Vasiyet Ayetine Verdiğimiz Meal ile İlgili Tenkit

Tenkit Metni:

“كتب عليكم اذا حضر احدكم الموت

ayeti kerimesine Abdülaziz Bey “sizden birinize ölüm geldiğinde şayet terekesi varsa, “يوصيكم الله” ayetindeki vasiyyeti ilahiyyeyi uygulamak size farzdır” şeklinde mana veriyor. çok takib eden birisi değilim hocayı fakat geçenlerde bir akşam hilal tv de denk geldi de dinlemiştim. yani hocamız kişinin ölümünden sonra, Allah tarafından yapılan vasıyetin (miras taksimi ile alakalı emrinin) uygulanmasının diğer müminlere (حقا على
المتقين) farz olduğunu bu ayetin mefhumu olarak algılıyor. hemde bu mananın neshe olan ihtiyacıda ortadan kaldıracağını beyan ediyor. nesh meselesi bu yazıda konumuz değil, ona girmeyelim. ayrıca müminin vefatından sonra birrıza yahutta bilferaiz taksim yapmanın tüm müminlere kifayeten farz olduğunada itiraz edecek değilim haşa. lakin bu farzıyyet bu ayetten değil, يوصيكم الله ayetinden anlaşılan bir farzıyyetdir.

-şöyle ki; bu ayeti kerimedeki اذا حضر ifadesindeki iza edatı istikbalde şarta mevzudur. şu halde bu edatın dahil olduğu fiili mazıye, mazı manası verilemez.

yani bu ayette bahsedilen mümin ferdin mevti henüz vaki olmamıştır. buna göre, الوصية kelimesine, kişinin ölümünden sonra uygulanacak mahut Allah vasıyyeti manası verilemez.

vasıyyet kelimesinin başındaki lamın ifade ettiği ahid يوصيكم ayetindeki bahsedilen vasıyyete işaret olamaz. zira ayetlerin nüzül tertibi buna manidir.كتب ayetinin nüzülü, يوصيكم ayetinin nüzülüne mukaddemdir. şu halde vasıyyet kelimesindeki lamın manası aranızda mahud, bilinen usulle vasıyyet demektir. ayrıca zulme sebebiyet vermemek için بالمعروف ifadesiyle kayıtlanmıştır.

iza edatından sonraki fiilin mazi olması fiilin vukuunu değil, vukuun katıyyetini ifade eder. yani ferdin öleceği katidir lakin henüz ölmemiştir. işte bu aşamadaki vasiyetin farzıyyet veya vücubundan bahs edilmetedir.

(iza nahv ve meani kaidelerine göre, şartın vukuunun katıyyetiyle beraber istikbalde şart içindir. bkz. telhısı hatib elkazvini, miftahululum lissekkaki, ibni hacib kafiyesi, abdurrahman camii fevaidi zıyaiyyesi, teftazani mutavvel ve muhtasarı vs.)

ayrıca; ان ترك
خيرا ifadesinde de durum aynıdır. in edatının manasından dolayı mal bırakacağı kesin değildir. malı varsa vasıyyetini yapacak, ölümden sonra o mal tereke olacaktır, henüz kendi malıdır çünki ferd ölmemiştir. ( in edatı şartın meydana geleceğinde bir kesinlik olmaksızın gelecek zamanda şart manasını ifade eder)

meani ilmi yönünden,ayetin bir başka hususiyyetide şudur ki; كتب عليكم diye aam bir tarzı ifadeden sonra, احدكم buyurularak meselenin ehemmiyetine dikkati celb etmek için has bir ifade tercih edilmiştir. yani aamdan sonra haassın zikriyle bir faideye binaen ıtnab (faydalı olarak sözü uzatma) sanatı tatbik edilmiştir. aynen حافظوا
علي الصلوات والصلاة الوسطى da olduğu gibi. salatı vüstada bir namaz olmasına ramen “namazlar” ifadesinden sonra ehemmiyetine binaen ayrıca zikrolunmuştur. yani bu ayette bahsedilen vasıyyet diğer ayette bahsedilen ve sonradan emredilen Allah vasıyyeti değil, ölümden önce kişinin kendi yapacağı farzı ayn (sonradan mensuh) olan vasıyyettir. halbuki daha sonra emredilen Allahın vasıyyetini uygulamak farzı kifayedir.

hocanın verdiği mefhum ilk etabta çok çarpıcı ve yeni bir yaklaşım ihtiva eder gibi görünse de, filolojik, morfolojik açıdan ve sentaksla ilgili kurallar göze alındığında mümkün görünmemektedir. ayrıca anlamsal inceliklerde heba olmaktadır. yirmi senedir dilbilgisine dair hususlarla uğraşmanın verdiği bir mesuliyyetle bunları yazdım. en doğrusunu Allah bilir. Kelamda O’nun kelamıdır. selamlar! ( nesh meselesi ayrı bir konudur) ben sadece alet ilimleri noktasından beyan ettim.”

Sayın Tunahan YILDIZ,

 

Vasiyet ayeti ile ilgili eleştirinizi, aşırı yoğunluktan dolayı çok geç okuyabildim. İlginiz ve gayretiniz için çok teşekkür ederim.

Şöyle diyorsunuz:

“… Bu ayeti kerimedeki اذا حضر ifadesindeki iza edatı istikbalde şarta mevzudur. şu halde bu edatın dahil olduğu fiili mazıye, mazı manası verilemez. yani bu ayette bahsedilen mümin ferdin mevti henüz vaki olmamıştır. buna göre, الوصية kelimesine, kişinin ölümünden sonra uygulanacak mahut Allah vasiyyeti manası verilemez.”

Bize göre اذا حضر’nın başındaki اذا zarf içindir. Ama bir an sizin gibi düşünelim.

Şart, ileride olacaklar için koşulduğundan şart edatı, elbette istikbali gösterir ama şart gerçekleşmeden meşrut gerçekleşmez. إذا ile başlayan şartın gerçekleşme ihtimali yüksek olduğundan maziye dâhil olur ki, kesinlik ifade etsin. Herkesin öleceği kesin olduğu için ayet şu şekildedir:

اذا حضر احدكم الموت

… sizden birine ölüm geldiğinde”

ان edatı ile başlayan şartta ise durum farklıdır. Eğer şartın vukuu şüpheli ise aşağıdaki ayette olduğu gibi ان’in dâhil olduğu fiilin muzari olması vacip olur.

إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَدِيدٍ

Ama eğer şartın vukuu halinde meşrutun vukuu kesinse
ان den sonra mazi fiili gelir. Vasiyet ayetinde إذا’yı şart sayarsak, şartın vukuu halinde meşrutun vukuu kesin olmalı ki, hem إذا’dan hem de ان’den sonraki fiil, mazi gelmiştir. Sanki Allah Teâlâ şöyle demiştir:

إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ و تَرَكَ خَيْرًا

“Bir kimseye ölüm gelmiş ve mal da bırakmışsa …”

Her şartın bir cevabı olur. Siz, الوصية
kelimesini cevap yerinde gördüğünüz için âyet şöyle takdir edilebilir:

كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ خَيْرًا فعليه الْوَصِيَّةُ

Ayeti böyle takdir etmek, ona anlamsızlaştırmak olduğundan tahsis yapma ihtiyacı duymuş ve şöyle demişsiniz:

“meani ilmi yönünden, ayetin bir başka hususiyyetide şudur ki; كتب عليكم diye aam bir tarzı ifadeden sonra, احدكم buyurularak meselenin ehemmiyetine dikkati celb etmek için has bir ifade tercih edilmiştir. yani aamdan sonra haassın zikriyle bir faideye binaen ıtnab (faydalı olarak sözü uzatma) sanatı tatbik edilmiştir. aynen علي الصلوات والصلاة الوسطى
حافظوا da olduğu gibi. salatı vüstada bir namaz olmasına ramen “namazlar” ifadesinden sonra ehemmiyetine binaen ayrıca zikrolunmuştur. yani bu ayette bahsedilen vasıyyet diğer ayette bahsedilen ve sonradan emredilen Allah vasıyyeti değil, ölümden önce kişinin kendi yapacağı farzı ayn (sonradan mensuh) olan vasıyyettir. halbuki daha sonra emredilen Allahın vasıyyetini uygulamak farzı kifayedir.”

Âyeti şu şekilde takdir ediyor olmalısınız:

إذا حضركم احدكم الموت وترك خيرا فعليه الوصية …

“Size, sizden birine ölüm gelir de mal bırakacak olursa vasiyette bulunma göveri vardır.”

Ayete böyle bir anlam verilmesi birkaç açıdan yanlıştır:

1.     Böyle bir takdir, ayeti değiştirmekte ve كتب عليكم sözlerine yer kalmamaktadır.

2.     Malı olan bir kişinin şuuru, vasiyeti caiz olacak derecede yerindeyse malını harcayabileceği için geriye mal bırakacağı kesin değildir. O durumda “ان ترك خيرا” ifadesi kullanılamaz; “ان يترك خيرا ” demek gerekir.

3.     Âyete “ölüm emareleri gelmişse” şeklinde anlam verilemez. Çünkü Nisa 6. âyet, mal üzerinde tasarrufu rüşt şartına bağlamıştır. Maraz-ı mevtte olan, reşit sayılamayacağından yapacağı vasiyet geçersizdir.

4.     Âyete bu anlamı vermek fıtrata da uymaz. Ölüm döşeğindeki bir kişi, yakınlarının ilgisini beklerken asıl ilginin bırakacağı mallara yöneldiğini görerek büyük bir çöküş yaşar.

Bütün bunlar âyetteki إِذا edatının şart sayılmasını ve ayete mecaz anlamı verilmesini engellemektedir.

…إِذا حَضَرَ şart cümlesi değil, zarftır. Nitekim Zemahşeri de zarf saymış ve şöyle demiştir:

إِذا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إذا دنا منه وظهرت أماراته

Bu sebeple sizin şu ifadeniz anlamsız kalır:

“iza edatından sonraki fiilin mazi olması fiilin vukuunu değil, vukuun katıyyetini ifade eder. yani ferdin öleceği katidir lakin henüz ölmemiştir. işte bu aşamadaki vasiyetin farzıyyet veya vücubundan bahs edilmektedir.”

Zemahşeri’nin onu zarf cümlesi sayması doğrudur ama mecâzî anlam vermesi yanlıştır. Yani “sizden birine ölüm geldiği zaman” sözünü “ölüm yaklaştığı ve belirtileri ortaya çıktığı zaman” diye anlamlandırmasını haklı kılacak bir sebep yoktur. Çünkü mecaza gitmek için hakiki anlamı verme ihtimali kalmamalıdır. Hâlbuki âyetin anlamı, hiçbir tevile fırsat vermeyecek derecede açıktır:

“Müminler, içinizden birine ölüm geldiği zaman, ana-baba ve en yakınlar için, “Ana, baba ve en yakınlar için ölçüleri belli o vasiyeti (yerine getirmeniz) size farz kılınmıştır. Bu müttekilerin üzerine bir görevdir.”

Bu vasiyet, Allah Teâlâ’nın Nisa 11, 12, 33 ve 176. ayetlerde ölçülerini koyduğu vasiyettir. Bunun dışında, ölçüleri belli bir vasiyet yoktur. Bilinmeyen bir şey için şu ifade kullanılamaz:

الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ

Diyorsunuz ki;

“vasiyyet kelimesinin başındaki lamın ifade ettiği ahid يوصيكم ayetindeki bahsedilen vasıyyete işaret olamaz. zira ayetlerin nüzül tertibi buna manidir. كتب ayetinin nüzülü, يوصيكم ayetinin nüzülüne mukaddemdir. şu halde vasıyyet kelimesindeki lamın manası aranızda mahud, bilinen usulle vasıyyet demektir. ayrıca zulme sebebiyet vermemek için بالمعروف ifadesiyle kayıtlanmıştır.”

Hangi âyetin önce indiğine dair delil yoktur. Bu konuda güçlü deliller olmuş olsa bile vasıyyet kelimesinin başındaki lam, başlangıçta ahd-i zihni olur, Nisa Suresinin ayeti inince de ahd-i hariciye dönüşür.

Ayetler birbirini açıklar mahiyette olduğu için aralarında öncelik ve sonralık sıralaması aramaya gerek yoktur. Çünkü Allah Teâlâ, ilgili ayetlerin tamamı inmeden hüküm vermeyi nebimize yasaklamıştır.

وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْآنِ مِن قَبْلِ أَن يُقْضَى إِلَيْكَ وَحْيُهُ وَقُل رَّبِّ زِدْنِي عِلْماً

“Kur’ânın (ilgili anlam kümesinin) vahyi tamamlanmadan hüküm vermekte acele etme. “Rabbim ilmimi (bilgimi) artır” de. (Tâ Hâ 20/114)

 

قرآن (kur’ân), toplama ve bir araya getirme anlamına gelir. İsim olarak toplanan ve bir araya getirilen şeye denir. Allah’ın son kitabına Kur’ân denmesi, âyetlerini bir araya getirmesinden dolayıdır. Bu kelime birçok yerde küme anlamında kullanılır. Nebimizin iki görevinden biri tebliğ, diğeri Kitap ile hükmetmektir. İlgili âyetlerden biri şöyledir:

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ
أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن
بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم
بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol! Allah’ın indirdiği emirlerin herhangi birinden uzaklaştırmak için seni sıkıntıya sokabilirler. Yüz çevirirlerse bil ki bazı günahlarına karşılık Allah, böylelerinin başına bir kötülük gelmesini ister. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.”(Maide 5/49)

Kur’ân ile hükmeden kişi, Kur’ân’ın koyduğu şu usule uyar.

الَر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ

“ELİF! LÂM! RÂ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem  kılınmış hem de  doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir . Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim”.(Hûd 11/1-2)

Bu sebeple Nebimiz, hükmedeceği bir konuyla ilgili ana ayeti ve onu açıklayan ayet veya ayetleri birlikte ele almak zorundaydı. Açıklayan ayet veya ayetler henüz inmemişse, inmesini beklerdi. Dolayısıyla bu ayetlerin hangisinin önce inmiş olduğu önemli değildir.

Bakara 180. âyet şöyledir:

كُتِبَ عَلَيْكُمْ إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ خَيْرًا الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقِينَ

Ayetteki “كُتِبَ عَلَيْكُمْ =size farz kılındı” sözünün muhatabı müminlerdir.

“إِذَا حَضَرَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ إِنْ تَرَكَ خَيْرًا

“sizden biri öldüğü zaman geriye mal bıraktığı kesinse” sözü de görevin zamanını ve şartını bildirmektedir.

الْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ بِالْمَعْرُوفِ

“Ana, baba ve en yakınlar için ölçüleri belli o vasiyet” sözü كُتِبَ nin naib-i failidir. Ayetin meali şöyle olur:

İçinizden birine ölüm gelip geriye mal bıraktığında, ana-baba ve en yakınlar için ölçüleri belli o vasiyeti yerine getirmek üzerinize farz kılınmıştır. Bu, Allahtan çekinenlere yüklenmiş bir görevdir.

Vasiyet, birine bir görev yüklemektir. “Ana, baba ve en yakınlar için ölçüleri belli o vasiyet” ise ölüp te geriye mal bırakmış olanların mallarının paylaşımı ile ilgili olarak, Nisa 11,12, 33 ve 176. âyetlerde müslümanlara yüklenen görevdir. Keşşaf tefsiri bunu şu şekilde ifade etmektedir:

ومعناها: كتب عليكم ما أوصى به اللَّه من توريث الوالدين والأقربين من قوله تعالى:
(يُوصِيكُمُ اللَّهُ فِي أَوْلادِكُمْ)

Fıkıh geleneğinde vasiyet, öldükten sonra teslim edilmek üzere bir malı veya menfaati bir kişiye veya bir hayra bağışlamaktır. Bu konuda dayanılan tek delil şudur:

حدثنا عبد الله بن يوسف أخبرنا مالك عن ابن شهاب عن عامر بن سعد بن أبي وقاص عن أبيه رضي الله عنه قال: كان رسول الله صلى الله عليه و سلم يعودني عام حجة الوداع من وجع اشتد بي فقلت إني قد بلغ بي من الوجع وأنا ذو مال ولا يرثني إلا ابنة أفاتصدق بثلثي مالي ؟ قال ( لا ) . قلت بالشطر ؟ فقال ( لا ) . ثم قال ( الثلث والثلث كبير أو كثير إنك أن تذر ورثتك أغنياء خير من أن تذرهم عالة يتكففون الناس).

Sa’d b. EbVakkas’ın oğlu Amir, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Veda Haccı sırasında şiddetli bir ağrıya tutulmuştum. Allah’ın elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ziyarete geldi. Dedim ki; “Sancım iyice arttı. Ben malı olan birisiyim. Kızımdan başka da mirasçım yok; malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtsam mı?” Hayır, dedi. “Yarısı olmaz mı?” dedim; hayır dedi. “Üçte biri olur. Üçte biri de büyüktür veya çoktur. Mirasçılarını zengin olarak bırakman, başkalarına el açacak şekilde fakir bırakmandan hayırlıdır.” 

Görüldüğü gibi hadisin vasiyetle ilgisi yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

«وَأَنْفِقُوا مِنْ مَا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُنْ مِنَ الصَّالِحِينَ»

“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerden hayra harcayın; yoksa ölüm gelip çatar da şöyle dersiniz : “Rabbim (Sahibim)! Ne olur; beni kısa bir süre daha yaşat da sadaka verip iyilerden olayım .    Bir kimsenin ömrü bitince Allah ona asla ek süre vermez. Allah, yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.” (Munâfikûn, 63/10-11)

Bu durumda fıkıhtaki vasiyet, mirasçıdan mal kaçırmak için oluşturulmuş, herhangi bir delili olamayan haksız uygulamadır.