Fitre (Fıtır Sadakası)

Sözlükte ‘yaratmak’, ‘icat etmek’, ‘kesmek’ manalarına gelen “fatr” kökünden türeyen “fıtr” kelimesi oruca son vermeyi, orucu açmayı (iftar) ifade eder. Ramazan ayını yaşamanın, onun mükâfat ve bereketinden faydalanmanın bir şükran belirtisi olarak verilen sadakaya sadaka-i fıtr denir.[1]

Kelime Türkçede yaygın olarak fitre şeklinde kullanılmaktadır.

Fitre, Ramazan orucunun farz kılındığı hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Bir hadiste Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemin, fitreyi 1 sâ’ (yaklaşık 3 kg civarında bir ölçek) hurma veya 1 sâ’ arpa olmak üzere kadın erkek her Müslümana farz kıldığı rivayet edilmiştir.[2]

Allah’ın Resûlü’nün bir şeyi farz kılmış olması, onun Allah tarafından farz kılınmış olması demektir. Zira resûl, kendisine verilen sözü yüklenen ve kendisini gönderenin haberlerine/emirlerine tabi olan kişidir. Dolayısıyla Allah’ın Resûlü, Allah’ın emir ve yasaklarını olduğu gibi tebliğ eder. Buradan hareketle Resûlullâh fitrenin farz olduğunu söylemişse mutlaka Allah öyle emrettiği içindir. Allah’ın bununla ilgili emri ise şu ayette yer almaktadır:

وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ

“… Onu tutabilecek olanların bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) vermesi gerekir. Kim bir iyiliğin fazlasını yaparsa onun için iyi olur…” (Bakara, 2/184)

Ayet metninde yer alan “yutîkûnehû (يُطِيقُونَهُ)” kelimesindeki “hû (ه) onu” zamiri 183. ayetteki “es-sıyâm” yani “o oruç” kelimesini gösterir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur:

“Ramazan orucunu tutabilenlere bir yoksul doyuracak fidye de gerekir.”[3]

Bu ayete göre, oruç tutabilecek olan herkesin bir çaresizi doyurması yani fitre vermesi gerekir. Fitrenin miktarı “bir miskin (çaresiz kalmış insan) yiyeceği” olarak belirtilmiştir. Miskinliğin alt sınırı, kişinin karnını katıksız bir yiyecekle doyurmak zorunda kalmasıdır. Yukarıdaki hadiste belirtildiği gibi yaklaşık 3 kg hurma veya arpa, bir miskini ancak bir gün doyurabilir. Yoksul olmayanlar kolay kolay onunla yetinmezler. Nebîmiz, bu açıklamasıyla yoksul yiyeceği konusuna da bir açıklık getirmiştir.[4]

Fitrenin en alt miktarı bir yoksul yiyeceği olmakla birlikte bunun bir üst sınırı yoktur. Maddi imkânları yerinde olanlar bu miktarın üstünde istedikleri kadar fitre verebilirler.

Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen bir rivayet şöyledir:

“Biz Resûlullâh devrinde fitreyi yiyecek maddelerinden 1 sâ’ olarak verirdik. O zaman bizim yiyeceğimiz arpa, kuru üzüm, hurma ve yağı alınmış kuru peynir idi.”[5]

Hadislerde fitrenin miktarı, buğday, arpa, hurma veya üzümden bir sâ’ olarak belirlenmiştir. Fitrenin bu sayılan maddelerden belirlenmesi, o günkü toplumun ekonomik şartları ve beslenme alışkanlıklarından dolayıdır. Buna göre her Müslüman kendi yöresinde en çok tüketilen temel yiyecek maddesi/maddeleri üzerinden ve yine kendi çevresinde yaşayan bir çaresizi (miskini) bir gün doyuracak miktarda yiyeceği ölçü alarak fitre hesabını yapabilir.

Fitreler sayılan bu maddelerin kendisinden verilebileceği gibi bunların değeri hesaplanıp nakit para olarak da verilebilir.

Fitrenin maddi manevi birçok hikmeti vardır. Bu konuda Nebîmizden nakledilen bir rivayet şöyledir:

“Resûlullâh fitreyi oruç tutanı anlamsız ve çirkin davranışlardan temizlesin; muhtaçlara da yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır.”[6]

Bazı âlimler, buradan hareketle fitreyi namazın eksiklerini telafi eden sehiv secdelerine benzetmişlerdir ki bu benzetme oldukça yerindedir. Öte yandan fitre vermek suretiyle mahiyetinde sevinç ve neşe bulunan bayramı, toplumdaki her ferdin ortak şekilde yaşayabilmesi için muhtaç kimselerin kısmen de olsa ihtiyaçları giderilmiş ve sosyal dayanışmanın güzel bir örneği verilmiş olur.[7]

Zekât ibadetinin aksine fitrede nisap miktarı mala sahip olma şartı yoktur. Ramazan ayında oruç tutmaya gücü yeten zengin fakir her Müslümanın fitre vermesi gerekir. Buna fitre alma durumunda olan fakir Müslümanlar da dâhildir. Bu sayede her mümin, muhtaç durumda olan diğer mümin kardeşlerine yardım etmenin sevinç ve mutluluğunu yaşar.

Fitre vermekle yükümlü olan bir kişi bakımını üstlendiği eşi ve çoluk çocuğu için de fitre verebilir. Ama malı/parası olan herkesin kendi fitresini kendisi ödemesi en iyisidir.

Fitrelerin en geç bayram namazı vaktine kadar ödenmesi gerekir. Bu konudaki hadisler, fitrenin, bayramın birinci günü sabah namazı ile bayram namazı arasındaki vakitte verilmesinin uygun olacağını belirtse de fakihler, muhtaçların lehine olacağını düşünerek bayramdan birkaç gün önce verilebileceğini söylemişlerdir. Günümüzde uygulanması en kolay olan da budur.

Fitre muhtaç durumda kalmış olan kimselere verilir. Bunu veren kişinin içten niyet etmesi yeterlidir. Fitreyi verirken karşı tarafa “bu benim fitremdir” demesine gerek yoktur. Hatta alan kişiyi üzeceği için bundan özellikle kaçınmak gerekir. Aynı şekilde fitre alan kişinin aldığı şeyin fitre olduğunu bilmesi gerekmediği gibi, fitre aldığından dolayı yerine getirmesi gereken herhangi bir görev yoktur.

 

Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s: 71-75.

[1] Yunus Vehbi Yavuz, “Fitre”, DİA, İstanbul, 1996, c: 13, s. 160.

[2] Buhârî, Zekât, 70; Müslim, Zekât, 12 (984); Ebû Dâvûd, Zekât, 18; Tirmizî, Zekât, 35; Nesâî, Zekât, 31, 33; İbn Mâce, Zekât, 21.

[3] Günümüzde meallerde “orucu tutamayacak durumda olanlar” anlamı verilen bu  ifadenin doğrusu “orucu tutabilecek durumda olanlar”dır. Çünkü ayetteki  “ve alellezîne yutîkunehû” ifadesi olumludur. Bu ifadeye ayette yer almayan bir “lâ” takısı ekleyerek onu olumsuza çevirmek doğru değildir. Bu ifadeye olumsuz anlam verenleri yanıltan “takat” kelimesine verilen yanlış anlamdır. Takat ‘güç, kuvvet’ demektir. Bu, Bakara 286. ayette “Rabbimiz! Takat getiremediğimiz yükü bize yükleme…” şeklinde geçmektedir. Yani “Zorlanacağımız yükü bize yükleme” demektir. Yoksa “gücümüzün yetmediğini yükleme” değildir. Çünkü gücümüzün yetmediği yükü yüklememe, zaten Allah’ın bir kanunudur. O şöyle buyurmuştur: “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara, 2/286) Takat yetmesi; zorlanmak ve yapamamak anlamına gelmediği gibi tam tersi olarak; kişinin zorlanmadan yapabileceği kadarına isim olmuştur. Halk arasında “fidye” olarak bilinen ve oruç tutamayanların vermesi gerektiği söylenen de aslında oruç tutanların vermesi gereken fitredir. Orucu tutamayanlar ancak durum ortadan kalktığında tutamadıkları oruçlarını tutarak kurtulabilirler, fidye denilen parayı vermekle kurtulamazlar. Oruç tutamayan, tutması halinde hastalığı artacak ya da yolculukta sıkıntıya girecek olan kişilerin oruç tutmayabilecekleri bildirilmiştir. Daha sonra bu hasta ve yolcuların yapması gereken, tutamadıkları günler sayısınca oruç tutmaktır. Oruç tutma fırsatı bulamadan ölürlerse bir sorumlulukları olmaz. Bu gibi kişilerin veya bunların varislerinin ödemeleri gereken herhangi bir fidye yoktur. Bu açıklamalar için lütfen bkz:  http://www.suleymaniyevakfimeali.com/Meal/Bakara.htm#184

[4] http://www.suleymaniyevakfimeali.com/Meal/Bakara.htm#184

[5] Buhârî, Zekât, 73, 76; Müslim, Zekât, 17 (985); Ebû Dâvûd, Zekât, 20; Tirmizî, Zekât, 35; Nesâî, Zekât, 37-39; İbn Mâce, Zekât, 21, 42, 43; Muvatta, Zekât, 53; Ahmed b. Hanbel, 3/23, 73.

[6] Ebû Dâvûd, Zekât, 18; İbn Mâce, Zekât, 21.

[7] Yavuz, DİA, c: 13, s. 160.