İsra ve Mirac

İSRA VE MİRAC

OĞUZ ÇETİNOĞLU – Mirac Kandili, İslamiyet’te mukaddes kabul edilen zaman dilimlerinden biri. Mirac; ‘Peygamberimizin (sav), Mescid-i Harâm’dan Mescid-i aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuk’ olarak anlatılıyor.

Konunun iyi ve kolay anlaşılabilmesi için önce mekânları belirleyebilir miyiz Hocam? Mescid-i Harâm, Mescid-i aksâ ve ‘gök’ olarak adlandırılan mekânlar… Bunlar hakkında bilgi lütfeder misiniz?

ABDULAZİZ BAYINDIR – Bu konuyu anlatan ana âyet şudur:

“Kulunu bir gecede Mescid-i Haram’dan alıp, çevresini bereketli kıldığı ((Bir yazıda “Sen…” veya “Siz …” yerine “O…” veya “Onlar…” denmesine Arap edebiyatında iltifat denir. O, ifadeye güzellik katar. Burada da üçüncü tekil şahıstan ikinci çoğul şahsa geçilerek “bereketli kıldığımız” ifadesi kullanılmıştır. Türkçede iltifat sanatı olmadığından tercüme cümlenin akışına göre yapılmıştır.)) el-Mescid’ul-aksâ’ya götüren Allah, eksikliklerden uzaktır. Bu, ona bir kısım âyetlerimizi göstermek içindir. O (Allah) dinler ve görür.” (İsrâ, 17/1)

el-Mescidu’l-aksâ, en uzak mescit demektir. Şu âyetler onun yerini bildirmektedir:

“Muhammed Cebrail’i bir kez daha gördü.(Bu defa) Sidret’ül-müntehâ’nın  yanındaydı. Ahirette kalınacak Cennet de oranın yanı başındadır. O gün o Sidre’yi neler kaplamıştı, neler! Gözü bir yere kaymadı, söylenenin (sınırların) dışına da çıkmadı. (Miraç yolculuğunda) gerçekten Sahibinin en büyük ayetlerini gördü.” (Necm, 53/13-18)

Sidretü’l- Müntehâ yedinci kat semadadır. ((Buhârî, Bed’ul-halk 6.)) el-Mescidu’l-aksâ ise oradaki Beyt-i Mamûr’dur. Allah’ın Elçisi (a.s.) bir gün ashabına:“Beyt-i Ma’mûr’un ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu: “Allah ve Elçisi daha iyi bilir” dediler. “O, gökte olan bir mescittir, Kâbe tam altında kalır. O mescit aşağı düşse Ka’be’nin üzerine düşer. Orada her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıktılar mı artık sonuna kadar oraya dönmezler.” dedi. ((Muhammed b. Cerîr et- Taberî, Camiu’l-Beyân fî Te’vîl’l-Kur’ân, Beyrut 1992, c: 11, s: 481))

ÇETİNOĞLU – Mescid-i aksâ Kudüs’te değil mi?

BAYINDIR- Hayır, Kudüs’teki Mescid-i aksâ, Emevîler tarafından yapılmıştır.

ÇETİNOĞLU – Orada Süleyman aleyhisselam tarafından yapılan mabed yok muydu?

BAYINDIR- Vardı ama iki kez yıkılmış, bir daha da yaptırılamamıştı. Babil kralı II. Buhtunnasr (Neabukadnezzar) milattan 586 yıl önce Kudüs’ü işgal ettiğinde şehri tamamen tahrip etmiş, yıkılan Mabed’in kapı ve duvarlarından söktüğü altın kabartmaları, kıymetli eşyayı, topladığı ganimetleri ve halkının büyük bir kısmını Babil’e götürmüştü. Kur’ân, bu olayı şöyle anlatır:

“İsrailoğulları için Kitaplarına şu kararımızı koyduk: “Siz bu yerde iki kere fesat çıkaracak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz.  Birincisinin sonu gelince savaş gücü sağlam olan kullarımızı üzerinize saldık; evlerin içine kadar girdiler. Bu söz, yerine getirildi” (İsrâ, 17/4-5)

Daha sonra Perslerin Babil’i, milattan 539 yıl önce ele geçirmesiyle İsrailoğulları serbest bırakılmış, Kudüs’e dönmüşler ve milattan 515 yıl önce yirmi beş yıl çalışarak ikinci Mabed dönemini başlatmışlardı. ((Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara 2004.))

Milattan sonra 70’de Romalı kumandan Titus şehri ele geçirmiş, Kudüs’ü yakmış ve Süleyman mabedini yerle bir etmişti. ((Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara 2004.)) Bu olay, şu âyette yer alır:

İkincisinin sonu gelince (kullarımızı tekrar üzerinize saldık ki) yüzünüzü yere sürtsünler, o Mescide (Beyt-i Makdis’e) ilk girenler gibi girsinler ve üstüne çıktıkları her şeyi yakıp yıksınlar”(İsrâ, 17/7)

Halife Ömer, Kudüs’ün anah­tarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Süleyman Mabedi’nin Hıristiyanlık döneminde moloz­lar altında kalmış olan yerini temizletip Sahre’nin güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırmış sonra buraya bir mescid yaptır­mıştır. ((Nebi BOZKURT, Mescid-i aksa, DİA, Ankara 2004.))

Daha sonra Emevi halifelerinden Abdulmelik b. Mervan (65/6856) Kubbetü’s-Sahre’yi ((Nebi Bozkurt, “Kubbetü’s-Sahre”, DİA, Ankara 2002.)), oğlu I. Velîd  (86/705) de Mescid-i aksâ adıyla anılan mescidi yaptırmıştır. ((İsmail Yiğit, Emeviler, DİA, İstanbul 1995))

ÇETİNOĞLU – Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiyor mu? “Kureyş beni yalanladığı zaman, Hicr’de ayağa kalktım. Allah bana Beytü’l-Makdis’i gösterdi; bunun üzerine ona bakarak onun alâmetlerini onlara haber vermeye başladım.” ((Müslim, İman,276 ; Buhari, Fezâilü’s-sahabe,70, Tefsir,200; Tirmizî,Tefsir,18.))

BAYINDIR – Bu gibi rivayetler, Kur’ân’a, tarihi gerçeklere ve Nebimizden gelen şu rivayete uymamaktadır:

Hatim (Hatîm, Kabe’nin altın oluk tarafında, yarım daire şeklindeki duvarla çevrili yerin adıdır.)’de idim Cibril geldi beni aldı ve birinci kat semaya yükseltti..” ((Bkz: Buhari, Tevhid, 37 , Menakıbu’l-Ensar,42,  Hac,76, Müslim, İman,263))

Nebimizin Kâbe’den, doğrudan semaya yükseltilmesi Kudüs’e gitme işine ters düşmektedir.

ÇETİNOĞLU – İslamî kaynaklara göre mirac, 2 safhada gerçekleşiyor: Birinci safha Mescid-i Harâm’dan Mescid-i aksâ’ya yapılan yolculuk ki ona İsra deniyor. 2. safha ise göklere yükselmek… Sizin anlattıklarınıza göre Kudüs’teki Mescid-i aksâ’ya yolculuk yapılmamış. Ama İsrâ’nın Kur’an ile Miracın da Sünnet ile sabit olduğu ifade ediliyor, bunu nasıl yorumlarsınız?

BAYINDIR – İsrâ, gece yürüyüşü anlamına gelir. Âyetteki el-Mescid’ul-aksâ’nın, Emeviler tarafından yapılan Mescid-aksâ ile karıştırılması yanlış anlamalara yol açmaktadır.

ÇETİNOĞLU – Mirac farklı bir şey mi?

BAYINDIR – Mirac, merdiven ve asansör gibi yükseğe çıkaran alet ((Lisânu’l-arab, Essıhah fi’lluğa, Mufredât el-fâzil kur’an, Muhtâr  es-sihah, Tehzibu’l-luğa, El-meğrib, Tâcu’l-arûs, vs. kitaplarının “arece” maddesi.)) anlamına gelir. Ebu Sa’îd el-Hudrî’nin rivayetine göre nebimiz şöyle demiştir: “… Sonra insanların ruhlarının, üzerinde göğe yükseldiği mirac getirildi. Kimse ondan güzelini görmemiştir. Ölmek üzere olan birinin gözünü, arzuyla göğe nasıl diktiğini görmediniz mi? ((Ebubekr Ahmed b. El-Huseyn el-Beyhakî, Delâil’un-nubuvve ve marifet ahval-i sahibi’ş-şerîa, Beyrut 1988, c. II, s. 391. (Hadislerini çıkaran ve notlar ekleyen Abdulmu’tî Kal’aci)))

ÇETİNOĞLU – Burada yalın insan aklının kabullenmekte zorlanacağı bir durumdan söz ediliyor. Böyle bir iddianın sahiplerine ne söylemek gerekir?

BAYINDIR – Konu, Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içinde ele alınsa bir sıkıntı kalmaz. Çünkü göklerde yollar, kapılar ve daha nice miraclar yani yükselme aletleri vardır.

ÇETİNOĞLU –  Bunlar benim için yeni kavramlar. Ama önce mirac kelimesinin Kur’ân’da geçmemiş olmasını nasıl yorumlamak gerekir?

BAYINDIR – Mirac Kur’an’da, Nebimizin bildirdiği anlamıyla, meâric şeklinde çoğul olarak geçmekte ve bulunduğu sureye adını vermektedir. Bu o kadar önemlidir ki, Allah Teâlâ kendini miraclar sahibi diye nitelemiştir. Melekler ve ruh, o miraçlar üzerinde yükselir. ((Meâric, 70/3-4.)) Ama kendini büyük görüp Allah’ın âyetleri karşısında yalan söyleyenlere göğün kapıları açılmaz. ((Araf 7/40))

ÇETİNOĞLU –  Beş vakit namazın, mirac’da farz kılındığı bilgisi var… Namazın 50 vakit olarak tebliğ edildiği, Hz. Musa’nın yönlendirmesi üzerine peygamberimizinHuzur-u İlahî’ye başvurması ve niyazının kabul edilerek 5 vakte indirildiği rivâyetlerini şüphe ile karşılayanlar var. Onlar diyorlar ki; ‘Cenâb-ı Allah yanılmaz. O’nun, peygamber olsa bile; kullarının yönlendirmesine ihtiyacı yoktur.’

BAYINDIR – Nebimizin Musa aleyhisselam ile Allah Teâlâ arasında gidip geldiği şeklindeki rivayet Kur’ân âyetlerine uygun düşmemektedir. Hem Muhammed hem de Musa aleyhimesselam, İbrahim aleyhisselamın soyundandır. Onun şöyle bir duası vardır:

“Rabbim! Beni namazı düzgün ve sürekli kılanlardan eyle. Soyumdan gelenleri de. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim, 14/40)

Bu âyete ve ilgili diğer âyetlere baktığımızda bütün nebilerin aynı namazı kıldıklarını görürüz. Nebimizin şu hadisi de bunu desteklemektedir.

Cebrail Kâbe’nin yanında bana iki kere imamlık yaptı. Birincisinde öğle namazını, gölgeler bir ayakkabı kayışı kadar iken kıldırdı. Sonra her şeyin kendi gölgesi kadar olduğu zaman ikindiyi kıldırdı. Güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği saatte akşam namazını kıldırdı. Şafağın kaybolduğu saatte de yatsıyı kıldırdı. Sabah namazını da tan yerinin ağardığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.

Cebrail ikinci kez imamlık yaptığında öğle namazını, dünkü ikindi vaktinde, her şeyin gölgesinin kendi boyu kadar olduğu vakitte kıldırdı. İkindiyi, her şeyin gölgesi kendinin iki katı olduğu vakitte kıldırdı. Sonra akşam namazını ilk günkü vaktinde kıldırdı. Son yatsı namazını gecenin üçte biri geçtikten sonra kıldırdı. Sabah namazını da ortalık aydınlandığı sırada kıldırdı. Sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki, “Ya Muhammed, bu senden önceki peygamberlerin ibadet vaktidir. İbadet vakti bu iki vaktin arasıdır.” (Tirmizî, Mevâkît, 1)

Bu hadisteki son cümleye dikkat etmek gerekir. Sonuç olarak hem âyetler, hem de hadisler, namazın zaten beş vakit olduğunu gösterir.

ÇETİNOĞLU – Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerin tamamına yakın bölümü Cebrail Aleyhisselam aracılığıyla indirilmiş iken, bazı âyetlerin Allah (cc) tarafından bizzat peygamberimize tebliğ edilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

BAYINDIR – Kur’ân’ın tamamını Cebrail aleyhisselam getirmiştir. Bazı âyetlerin Allah tarafından bizzat nebimize tebliğ edilmesi diye bir şey yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Şunlar daha da önemlidir:) Kur’ân değerli bir elçinin ilettiği sözdür. Arşın (yönetimin) sahibi yanında güçlü ve itibarlı olan, orada saygı gören güvenilir elçi Cebrail’in sözüdür.” (Tekvîr, 81/19-21)

Elçinin işi, birinin sözünü diğerine aktarmak olduğu için onlar aslında Allah’ın sözleridir.

ÇETİNOĞLU –  Mirâc’ın bedenen mi yoksa rûhen mi gerçekleştiği konusunda da tartışmalar var. İnananların elbette şüphesi yok: Hem bedenen ve hem rûhen, Efendimiz uyanıkken gerçekleşti. Ruh ve beden bütünlüğünü nasıl yorumlamak gerekir?

BAYINDIR – Temel hata, âlimlerimizin âyetleri, kendi başlarına açıklamaya kalkmalarıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ buna izin vermemekte ve şöyle buyurmaktadır:

“ELİF! LÂM! RÂ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem kılınmış hem de doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir.  (De ki:) Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim.” (Hûd, 11/1-2)

Allah, âyetleri, âyetlerle açıklamıştır. O yola girmeyince Kur’ân-Sünnet bütünlüğü bozulmakta ve çelişkiler oluşmaktadır. Açıklamayı Kur’ân’dan aldığımızda Allah Teâlâ’nın şöyle dediğini görürüz:

“(Orada Muhammed’in) Gözü bir yere kaymadı, söylenenin (sınırların) dışına da çıkmadı.” (Necm, 53/17)

Gözün kaymaması ve sınırı aşmama, ancak ruh ve beden birleşince olabilir. Bu sebep bu olay uyanıkken ve ruh-beden bütünlüğü içinde gerçekleşmiştir.

ÇETİNOĞLU –  Elmalılı Hamdi Yazır; ‘Mirac olayını tamâmen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir’ diyor. Bu söz, kimi insanları şüpheye sevk eder mi?

BAYINDIR – Bana göre bu, bilgi azlığından kaynaklanmaktadır. Çağımızda astronominin üzerinde çalıştığı gök, birinci kat göktür. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“En yakın göğü de kandillerle (yıldızlarla) süslemiş ve korumuştur” (Fussilet, 41/12)

Birinci kattan sonra altı kat daha vardır. Nuh aleyhisselam zamanında, onların hepsi avuç içi gibi biliniyordu. O, kavmine şöyle demişti:

“Yedi kat göğü tabaka tabaka nasıl yarattığını görmediniz mi ?” (Nuh, 71/15)

“Görmedinizi mi” sözü, görür gibi bilmediniz mi, demektir. Onlar o semalara çıkmış da olabilirler. Eğer böyle hızlı çıkaran bir mirac olmasa onlardan hangisinin ömrü oralara çıkmaya yeter! Allah Teâlâ bir de şöyle buyurmuştur:

“Yedi kat göğü ve yerden de onlar gibisini  yaratan Allah’tır.” (Talak, 65/12)

Buna göre üzerinde yaşadığımız kısım, yerin yedinci katıdır. Gökler de aynı olduğuna göre onun yedinci katının da insanların yaşamasına elverişli olması gerekir. Nasıl göklere giden kapılar varsa, yerin merkezine giden kapılar da olmalıdır. Oralardan geçmek için yeterli bilgi ve donanıma sahip olmak gerekir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin belli bölgelerini aşıp gitmeye gücünüz yetiyorsa gidin! Ama bir güce sahip olmadan gidemezsiniz.” (Rahman, 55/33)

Demek ki, o gücü elde edince hem yerin merkezine, hem göğün en üst katına gidilebilir.

ÇETİNOĞLU –  Bunlar çok ilginç şeyler. Siz bana şüphe ve iman ilişkisini açıklar mısınız?

BAYINDIR – İslam dininde inanç, kesin verilere dayanmak zorundadır. Kelime-i şehadetin anlamı şudur; “Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.”

Şahitlik etmek için kesin bilgiye ulaşmak gerekir. Şüphe ile yola çıkmadan kesin bilgiye ulaşmak zordur. Bu konuda örneğimiz İbrahim aleyhisselamdır.

“Bir gün İbrahim dedi ki: “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana gösterir misin?” Allah “Yoksa inanmadın mı?” dedi. (İbrahim) “Hayır, inandım da içimin yatışması için!” dedi. “Öyleyse dört kuş tut, kendine alıştır, sonra (kes, parçala ve) her dağın başına onlardan birer parça koy. Daha sonra onları çağır, bütün güçleriyle sana geleceklerdir. Şunu bil ki üstün olan ve doğru karar veren Allah’tır.” dedi.” (Bakara, 2/260)

Şüphelenmek insanın en tabii hakkıdır. Kâfirlik, gerçekleri anlayıp kavradıktan sonra kabul etmemektir.

ÇETİNOĞLU –  ‘Hiçbir vahiy akla aykırı değildir. Fakat her akıl her vahyi idrak edebilecek güçte değildir.’ Deniliyor. Bu söyleme açıklık getirir misiniz?

BAYINDIR – Dini, Allah’ın tarif ettiği gibi anlarsak sıkıntı kalmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın insanları yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din budur. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum, 30/30)

Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hâsılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. Demek ki, Allah’ın dini, varlıklarda da geçerli kanunlar bütünüdür. Tabiattaki her olayı nasıl anlayamıyorsak, her vahyi de anlayamayabiliriz.

ÇETİNOĞLU – Mirac olayı sebebiyle; son peygamberin getirdiği mesajın, bütün dinlere hâkim olacağı yorumu yapılıyor. Bu yorumun yorumunu nasıl yapmak gerekir? Museviler ve Hıristiyanlar… hepsi Müslüman mı olacak?

BAYINDIR – İslam yeryüzünün tamamına hâkim olacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Dinini bütün dinlere hâkim kılmak için Elçisini bu Rehberle (Kur’an ile), gerçek din ile gönderen O’dur. Allah’ı ikinci sıraya koyanların (müşriklerin) hoşlarına gitmese de bu hakimiyet gerçekleşecektir.(Tevbe, 9/32–33)

Nebimizin İstanbul’un fethini müjdelemesi bu yüzdendir. O, şöyle buyurmuştur:

“Kostantiniye (İstanbul) kesinlikle fethedilecektir. Onun emiri ne güzel emir; o ordu ne güzel ordudur.” ((Ahmed b. Hanbel, Müsned 4/335 (Bişr b. Suheym hadisi)))

Yahudiler ve İsa aleyhisselam İsrailoğullarındandır. Onlara söz verilen dünya hâkimiyeti budur. O sözün yerine getirilmesi için Muhammed aleyhisselama inanmaları ve ona uymaları gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ey İsrailoğulları! Size ettiğim iyilikleri aklınızdan çıkarmayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim.  Yalnız benden korkun.

Sizin yanınızda olanı (Tevrat’ı) onaylayıcı olarak indirdiğime (Kur’ân’a) inanın. Onu görmezlikten gelenlerin ilki olmayın! Âyetlerimi geçici  bir bedele karşılık satmayın! Yalnız benden çekinerek kendinizi koruyun!” (Bakara, 2/40-41)

İslam’ın hâkim olması, herkesin müslüman olacağı anlamına gelmez. Çünkü inanç, kişinin hür olarak vereceği karara bırakılmıştır.

ÇETİNOĞLU –  Mirac gecesini Müslümanlar nasıl değerlendirmeli?

BAYINDIR – Kandil geceleri, ne Kur’ân’da ne de Sünnette vardır. Dolaysıyla bu gecelerin, diğer gecelerden farkı yoktur. Bunlar, Nebimizden çok sonra Mısır ve Kudüs’te kutlanmaya başlanmış, daha sonra diğer bölgelere yayılmıştır.

ÇETİNOĞLU – Namazın, müminin miracı olduğu konusunda neler söylersiniz?

BAYINDIR – Namazda kişi, Allah ile baş başa kalır. Dualar ve âyetler okuyarak Allah ile bire bir görüşme imkânı bulmuş gibi olur. Secdeye vardığı sırada da bütün istek ve ihtiyaçlarını Allah’a açıp yardım isteyebilir. Bu bakımdan namaz, miraca benzemektedir.

Röportajın yayımlandığı yer için bkz:

Önce Vatan Gazetesi, 8 Temmuz 2010 Perşembe, sayfa: 9

Önce Vatan Gazetesi, 9 Temmuz 2010 Cuma, sayfa: 9