Her Kâfir Kendini Dindar Sayar

HER KÂFİR KENDİNİ DİNDAR SAYAR

(MÜSLÜMAN OLMAK KOLAY MÜSLÜMAN KALMAK ZORDUR)

Küfür örtme, kâfir, örten demektir. İyilikbilmez birine, yapılan iyiliği görmezlikten geldiği için kâfir denir. Asıl kâfir, Allah’ın üstünlüğünü görmezlikten gelendir. Herkes Allah’a saygılı olduğunu düşünür. Allah’ın koyduğu emir ve yasaklar, insan doğasına uyduğu için Müslüman olmak kolaydır. Ama onlar, isteklerine ters düşmeye başlarsa Müslüman kalmak zorlaşır.

Kur’ân’ın tanıttığı ilk kâfir olan İblis bir melekti, diğer melekler gibi imtihana tabiydi[1]. Allah Âdem’i yaratmaya karar verince onun da içinde olduğu meleklere:

“Yeryüzünde bir muhalif varlık[2] yaratıyorum”dedi

(“Muhalif” sözü korkuttu): “Oradaki düzeni bozacak ve kan dökecek bir varlık mı yaratıyorsun? Ama sen yaptığını güzel yaparsın, sana içten boyun eğmemiz bundandır. Senden dolayı onu değerli sayarız. dediler.

Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi ve Âdem’e her varlığın ismini[3] (neye yaradığını) öğretti. Sonra onları meleklere gösterdi: “İddianızda haklıysanız bana şunların isimlerini söyleyin”dedi.

Melekler: “Biz sana içten boyun eğeriz; bizde senin öğrettiğinden başka bilgi olmaz. Her şeyi bilen ve kararları doğru olan sensin” dediler.

Bunun üzerine Allah: “Âdem! Meleklere şunların isimlerini (neye yaradıklarını) söyle” dedi. Âdem onlara o isimleri söyleyince: “Size dememiş miydim, ben göklerin ve yerin gaybını (gizlisini, saklısını) bilirim. Neyi açığa vurduğunuzu neyi gizlediğinizi de bilirim” dedi.(Bakara 2/30-33)

Âdem’e eşyanın isimleri öğretilince onu kıskandılar ve Âdem ile imtihan edildiler. Bundan sonrasını Allah Teâlâ şöyle anlatır:

Meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. Hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı; secde edenlere katılmadı.”

Allah: “Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?” dedi. Dedi ki: “Ben ondan iyiyim; beni ateşten yarattın, onu da balçıktan yarattın.” (Araf 7/11-12) ”Kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattığın beşere secde edemem” dedi. (Hicr 15/33)

Allah’a kayıtsız şartsız boyun eğdiğini söyleyen meleklerden İblis, içindeki kıskançlığı yenemeyince arzularını öne alıp Allah’ı ikinci sıraya koydu ve kendini tanrılaştırdı. İlgili âyet şöyledir:

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni gördün mü? Allah onu, bilgili olmasına rağmen sapık saymıştır. Sanki Allah onun kulağına ve kalbine mühür basmış, gözünün üstüne de perde çekmiştir. Allah kabul etmedikten sonra, kim onu doğru yolda sayabilir. Bilginizi kullanmayacak mısınız?”(Câsiye 45/23)

Kişi, bir arzusunu Allah’ın emirlerine tercih eder ve kendini haklı görürse Allah’ın o konudaki üstünlüğünü görmezlik ettiği için kâfir, kendini veya önder bildiği kişileri onun yerine koyduğu için de müşrik olur. Bu gibilerin ortak özellikleri, akıllarını kullanmamalarıdır. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

“Kendi arzusunu kendine ilah yapanı gördün mü? Allah’a karşı onu sen mi koruyacaksın (onun vekili mi olacaksın)? Onların çoğunun söz dinlediğini veya aklını kullandığını mı sanıyorsun? Onlar aynı en’âm (koyun, keçi, sığır, deve) gibidirler. Aslında girdikleri yol kendilerini onlardan da aşağı seviyeye düşürür”.(Furkân 25/43-44)

Bunlar, yaptıkları yanlışın farkındadırlar. Şu âyetlere göre Şeytan bile bunu itiraf eder:

“(Savaştan önce) Şeytan, işlerini kendilerine güzel göstererek dedi ki “Bugün bu insanlardan sizi yenecek yoktur; ben de yakınınızdayım.” İki birlik birbirini görünce geri çekildi ve dedi ki “Benim sizinle bir ilgim yok. Ben sizin göremediğinizi görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, ceza ile suç arasında sıkı bağ kurar.”(Enfal 8/48)

. Bunlar şeytan gibidirler; şeytan insana: “Görmezlikten gel (kafir ol)” der, o da görmezlikten gelirse, (şeytan) bu kez şöyle demeye başlar: “Benim seninle ilgim olmaz; ben, varlıkların Sahibi olan Allah’tan korkarım.” (Haşr 59/16)

İblis, Allah’ın ne varlığını, ne birliğini ne de ahireti inkâr etmiştir. Bulunduğu yerden kovulunca şöyle demiştir:  “Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Hicr 15/36)

Allah, Kıyâmete kadar yaşama izni verince de şöyle demişti: ben de senin doğru yolunun üstüne onlar için oturacağıma yemin ederim. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana karşı görevlerini yerine getirmeyecektir.”(A’raf 7/16-17)

Allah: “Oradan; yerilmiş ve kovulmuş olarak çık. Hele onlardan biri sana uysun, cehennemi sizinle dolduracağıma yemin ederim.”A’raf 7/18)

Allah’ın emirlerine uymayan biri, kendini yanlış yolda görürse günahkâr olur ama haklı görürse Allah’a teslim olamaz; O’nun emirlerini kendine uydurmaya başlar. Uyduramadığı âyetleri de ne görmek ne duymak ne de düşünmek ister. Gelenekte bunun en kolay yolu o âyetin nesh edildiğini söylemektir. “Sanki Allah,onların kalplerine ve kulaklarına mühür basmış, gözlerine de perde inmiş gibi olur. (Bakara 2/7)”

İsteklerine uygun gelen herkesle işbirliği yaptıkları halde Allah’ın âyetlerini hatırlatanlara tavır koymaları ve onları susturmak için her çareye başvurmaları bundandır.

Bunlar, önder bildikleri kişilerin desteklediği yeni bir din anlayışını benimser ve o dinin dindarı olurlar. Bu yüzden, kendini dindar saymayan tek kâfir yoktur. Dindar olmak önemli değildir, hangi dinin dindarı olduğunuz önemlidir. Allah Teâlâ insanları ikiye ayırarak şöyle demiştir:

“Allah insanların bir kısmının doğru yolda olduğunu onaylar. Bir kısmı da sapık sayılmayı hak eder. Çünkü onlar Allah’tan önce şeytanların emrine girer; üstelik kendilerini doğru yolda sayarlar.”(A’raf 7/30)

Kendilerini doğru yolda saymaları İblis gibi olduklarını gösterir. İblis de Allah’ın varlığını, birliğini ve ahireti inkâr etmemiştir. Yapacağını yaptıktan sonra “Ben Allah’tan korkarım” demesi ondandır.

Bu yolda olanların dünyalıkları ne kadar iyi olursa olsun, yaptıkları yanlışlardan dolayı huzursuz olur, zaman zaman Allah’a telim olma ihtiyacı duyarlar. Allah Teâlâ şöyle demiştir:

ELİF! LAM! RA! Bunlar, o Kitab’ın; her şeyi açıklayan Kur’ân’ın ayetleridir.  Ayetlerin görmezlikten gelenler (kafirler), zaman zaman “Keşke biz de tam teslim olanlardan (müslümanlardan) olsak” diye çok arzu ederler. Bırak onları yesin-içsin hayatın tadını çıkarsınlar, beklentileri kendilerini oyalasın; nasıl olsa yakında öğrenecekler.Biz hiç bir kenti belli bir kitabı olmadan etkisizleştirmedik.”(Hicr 15/1-4)

Sonuç olarak bütün kâfirlerin kalbinde, üstünü örttükleri iman bulunur. Bunu anlatan âyet şudur:

Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz , değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran 3/106)

Bütün kâfirler, kendi hayat tarzlarına ters düşen ilahi emirler karşısında yalan söyler ve kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. Bunlar ölünce Allah’a şöyle derler:

“Rabbim! Beni geri çeviriniz. Terk ettiğim dünyada belki iyi bir iş yaparım”. (Onlara) “Hayır asla!”denir. (Müminûn 23/99-100)

Allah Teâlâ bunların ahiretteki durumunu şöyle anlatır:

“Onlar, insanları Kur’an’dan engellerler; kendileri de ondan uzak dururlar. Ama sadece kendilerini yiyip bitirirler de farkında olmazlar. Ateşin karşısında durduruldukları gün onları bir görsen! Derler ki “Ah keşke geri gönderilsek de Rabbimizin âyetleri karşısında bir daha yalan yanlış şeylere sarılmasak ve biz de inanıp güvenenlerden olsak.” Aslında daha önce sakladıkları şey karşılarına çıkmış olur. Geri gönderilseler, kendilerine konan yasaklara yine dönerler. Çünkü onlar, yalancıdırlar.” (En’âm 6/26-28)

Hangi durumda olduğumuzu görmek istiyorsak Allah’a kayıtsız şartsız teslim olup olamadığımıza bakalım. Eğer herhangi bir ayeti görmek veya duymak istemiyorsak veya onu kendimize uydurmak istiyorsak sapıtmış olduğumuzu anlamamız ve derhal dönüş yapmamız gerekir.

Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır

_______________________________________________


[1]Geniş bilgi için tıklayınız. http://www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2013/kuranda-melek-ve-cin-kavramlari.html

[2]Muhalif varlık diye tercüme ettiğimiz halife (خَلِيفَة)’dir. Kelimenin aslı halîf (خَلِيف)’tir; hem ism-i fâil hem de ism-i mef’ûl olur. Mübalağa (abartı) için sonuna tâ (ة) eklenmiştir (Lisan’ul-Arab). İsm-i fâil olarak (الخالف), birinin yerine geçen, muhalif olan veya arkada kalan anlamlarına gelir. İsm-i mef’ûl (المخلوف) olarak da yerine başkası geçen, muhalefet edilen ve arkasında birini bırakan demektir. Bakara 30. âyetteki halife kelimesinin “muhalif veya kendine muhalefet edilen varlık” anlamına geldiğinin delillerinden biri şu âyettir:

Eğer Rabbin farklı tercihte bulunsaydı  insanları tek bir toplum (ümmet) yapardı. Rabbinin ikramda bulundukları başka . O insanları bunun için (muhalefet için) yaratmıştır(Hûd 11/118-119)

Melekler, hayvanlar âlemindeki muhalefetin kanla bittiğini görüyorlardı. Meselâ iki horoz bir yerde barınamıyor; biri diğerini etkisiz hale getiriyordu. Tavuklarda da muhalefet olsa, bir yerde en fazla bir horoz ve bir tavuk kalırdı. İnsanlar; kadınıyla erkeğiyle birbirlerine muhalif olacağı için bir tek aile oluşamazdı. Meleklerin itirazının sebebi buydu.

[3]El-esmâ = الاسماء’daki el (ال) takısı muzafun ileyhten ıvazdır; esmâ’ul-mevcûdât = الموجودات  اسماء= varlıkların isimleri anlamındadır. Allah Âdem’e varlıkların isimlerini, neye yaradıkların ve onlardaki gizli bilgiyi öğretmişti. Çünkü             

 “  كُلَّهَا  الأَسْمَاء آدَمَوَعَلَّمَ  = Âdem’e o isimlerin hepsini öğretti” cümlesinde, isimleri gösteren zamir akılsız varlıklar için kullanılan “hâ=ها”, “الْمَلاَئِكَةِ  ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى“sonra onları meleklere gösterdi” cümlesinde, akıllı varlıklar için olan “hum=هم“a dönüşmüştür. Akıl, insanın yararlanacağı bilgi anlamına da geldiğinden (Müfredat) akılsız görünen varlıklarda böyle bilgilerin olduğu gösterilmiştir. Dışarıdan o bilgi görülemediği için Allah Teâlâ ona, “gayb bilgisi” demiştir. İnsanı meleklerden üstün kılan bu bilgidir.

Varlıklara yerleştirilen bilgi, Allah’ın sonsuz bilgisinin bir parçasıdır. “… Onlar ‘Onun bilgisinden

O’nun belirlediği kadarı dışında bir şey kavrayamazlar.” (Bakara 2/255) Öyleyse en bilgili insan, Âdem aleyhisselâmdır. Şu âyetler bu bilginin ona yazıyla öğretildiğini gösterir: “Rabbin kalemle öğretti;  insana bilmediğini öğretti.” (Alâk 96/4-5)

Varlıklar, Allah’ın yarattığı âyetlerdir. Onlardaki bilgi ile indirilmiş âyetler arasında tam bir uyum olur. Bu bilgilerle gelişmeli ve insanlığa faydalı olmalıyız. “Kulları arasında Allah’tan çekinenler sadece O’nun bilgili kullarıdır.” (Fâtır 35/28)