Risale-i Nurlara Göre Evliya’nın Gaybı Bilmesi

Gayb, kişinin duyularından uzak ve hakkında bilgi sahibi olmadığı şeye denir. ((Rağıb el-İsfahânî, Müfredât, Safvan Adnan Davudî’nin tahkikiyle, Dımaşk ve Beyrut, 1412 h. 1992 m. s. 616.))

Allah açısından gayb diye bir şey olmaz. Bizim açımızdan, kıyametin vakti gibi Allah’tan başkasının bilemeye­ceği şeyler gayb-ı mutlak, yani tam bir gaybdır. Bir başkasının bildiği şey gayb-ı mutlak değil, göreceli gayb olur. Mesela içinizden ne geçtiğini ben bil­emem ama siz kendiniz bilirsiniz. Bilmediğim bazı tarihi olayları da bilebilirsiniz. Bunlar, bana göre gayb olur; size göre olmaz. Hakkında bir bilgi ve belge kalmamış tarihi olaylar da mutlak gayb haline dönüşmüş olur.

Gayb ile ilgili bazı haberler, Allah Teâlâ tarafından nebilerine vahiy yoluyla bildirilir, biz de bunları o şekilde öğrenebiliriz.

Durum böyle olduğu halde, Risâle-i Nur’larda,  Ali(r.a) ve Abdulkadir Geylani gibi zatların Said Nursi’yi, asırlar öncesinden birçok yönüyle haber verdiği iddia edilir. Aşağıdaki soru ve cevap, risalelerin bu konudaki temel dayanaklarını oluşturur:

Suâl: Gavs-ı A’zam gibi büyük velîler, bazı evkâtta, mazi ve müstakbeli hazır gibi müşâhede ederler. Neden mâziye ait cihette sarahat sûretinde haber veriyorlar da, istikbalden hafî remizlerle gizli işaretlerle bahsediyorlar?

El-cevap: “lâ ya’lemu’l-gaybe illa’llah” âyetiyle,

“ve lâ yuzhiru alâ gaybihi ahada; illâ men’irtedâ min resûl.”

Ayeti ifade ettikleri, kudsi yasağa karşı ubûdiyetkerâne bir hüsnü edep takınmak için, tasrihten işaret mesleğine girmişler. Tâ ki, işaretler ile remz ile anlaşılsın ki, ihtiyarsız, niyetsiz bir sûrette tâlimi ilâhî ile olmuştur.
Çünkü istikbâlî olan gaybiyat, niyet ve ihtiyar ile verilmediği gibi; niyet ile de müdâhale etmek, o yasağa karşı ademi itâatı işmam ediyor. ((Said Nursi, Sikket-i Tasdik-i Gaybî, 8. Lem’a “HAZRET-İ GAVS’IN KERAMET-İ GAYBİYESİNİ TE’YİD EDEN BİR ÂYETİN İŞÂRÂTINDAKİ BİR NÜKTE-İ İ’CAZİYEDİR”, bölümünün bir öncesi; İstanbul 1990, Tenvir Neşriyat, s. 198))

Yazı, günümüz Türkçesiyle şöyle ifade edilebilir:

Soru: “Abdülkâdir Geylânî gibi büyük veliler,” bazı zamanlarda, geçmişi ve geleceği bugün gibi görüp bildikleri halde neden geçmişle ilgili olanları açıkça söylüyorlar da, gelecekten üstü kapalı simgeler ve gizli işaretlerle söz ediyorlar?

Cevap: “Gaybı Allah’tan başkası bilmez.” Ayeti ile

“Allah, gaybını size açacak da değildir; ama (onu bildirmek için) elçilerinden tercih ettiği birini seçer.” (Cin 72/26-27)

Ayetinin ifade ettiği kutsal yasağa karşı kulluğa yakışır bir güzel edep takınmak için açıklama yapmayıp işaretle söyleme yoluna girmişlerdir. İşaret ve simgeler kullanmışlardır ki, gayb ile ilgili bu bilginin, kendilerinin tercihi veya niyetiyle değil, Allah’ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın. Çünkü geleceğe ait gayb bilgiler kişinin şahsi tercihi ve niyeti ile verilmediği gibi niyet ile işe girmek, o yasağa karşı itaatsizlik havası veriyor.

TENKİT

Yukarıdaki yazıyı beş açıdan tenkide tabi tutacağız:

1-) Gaybı Yalnız Allah Bilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah, gaybını size açacak da değildir; ama (onu bildirmek için) elçilerinden tercih ettiği birini seçer.”(Al-i imran 3/179)

O, Hz. Muhammed aleyhisselama şöyle demiştir:

“De ki: “Size ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. Gaybı /gizli şeyleri de bilmem. Size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyedilen Kur’ân’a uyarım.” De ki: “Gören ile görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’am 6/50)

“De ki: “Eğer gaybı /gizli şeyleri bilseydim iyi şeylerden çokça elde ederdim. Bana kötülük de dokunmazdı. Ben, inanıp güvenen bir topluluk için sadece bir uyarıcı ve müjdeciyim.” (Araf 7/188)

Allah Teâlâ, insanlara açıklamak istediği gaybları, resulleri yoluyla bildirir. Bunun özel bir usulü vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz.

Dile­diği nebi bunun dışın­dadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker.

Bunu yapar ki o elçi, Rabbinin mesajlarını, meleklerin ona tam olarak ulaştırdığını, getirdiklerinin hepsini aldığını ve her şeyi tek tek kav­radığını bilsin. “(Cin 72/26-28)

Artık o bilgiler gayb olmaktan çıkar. Meleklerin gözcü dikilmesi, o bilgilerin Allah’tan olduğu konusunda, nebi kuşku duymasın, diyedir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki bir şeyi arzu ettiğinde şeytan onun arzusuna bir şey katmış olmasın. Ama Allah, şeytanın kattığını giderir,  sonra âyetlerini (onların zihinlerinde) sağlamlaştırır. Allah, daima bilen ve kararları doğru olandır.” (Hacc 22/52)

Bazı tefsir kitaplarında En’am suresinin inişi ile ilgili olarak Enes b. Malik’ten gelen şöyle bir rivayetten bahsedilir: “Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:

“Kur’an’dan En’am suresinin dışında bir sure bana toptan in­medi. Şeytanlar, bu sure için toplandıkları ka­dar hiçbir sure için toplanmamışlardı. Bu sure bana, Cebrail ile beraberinde elli bin melek ol­duğu halde gönderildi. Bunu kuşatmışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler.” (Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, ist. 1936, c. III, s. 1861-1862.)

Böylece o Elçi, ken­dine gelenin vahiy me­leği olduğuna ve vahye, şeytan vesvesesi karış­madı­ğına güvenmiş olur.

Nebilere vahyin nasıl geldiğini bildiren bir ayeti, velilerin gaybı öğrenebileceklerine delil getirmek, doğrusu çok şaşırtıcı bir şeydir.

2-) Geçmiş Gaybı da Kimse Bilemez.

Allah Teâlâ Nuh aleyhisselamın başından geçenleri anlattıktan söyle buyuruyor:

İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberleridir. Daha önce bunları ne sen bilirdin ne de halkın. Öyleyse, sen duruşunu bozma. Mutlu son, müttakilerin / yanlışlardan sakınanların hakkıdır.” (Hud 11/49)”

Bu konuda Kur’an’da çok sayıda ayet vardır. Şu ayetlere de bakılabilir: Ali İmran 3/44; Araf 7/101; Hud 11/120-123; Yusuf 12/102.

3-) “lâ ya’lemu’l-gaybe illa’llah” diye bir ayet yoktur.

İçinde bu kelimeler olan ayet şöyledir:

“Kul lâ ya’lemu men fî’s-emâvâti v’el-erdi’l-gaybe illa’llah”

“De ki, Göklerde ve yerde olan hiç kimse gaybı /gizli bilgileri bilmez, onu sadece Allah bilir” (Neml 27/65)

4-) Allah’tan başkasının gaybı bilemeyeceği ve Allah’ın onu nebilerden başkasına bildirmeyeceği hükmü, yukarıda bir “kudsî yasak” diye ifade edilmiştir. Sanki Allah Teâlâ, “gaybı kimse bilemez” dememiş de ”Kimse, gelecekle ilgili açıklama yapmasın.” Diye bir yasak koymuştur. Bu, kişiyi büyük bir sorumluluk altına sokar.

5-) Yukarıdaki sual ve cevaptaki iddiaları sıralayalım

“Abdülkâdir Geylânî gibi büyük veliler,” bazı zamanlarda, geçmişi ve geleceği bugün gibi görüp bilirler.”

Geçmişle ilgili olanları açıkça söylerler ama gelecekten üstü kapalı simgeler ve gizli işaretlerle söz ederler. Açık söyleseler Allah’a karşı, kulluğa yakışır güzel bir edep takınmamış olurlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“De ki: Göklerde ve yerde olan hiç kimse gaybı /gizli bilgileri bilmez, onu sadece Allah bilir” (Neml 27/65)

“Uygun bulduğu bir elçisi olursa başka. Onun önüne ve arkasına gözcüler diker. Bunu yapar ki o elçi, Rabbinin mesajlarını, meleklerin ona tam olarak ulaştırdığını, getirdiklerinin hepsini aldığını ve her şeyi tek tek kav­radığını bilsin.” (Cin 72/26-27)

Bir de bunun, kendi tercihleri ve niyetleriyle değil, Allah’ın öğretmesiyle olduğu anlaşılsın diye böyle yaparlar. Zira niyet ile işe girmeleri itaatsizlik havası verir.

Demek ki, Allah, hem “Gaybı kimse bilmez, onu kimseye açıklamam” diyecek, hem de tutup onu bazı kimselere bildirecek. Sonra o kimseler, geçmişle ilgili olanları açıklamakta bir sakınca görmeyecekler. Gelecekle ilgili gaybları ise, anlayan anlasın diye örtülü işaretlerle geçiştirecekler.

Bu inançtan Allah’a sığınmak gerekir.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR