Gayr-i Müslimlerle İlişkiler

Son yıllarda İslama muhalefet eden kişi ve kuruluşların bazı fiillerine yönelik olarak gelişen birçok olay sebebiyle Gayrimüslimlerle ilişkilerin Kur’ân’daki dayanaklarının ve Nebimiz tarafından yapılan uygulamaların bilinmesi büyük önem taşımaktadır.

İslama karşı yapılan saldırılar karşısında Müslümanların sergilemesi gereken tavrı belirleyen âyetler ve hadisler şunlardır:

“Allah, dininizden dolayı sizi öldürmeye kalkışmamış ve sizi yaşadığınız yerlerden çıkarmamış kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever..[1] Allah’ın yasakladığı şey sadece, dininizden dolayı sizi öldürmeye kalkışanlara, sizi yaşadığınız yerden çıkaranlara ve çıkarılmanıza destek verenlere yakınlık göstermenizdir.[2] Onlara yakınlık gösterenler yanlış yaparlar.” (Mümtehine 60/8-9)

Âyetler, gayrimüslimler için üç kırmızı çizgi belirlemiştir:

1.   Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,

2.   Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,

3.   Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.

Bu çizgileri çiğneyenlerle dostluk kuramayız. Bizimle savaşanlara karşı Allah Teâlâ şu emri vermiştir:

“Size savaş açanlarla Allah yolunda savaşın. Haksız saldırı yapmayın. Allah, haksız saldırı yapanları sevmez.” (Bakara 2/190)

Müslümanlar, Bedir, Uhûd ve Hendek’te kendilerine saldıran Mekkelilerle savaşmış ve başarılı olmuşlardı. Hicretin 6. yılında, Hudeybiye’de 10 yıl süreli barış antlaşması yapmışlar ama Mekkeliler antlaşmayı bozmuşlardı. Bunun üzerine Nebimiz hicri 8. yılda Mekke’yi fethetmiş[3] ama antlaşmayı bozan savaş suçlularına tam 15 ay dokunmamıştı. Hicri 9. yılda Hac mevsiminde inen şu âyetlerle onlara kesin uyarı yapılmıştı.

“Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Elçisi tarafından ilişkiyi kesme duyurusudur:

Bu topraklarda dört ay daha dolaşın. Bilin ki Allah’ı çaresiz bırakamazsınız. Ama Allah, ayeti görmezlikten gelenleri (kâfirleri[1]) rezil eder.

Bu büyük hac gününde Allah ve Elçisi tarafından bütün insanlara bildirilen şudur: Allah’ın o müşriklere desteği yoktur; elçisinin de öyle. Ey müşrikler, dönüş yaparsanız (tevbe) hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki siz, Allah’ı çaresiz bırakamazsınız. Kafirlere  acıklı bir azabı müjdele.

Bu duyuru, sizinle antlaşma yapmış ve daha sonra bir kusur işlememiş, size karşı kimseye destek vermemiş müşrikleri kapsamaz. Onlara karşı olan andınızı süresinin sonuna kadar koruyun. Allah kendisinden çekinerek korunanları sever.

 (Dört) yasak ay[4] çıkınca o müşrikleri  bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama dönüş yapar (tevbe eder), namazı kılar ve zekat verirlerse yollarını açın. Çünkü Allah bağışlar, ikramı boldur.”  (Tevbe 9/1-5)

Bu âyetlerin hükmü, üç kırmızı çizgiyi aşmakla kalmamış, yapılan barış antlaşmasını da bozarak savaşa sebep olmuş savaş suçluları ile sınırlıdır. Diğer gayri Müslimleri kapsamaz. Siyasi baskılarla ortaya çıkmış farklı iddialar vardır. Kur’ân ve Sünnet ışığında o iddiaların kabul edilebilecek bir yanı yoktur.

Dinden Dönme (İrtidâd), (Mürted)

Dinden dönüp kâfir olanlarla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:

[1]Kafir: Örten; ayetleri örten, ayetleri görmezlikten gelen, doğru inancı örten, kendini ayetlere ve doğrulara kapatan, ayetleri değiştiren, kelimelerin anlamlarını kaydırıp tahrif eden, dindarmış gibi yapan.

“Ey imân edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine bir toplum getirir; o onları sever, onlar da onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılır, kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın vergisidir, onu hak edene verir. Allah’ın imkânları geniştir, her şeyi bilir..” (Mâide 5/54)

Mukatil b. Süleyman’ın (ö. 150/767) bildirdiğine göre 12 kişi Müslüman iken kâfir olmuşlar, düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış, Mekke yolunu tutmuşlar ve Mekke kâfirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Haris b. Süveyd pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülâs’a haber gönderdi: “Ben tevbe ederek geri döndüm, Nebiden öğren bakalım, tövbeye hakkım var mı, yoksa Şam’a giderim” dedi. Cülâs durumu Nebimize bildirdi ama cevap alamadı. Sonra şu âyetler indi:[5]

.”Kendilerine açık belgeler gelmiş, Allah’ın Kitabının  hak olduğuna şahit olarak inanıp güvenmiş sonra âyetleri görmezlikten gelmiş (kâfir olmuş) bir topluluğu hiç Allah yola getirir mi? [6]. Allah yanlışlar içinde olan bir topluluğu yola getirmez.

Onların cezası, Allah, melekler ve bütün insanlar tarafından (lanetlenme) dışlanmadır .. Hayat boyu dışlanmışlık içinde kalırlar . Cezaları hafifletilmez ve yüzlerine bakılmaz. . (Ölmeden) Dönüş yapıp kendini düzeltenler başka. Allah (onları) bağışlar ve iyilikte bulunur.”  (Al-i İmran 3/86-89)

Dinden dönüp kâfir olana, insanların uygulayacağı bir ceza yoktur. Onun cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Tevbe eden olursa lanetten kurtulur. Hüküm bu olduğu halde mezheplerin, dinden döneni öldürme konusunda ittifak etmelerinin sebebini yapılan siyasi baskılarda aramak gerekir.

Dine Saldırı

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkâra zorlanamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Dinde zorlama olamaz;  doğrular ile yanlış kurgular iyice ayrılmıştır. Kim taşkınlık edenleri tanımazda Allah’a güvenirse, kopması imkânsız en sağlam kulpa yapışmış olur. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.” (Bakara 2/256)

İnsan, herhangi bir dini kabul veya reddedebilir. Yanlış din seçen sonucuna katlanır. Doğruyu tespit için tartışmak gerekir. Bu tür tartışmalar, ceza hukuku sahasına girmez. Bunun doğuracağı sıkıntılara katlanmak icap eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Mallarınız ve canlarınız konusunda yıpratıcı bir imtihandan geçirileceğiniz kesindir. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden çok sayıda üzücü söz işiteceğiniz de kesindir. Eğer kendinizi koruyarak sabrederseniz bilin ki bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.” (Ali-i İmran 3/186)

Üzücü söz ve hakaret, Mümtehine 8 ve 9. âyetlerde belirtilen üç kırmızı çizgiden olmadığı için böylelerine karşı; sabırlı, tedbirli ve kararlı olma dışında bir yol gösterilmemiştir.

Sözlü Saldırıya Sözlü Cevap

Allah’ın Elçisi Muhammed aleyhisselama ve müslüman­lara sözlü saldırılar oluyordu. Özellikle şairlerin yaptığı saldırılar çok etkiliydi. Nebimiz onlara Hassan b. Sabit, Kâ’b b. Mâlik ve Abdullah b. Revâha gibi müslüman şairlerin şiirleriyle karşılık veriyordu. Şiir­leriyle büyük hizmetler yapan Hassan b. Sabit’e Nebimiz “Allahım, onu Kutsal Ruh ile destekle!” diye dua etmişti.

Dolayısıyla bu gibi durumlarda yapılacak şey, sözlü saldırıya sözlü cevap vermektir.

Münafıklarla ilişkiler

Nebimiz, önce Müslüman olan, sonra dinden dönen ve problem kaynağı olan ikiyüzlülerden çok çekmiş ama onları cezalandırmamıştır. Münafikûn Suresi bu açıdan önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Münafıklar (iki yüzlüler) sana geldiklerinde derler ki “Biz şahidiz; gerçekten sen Allah’ın elçisisin.” Allah, elbette senin kendisinin elçisi olduğunu biliyor ama Allah şahit, münafıklar kesinlikle yalan söylerler.

Kötü olan, önce inanmaları sonra ayetleri görmezlikten gelmeleridir. Ardından kalpleri üzerinde yeni bir yapı oluşur ; artık (ne hale geldiklerini) anlamazlar . .

Onları gördüğünde kılık kıyafetleri hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Oysa duvara dayalı kalas gibidirler . Her gürültüyü aleyhlerine sanırlar. Asıl düşman onlardır; onlara karşı dikkatli ol. Allah canlarını alsın, nasıl da yalana sürükleniyorlar!

Gelin, Allah’ın elçisi bağışlanmanız için dua etsin” dense başlarını çevirirler. Bakarsın ki kibirli bir halde geri çekiliyorlar.. İster bağışlanmalarını dile, ister dileme; sonuç değişmez. Allah onları bağışlayacak değildir. Allah, yoldan çıkmış durumda olanları yola getirmez.

Onlar, şu sözü söyleyebilen kimselerdir: “Allah’ın elçisinin yanında yer alanlara bir şey vermeyin ki dağılsınlar!” Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır, ama münafıklar bunu anlamazlar (Benî Mustalik savaşında) Şunu bile demişlerdi: “Hele Medine’ye dönelim; biz üstünler, o alçakları elbette sürüp çıkaracağız.” Oysa üstünlük Allah’tadır, elçisindedir ve inanıp güvenenlerdedir. Ama münafıklar bunu bilmezler.”  (Münafikun 63/7–8)

Zeyd b. Erkam bu âyetlerle ilgili şunları anlatmıştır: Nebi sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte bir savaşa gitmiştik. Ordu sıkıntılar içine girmişti. Abdullah b. Ubeyy arkadaşlarına şöyle dedi: “Allah’ın Elçisi’nin yanındakilere nafaka vermeyin ki dağılsınlar. Hele Medine’ye dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracaktır.” Bunu hemen Nebi’ye haber verdim. Abdullah b. Ubeyy’i çağırtıp sorguladı. O da böyle bir şey söylemedim diye yemin etti. “Zeyd yalan söyledi” dediler. Bu bana çok ağır geldi. Sonra Allah Teâlâ Münafikûn suresini indirdi.”[7]

Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR özetle şu bilgileri verir:

Abdullah’ın, kavmi içinde itibarı vardı; büyük sayılırdı. Üseyd b. Hûdayr geldi. “Ey Allah’ın Elçisi!” dedi. “Ona aldırma, nazik davran. Vallahi, Allah seni gönderdiği sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyordu. O seni, krallığını elinden almış görüyor”.

Abdullah b. Ubeyyin oğlu Abdullah temiz bir mümin idi. Babasının yaptıklarını öğrenince Allah’ın Elçisi’nin huzuruna geldi «Ey Allah’ın elçisi! İşittim ki Abdullah b. Ubeyy’i size ulaşan sözünden dolayı öldürmek istiyormuşsunuz. Eğer yapacaksanız bana emredin, başını getireyim. Vallahi, bütün Hazrec bilir ki içlerinde babasına benden saygılısı yoktur. Korkarım ki, başka birine emredersiniz, o babamı katleder, ben de babamın katilinin halk içinde gezmesine tahammül edemem, tutar onu vururum. Bir mümini bir kâfire karşılık öldürmüş olur bu sebeple ateşe girerim” dedi. Allah’ın Elçisi şöyle cevap verdi:

“Hayır. Biz ona nazik davranırız. Aramızda olduğu müddetçe iyi davranırız.”[8]

Abdullah’ın davranışı her ne kadar çok kötü ise de üç kırmızı çizgiden birini çiğnemediği için yukarıdaki âyetler gereğince Nebimiz ona iyi davranmıştır. Bu gibileri en çok rahatsız eden, doğruların söylenmesidir. Âyetlerde olduğu gibi yanlış davranışlarını sayıp döktükten ve cezayı hak ettikleri konusunda kamuoyu oluşmasını sağladıktan sonra onlara iyi davranılması, onları yalnızlığa sürükler ve yandaşları dahi kendilerini terk etmeye başlar. Nitekim Nebimizin iyi davranışı, Abdullah’ın çevresindekileri İslam’a kazandırmıştır.

Nebiye Saldırmanın Cezası

Nebiye saldıranın cezasını Allah verecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Senden önce nice elçiler yalancı yerine kondu. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler. Nihayet  yardımımız ulaştı. Allah’ın sözlerini kimse değiştirebilecek değildir. İşte o elçilerin haberlerinden bir kısmı sana da gelmiş oldu.” (En’âm 6/34)

“Allah’ı ve Elçisini incitenleri, Allah dünyada da ahirette de dışlar (lanetler); onlara alçaltıcı bir azap hazırlar.” (Ahzâb 33/57)

Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır

_______________________________________________________

[1].  Sözü edilen yasak, Mümtehine 1. âyetteki “sevgi gösterme” yasağıdır. Şartlar ortadan kalkınca yasak da kalktığından bu âyetekiْ أَنْ َتُقْسِطُوا ifadesi, “onlara sevgiden pay vermeniz” anlamında olur. Tercümeyi “değer vermeniz” şeklinde yapmamız bundandır.

[2].  Müslümanlardan başkasını veli edinmeyi Maide 57. âyet yasakladığı için buradaki (onları veli edinmeniz = أن تولوهم) ifadesi bir önceki âyette geçen iyilik ve sevgi ile sınırlı olur. Bunun için meâl, “onlara yakınlık göstermeniz…” şeklinde yapılmıştır.

[3]. Muhammed Hamidulah, İslam Nebisi, Ankara 2003, c. II, s. 271, paragraf 451.

[4]. Yukarıdaki uyarı, haram aylarının sonuncusu Zilhicce ayında yapılmıştı. Buradaki yasak aylar (el-eşhuru’l-hurum) bilinen haram aylar değil, ikinci âyette belirtilen dört aydır. Haram denmesi, bu süre içinde muhatapların dokunulmaz sayılmasından dolayıdır.

[5]. Tefsîru Mukatil b. Süleyman, Tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut 1424/2002, c. 1, s. 180-181.

[6] و جائهم البينات hal cümlesi sayılmıştır.

[7].  Buhârî, Tefsir Münâfikûn Suresi. 4.

[8].  Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, Cilt, VI, s. 5005–5008.