyi işler yapayım.  İkramınla da beni iyi kullarının arasına kat.”

Süleyman kuşları teftiş etti. “Neden Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” dedi. “Kesinlikle ona çetin[34] bir azap vereceğim veya onu keseceğim. Ya da bana açık bir delille gelecek.”

Az bir süre bekledi, Hüdhüd çıkageldi ve dedi ki: “Senin tam olarak bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’den sağlam bir haber getirdim. Onlara hükümdarlık eden bir kadın gördüm; ona her şeyden verilmiş, büyük de bir tahtı var. Onu ve halkını, Allah’tan önce Güneş’e secde ederlerken gördüm. Şeytan, yaptıklarını güzel göstermiş ve onları Allah’ın yolundan engellemiş de doğru yolda gitmiyorlar.

Bunu, göklerde ve yerde gizli olan her şeyi ortaya çıkaran, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmesinler diye yapmış. Allah, kendisinden başka ilah olmayandır. O, o büyük arşın sahibidir.

Süleyman dedi ki: “Doğru mu söylüyorsun yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz! Şu mektubumu götür, onlara bırak, sonra kenara çekil de ne yapacaklarına bak.

(Hüdhüd isteneni yaptı.) Kraliçe dedi ki “Ey ileri gelenler! Bana değerli bir mektup bırakıldı. Süleyman’dan. Mektup şöyle: “Bismillahirrahmanirrahim /İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla! ‘Bana karşı diklenmeyin, teslim olarak bana gelin’ diyor.”

“(Kraliçe) Şöyle dedi: “Ey ileri gelenler! Bu işimde bana sağlam bir görüş bildirin. Sizlerle görüşmeden hiçbir işi kestirip atmam.”(Neml 27/17-32)

Karıncanın şu sözü, onların kendilerini koruyacak bilgiye sahip olduklarını gösterir:

“Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki Süleyman ve orduları farkına varmadan sizi ezmesinler (Neml 27/18)

Yukarıdaki âyetlerde geçen şu ifadeler, hüdhüdün de kendine yüklenen görevi yerine getirecek ve kendini koruyacak kadar bir bilgiye sahip olduğunu gösterir:

“Sana Sebe’den kesin bir haber getirdim. Orada bir kadına rastladım; onlara hükmediyor ve ona her şeyden verilmiş; büyük bir tahtı da var. Hem o kadını hem de halkını, Allah ile aralarına Güneşi koymuş, ona secde ederlerken buldum. Şeytan yaptıklarını güzel göstermiş ve onları (olması gereken) yoldan engellemiş. Onlar da doğru yolu bulamamışlar. Oysa göklerde ve yerde birikmiş bütün saklıları ortaya çıkaran Allah’a secde etmeleri gerekmez mi? O, gizlediklerini de bilir, açığa vurduklarını da. Allah; ondan başka ilah yoktur. Büyük yönetimin (arşın) sahibidir.”

II- BİLGİYİ DEĞERLENDİRME YETENEĞİ

İnsanlara ve cinlere yüklenen ruh onlara, bilgi öğrenme, o bilgiyi değerlendirme, yeni bilgiler üretme ve hayat tarzını değiştirme yeteneği kazandırır.  Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

“Allah sizi annelerinizin karınlarından, siz hiçbir şey bilmezken çıkardı. Bununla beraber sizde işitme, görme (basiret) özellikleri ve gönüller oluşturdu ki görevlerinizi yerine getiresiniz.”(Nahl 16/78)

İnsanlar ve cinler, doğru bilgi ile karşılaşınca tatmin olurlar. İnsanların ürettiği bilginin doğruluğundan şüphe edilebilir. Ama Allah’tan gelen bilgi, kişinin içine yatar ve onu rahatlatır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

   الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُم بِذِكْرِ اللّهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ .

(Ona yönelenler,) Ona inanıp güvenen ve Allah’ın zikri (Kitabı) ile kalpleri tatmin olanlardır. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikri (Kitabı) ile tatmin olur. (Ra’d 13/28)

Kur’an’ı dinleyen cinlerin söylediği şu sözler, bu açıdan önemlidir:

 قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا .  يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا .وَأَنَّهُ تَعَالَى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا .

“De ki: “Bana, bir grup cinin beni dinleyip (diğer cinlere) şöyle dedikleri vahyedildi: ‘Biz hayranlık uyandıran bir kur’an /ayet kümesi dinledik. O, olgunlaşmaya yönlendiriyor. Ona hemen inanıp güvendik; Rabbimize kimseyi asla ortak koşmayacağız. Şu bir gerçek ki Rabbimizin şanı çok yücedir; o, ne bir eş edinmiştir ne de bir çocuk.”(Cin 72/1-3)

İlahi bilgileri içeren Kur’an, insanı da cini de tatmin eder. Ondan yüz çeviren, hesabına gelmediği için çevirir ve şeytanın oyuncağı olur. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ . وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

“Kim Rahman’ın zikrine kör gibi bakarak yüz çevirirse onun başına bir şeytan sararız; artık o, onun arkadaşı olur. Şeytanlar kesinlikle onları yoldan çıkarır; ama onlar kendilerini doğru yolda sanırlar.”(Zuhruf 43/36-37)

A-              İNSANA YÜKLENEN RUH /YETENEK

Ruh insana, vücut yapısının tamamlanmasından sonra yüklenen yetenektir. O yetenek onun ikinci vücudu olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ. ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ. ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ.

“O, yarattığı her şeyi güzel yaratandır. İnsanı yaratmaya çamurdan başlamıştır. Sonra onun soyunu bir özden; dayanıksız bir sudan /sıvıdan oluşturmuştur. Sonra insana son şeklini vermiş, içine ruhundan üflemiş, sizin için dinleme yeteneği, basiret /ileri görüşlülük ve gönüller oluşturmuştur. Görevlerinizi ne kadar az yerine getiriyorsunuz.” (Secde 32/7-9)

Bu âyetler, topraktan yaratılan Âdem ve eşi ile soylarından gelen insanlara ruhun yani yeteneğin, vücut dengesinin kurulmasından sonra yüklendiğini gösterir. Aşağıdaki âyetler konu ile ilgili ayrıntıları vermektedir.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ  ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ

“Şurası kesin ki insanı çamurdan süzülen bir özden yarattık. Sonra onu, karar-ı mekînde /yumurtaya ulaşma imkanı veren yerde döllenmiş yumurta haline getirdik. Sonra döllenmiş yumurtayı, rahim duvarına asılı embriyo haline[35] çevirdik. O embriyoyu bir çiğnem et haline getirdik. O et parçasını kemikler haline getirdik ve kemiklere et giydirdik. Sonra da onu farklı bir yapıda oluşturup geliştirdik. Yaratanların en güzeli[36] olan Allah, ne yüce bir bereket kaynağıdır!” (Müminûn 23/12-14)

“Sonra da onu başka bir yaratık haline getirdik” ifadesi, farklılaşmanın vücut yapısının tamamlanmasından sonra olduğunu göstermektedir. Ruhun üflenmeden önce gözlerin, kulakların ve kalbin yaratılışı tamamlandığı için ruh ile birlikte oluşan dinleme, basiret ve kalp, vücudun değil, ruhun özelliklerdir.

Dinleme ve Basiret

Önceki bölümde geçen âyetlerden karıncanın ve hüdhüd kuşunun, işiten ve gören varlıklar olarak, kendilerine yüklenen bilgilerle sınırlı değerlendirmeler yaptıklarını öğrendik. Onlar, hayat tarzlarını değiştirecek ölçüde yeni bilgiler üretemezler. Ama insan, ruhun üflenmesi ile birlikte kazandığı dinleme ve basiret özelliği ile yeni bilgilere ve yeni hedeflere ulaşabilme yeteneği kazanır.

Kalp / Gönül

Gönül kişinin ana kumanda merkezidir. Vücuda ait olan akıl, doğru bilgilere uyulmasını ister. Gönül ise menfaatleriyle doğrular arasında git-geller yaşar. Kararını menfaatlerine göre verirse kendini bazı doğrulara kapatarak onları dinlememeye ve görmemeye çalışır. Sanki kalbi mühürlenmiş, gözleri kör ve kulakları sağır olmuş gibi davranır. Bu da kişiyi, insanlara karşı nankör ve Allah’a karşı kâfir yapar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

إِنَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ سَوَآءٌ عَلَيْهِمْ ءَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ . خَتَمَ ٱللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ وَعَلَىٰٓ أَبْصَٰرِهِمْ غِشَٰوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

“(Sanki) Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerinde de perde vardır. [37]. Onların hak ettiği büyük bir azaptır.”(Bakara 2/6-7)

Bazıları da ikili oynarlar. Âyetleri inkâr edip kötü bir görünüm vermemek için kabul ettiklerini söylerler. Menfaatlerine ters düşen ayetlerin anlamlarıyla oynayarak kâfirlerden de kötü duruma düşerler. Akıllarınca hem Allah’ı, hem de müminleri kandırdıklarını sanırlar. Bunlara da münâfık denir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُوا۟ لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَٰمَ ٱللَّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُۥ مِنۢ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ .  وَإِذَا لَقُوا۟ ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا وَإِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ قَالُوٓا۟ أَتُحَدِّثُونَهُم بِمَا فَتَحَ ٱللَّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَآجُّوكُم بِهِۦ عِندَ رَبِّكُمْ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ أَوَلَا يَعْلَمُونَ أَنَّ ٱللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ . وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ ٱلْكِتَٰبَ إِلَّآ أَمَانِىَّ وَإِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ . فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ يَكْتُبُونَ ٱلْكِتَٰبَ بِأَيْدِيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هَٰذَا مِنْ عِندِ ٱللَّهِ لِيَشْتَرُوا۟ بِهِۦ ثَمَنًا قَلِيلًا ۖ فَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا كَتَبَتْ أَيْدِيهِمْ وَوَيْلٌ لَّهُم مِّمَّا يَكْسِبُونَ

“Şimdi bunların (bu Yahudilerin) size inanıp güvenmelerini mi bekliyorsunuz? İçlerinden birtakımı Allah’ın sözünü /Kur’an’ı dinler, (kendi kitabıyla) bağlantısını kurduktan sonra onu tahrif ederler /anlamını kaydırırlar. Bunu bile bile yaparlar.

Allah’ın kitabına inanıp güvenenlerle karşılaşınca “Biz de ona inanıp güvendik!” der, birbirleriyle baş başa kalınca da şöyle derler: “Allah’ın size gösterdiği şeyi (Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiği gerçeğini)  Rabbinizin katında size karşı delil olarak kullansınlar diye mi onlara söylüyorsunuz? Bu bağı kuramıyor musunuz?

Bunlar bilmezler mi ki; Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir.

Onların bir kısmı ümmîdir; kitabı bilmezler, onlar sadece kurgularına dayanırlar. Onlar sadece zanna dayalı konuşurlar. Fakat elleriyle kitap yazan, sonra onunla geçici bir çıkar sağlamak için “Bu Allah katındandır!” diyenlerin çekeceği var. Hem yazdıklarından dolayı çekecekleri var hem de kazandıklarından dolayı çekecekleri var!” (Bakara 2/75-79)

Bu münafıklar hem Allah’a hem de müminlere karşı oyun kurduklarını sanırlar. Oyuna gelen asıl kendileri olur ama bunun farkında bile olmazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يُخَٰدِعُونَ ٱللَّهَ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّآ أَنفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ.  فِى قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ ٱللَّهُ مَرَضًا ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌۢ بِمَا كَانُوا۟ يَكْذِبُونَ  

“(Münafıklar) Allah’a ve müminlere karşı oyun kurmaya çalışırlar[38]. Oyunu, sadece kendi aleyhlerine kurarlar ama farkına varmazlarKalplerinde, (kâfirliklerinden dolayı) bir hastalık oluşur; Allah onlara bir hastalık daha ekler. Yalan söylüyor olmalarına karşılık hak ettikleri, acı veren bir azaptır.[39] (Bakara 2/9-10)

Gerek kâfirler, gerekse münafıklar, kendilerini mümin sayarlar ama Allah’a tam teslim olmalarını engelleyen şeyler olduğunu düşünür ve “keşke biz te teslim olabilsek” diye içlerinden geçirirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

رُّبَمَا يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ كَانُواْ مُسْلِمِينَ

“Ayetleri görmezlikte direnenler /kâfirlik edenler, zaman zaman ‘Keşke biz de tam teslim olanlardan olsak’ diye güçlü bir arzu duyarlar.” (Hicr 15/2)

Kâfirliğin, bilinçli bir tercih olduğunu gösteren âyetler şöyledir:

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَـئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ. يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَأَمَّا الَّذِينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ أَكْفَرْتُم بَعْدَ إِيمَانِكُمْ فَذُوقُواْ الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ .

“Kendilerine açık belgeler geldikten sonra ihtilafa düşerek bölünüp parçalananlar gibi olmayın. Büyük bir azabı hak edenler onlardır. Bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, öyle mi! Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran 3/105-106)

Gösterdiği onca mucizeye rağmen Firavun ve hanedanı, Musa aleyhisselamın çağrısını kabul etmemişlerdi. Musa’nın Allah’ın elçisi olduğunu kesin olarak anlamışlardı ama menfaatlerine ters düştüğü için kabul edemiyorlardı. İlgili âyetler şöyledir:

فَلَمَّا جَاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُبِينٌ وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا.

“Ayetlerimiz /mucizelerimiz onlara, gerçeği gösterecek şekilde gelince: “Bunlar apaçık sihirdir.” dediler. Mucizelerimiz hakkında, içlerinde bir şüphe kalmadığı halde yanlış yaparak ve üstünlük taslayarak onları bile bile inkar ettiler. Bak bakalım, o bozguncuların sonu ne oldu.” (Neml 27/13-14)

Kendi doğrularına uyup fitne ve fesat çıkarmak nasıl insana has ise evrensel doğrulara, canı pahasına sahip çıkmak da insana hastır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاةِ اللَّهِ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ.

“İnsanlardan öylesi de var ki Allah’ın rızasını kazanmak için canını verir. Allah böyle kullarına karşı çok şefkatlidir.”  (Bakara 2/207)

Bütün bu bilgiler ışığında insan şöyle tarif edilebilir: “İnsan, duyu organlarıyla elde ettiği bilgileri gönlüne göre değerlendirip davranışlarını değiştirebilen canlıdır.”

B-               CİNLERE ÜFLENEN RUH

Cinlere ruh üflendiğini açıkça ifade eden bir âyet yoktur. Ancak şu âyet, ruhun üflenmesi ile insanda oluşan üç özelliğin cinlerde de olduğunu gösterdiği için onların da ruh sahibi yani aynı yeteneğe sahip olmaları gerekir:

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَـئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَـئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ.

“Cinlerin ve insanların çoğunu sanki cehennemlik olsunlar diye yetiştirdik[40]. Onların kalpleri vardır ama onunla (gerçeği) kavramazlar; gözleri vardır ama ilerisini görmezler; kulakları vardır ama söz dinlemezler. Onlar en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) [41] gibidirler. Hatta daha aşağı seviyededirler. Gerçeklere ilgisiz kalanlar işte bunlardır.” (Araf 7/179)

C-               RUHUN GÜNLÜK HAREKETİ

Konuyla ilgili âyetlerden, insana üflenen ruhun, onun ikinci vücudu gibi olduğunu anlamıştık. Şu âyet bunun doğruluğunu kesin olarak ifade etmektedir:

اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

“Allah ruhları (nefisleri), bedenlerin (nefislerin) ölümü sırasında çeker alır, ölmemiş bedenlerin (nefislerin) ruhlarını (nefislerini) uykularında iken alır. Ölümüne hükmettiği bedenlerin ruhlarını tutar, diğerlerini ise belli bir süreye kadar (bedenlerine) geri gönderir. Bunda, düşünen bir topluluk için âyetler /göstergeler vardır.”(Zümer 39/42)

Bu âyete göre her insanda iki nefis vardır; birincisi beden, ikincisi ruhudur. Benden uyur veya ölür ama ruh ne uyur, ne de ölür.

Bedene ruhun üflenmesi, bilgisayara işletim sisteminin yüklemesi gibidir. İşletim sistemi nasıl bilgisayarın çalışır hale gelmesinden sonra yükleniyorsa ruh da bütün organların tamamlanıp, vücut dengesinin kurulmasından sonra üflenir. Ruh, bedeni ev gibi kullanır. Beden uykuya dalınca çıkar gider, uyanınca gelir. Ölen beden, ölmüş bilgisayar gibi olur, yeniden dirilinceye kadar ruh oraya dönmez. Bir âyet de şöyledir:

وَهُوَ الَّذِي يَتَوَفَّاكُمْ بِاللَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ فِيهِ لِيُقْضَى أَجَلٌ مُسَمًّى ثُمَّ إِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

“Geceleyin sizi vefat ettiren ve gündüzün nelerle uğraştığınızı bilen odur. Gündüz sizi kaldırır ki belirlenmiş eceliniz tamamlansın.(En’âm 6/60)

D-              ÖLEN KİŞİNİN RUHU

Uyuyan kişi, geçen zamanın farkında olmaz. Ashab-ı Kehf mağarada tam 309 yıl uyumuştu (Kehf 18/25) ama geçen zamanın farkında değildi. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِّنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ

“Birbirlerine sorsunlar diye onları uyumadan önceki halleriyle uyandırdık. İçlerinden biri: “Ne kadar kaldık?” diye sordu. (Bir grubu) “Bir gün, belki de bir günden az kaldık.” dediler.  (Kehf 18/19)

Ölümle uyku aynı şekilde algılandığı için ölen kişi de geçen sürenin farkında olmaz.  İlgili âyet şudur:

أَوْ كَٱلَّذِى مَرَّ عَلَىٰ قَرْيَةٍ وَهِىَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّىٰ يُحْىِۦ هَٰذِهِ ٱللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا ۖ فَأَمَاتَهُ ٱللَّهُ مِا۟ئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُۥ ۖ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ ۖ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ۖ قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِا۟ئَةَ عَامٍ فَٱنظُرْ إِلَىٰ طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ ۖ وَٱنظُرْ إِلَىٰ حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ ءَايَةً لِّلنَّاسِ ۖ وَٱنظُرْ إِلَى ٱلْعِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا ۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۥ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ 

Şu kişiyi de gözünde canlandırmaz mısın? [42] Duvarları) tavanlarının üstüne çökmüş bir kente uğramıştı da “Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demişti. Allah onu yüz yıl süreyle öldürdü, sonra diriltti. “Ne kadar kaldın?” diye sordu. “Bir gün kaldım, belki bir günden de az!” dedi. Allah dedi ki: “Yok, tam yüz yıl kaldın! Yiyeceğine ve içeceğine bak, hiç bozulmamış! Bir de eşeğine bak! Bu, seni insanlara bir ayet /bir mucize yapmamız içindir. Şimdi de (eşekten kalma) kemiklere bak, yerden nasıl kaldıracağımızı, sonra nasıl ete büründüreceğimizi gör!” Bunları açık açık görünce şöyle dedi: “Şimdi biliyorum ki Allah her şeye bir ölçü koyar.”(Bakara 2/259)

Yüz sene ölü kalıp dirilen de 309 sene uykuda kalan da “Bir gün veya bir günden az.” kaldığını sanıyor. Bu konuyu daha açık olarak anlatan âyet şudur:

وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

“Göklerin ve yerin gaybını /gizlisini saklısını bilmek Allah’a mahsustur. O saatin /kalkış saatinin oluşu, göz açıp kapayıncaya kadar, belki daha da yakındır. Allah her şeye bir ölçü koyar.”(Nahl 16/77)

Öldükten sonraki dirilme, uyuyanın uyanmasına benzer. İlgili âyet şöyledir:

وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُمْ مِنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ . قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

“Sûra üflenir, hemen mezarlarından kalkar ve hızlıca Rablerine doğru giderler. “Vay halimize! Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı? Demek ki Rahman’ın vaadettiği şey buymuş, elçiler doğru söylemiş!” derler.”(Yasin 36/51-52)

Bu âyetlere göre ilk ölen insan ile en son ölen insanın, geçen zaman algısı aynıdır.

Ölen de uyuyan gibi, gözünü kapamadan önce kendi durumunun farkında olur. İyi kişi, rahat bir uyku çeker. Kötü kişi, yatağa vicdan rahatsızlığı içinde yatar. Ölümle yüz yüze gelen kişi, hayatının biteceğini anlayacağı için ondaki ruh halinin etkisi daha fazla olur. İyi kişinin, ölüm öncesi halini şu âyetten öğreniyoruz:

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلآئِكَةُ طَيِّبِينَ يَقُولُونَ سَلامٌ عَلَيْكُمُ ادْخُلُواْ الْجَنَّةَ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

“Onlar, meleklerin, iyi durumda iken vefat ettireceği kimselerdir. Onlara şöyle derler: “Selam size /artık güvendesiniz! Yapmış olduklarınıza karşılık cennete girin!  [43].” (Nahl 16/32)

Günahkâr müminlerin ruhları alınırken duydukları sıkıntıları şu âyetlerden öğreniyoruz:

وَأَنفِقُوا مِن مَّا رَزَقْنَاكُم مِّن قَبْلِ أَن يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُن مِّنَ الصَّالِحِينَ , وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْسًا إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ .

“Sizden birine ölüm gelip çatmadan önce size rızık olarak verdiğimiz şeylerden hayra harcayın; yoksa (harcama yapmadan) ölen kişi şöyle der: “Rabbim, ölümümü kısa bir süre geciktirsen de sadaka /zekat verip iyilerden olsam Bir kimsenin eceli geldiğinde Allah onun ölümünü asla geciktirmez. Allah, yaptıklarınızın iç yüzünden haberdardır.”(Münâfikûn 63/10-11)

Hayatlarını yanlışlar içinde geçirenlerin, ölüm öncesi hallerini anlatan âyetler şöyledir: 

الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلائِكَةُ ظَالِمِي أَنفُسِهِمْ فَأَلْقَوُاْ السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِن سُوءٍ بَلَى إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ . فَادْخُلُواْ أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ.

Onlar, meleklerin, yanlışlar içinde iken vefat ettireceği kimselerdir. Hemen teslimiyet gösterir ve “Biz kötü bir şey yapmıyorduk ki!” derler. Hayır, neler yaptığınızı Allah gayet iyi biliyor. (Onlara şöyle denecektir:) “Şimdi ölümsüz olarak kalmak üzere Cehennemin kapılarından girin![44]’. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!”(Nahl 16/28-29)

Bütün bunların, ruhlarının alınmasından önce olduğunu şu âyetler anlatmaktadır:

حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ . لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ . فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ فَلَا أَنسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَاءلُونَ  .فَمَن ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ . وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ  . تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ

Onlardan (kafirlerden) birine ölüm geldiğinde: “(Döndürün ki) Terk ettiğim dünyada iyi işler yapayım.” (Ona) “Hayır, asla!” (denir.) Bu, onun mutlaka söyleyeceği sözdür ama önlerinde yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel vardır. (Müminûn 23/99-100)

E-               KIYAMET KOPARKEN RUHLARIN DURUMU

Kıyamet öncesi bütün insanların vücutları ölmüş, sadece ruhları kalmış olur. Şu âyet kıyamet sırasında ruhların göğe yükseltileceğini ifade etmektedir:

تَعْرُجُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ إِلَيْهِ فِي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ أَلْفَ سَنَةٍ

“Süresi elli bin yıl[45] olan bir günde /zaman diliminde meleklerle birlikte ruhlar ona yükselir.”(Meâric 70/4)

Aşağıdaki âyete göre ilk yaratılışın tamamlanması da aynı sürede olmuştur:

كَمَا بَدَأْنَا أَوَّلَ خَلْقٍ نُّعِيدُهُ وَعْدًا عَلَيْنَا إِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ

“Yaratmayı da ilk başlattığımız gibi tekrarlayacağız. Bu sözü verdik, biz bunu mutlaka yapacağız.”(Enbiya 21/104)

F-               YENİDEN DİRİLİRKEN RUHUN BEDENE GİRMESİ

Yeniden dirilme konusundaki âyetlerden biri şöyledir:

وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ حَتَّى إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَأَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ كَذَلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“Rüzgârları ikramından önce müjde olarak gönderen odur.[46]. Rüzgârlar, yüklü bir yağmur bulutunu kolayca yükseltince onu ölü /çorak bir toprağa sevk ederiz. O bulutla oraya su indirir, o suyla her türlü ürünü çıkarırız. Ölüleri de işte böyle (topraktan) çıkaracağız. Belki (yeniden dirilme konusunda) bilgi sahibi olursunuz.”(Araf 7/57)

Altı âyette insanın topraktan yaratıldığı bildirilmiştir[47]. İnsanın bütün gıdası çamurdan, yani su ile toprağın birleşmesinden oluşur. Dolayısıyla yumurta ve spermin kaynağı da çamurdur. Tüm canlılar toprağın su ile birleşmesi neticesinde oluşan özden yaratılır. Hayatta kalmaları onlara bağlıdır. Ondan ayrılan parçalar da toprağa ve suya dönüşür. Toprak insanın, hayvanın ve bitkinin ana maddesidir. Ana rahmi de tohumun ekildiği tarla gibidir. İlgili ayet şöyledir:

نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ

“Kadınlarınız sizin için ekim yeridir.”  (Bakara 2/223)

İnsanın oluşması, bitkinin oluşmasına benzetilmiştir.

وَاللَّهُ أَنْبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا

“Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir.”(Nuh 71/17)[48].

Yeniden diriliş öncesi toprak, ana rahmi görevi göveri görecek, her bir insandan kalan bir kemik parçacığı da onun tohumu olacaktır. Bunu şu ayetten öğreniyoruz:

أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ .بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ

“İnsan, (un ufak olduktan sonra) kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor? Elbette (bir araya getireceğiz, hatta) biz parmak uçlarını bile (ilk hali gibi) düzenlemenin ölçüsünü koymuş olanız.”(Kıyame 75/3-4)

Ruh ile bedenin ilk eşleşmesi ana rahminde olur. Bunu şu âyet açıkça ifade etmektedir:

وَاللَّهُ خَلَقَكُم مِّن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ جَعَلَكُمْ أَزْوَاجًا

“Allah sizi topraktan, sonra döllenmiş yumurtadan yaratmış, sonra da sizi (ruhu ve bedeni birbiri ile) eşleşmiş hale getirmiştir.”(Fâtır 35/11)

Yeniden dirilişte ruh ile bede/n, tekrar eşleştirilecektir.  İlgili âyet şöyledir:

وَإِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ .

“Nefisler /ruhlarla bedenler eşleştirildiğinde,”(Tekvîr 91/7)

Bu yüzden Ahirette yeniden dirilen, kendini uykudan uyanmış sanır.“Sûra üflenir, hemen mezarlarından kalkar ve hızlıca Rablerine doğru giderler. “Vay halimize! Uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı? Demek ki Rahman’ın vaadettiği şey buymuş, elçiler doğru söylemiş!” derler.”(Yasin 36/51-52)

SONUÇ

Âyetlerin açıkça gösterdiği gibi Kur’an’da ruh kelimesi, iki anlamda kullanılır. Birincisi Allah’tan gelen bilgi, ikincisi de Allah’ın insanlara ve cinlere yüklediği yetenektir.

Allah, kendi bilgisinden meleklere, nebîlere, canlı ve cansız bütün varlıklara, tercih ettiği kadarını vermiş ve görevler yüklemiştir. Nebîlere verdiği bilgiler, kitaplara yazılmıştır. O kitaplarla buluşup içindekileri anlayanlar, hayat tarzlarını onlara göre değiştirirlerse imtihanı kazanmış olurlar. Bunu yapmak için menfaatleri ikinci sıraya atmak gerekir. Bu yüzden en zor iş, menfaatlerini bırakıp doğrulardan yana olmaktır.

İkinci vücut gibi yüklenen ruh kişiye, işitmenin yanında dinleme, bakmanın yanında basiret, kan dolaşımını idare eden kalbin yanında gönül sahibi olma yeteneği kazandırır. Bu ruh onu, imtihan edilebilir varlıklar haline getirmenin yanında ona ait bilgileri saklayan bir depo görevi de yapar.

Allah Teâlâ, kendine hâkim olan, daima doğru şeyler yaparak imtihanı kazanan kullardan olmamızı nasip eylesin.

Abdulaziz BAYINDIR

____________________________________________________

[1]  Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen doğru bilgi, o bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla veya dile getirmektir (Rağıb el-İsbahânî, el-Müfredât, (Safvân Adnan Davudî’nin tahkikiyle) Dımaşk ve Beyrut 1412/1992. ذكر ve  عرف maddeleri).

[2] Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Mu’cemu mekâyîs’ul-luğa, Beyrut, tarihsiz.

[3] Kur’an’da geçen “İbrahim, İsmail, İshak ve Yakup” tamlaması, Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik etmesi açısından çok önemlidir; çünkü Allah, Musa aleyhisselama nebilik görevi verdiğinde, İsrailoğullarına kendisini “ataları İbrahim, İshak ve Yakup’un tanrısı” olarak tanıtmasını emreder (Çıkış 3:15). Muhammed aleyhisselam, İsrailoğulları gibi İshak’ın (as) değil İsmail’in (as) soyundan gelir. Bu yüzden Kur’an’daki tamlamanın başında “atalarım” ifadesi geçmez; ama onların hepsine verilen kitaplara inandığımızı söylememiz emredilir. Ayrıca, İsmail ismi geçmeden “İbrahim, İshak ve Yakup’un anılması” da Kur’an’da verilen emirler arasındadır (Sad 38/45).

[4] Nebilere verilenler, kitap ve hikmettir. (Âl-i İmran 3/81, En’âm 6/89)

[5] Bu ayette müminlerin önce Allah’a, daha sonra nebilere indirilen /verilen kitaplara inandıklarını söylemeleri ve bunlar arasında hiçbir ayrım yapmamaları gerektiği ifade edilmiştir. Ayette geçen “Onlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız” ifadesi, ayrım yapmaksızın tüm nebilere ve onlara indirilen /verilen tüm kitaplara inanmayı gerektirir. Nebilerin ve onlara verilen kitapların bazısına inanıp bazısına inanmamak Allah’ın istediği şekilde bir iman olmayacağı gibi bu, Allah ile onun resullerini /kitaplarını birbirinden ayırmak manasına da gelir (Nisâ, 4/150-152).

Ayette dikkatleri çeken ikinci nokta ise bütün nebilere kitap verildiği gerçeğidir. Oysa geleneksel anlayışa göre Allah tarafından kitap ve şeriat verilenlerin “resul”, resullerin getirdiği kitapla dine davet etmesi için kendisine vahiy verilenlerin ise “nebi” olduğu söylenmiştir. Hâlbuki hem bu ayete hem de Bakara 213, Âl-i İmrân 81, 84 ve En’âm 83-89. ayetlere göre tüm nebilere kitap verilmiştir.

[6] İbnü Manzûr, Lisan’ul-Arab, Beyrut 1410/1990قدس md.

[7] El-Halil b. Ahmed (100-175 h.) el-Ayn, Mehdî el-Mahzûmî ve İbrahim es-Sâmrâî’nin tahkikiyle, İran 1409.قدس md.

[8] Işığını saçma anlamı Keşşaf tefsirinin verdiği intesere =انتثر

[9] “O yıldız” anlamında en-necm = النَّجْمِ kelimesi bu âyetle beraber dört ayette geçer. (Nahl 16/6, Rahman 55/6, Tarık 86/1-3). Tarık suresinin şu âyetleri onun “Kutup Yıldızı” olduğunu gösterir: “Gökyüzü ve Târık (her gece gelen yıldız) önemlidir. Târık nedir, nereden bileceksin? O, (karanlığı) delip geçen yıldızdır. (Tarık 86/1-3) Üçüncüsü şu âyettir: “Birçok işaretlerle ve o yıldızla yollarını bulurlar.” (Nahl 16/16)

Kuzey, Yarımkürede her gece doğan ve güçlü ışığı olan tek yıldız Kutup Yıldızıdır. Ekvatora sıfır, kutup noktasına 90 derecelik açı yapar. Bu ikisi arasındaki her yere yaptığı açı, oranın enlemi kadardır. Konum ve yön belirlemede en önemli göstergedir. Diğer yıldızlar, sürekli yer değiştirirler ama Kutup Yıldızı hep aynı noktada kalır. Bunun benzeri bir yıldız da Güney Yarımkürede vardır ona the Southern Cross /Güney Haçı adı verilir.

[10] “Mesih, Allah’a kul olmaktan kaçınmaz. Mukarreb melekler de öyledir. Kim büyüklenerek ona kulluktan kaçınırsa (bilsin ki) Allah, onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisa 4/172)

[11] Arapçada deriye beşere = البشرة insana beşer = البشر denir. Deri ısınmayı ve serinlemeyi sağlar. Hem sağlam hem güzel olma hem de tehlikelere karşı koruma özelliği vardır. Deri, diğer canlılarda da vardır ama insanın farkı, derisini korumak ve güzel görünmek için elbise giyen tek canlı olmasıdır. Bu yüzden o, dünyanın her yerinde ve her mevsimde yaşayabilen tek canlıdır.

[12] Secdenin kök anlamı, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). Bakara 2/58, Nisa 4/154, A’raf 7/161 ve Yusuf 12/4 ve 100. âyette bu anlamdadır. Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimlerinin birbiri ile olan eğimleri  secde olduğu (Hac 22/18) gibi gölgenin uzayıp kısalması da secdedir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Namaz kılarken yapılan secde, yere yapışmaya benzer şekildedir (Nisa 4/103).

[13] Demek ki ilk yoldan çıkan İblis değilmiş. Daha önce de kendini büyük görüp Allah’ın yolundan çıkmış olan cinler (melekler) olmuş.

[14] Melekler, Allah tarafından görev verilmiş bizim açımızdan görünmezlik (cinlik) özelliği bulunan (cin olan) varlıklardır. “Mele-i A’lâ” onların üst yetkilileridir. Kâfir olan cinler, Mele-i A’lâ’ya yaklaştırılmaz, taşlanırlar. İblis, Mele-i A’lâ’da iken emri görmezlikten gelince taşlananlar arasına girdi.

[15] Lanet, dışlanmak anlamına gelir.

[16]  Muhalif varlık, halife’nin sözlük anlamıdır. Halife = خَلِيفَةً, “arkada olma ve muhalefet etme” anlamlarına gelen half = خلف kökündendir; mübalağa (abartı) için sonuna tâ (ة) eklenmiştir (Lisan’ul-Arab). Halîf ( خَلِيف ) kelimesi feîl = فعيل kalıbındadır. Bu kalıp hem ism-i fâil /eylemi yapan hem de ism-i mef’ûl /eylemden etkilenen için kullanılır. İsm-i fâil olarak hâlif (الخالف), “arkada kalan”, “birinin yerine geçen” ve “muhalif olan”, ism-i mef’ûl olarak (المخلوف) da “yerine başkası geçen”, “muhalefet edilen” ve “arkasında birini bırakan” demektir (Hûd 11/118-119). İlk insan olan Âdem aleyhisselamın yerine geçeceği bir kimse olmadığı için o, “başkasının yerine geçen” anlamında halife değil, “muhalefet eden/edilen ve yerine bir başkası geçecek olan” anlamında halifedir.

[17] “Akıllı” ifadesi, ayetteki men = kelimesinden dolayıdır. O kelime Arapçada akıllı varlıklar için kullanılır.

[18]  Takdîs (تقديس), “arındırma” demektir (Mekâyîs). “Nukaddisu lek” sözü, “nukaddisuhu lek = نُقَدِّسُه لَكَ” anlamındadır.

[19] Arapçada isim, bir şeyi tanımlayan, neye yaradığını gösteren ve akılda tutmaya yarayan sözdür (Müfredat).

[20] El-esmâ = الاسماء ’daki el (ال) takısı muzafun ileyhten ıvazdır (isim tamlamasındaki tamlayanın yerine geçmiştir); esmâ’ul- mevcûdât = varlıkların isimleri anlamındadır. Allah Âdem’e göklerde ve yerdeki (Bakara 2/33) varlıkların isimlerini, neye yaradıklarını ve onlardaki bilgileri öğretmiştir.

[21]  “Bütün isimleri = الأَسْمَاء كُلَّهَا” ifadesinde yer alan zamir, akılsız varlıklar için olan “hâ = ها “ zamiri iken “onları gösterdi = عَرَضَهُمْ” ifadesinde, akıllı varlıklar için olan hum = هُمْ zamirine dönüşmüştür. Arapçada akıl, “aklı kullanarak yararlanılan bilgi” anlamına da geldiği için (Müfredat) zamirlerdeki bu dönüşüm Âdem aleyhisselama, varlıklardaki bilginin öğretildiğini gösterir. Bunlar, yaratılan ayetlerdeki bilgilerdir. İndirilen ayetlerdeki bilgilere de akıllı varlıklar için olan hum = هم ile gönderme yapılır (Bakara 2/136 ve Al-i İmran 3/84). Allah Âdem’e yazıyı da öğretmiş ve o bilgileri ona yazdırmıştır (Alak 96/4-5).

[22]  Bu söz, meleklerin Âdem’i kıskandıklarını gösterdiğinden verilen secde emri ile zor bir imtihana sokulmuşlardı.

[23] Secdenin kök anlamı, eğilme ve boyun eğmedir (Müfredat). Bakara 2/58, Nisa 4/154, A’raf 7/161 ve Yusuf 12/4 ve 100. âyette bu anlamdadır. Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızlar gibi gök cisimlerinin birbiri ile olan eğimleri  secde olduğu (Hac 22/18) gibi gölgenin uzayıp kısalması da secdedir (Nahl 16/48, Ra’d 13/15). Namaz kılarken yapılan secde, yere yapışmaya benzer şekildedir (Nisa 4/103).

[24] Allah’ın imtihan için yarattığı iki tür varlık vardır. Bunlar insanlar ve cinlerdir (Zariyat 51/56). Melekler, cinlerin Allah tarafından görevlendirilmiş olanlarıdır. İblis de Allah’ın melek olarak görevlendirdiği cinlerdendir. “Kâfirlerden oldu” sözü, İblis’ten önce de kafir olan meleklerin varlığını gösterir. Onun bu özelliğini şu ayet ortaya koymaktadır: “Bir gün meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’ dedik. İblis’in dışındakiler hemen secdeye kapandılar. O da o cinlerdendi ama Rabbinin emrinden çıktı.” (Kehf 18/50). “Rabbinin emrinden çıkmayan cinler hangileriydi?” diye düşünen herkes, onların melekler olduğunu görür. Zaten secde emri meleklere verildiği için İblis, melek olmasaydı secdeden sorumlu tutulamazdı. Secde etmemesinin sebebi kendini büyük görüp direnmesidir. Bu suçu hangi melek işlese aynı konuma düşer (Nisa 4/172-173).

[25] Âl-i İmran 3/59, Meryem 19/35.

[26] Maide 5/72-73.

[27] Hikmet, Allah’ın kitaplarından doğru hüküm çıkarma ve çözümler üretme yöntemidir.

[28] Tevrat ve İncil, tıpkı Kur’an gibi içinde hikmeti barındıran kitaplardır. Bu sebeple bunlar, kitap ve hikmetin atf-ı tefsiridirler.

[29] Beşikteki çocuğun bir görev ve sorumluluğu olamayacağı için geçmiş zamanı gösteren fiillere gelecek zaman anlamı verilmiştir.  Arap dilinde bu tür kullanımlar yaygındır.

[30] İsa aleyhisselama, öldüğü gün esenlik ve güvenlik içinde olacağını söyleten Allah Teala’dır. Düşmanlarının onu öldürme planlarını, bu yüzden boşa çıkarmıştır (Al-i İmran 3/54-55, Nisa 4/157).

[31] Âyet metninde geçen yusallûne  =يُصَلُّونَ ‘nin türediği es-salât = الصَّلَاة kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Bu ayet Allah’ın Nebîmizi melekleriyle sürekli desteklediğini gösterir.

[32] Bu parantezi koymamızın sebebi ya’rişûn = يَعْرِشُونَ fiilinin, insanlar için kullanılan kalıpta olmasıdır.

[33] Bkz. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Akıl md.

[34] Âyetteki = شديد  şedîd, sıkıca bağlı demektir. Allah’ın ödülü veya cezası, kulun fiili ile doğru orantılıdır. Süleyan aleyhisselam da buna uyacağını ifade etmiş oluyor. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kim bir iyilikle gelirse ona, on katı verilir. Kim de kötülükle gelirse sadece bir katı ile cezalandırılır. Kimseye haksızlık yapılmaz.” (En’âm 6/160)

[35] Rahim duvarına asılı döllenmiş yumurta.

[36] Bu ifadenin bu ayette geçmesi önemlidir. Allah’ın insanın yaratılış safhalarını anlattıktan hemen sonra “Yaratanların en güzeli; en güzel yaratan…” buyurmasından da anlaşılacağı üzere bizler de ilim ile yaratabiliriz. Ancak Allah en iyisini yaratır.

[37]  Âyette kâfirlerin ön yargıları, istiare-i temsiliyye (alegori) denen mecazi anlatımla canlandırılmıştır. İstiarede benzetme edatı gizlenir ama bu mecaz, gerçek sanıldığı için burada benzetme, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır.

[38] Âyette geçen hıda’ ( الخداع ); planlı bir şekilde yanıltma ve aldatma demektir (Müfredât).

[39]  Allah’a tam güvenememe hastalığına eklenen yalancılık hastalığı ikinci bir azaba sebep olur. Bunlar yaptıkları bu iki suçun cezasını dünyada da göreceklerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Çevrenizdeki çöl Araplarından ikiyüzlüler (münafıklar) ve Medine halkından da ikiyüzlülükte ustalaşmış kişiler vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz biliriz. Onlara (bu dünyada) iki kat ceza vereceğiz. Sonra da büyük bir cezaya çarptıracağız.” (Tevbe 9/101)

[40] Bu ayete, “İnsanların ve cinlerin çoğunu cehennem için yarattık” şeklinde yanlış anlam verilir. Allah: “Cinleri ve insanları, kulluğu sadece bana yapsınlar diye yarattım.” (Zariyat 51/56) dediğine göre o anlam kabul edilemez. Yaratma anlamı verdikleri zeree = (ذرأ) kelimesi şu ayette, hayvan ve bitki yetiştirme anlamındadır:

وَجَعَلُواْ لِلّهِ مِمِّا ذَرَأَ مِنَ الْحَرْثِ وَالأَنْعَامِ نَصِيبًا فَقَالُواْ هَـذَا لِلّهِ بِزَعْمِهِمْ وَهَـذَا لِشُرَكَآئِنَا …

Allah’ın yetiştirdiği ekinden ve en’âmdan (koyun, keçi, sığır ve deveden) ona pay ayırır ve kendilerince “Bu Allah’ın, bu da ona ortak saydıklarımızındır» derlerdi. (En’âm 6/136) Şu ayete göre Allah Teâlâ insanı da bir bitki gibi yetiştirmiştir.

وَاللَّهُ أَنبَتَكُم مِّنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا

Allah sizi topraktan bir bitki gibi bitirmiştir. (Nuh 71/17)

Şu ayetler, Ahiretteki dirilişin de aynı şekilde olacağını bildirir:

وَهُوَ الَّذِي ذَرَأَكُمْ فِي الْأَرْضِ وَإِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

Sizi toprağa tohum gibi eken O’dur. Hepiniz onun huzurunda toplanacaksınız. (Müminûn 23/79)

وَالَّذِي نَزَّلَ مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَنشَرْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ تُخْرَجُونَ

“Gökten bir ölçüye göre su indiren (Allah’tır). Onunla ölü bir bölgeyi canlandırır. Kabirlerinizden de bu şekilde çıkarılacaksınız.” (Zuhruf 43/11)

Görüldüğü gibi zeree = (ذرأ), insanı, bitkiyi ve hayvanı yetiştirme anlamına da gelir. İnsanı diğerlerinden ayıran şey, ruhun üflenmesiyle birlikte kazandığı dinleme, ilerisini görebilme (basiret) ve gönül sahibi olma özelliğidir. (Secde 32/9) Bu özellikleri kullanmayanlar, hayvan gibi hatta daha aşağı seviyede yani bitki gibi olurlar. Cehennemle birlikte zikredilen bitki odundur. İlgili ayet şöyledir: “Yanlış yapanlar ise Cehenneme odun olurlar.” ( Cin 72/15)

Ayete yukarıdaki mealin verilmesinin sebebi budur. 

[41]  Bkz. En’am 6/143-144.

[42]– Bu ayet, bir önceki ayetin başındaki “Görmedin mi?” ifadesi üzerine atfedildiği için meale “Şu kişiye de düşündün mü?” ifadesi ile başlanmıştır.

[43] Ayetin metni “cennete girin” şeklindedir. Kıyamet kopup hesap günü başlamadığı için buradaki “girin” sözünün Arap dilindeki iltifat sanatı gereği söylendiği açıktır. Bu sanat Türkçede olmadığından kelimeye “gireceksiniz” şeklinde anlam vermek gerekir.

[44] Burada da önceki ayette olan iltifat sanatı vardır.

[45]  Allah’ın zaman kavramı ile bizim zaman kavramımız farklıdır. Bize göre bin yıl, Allah’a göre bir gün gibidir  (Hac 22/47). Meleklerin ve ruhların göğe yükseldiği gün insanlar ölmüş olacağı için âyetteki 50.000 yıl, Allah’a göredir. Allah kameri yılı esas aldığı için (Tevbe 9/36) bir yıl 354 gündür. Bu durumda elli bin yıl, 17 milyon 700 bin gün eder. Allah katından bir gün, bize göre bin yıl olduğu için kıyametin kopması ile yeniden dirilme arasında geçecek olan elli bin yıllık süre süre bize göre 17 milyar 700 milyon yıla karşılık olur. Bu, Allah’a göredir; biz onu asla fark edemeyeceğiz. Kur’an’ın tamamına aykırı olmasına rağmen, kader inancını kabul ettirmek için zorlananlar, Allah’ın eylemlerinin zamanla bir ilgisi olmadığı iftirasına sarılmak zorunda kalırlar.

[46] Arap edebiyatında iltifat sanatı vardır, anlatımı canlı tutmak ve konunun önemini vurgulamak için sözün akışı beklenmedik bir şekilde değiştirilerek üçüncü şahıstan birinci şahsa, ikinci şahıstan birinci veya üçüncü şahsa, birinci şahıstan ikinci veya üçüncü şahsa vs. geçilebilir.  Burada da üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul şahsa geçilmiştir. Türkçe’de bu sanat olmadığından bu gibi ifadeler bir Türk’ü şaşırtır. Burada bu sanat yok sayılarak meâl verilmiştir.

[47] Âl-i İmran 59, Rum 20, Kehf 37, Hac 5, Fatır 11, Gafir 67.

[48] Geniş bilgi için bkz. Abdulaziz BAYINDIR, İnsan ve Varlıklar Âlemi, http://www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/insan-ve-varliklar-alemi.html