Mescid-i Nebî’de Kırk Vakit Namaz

Peygamberimizin şöyle dediği iddia edilir:

“Kim, bir tek namaz kaçırmaksızın benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa ona cehennem ateşinden uzak oluş ve azaptan kurtuluş yazılır. O, nifaktan uzak olur.” ((Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, III, 155; Taberânî, el-Evsat, VI,210; No.5540:

من صلى فى مسجدى اربعين صلاة لاتفوته صلاة كتب له براءة من النار و نجاة من العذاب و برىء من النفاق الجهد: بلوغك غاية الأمر الذي لا تألو عن الجهد فيه))

Namaz, bütün müminlere farzdır ve her yerde kılınabilir. Mescit, namazın cemaatle kılındığı yerdir. Peygamberimizin mescidi, bu açıdan diğer mescitler gibidir. Kur’an-ı Kerim, yeryüzündeki ilk mabedin Mekke’de olduğunu, oraya girenin güven içinde olacağını, o mabedi ziyaretin oraya yol bulabilen her mümine farz olduğunu bildirir. Ama onu, başka konularda diğer mescitlerden ayırmaz. Mescid-i Haram’a ve hacılara hizmetle övünen Mekkeli müşriklerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Müşrikler, kendi kâfirliklerini bilip dururken Allah’ın mescitlerine hizmete yetkili değillerdir. Onların çalışmaları boşunadır. Onlar hep ateş içinde kalacaklardır.

Allah’ın mescitlerine hizmeti sadece, Allah’a ve ahiret gününe inanan; namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar yapabilirler. Bunların doğru yolda olmaları umulur.” (Tevbe 9/17-18)

Mekkeli müşrikler Mescid-i Haram derken, Allah Teâlâ’nın bütün mescitleri içine alacak şekilde “Allah’ın mescitleri” demesi önemlidir. Daha önemlisi, Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılıp zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmadan Allah’ın mescitlerini imar eden kimselere bir güvence verilmemesidir. Onlarla ilgili hüküm şudur: “Umulur ki, bunlar yola gelmişlerden olurlar.

Ayetler şöyle devam ediyor:

“Siz, hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’a hizmeti, Allah’a ve ahiret gününe inanan ve Allah yolunda bütün engellere göğüs geren kimsenin yaptığı ile bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında bir olmazlar. Allah yanlışlar içindeki bir toplumu yola getirmez.” (Tevbe 9/19)

Demek ki, asıl önemli olan, imanlı olarak Allah yolunda yapılan cihaddır. Cihad, cehd = الجهد kökündendir. Cehd, kusursuz bir çalışmayla sonuca ulaşmaktır. ((El-Halil b. Ahmed, Kitab’ul-ayn, الجهد maddesi, İran, 1309 h.)) Bunu yapan kişi, başka cehdlerle engellenir. Kusursuz bir çalışmayla engelleri aşarak sonuca ulaşma çabasının adı cihad olur. Samimi niyetle ve Allah rızasına uygun olarak yapılırsa o zaman da Allah yolunda cihad olur.

Şartlarına uygun namaz kılmak için gösterilen gayret de cihaddır. Çünkü namazı engellemeye çalışan insan ve cin şeytanları vardır. Namaz bitince bir başka işe, başka cihada yönelmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Her güçlüğün yanında bir kolaylık vardır.

Ama unutma ki, o güçlüğün yanında bir kolaylık daha vardır.

Öyleyse boş kalınca kalk, yorul.

Yalnız Rabbine giden yola sarıl.” (İnşirah 94/5-8)

Tevbe Suresi’nin âyetleri şöyle devam ediyor:

“İnanan, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler; işte Allah’ın yanında en yüksek derecede olanlar onlardır. Kurtuluşa erecek olanlar da onlardır.” (Tevbe 9/20)

Peygamberimizin Veda Haccı konumuzla ilgili iyi bir örnektir. O, Zilhicce’nin dördünde Mekke’ye varmış, tavaf ve sa’yden sonra Hacûn denen uzakça bir yere konaklamıştır. Zilhicce’nin 8. günü Mina’ya, 9. günü Arafat’a çıkmış, 10. günü Müzdelife vakfesinden ve cemre-i Akabe’ye attığı yedi küçük taştan sonra Mekke’ye gelmiştir. Bu sırada öğlen vakti olduğu için Harem’de ilk namazını kılmış ve Kâbe’yi ikinci kez tavaf etmiş, sonra Mina’ya çıkmıştır. Zilhicce’nin 14. günü üçüncü kez Kâbe’ye gelmiş, veda tavafını yapıp namaz vaktini beklemeden Medine’ye doğru yola çıkmıştır. ((Safiyyurrahman el-Mübarekfûrî er-Rahîk’ul-mahtûm, bahsun fî’s-sîre’n-nebeviyye, Beyrut, 1408 h. 1988 m. s. 420-424.))

Namaz her yerde kılınır ama tavaf ancak Kâbe’nin etrafında olur. Bu sebeple Peygamberimiz oraya namaz için değil, sırf tavaf için, üç kere gelmiştir.

Durum böyleyken sırf namaz için Mescid-i Nebevi’ye gelen, başka işi olmadığı için ikinci namazı bekleyen ve bu şekilde sekiz gününü geçiren kişi diğer mescitlerde namaz kılanlardan farklı olarak ne yapmıştır ki, cehennem ateşinden uzak olmayı, azaptan kurtulmayı ve nifaktan da uzak olmayı hak etsin? Allah Teâlâ mescitleri imar eden müminlere böyle bir güvence vermemişken orada sırf namaz kılanlara verir mi? Allah’ın vermediği güvenceyi onun Resulü nasıl verir?

Bu, Peygamberimizin söylediği iddia edilen sözün Kur’ân’a göre değerlendirilmesidir.

Sayın Halil ALTUNTAŞ tebliğinde, yazının başında yer alan bu sözü senet yönünden değerlendirmiş ve özetle şunları söylemiştir: “Bu rivayeti hem Ahmet b. Hanbel hem de Taberânî, Abdurrahman b. Ebi’r-Ricâl, Nubeyt b. Ömer ve Enes b. Mâlik senedi ile merfû’ olarak kaydetmişlerdir. Taberânî onu Enes’ten, Nubeyt bin Ömer dışında kimsenin rivayet etmediğini söylemiştir. Ondan da sadece İbnü Ebi’r-Ricâl rivayet etmiştir” ((Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, VI, 212, No.5440.)) Nubeyt, bu hadisten başka bir yerde bilinmemektedir.”

Hiç tanınmayan birinin, Enes b. Malik gibi değerli bir sahabiden, Kur’an’a ters rivayeti ciddiye alınamaz. Bu sebeple Sayın Altuntaş’ın şu değerlendirmesine katılmak mümkün değildir: “Medine mescidinde namaz kılma faziletinden olabildiğince yararlanmak amacı ile mevcut uygulamaya devam edilebilir; Medine’de sekiz gün, daha çok ve ya daha az kalınabilir.”

Medine’de kalmak isteyen kalsın; ama sırf namaz için değil, başka sebeplerle kalsın. Biz insanlara, bir an önce işlerinin başına dönüp dürüst olarak cehd ve gayret göstermelerini tavsiye edelim. Âyetlere ve Peygamberimizin uygulamasına uygun olan budur.