Toplumsal Cinsiyet

Toplumsal cinsiyet  terimi, toplumun kadın ve erkekten beklentilerini ifade için icat edilmiştir. Geleneksel olarak kadınlar, daha çok annelik görevi ve ev işleri yaparlarken erkekler, hayatın her alanında etkili olurlar. Bazı kesimler kadınları da hayatın her alanında etkili kılmak için toplumun kadınlardan beklentisini değiştirmeye çalışmakta ve dengeleri bozmaktadırlar.

Annelik ve ev işleri ağır görevlerdir. Erkekler gibi olmaya çalışan kadınlar, bu görevleri ihmal etmek zorunda kaldıklarından evlenmeye olan ilgileri azalmaktadır. Evlenme yaşının yükselmesi, çocuk edinmeye karşı isteksizlik, evlilik dışı ilişkilerin sıradanlaşması ve aile huzurunun kaybolmasıyla birlikte artan boşanmalar toplumların geleceğini tehdit etmektedir. Kadınların vücudunun güçsüz olması sebebiyle birçok kadının erkeklerden baskı gördüğü bir gerçektir. Erkeklerin hareket sahasının kadınlar tarafından daraltılması, baskıyı daha da artırmaktadır. İslam, kadının güçsüz olduğu sahalarda, onu koruyan hükümler koyarak cinsler arasındaki dengeyi kurmuştur. Bu yazıda o dengeye dikkat çekilecektir.

A- KADINI ERKEKTEN AŞAĞI GÖREN ANLAYIŞ

Yaygın inanca göre kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Ayrıca kadını erkeğin kölesi gibi sayan, aklını ve dinini eksik gören ve iki kadının şahitliğini bir erkeğe denk gören anlayışlar vardır. Bunlar dengeyi baştan bozmaktadır.

1. Kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı iddiası

Tevrat’a göre kadın, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır. İlgili bölüm şöyledir: “RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, «İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir» dedi, «Ona Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.» (Yaratılış 1/21-23)” Tevrat ve İncil’de yer alan bazı şeyler bize hadis olarak geçmiştir. Ebu Hureyre’den gelen şöyle bir rivayet vardır: “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri yeri üstüdür. Onu düzeltmeye çalışırsan kırarsın; bırakırsan eğri kalır. Siz kadınlara karşı görevinizi yerine getirin.” (Müslim, Rada’ 60 – 1468) Kur’ân, bu konuda Tevrat’ı onaylamadığı için bu söz Allah’ın Elçisi’ne ait olamaz.  Erkek neden yaratılmışsa kadın da ondan yaratılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيرًا وَنِسَاء

“Ey İnsanlar! Rabbinizden çekinin; o sizi (Babanız Adem’i) bir tek nefisten yarattı. Eşini[2] de o nefisten yarattı ve o iki kişiden pek çok erkek ve kadını yeryüzüne yaydı…” (Nisa 4/1) Ayetteki “Sizi” ifadesiyle kast edilen Âdem’dir. Çünkü bizler sırf ondan değil, ondan ve eşinden yaratıldık. Dolayısıyla o söz mecazdır. Âyeti şöyle anlamak gerekir: “O, Âdem’i bir tek nefisten yarattı …” Aşağıdaki âyet, Âdem’in yaratıldığı nefsin ne olduğunu açıklamaktadır. “Biz insan cinsini, nutfetun emşâc = مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ” dan yarattık…” (İnsan 76/1-2) Nutfe, saf su[3]; emşâc, karışanlar veya karışımlar anlamına gelir[4]. Arapçada çoğul, en az üçtür. Dolayısıyla nutfe, saf su değil; üç veya daha fazla karışımı olan sıvıdır. Bir âyet de şöyledir:

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن سُلَالَةٍ مِّن طِينٍ

İnsanı çamurundan oluşan bir özden yarattık. (Müminûn 23/12) İnsanın bütün gıdası çamurdan, yani su ile toprağın birleşmesinden oluşur. Dolayısıyla yumurta ve spermin kaynağı da çamurdur. Ayetin devamı şöyledir:

ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَّكِينٍ

Sonra onu, bir karar-ı mekînde nutfe haline getirdik. (Müminûn 23/13) Karar, kalınabilecek rahat yere denir. Ebu Hanife’ye göre suyun kendi gücüyle gidip kaldığı her yere bu ad verilir[5]. Mekîn ise bir şeyin üzerinde gücü ve etkisi olan şeydir[6]. Öyleyse nutfenin oluştuğu yer, hem kalmasına imkân veren hem de oluşmasına etki eden yerdir. O yer, ana rahmidir. Ana rahminde ilk oluşan nutfe, döllenmiş yumurtadan başkası değildir. Orası, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının nutfeye dönüşeceği, değişeceği, gelişeceği ve dünyada yaşayabilecek bir insan haline geleceği yerdir.

 

Su damlasına benzetilerek rengi saf olan inci tanesine nutafa نُطَفةٌ[7] denir. Döllenmiş yumurtanın görüntüsü de saf inci tanesi gibidir.  Altı âyette insanın topraktan yaratıldığı bildirilmiştir.[11] Çünkü toprak insanın ana maddesidir ve ana rahmi tohumun ekildiği tarla gibidir. İlgili ayet şöyledir: “Kadınlarınız sizin için ekim yeridir.” (Bakara 2/223) İnsanın oluşması, bitkinin oluşmasına benzetilmiştir. “Allah sizi yerden bir bitki gibi bitirmiştir.” (Nuh 71/17) İsa’nın yaratılışı, Âdem ile Havva’nın yaratılışına benzetilmiştir. “Şüphesiz İsa örneği Allah katında Âdem örneği gibidir. Âdem’i topraktan yaratmış, sonra ona ol demiş o da oluvermiştir.” (Ali İmran 3/59) Ayetler üzerinde dikkatle düşünülünce Meryem’in rahminin de toprak gibi hem ana, hem baba görevi gördüğü anlaşılır. Namusunu korumuş olan kadının; Meryem’in içine de ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu bütün çağdaşlarına bir belge yapmıştık.  (Enbiya 21/91) “Allah, namusunu korumuş olan İmran kızı Meryem’i de örnek verir. Onun içine ruhumuzdan üflemiştik (Tahrîm 66/12) Birinci âyette فنفخنا فيها şeklinde dişi, ikincisinde فنفخنا فيه şeklinde erkek zamir kullanılarak Meryem’in rahminde yumurta ve sperm üretme özelliğinin olduğu gösterilmiştir. İsa’nın yaratılışı, Âdem’inkine benzetildiğine göre Âdem’in yaratıldığı toprakta da bu iki özelliğin olması gerekir. Yani Âdem, topraktan gelen yumurta ile spermin birleşmesinden oluşan nutfeden yaratılmıştır. Havva da o nutfeden yaratılmıştır. Çünkü Nisa 1. âyetteki şu ifadeden, Âdem ile Havva’nın aynı nefisten yaratıldığı anlaşılmaktadır:

وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا

O nefsin eşini de kendisinden yarattı.

O zaman Havva, Âdem’in tek yumurta ikizi olabilir.

 

Tek yumurta ikizleri

Araştırmacılar tek yumurta ikizlerinin aynı cinsten olduğunu söylerler. Âdem erkek, Havva, kadındır. Şu âyete göre Havva’nın yaratılışı daha sonradır:

خلقكم من نفس واحدة ثم جعل منها زوجها

“Sizi (insanoğlunu), tek bir nefisten (döllenmiş yumurtadan)  yarattı. Daha sonra  eşini de o nefisten (döllenmiş yumurtadan) oluşturdu. Zümer 39/6) Aynı yumurtadan önce Âdem sonra eşi yaratıldıysa onları tanımlama uzmanlarına düşer. Burada şu âyet önemlidir: Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin kuralı (şeriat)  yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz şudur: “Bu dini ayakta tutun ve bu konudabirbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin çağırdığın şeymüşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına (yoluna) seçer ve O’na yöneleni hedefine ulaştırır.”(Şûra 42/13) Bu âyet, Nuh’tan sonra tabiat kanunlarında değişiklik olduğunu gösterir. Demek ki, o zamana kadar kardeşler birbirleriyle evleniyorlardı. Nitekim eski dinlerden Zerdüştlerde bu evlilik vardır. Dolayısıyla tek yumurta ikizlerinin o devirde farklı cinsiyette olması mümkündür. Şu âyet, insana ait ölçülerin ve cinsiyetin nutfe halinde iken oluştuğunu göstermektedir:

وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى .

“Eşleri; erkeği ve dişiyi yaratmıştır. Ölçüsü konduğu sırada  döllenmiş yumurtadan (yaratmıştır)”.(Necm 53/45-46) Eş diye tercüme edilen zevc (زوج) kelimesi önemlidir. Arapçada kelimeler erkekli dişili olduğu halde zevc’in dişisi olan zevce (زوجة) Kur’ân’da yoktur. Bu da eşleri isimlendirmede bile bir ayırımın olmadığını gösterir. Nutfenin döllenmiş yumurta olduğu kesinleşince âyetteki إِذَا تُمْنَى’ya “ölçüsü konduğu zaman” anlamını vermek gerekir. Çünkü تُمْنَى (tümnâ) مني (menâ) kökünden olup bir şeyin ölçüsünü koyma ve o ölçüyü geçerli kılma[13] anlamına gelir. Ölçüler nutfe halinde iken konduğuna göre bu âyet, nutfeye neden nefis dendiğini de gösterir. Nefis, canlı bedendir. Nutfeye nefis denmesi, onun; bu safhadan itibaren canlı bedene ait özellikleri taşıdığının delilidir. Bu kadar ayrıntıya girmemiz, kadının yaratılışıyla ilgili doğru bilgileri bulmak içindir. Zira kadını eğri kaburga kemiğinden yaratılmış saymak, onun küçümsenmesine yol açmaktadır.

2. Kadını erkeğin kölesi gibi görmek

Allah’ın Elçisi’nin şu sözüne de yanlış anlam verilerek kadın erkeğin kölesi sayılmıştır:

قَالَ اسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْرًا فَإِنَّهُنَّ عِنْدَكُمْ عَوَانٍ لَيْسَ تَمْلِكُونَ مِنْهُنَّ شَيْئًا غَيْرَ ذٰلِكَ.

“Kadınlara karşı görevinizi yerine getirin; onlar yanınızda, kendilerini sizin için korurlar. Onlar üzerinde bundan başka bir şeye sahip değilsiniz…”[14] “… onlar yanınızda, kendilerini sizin için korurlar” sözü “Onlar yanınızda esirlerdir” diye anlaşılmış ve kadın erkeğin kölesi gibi sayılmıştır. Bunun sebebi عوان(avânin) kelimesinin, العنو = unuvv‘ün ismi faili olan عانية nin çoğulu sayılmasıdır. Hâlbuki avânin (عوان) inâye (عِنَايَة) kökünden (عانية) âniye’nin de çoğuludur.عانية “itina eden ve özen gösteren, koruyan, zihnini başkasının ihtiyacı ile meşgul eden kadın” olur[15]. Kadın cinsel yönden hedefine ve niyetine sadece kocasını koyar ve kendini onun için korur. Hadis, “kendini kocası için koruyan kadın” dan bahsetmektedir. Bu Kur’ân’ın onlara yüklediği görevdir.

فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ

“İyi kadınlar, Allah’a itaat eden ve Allah’ın korumasına karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır.” (Nisa 4/34) Bunlar, kadın ile erkek arasındaki üstünlüğü değil, dengeyi göstermektedir. Çünkü farklı cinsler arasında eşitlikten değil, dengeden söz edilir. Allah dengeyi kurmuş ve dengenin bozulmasını yasaklamıştır.

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ . أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ .

Göğü yükseltti ve dengeyi (mizanı) kurdu Kurulu dengede aşırılık yapmayın. Ölçüyü hakka uygun yapın.  Eksiltip de kurulu dengeyi bozmayın.(Rahman 55/7-9)

3. Kadının aklının ve dininin eksik olduğu iddiası

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin, bir Kurban veya Ramazan bayramında namazgâha çıktığı, kadınlar tarafına geçerek onlara şöyle seslendiği rivayet edilmiştir: “Kadınlar topluluğu! Sadaka verin; çünkü bana, cehennem halkının çoğunluğunu, sizin oluşturduğunuz gösterildi.” – Neden ya Resûlellah?” dediler. Dedi ki; “Çok lanet okursunuz ve hayatı paylaştığınız kişilere nankörlük edersiniz. Aklı ve dini eksikler içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizin kadar çelen birini görmedim.” – Dinimizin ve aklımızın noksan olması nedendir ya Resûlellah?” diye sorduklarında dedi ki: “Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?” “Evet” dediler. “İşte bu, aklının noksanlığıdır” dedi. “Âdetli iken namaz kılmaz ve oruç tutmaz; değil mi?” “Evet” dediler. “İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır” dedi[16]. Hadis senet yönünden sahihtir; ancak mana yönünden problemlidir. 1- Kimseye “… aklı ve dini eksikler…” diye hitap edilemez. Bu hitap şekli, Nebimizin nezaketine uymadığı gibi şu âyete de uymaz: “Onlara nazik davranman, Allah’ın sana olan ikramı sebebiyledir. Kaba ve katı yürekli olsaydın yanından dağılıp giderlerdi. Öyleyse kusurlarına bakma, onların bağışlanmalarını iste. Yapacağın işler konusunda görüşlerini al. Bir de karar verdin mi, yalnız Allah’a dayan. Allah kendine dayananları sever.” (Al-i İmran 3/159) Kadının şahitliği konusu aşağıda gelecektir. Adetli kadın ne kadar yıkansa temiz sayılmaz. Kocalara verilen şu emir bunu gösterir: “Âdet günlerinde onlardan uzak durun; temizleninceye kadar da yaklaşmayın.” (Bakara 2/222) Ama “Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286) Onun için kadın, o günlerde namazdan sorumlu olmaz. Sorumlu olmadığı bir şeyi yapmamak, kişinin dininde bir eksiklik sayılamaz. Âdetli kadın namazdan sorumlu olmayınca temizlendikten sonra o namazların yerine namaz kılmaktan da sorumlu olamaz. Muâze dedi ki, Aişe’ye sordum, dedim ki:

ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ.

“Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?” “Sen Harûriyye[17] misin?” dedi. “Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi ama namazı kılmamız emredilmezdi.”[18] فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ = orucu tutmamız emredilirdi sözünde geçen kaza (قضى) kelimesi, ibadeti zamanında yapma anlamındadır. “Hac ibadetini yaptığınızda”[19] “namazı kıldığınızda”[20] ayetleri buna örnektir[21] Daha sonra “Âlimler, kaza kelimesini, sözlük anlamına aykırı olarak vaktinin dışında yerine getirilen ibadetler için kullanmaya başlamışlar”[22] ve Aişe validemizin sözünde geçen kaza kelimesine de bu yeni anlamı vermişlerdir. Bundan sonra kadınların Ramazan’da oruç tutmaları yasaklanmıştır. Zamanında yasakladıkları orucu, başka zamanda tutturarak hata üstüne hata yapmışlardır. Bu bir hata sayılmasa bile emre uyan bir kadının dini nasıl noksan olabilir? 2– “Aklı ve dini eksikler içinde kendine hâkim bir erkeğin gönlünü sizin kadar çelen birini görmedim.” sözü, aklı ve dini eksik olup insan gibi sorumlu birden fazla dişi varlığın olmasını ve bunların da erkeğin gönlünü çelmeye çalışmasını gerektirir. Hâlbuki böyle varlıklar yoktur. Bütün bu sebeplerden dolayı yukarıdaki söz Nebimize ait olamaz.

4. Kadının şahitliği

İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denk sayılır. Bu konuda delil alınan âyet şudur: “Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir; biri yanılırsa, diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282) Âyetin bağlantılarını göremeyenler, şahitlik konusunda kadın erkek ayırımı yapıldığı kanaatine varmışlardır. Hâlbuki âyetin devamında şöyle bir ifade yer alır: “…Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” “Daha sağlam” sözü, “sağlam” olan iki şeyden birinin tercih edildiğini gösterir. “Bir erkek ile iki kadının şahitliği” daha sağlam sayılıyorsa iki kadının şahitliği çürük değil, sağlam sayılmış olur. Vasiyete şahitlikle ilgili âyetler konuya açıklık getirmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. Onlardan şüphelenirseniz, namazdan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa, elbette günaha gireriz.” Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin ederler: Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz.” (Mâide 5/106–107) Bu âyetlerde kadın erkek ayrımı olmadan güvenilir iki Müslüman şahit öngörülmektedir. Yolculukta vasiyet yapılacaksa, Müslüman olmayan iki kişinin şahitliği de yeterli görülmüştür. Duruma göre şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir. Burada delil alınacak cümle şudur: “Böylesi, şahit getirmenin yeter seviyesidir…” (Mâide 5/108) Bu cümleyi, Bakara 282’deki “… Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” cümlesi ile karşılaştırınca, şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının, borçların yazılmasında da kural olmadığı, bunun bir tercih sebebi olduğu ortaya çıkar. Nebi (s.a.v) yerine göre bir kadının şahitliğini de yeterli görmüştür. “Ukbe b. el-Harise, Ebû İhâb kızı Ümmü Yahya ile evlenmişti. Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim” dedi. Bunu Nebi (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13) Bütün bunlar gösteriyor ki, “kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadardır” diyerek onun akıl noksanlığına hükmedilemez. Zaten böyle bir şey doğru olsa, kadınların sorumluluklarının erkeklerin yarısı kadar olması da gerekir. Allah Teâlâ kadın erkek karşılaştırması yaptığı bir âyette şöyle buyurmuştur:“… Maruf ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı olan hakkına denktir…” (Bakara 2/228)

B- EŞCİNSELLİK

Eşcinsellik kişinin, kendi cinsi ile cinsel ilişki yaşamasıdır. Erkek erkeğe olursa lûtîlik; kadın kadına olursa sevicilik veya lezbiyenlik adı verilir. “Güzel davrananlar, günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden kaçınanlardır; ikinci derecede günahlar başka. Senin Rabbinin affı kapsamlıdır.” (Necm 53/31-32) Fuhuş çeşitleri diye tercüme ettiğimiz kelime fevâhiş’tir; fuhuş’un çoğuludur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Kur’ân’a göre zina[26] ve erkek erkeğe ilişki fuhuştur. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki yani seviciliktir.

1. Lutîlik

Kur’ân’da lutîlik, “çirkin bir iş” olarak nitelendirilmiş ve bu çirkin işin ilk defa Lut kavminde görüldüğü bildirilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Lut’u da elçi gönderdik; kavmine dedi ki: “Sizden önce yeryüzünde kimsenin yapmadığı o çirkin işi mi yapıyorsunuz; kadınlara değil de şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz, öyle mi? Aslında siz aşırı giden bir toplumsunuz.” (Araf 7/80-81) Lut (erkek misafirlerini gayrimeşru ilişki için isteyen erkeklere) dedi ki: “Bunlar benim konuklarım; onların yanında beni utandırmayın. Allah’tan çekinin de beni üzmeyin.” Oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine pişmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Kalıntı arayanlar için bunda kesin belgeler vardır. (Hicr 15/74-75) Lut kavminin işlediği suç, onların taşlanarak öldürülmelerini gerektiren suçtu. Lut aleyhisselam onlara o cezayı verecek güçte olmadığı için Allah Teâlâ onu aradan çıkardı ve o suçluları, gökten yağan yanardağ taşlarının altında bıraktı[27].

2. Sevicilik

Kadının kadınla cinsel tatmin yaşamasına sevicilik denir. Şu ayet, yapısı itibariyle hem zina hem sevicilik için uygundur. Sevicilik açısından âyete bakınca onun da fuhuş olduğu görülür. “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin, şahitlik ederlerse, onları, ölünceye veya Allah bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.” (Nisa 4/15) Lut aleyhisselamın karısının taşlanarak öldürülenler arasında olması, erkekler arasında olduğu gibi kadınlar arasında da eşcinselliğin yaygınlaştığı ve bu yüzden onların da taşlanarak öldürülme cezasına çarptırıldığı şeklinde yorumlanabilir. Bu ceza yukarıdaki ayetle müebbet ev hapsine çevrilmiş ve Allah, daha sonra Nur 2. âyette yolu açmış ve zinanın cezasını yüz kırbaç olarak belirlemiştir. Sevicilik de zina gibi fuhuş olduğundan onun cezası da aynıdır. Bu konuda Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“السحاق بين النساء زنا بينهن”.

Kadınlar arasında sevicilik, aralarındaki zinadır[28].

Bu hadise sahih diyenler olduğu gibi uydurma diyenler de vardır. Ancak âyete tam uyduğu için senet yönünden olmasa da anlam yönünden sahihtir.

C- KARI – KOCA İLİŞKİSİ

“Kadınlarınız sizin için ekim yeridir. Ekim yerinize hoşunuza giden şekilde varın[29] ve kendiniz için ön hazırlık yapın. Allah’tan çekinin ve ona kavuşacağınızı bilin. Bunu inananlara müjdele”. (Bakara 2/223) Tarladan verim almak için onu hazırlamak gerekir, bu sebeple ayet, ilişkiden önce bir ön hazırlık dönemi geçirilmesini emretmiştir. İlişkide erkek aktif, kadın genellikle pasiftir. Bu sebeple erkek kadından önce tahrik olur. Erkek ve kadın ön hazırlık yaparlarsa her iki cinsin de başarılı bir ilişki geçirmeleri mümkün olur. Bu sebeple bir kişinin eşi ile ilişkiye girmesi, asla tecavüz olarak nitelenemez. Bu onun en tabii hakkıdır.

D- KIZLARIN ZORLA EVLENDİRİLMELERİ

Nikâh için kadın ile erkeğin anlaşmaları yeterli görülmez. Bu konuda her toplum, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre kurallar koymuştur. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Velisiz nikâh olmaz.”[30] “Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır, onun nikâhı batıldır. Erkek onunla ilişkiye girmişse bu ilişkiye karşılık kadının mehir alma hakkı vardır. Eğer anlaşamazlarsa sultan (yetkili kişi) velisi olmayanın velisidir.”[31] Veli, isteyip istemediğine bakmaksızın, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini sahip kişidir. Bu yetkiye velâyet denir.[32] Hizam adında bir kişi, dul kızı Hansâ’yı nikâhlamıştı. Kız bu evliliği istemiyordu. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme geldi ve durumu anlattı. O da babasının kıydığı nikâhı geçersiz saydı. Sonra kadın Ebû Lübâbe b. Abdi’l-munzir ile nikâhlandı.[33] Bir bakire kız Âişe’nin yanına geldi. “Babam beni kardeşinin oğluyla evlendirdi ki, benimle kendi konumunu yükseltsin. Ama ben bundan hoşlanmıyorum.” dedi. Âişe, “Allah’ın Elçisi gelinceye kadar otur.” dedi. Allah’ın Elçisi geldi. Kız durumu ona anlattı. O, hemen babasına bir adam gönderip çağırttı. O konudaki yetkiyi kıza verdi. Kız dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi! Aslında ben babamın yaptığına izin vermiştim ama bu konuda kadınların bir hakkı var mı, yok mu; öğrenmek istedim.”[34] Meşhur mezhepler, âyet ve hadisleri göz ardı ederek farklı sonuçlara varmışlardır. Hanefi mezhebi velisiz nikâhı sahih görürken Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri veliyi nikâhı denetleme konumundan nikâha taraf olma konumuna çıkarmışlar, “veli, kadın adına nikâha taraf olmazsa nikâh kıyılamaz” demişlerdir. Onlara göre kadın nikâhta ne kendini, ne de başkasını temsil edebilir. Velisinden başkasını vekil etme yetkisi de yoktur. Baba bâkire kızını, ona sormadan evlendirebilir.[35] Hâlbuki yukarıdaki hadisler, evliliğin veli tarafından denetlenmesini öngörmüş, kız ile velisi arasında anlaşmazlık çıkarsa veli devre dışı bırakılmış ve kızın yetkili makama başvurması öngörülmüştür. O hadislerin dayandığı ayetler şunlardır:

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ

“Kadınları boşadığınızda bekleme sürelerinin sonuna varırlar, sonra kocalarıyla mârufa uygun olarak anlaşırlarsa evlenmelerine engel olmayın.[36]Burada kocaları ifadesi, hem kendilerini boşayan kocaları hem de evlenmek istedikleri koca adayları anlamına gelir. Bir ayet de şöyledir:

وَالَّذِينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ أَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِأَنْفُسِهِنَّ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا فَعَلْنَ فِي أَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ.

“(Kocası ölen kadınlar) Bekleme süresinin sonuna vardıklarında kendileri için mârufa uygun olarak ne yaparlarsa yapsınlar, onun size bir günahı yoktur.”(Bakara 2/234) Bu âyetlere ve hadislere göre nikâhı, mârufa uygunluk açısından denetlemek gerekir. Denetimi kızın velisi yapar. Bir anlaşmazlık olursa yetkili makam devreye girer. Çiftlerin evlenmesinde sakınca görülmediği takdirde onlar, şahitler huzurunda evlenme kararlarını açıklar ve nikâhlanarak yeni bir aile kurarlar. Mezheplerin konuya farklı yaklaşması, çok sayıda sıkıntının doğmasına sebep olmuştur. Hanefi mezhebi, iki şahitle kıyılan denetimsiz nikâhı geçerli saydığı için bu görüş; okullarda, iş yerlerinde ve birçok mekânda gizli nikâhlara veya kız kaçırmalarına yol açmıştır. Kaçırılan kıza iki şahit huzurunda evet dedirtilerek nikâh kıyılmış ve kızın konumu meşrulaştırılmıştır. Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşü, başlık parasına yol açmıştır. Madem velinin taraf olmadığı nikâh geçersizdir, öyleyse onu ikna etmek gerekir. Bunun en kısa yolu başlık vermektir. Başlığı mehirle karıştırmamak gerekir. Mehir kızın kendine verilir. Başlık ise babasına, kardeşine, amcasına vs. verilir. Âyet ve hadislere uyulsa ne kız kaçırma olur, ne kadının duygusallığını kullanıp onu sıkıntıdan sıkıntıya sokan evliliklere geçit verilir, ne de başlık parası ortaya çıkardı.

E- KÜÇÜKLERİN EVLENDİRİLMESİ

Âişe validemizin küçük yaşta Nebimizle evlendiği delil gösterilerek[37] çocukların evlendirilebileceği ve evlenme yaşı diye bir kavramın olmadığı bütün mezhepler tarafından kabul edilir. Bu konuda “ واللائي لم يحضن = adet görmeyenler” âyeti de delil getirilir. Aişe validemizin yaşı ile ilgili tartışmalara girmeden şunlar söylenebilir: Aişe validemiz Mekke’de evlenmiştir. Evlenme ile ilgili hükümlerin tamamı Medine’de inmiştir. Öyle bir olayın varlığı kabul edilse dahi aşağıdaki âyetler artık böyle bir şeyin mümkün olamayacağını gösterir. Şu âyette evlenme çağından bahsedilmiştir:  Yetimleri, evlenme çağına  gelene kadar deneyin. Onlarda olgunlaşma (rüşd)  görürseniz mallarını kendilerine verin;( Nisa 4/6) Evlenen erkek mehir verir, kadın da o mehri alır. Bu ayet, böyle birinin reşit olmasını şart koşmaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur  “Kadınlara mehirlerini cömertçe verin. Eğer mehir olarak verdiğinizden bir şeyi gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa onu da gönül rahatlığıyla yiyin”. Nisa 4/4) Ayrıca evlenecek kadın ve erkeklerin namuslu olmaları, gizli ya da açık zina etmemeleri olmazsa olmaz şart olarak belirlenmiştir. Bir âyet şöyledir: Mehirlerini verir, iffetli olur, gizli dost tutmazsanız, iffetli mümin kadınlar ile kendilerine Kitap verilmiş olanların iffetlileri size helâldir. (Maide 5/5) Namuslu ve iffetli olmak, küçüklerin değil, büyüklerin özellikleridir. Çocukların evlendirilmesi ile ilgili olarak âyetten getirilen delil, şu ayetin bir parçasıdır: Adetten kesilmiş olanlar hakkında şüpheye düşerseniz iddetleri üç aydır; adet görmeyenler de öyle. Hamile olanların süreleri doğumları ile biter. Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun işinde bir kolaylık oluşturur. (Talak 65/4) “adet görmeyenler” ifadesi, çocuklar için değil, düzenli adet görmeyen kadınlar için kullanılır. Ayet, böyle kadınların iddetinin üç ay olduğunu bildirmektedir. Bütün bu ayetler, reşit olmayanların evlendirilemeyeceğini gösterdiği halde bir delile dayanmadan çocukların evlendirilebileceğini söylemek, kabul edilebilir bir şey değildir.

F- ÇOK EŞLİLİK

Erkeğin birden fazla eşinin olması, canlılar âleminde sık karşılaşılan durumdur. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insanlar, hâkimiyet yarışına girerler. Yarış, kardeşler arasında olduğu gibi gelin- kaynana, görümceler ve eltiler arasında da olur. Bu yarışın kumalar arasında da olması kaçınılmazdır. İyi yönetilemeyen yarışlar, sıkıntıların ve huzursuzlukların kaynağı olur. Kumalar arası yarışın da iyi yönetilmesi gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:  “(Rüşt yaşına gelen ) Yetimlere mallarını verin. Temizi, pis olanla değişmeyin; onların mallarıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin; çünkü bu, büyük bir suçtur. Eğer (evlenme çağına gelmiş) yetimlere karşı görevinizi yerine getirememekten korkarsanız, her biriniz hoşunuza giden kadınlardan, ikişer, üçer ve dörder nikâhlayın . Aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tek kadını veya hâkimiyetiniz altında olanı (bir esir kadını)  nikâhlayın. Sıkıntıya düşmemeniz için en uygun olanı budur”. (Nisa /2-3) Hâkimiyet yarışı, hayatın her sahasını etkiler. Meleklerin Allah’a itirazları bu yüzdendi. “Bir gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde halife; yerine başkasının geçeceği bir varlık oluşturmaktayım” dedi. Melekler: “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek kimseleri mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın”[39] dediler. Allah dedi ki: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara 2/ 30) Halîfe (خليفة) Arapça’da ism-i fâil veya ism-i mef’ûl olur. İsm-i fail olarak anlamı, başkasının yerine geçen, ism-i mef’ul (مخلوف) olarak anlamı ise yerine başkası geçecek olandır. Âdem aleyhisselamdan önce insan olmadığı için onun açısından halîfe ism-i mef’ul’dur. Ondan sonrakiler için her iki anlam da geçerlidir. Onlar kendilerinden öncekilerin yerine geçtiği gibi, başkaları da onların yerine geçer. Bu sebeple her insan, hâkimiyet yarışına girme arzusuyla yaratılmıştır. Bu yarışta birçok kimse, başkasının malını, makamını ve imkânlarını ele geçirebileceği gibi elinde olanı da kaptırabilir. Bütün olumsuzlukların sebebi bu yarıştır. Hayvanlarda hâkimiyet yarışı daha çok erkekler arasında olduğu için bir horoz, kendi kümesine başka horozu sokmaz. İkinci horoz onu öldürür veya oradan sürebilirse kümese hâkim olur. Bu bir halifelik kavgasıdır. Bu kavga tavuklar arasında da olsaydı birden fazla tavuğa sahip kümes olmazdı. Melekler; “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? derken bu sistemden duydukları endişeyi aktarmışlardı.

Allah Teâlâ, bunun olmayacağını söylememiş ama bu konuda meleklerin bilmediği şeyler olduğunu bildirmiştir. İnsanlar, hayvani içgüdüleriyle değil de bilgi ve becerileriyle hâkimiyet kurmaya çalışırlarsa gelişirler. Onların yerine geçmek isteyenlerin daha çok bilgi ve beceriye sahip olmaları gerektiğinden bilim ve medeniyet oluşur. İşte meleklerin bilmediği taraf bu olmalıdır. Çok eşliliği bu zeminde düşünmek gerekir. Duygularıyla hareket edenler için onun tavsiye edilecek tarafı yoktur. Ama o, ev işlerinin paylaşılarak kadınların bilimde, sanatta ve sosyal hayatta daha etkin olmalarının zemini olarak düşünülürse, bazı kimseler için tavsiye edilebilir. Belki de âyetin “hoşunuza giden kadınları iki, üç ve dörde kadar nikâhlayın” diye çok eşlilikle başlaması bundandır. Herkes bu başarıyı gösteremeyeceği için ayet şöyle tamamlanmıştır: “aralarında adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tek kadını veya eliniz altında olan cariyeyi nikâhlayın. Sıkıntıya düşmemeniz için en uygun olanı budur.” Çok eşlilik, kadının değerini ciddi anlamda yükseltir ve korumasız kadın bırakmaz. Ama Türkiye’de ve Batı toplumlarında olduğu gibi hukuksuz olarak uygulanırsa çok eşlilik o zaman kadının değerini düşürür. İslam, evlilik dışı ilişkileri zina sayıp cezalandırdığı için Müslümanlar onu hukuksuz olarak uygulayamazlar. Bugün acilen yapılması gereken, birlikte yaşama diye adlandırılan çok eşlilik uygulamanın yasal zeminini oluşturmak ve kadınların haklarının zayi olmasını önlemektir. İslam kadına, evliliğe son verme hakkı tanıdığı için durumundan memnun olmayanlar boşanabilirler.

G- ERKEĞİN BOŞAMA HAKKI (TALAK)

Batı toplumlarında boşanma, daha çok Katolik hukukundan etkilendiği için ailede bir daha tamir edilemeyecek yıkımlara sebep olmaktadır. Çünkü boşanmak için mahkemenin ikna edilmesi gerekmektedir. İslam Ülkelerindeki boşanma da Kur’ân ve Sünnet çizgisinden iyice uzaklaştığı için burada da ciddi bir sıkıntı kaynağı olmakta ve ayrıca mezhepler kadınlara, boşanma hakkı vermemektedirler. Erkeğin boşama hakkına talak denir. Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. İftidâ daha sonra gelecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey Nebî! Karılarınızı boşadığınızda iddetleri  içinde boşayın ve iddetlerini sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin de açık bir fuhuş yapmamışlarsa onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa kötülüğü kendine yapar. Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkarırKadınlar sürelerinin sonuna geldiklerinde onları ya maruf.[40] ile tutun veya mâruf ile ayırın. İçinizden güvenilir iki kişiyi şahit tutun;; şahitliği Allah için tam yapın.. İşte bu size, sizden Allah’a ve Ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüttür. Kim Allah’tan çekinerek kendini korursa Allah bir çıkış yolu açar.Beklemediği yerden ona rızık verir. Kim Allah’a güvenirse o, ona yeter. Allah emrini yerine getirendir. İşini tam yapan Allah’tır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur”. Talak 65/1-3) Şu ayet de bu şekilde talakın ancak iki kere olabileceğini bildirir. “O talak iki defadır. Her birinden sonra kadını ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle ayırmak gerekir.” (Bakara 2/229) Ömer‘in oğlu Abdullah, karısını adetli iken boşamıştı. Ömer, bunu Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve selleme sorunca ona şöyle demişti: “Söyle ona, eşine dönsün; temizleninceye kadar ayrılmasın. Sonra eşi âdet görüp tekrar temizlenirse bundan sonra ister devam etsin, isterse ilişkiye girmeden onu boşasın. İşte bu, o iddettir ki, Allah kadınların ona göre boşanmalarını emretmiştir[41]”. Abdullah b. Ömer dedi ki; “Nebimiz, yaptığım boşamayı geçersiz saydı ve şu âyeti okudu: “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın.” Yani onları iddetlerinin başlangıcında boşayın.”[42] Eşini boşamak isteyen erkeğin yapacağı şeyler şöyle sıralanabilir: 1. İddet içinde boşamak 2. İddeti saymak, 3. Kadını evden çıkarmamak, 4. Kadının evden çıkmaması, 5. Süre içinde veya süre sonunda iyilikle tutmak veya iyilikle ayırmak. 6. Kadını gerek boşarken gerek dönüş sırasında ve gerekse ayrılırken iki kişiyi şahit tutmak. İddet, boşanan kadının; beklemek zorunda olduğu süredir. Kadın bu süre içinde kocasıyla aynı evi paylaşır ama onunla cinsel ilişkiye girmez. Talakın iddet içinde olması, kadının bu sırada adetten temizlenmiş ama kocasıyla ilişkiye girmemiş olması demektir. Abdullah b. Ömer öyle yapmadığı için Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellemin çok sinirlendiği rivâyet edilmiş[43] ona, fazladan bir temizlik dönemi bekleme cezası vermiştir. Çünkü eşini, birinci temizlikten sonra değil, ikincisinden sonra boşayabileceğini söylemiştir. Boşamanın şahitler huzurunda olması şarttır. İlgili âyetler dikkatle düşünülürse talakın her safhasının şahitlerle tespitinin şart olduğu ortaya çıkar. Bunlardan ilki, boşamanın gerçekleştiği andır. Bu andan itibaren Müslümanlara yüklenen bir görev vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:” (Ey müminler)  Eğer siz, karı ile kocanın arasının açılmasından bir bilgiye dayalı olarak endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; düzelmek isterlerse, Allah aralarında uyuşma meydana getirir. Allah bilir ve işin iç yüzünden haberdardır”. (Nisa 4/35) Boşamanın şahitlerle tespiti halinde müslümanlar durumdan haberdar olup harekete geçerler. Yoksa bu görevi yerine getiremeyebilirler. Erkek, iddetin bitmesini beklemeden eşine dönebilir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kocalar arayı düzeltmek isterlerse, onlara iddet içinde dönmeye hak sahibidirler”[44] (Bakara 2/228) İddet içinde dönme, arayı düzeltme şartına bağlandığına göre bu konuda erkeğin niyetinin sorgulanmasına ve durumun tespitine ihtiyaç olur. Kötü niyetli olduğu tespit edilirse dönmesine imkân verilmez. Onun için bu safhanın da şahitlerle tespiti gerekir. İddeti sayma görevi erkeğe verilerek şöyle buyurulmuştur: “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti sayın.” Âdeti gören kadın, iddeti saymakla görevli olan erkektir. Bu emir onun, bu süre içinde eşiyle yakından ilgilenmesini zorunlu kılar. Eğer iddeti saymazsa dönüş imkânı varken süreyi geçirerek hakkını kaybedebilir. Kadın, iddeti ile ilgili olarak kocasını doğru bilgilendirmek zorundadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri o kadınlara helal olmaz.” َ(Bakara 2/228)

Âdet olduğu halde olmadım derse günaha girer. Kocası tarafından boşanmış kadının iddet süresi içinde evden çıkması veya çıkarılması yasaklanarak şöyle buyurulmuştur: “Onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka.” Burada sözü edilen ev, kocanın evi olmasına rağmen kadının evi sayılmıştır. Demek ki iddet süresi içinde kadın o evi, kendi evi gibi kullanacaktır. Ev kadının olsaydı, onun oradan çıkarılmasından veya çıkmasından bahsedilemezdi. Kadın evden çıkar veya çıkarılırsa eşleri barıştırmakla görevli hakemlerin işi zorlaşır. Ayrıca başkalarının yanında birbirlerinin kötü hallerini ortaya dökerek soğukluğun artmasına sebep olabilir ve kötü niyetli kişilerin engeline takılabilirler. Bir de yaklaşık üç ayı bir çatı altında, ilişkiye girmeden geçiren eşler yumuşayabilir ve boşanmaya yol açan sebepleri ortadan kaldırabilirler. Talak 1. âyetin sonunda “Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkaracaktır” buyrulması bunu gösterir. Allah’ın koyduğu sınırlar anlamına gelen “hududullah” ifadesi, hiçbir konuda talakta olduğu kadar tekrarlanmamıştır. Bu da bu konunun ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Boşamanın iddet içinde olması, olmazsa olmaz şarttır. Talak 1. âyetteki diğer şartlara uymayan, kendini zora sokar ama yaptığı talak geçerli olur. Bunlar; kocanın iddeti sayması, eşini evden çıkarmaması, onun da çıkmamasıdır. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa kendine yazık etmiş olur.” Çünkü iddetin sonuna kadar erkeğin eşine dönme hakkı vardır. Eğer iddeti saymazsa sürenin bittiğini fark edemediği için bu hakkı kaybedebilir. İddet süresi içinde koca eşini evden çıkarmazsa anlaşmazlığın çözümü kolaylaşır. Durumu gözden geçirip daha sağlıklı bir sonuca varabilir. Kadın evden ayrılmazsa o da kocasını ikna etme fırsatını yakalar. Bu süre içinde onun, kocasına karşı davranışlarında tek yasak cinsel ilişkidir. Bu da kocasının kendine olan ilgisini artırır. Koca dönme kararı verir ve bunu şahitlerle tespit ettirirse o yasak da kalkar. Talak 2, Bakara 229 ve 230’da belirtilen sınırlara uyulmadığı takdirde talak geçersiz olur. O âyetlerin hükümleri kendi yerlerinde gösterilmiştir. Mezhepler talak konusunu, ayet ve hadislerden tamamen uzak bir sahaya oturtarak son derece yanlış hükümler koymuş ve asırlarca aileyi perişan etmişlerdir.

H- KADININ BOŞANMA HAKKI (İFTİDÂ)

Müslümanlar, kadının boşanma hakkını elinden almış, yerine hul’u koymuşlardır. Hul’, kadının vereceği bir bedel karşılı­ğında kocanın ayrılmaya razı olmasını ifade eder. Sonsöz kocanın olduğu için bunu kadına ait bir hak olarak kabul etmek zordur. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim kadına boşama hakkını vermiş ve Nebimiz onu uygulamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “… Eşlerinize verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal olmaz. Eşler, Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de korkarsanız, kadının fidye verip kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur…” (Bakara 2/229) Evliliğin yürümeyeceği endişesine kapılan kadın, durumu yetkililere bildirir. Onlar da gerekli incelemeleri yapmak için eşlerin ailelerinden birer hakem görevlendirirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “ (Ey müminler)  Eğer siz, karı ile kocanın arasının açılmasından bir bilgiye dayalı olarak endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; düzelmek isterlerse, Allah aralarında uyuşma meydana getirir. Allah bilir ve işin iç yüzünden haberdardır”. (Nisa 4/35) Hakemlerin çalışması sonunda aralarının düzelmeyeceği kanaatine varılırsa kadına iftidâ yetkisi verilir. Son karar kadınındır; eğer ayrılmaya karar verirse, kocasından aldığını geri verir. Âyette geçen, “Onlara verdiklerinizden…” ifadesi, kadının kocasından aldığı mehrin tamamı olarak anlaşılabileceği gibi, bir kısmı olarak da anlaşılabilir. Bunlardan ne kadarının geri verileceğine yetkililer karar verirler. Kocanın suçu yoksa tamamını geri vermek gerekir. Ensar’dan Sehl’in kızı Habîbe, Sâbit b. Kays ile evliydi. Bir gün Nebimiz sabah namazına çıkmıştı. Habîbe’yi, alaca karanlıkta kapısının önünde buldu. “Sen kimsin?” dedi. “Sehl’in kızı Habîbe’yim” diye cevap verdi. “Neyin var?” dedi. “Sâbit ile birlikte olamayacağım” dedi. Kocası Sâbit gelince, Nebi ona: “İşte Habîbe! Allah ne vermişse söyledi.” dedi. Habîbe dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi, onun bana verdiklerinin hepsi duruyor.” Allah’ın Elçisi Sâbit’e dedi ki; “Al o malı ondan”. O da aldı ve Habîbe ailesinin yanında oturdu.[45] Ömer b. el-Hattâb’a kocasını şikâyet eden bir kadın geldi. Kadın, içerisinde saman (çer-çöp) bulunan bir eve hapsedildi ve geceyi orada geçirdi. Sabah olduğunda Ömer gecesinin nasıl olduğunu sordu. Kadın “Böyle parlak bir gece geçirmedim” dedi. Bunun üzerine Ömer kocası hakkındaki düşüncesini öğrenmek istedi. Kadın onu övdü ve ardından “O yok mu o!? Fakat elimden başka bir şey gelmiyor!” dedi. Bunun üzerine Ömer iftidâ hususunda ona izin verdi.[46] Ömer, kadının kocasıyla birlikte yaşayıp yaşayamayacağını anlamak istemişti. Gerek Nebimiz gerekse Ömer, nefretin nedenini sormamıştır[47]. Böyle bir soru sorulsa, eşler birbirlerinin yüzüne bir daha bakamayacakları iddialar ortaya atabilirler. Buna sebep olmamak gerekir.

İ- MİRASTA KADIN ERKEK FARKI

Ana-baba ve en yakınları ölen kadınlar da erkekler gibi menfaat kaybına uğrarlar. Ancak onlar, gelin gittikleri ailenin desteği ile kayıplarını azaltma imkânına sahiptirler. Bu sebeple miras paylaşımında onların payları erkeklerden az olur. Az olması, erkeklere yüklenen sorumluluklarla da ilgilidir. Bu sorumlulukların bazıları şunlardır:

1- Erkek evlenince eşine mehir verir, kadın ise mehir alır. Mesela biri erkek, biri kız iki kardeş babalarından kalan üç ev ile yüz yirmi bin lirayı paylaşınca iki ev ile seksen bin lira erkek kardeşe, bir ev ile kırk bin lira kız kardeşe kalır. Erkek evlenince eşine yirmi bin lira mehir verse parası altmış bine iner. Kız da kocasından yirmi bin mehir alsa onun parası da altmış bine çıkar ve paraları eşitlenir. Erkek, karısını kendi evine getirir; kız ise kocasının evine gider. Böylece bu kardeşlerin elinde kiraya verebilecekleri birer ev kalır ve yine eşit hale gelirler.

2- Karı ile kocanın miras payları da eşit değildir. Yukarıdaki erkek, kız kardeşine denk bir mala sahip kadınla evlenmiş olsun. Karısının; babadan kalan bir evi ve kırk bin lira parası varken yirmi bin lira da kocasından aldığı için toplam parası altmış bin lirası olur. Bu kadın çocuksuz olarak vefat etse mirasının yarısını kocası alır. Yani koca; kadının evinin yarı payı ile otuz bin lirayı miras olarak alır. Koca çocuksuz vefat etse, kadın mirasın dörtte birini alır. Yani kocanın iki evinden birinin yarı payı ile atmış bin liranın dörtte biri olan on beş bin lirayı alır. Bu olayda erkek, karısından 15 bin lira fazla almış gözüküyor ama karısının bıraktığı altmış bin liranın yirmi bin lirası, kendi verdiği mehir olduğu için fazla değil, eksik aldığı bile söylenebilir. Ayrıca karısı ölen erkek, tekrar evlense yeni karısına mehir verir, ama kocası ölen kadın, evlenince mehir alır. İşte miras sisteminde böyle güzel bir denge vardır.

3- Kadın, malını ve kazancını ailenin ihtiyaçları için harcamayabilir. Bu, erkeğin aleyhinedir. Ama erkeğin mirastan alacağı fazla pay bu dengeyi düzeltir.

4- Erkeğin maddi durumunun iyi olması onun aile içindeki konumunu güçlendirir. Çünkü eşi ve çocukları için harcamada bulunamayan bir erkek küçük düşer ve aile reisliğini gereği gibi yapamaz. Bu durum aile huzurunu temelinden etkiler. Kadının zengin, kocanın fakir olduğu ailelerde huzursuzluğun olduğu, çocukların iyi yetişemediği kadının da mutsuz olduğu daima müşahede olunmaktadır.

5- Miras yoluyla servetlerin parçalanması önlenmiş ve kadının mensup olduğu ailenin gücü nispeten korunmuş olur. Çünkü ailesinin güçlü olması onun için bir güvencedir. Kocasından ayrılsa sığınacağı yer erkek akrabasının yanıdır.

SONUÇ

Yukarıdaki yazı, İslam ile Müslüman arasındaki mesafenin açıldığını göstermektedir. İslam Allah’ın dinidir; onda eksik ve kusur olmaz. Müslüman o dine inanan insandır; onun eksiği ve kusuru bitmez. İslam fıtrattır; yani doğa kanunlarından oluşur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “F insanları ona göre yaratmış­tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama in­sanların çoğu bunu bilmez­ler.” (Rum 30/30) Fıtrat, varlıkların temel yapısını; yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. Bilimde, teknolojide ve insan ilişkilerindeki temel kanunlar bunlardır. Toplumsal cinsiyet konusuna da fıtrat zemininde yaklaşmak ve dengeleri bozmamak gerekir. Kadınlar elbette hayatın her alanında etkili olmalıdırlar. Ama bunu yaparken onları annelik görevinden, eş olma nimetinden ve evinden koparmamak gerekir. Üniversitede okuyan gençlerin, eğitim hayatlarını evli olarak sürdürebilmelerinin yolu ve imkânları araştırılmalı, bir taraftan öğrenimlerini sürdürürken diğer taraftan meşru evliliğin nimetlerinden yararlanmalarını sağlanmalıdır. Evlilik dışı ilişkilere asla imkân verilmemeli ve çocuk sahibi olmanın önündeki engeller kaldırılmalıdır. Yukarıda görüldüğü gibi İslam, kadının güçsüz olduğu sahalarda, onu koruyan hükümler koyarak cinsler arasındaki dengeyi kurmuş ama müslümanlar onu bozmuşlardır. Dengenin yeniden kurulması ve bir daha bozulmaması için tedbirler alınması büyük önem taşımaktadır.

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Öğretim Üyesi

__________________________________________

[1] Kur’ân, önceki ilahi kitapları tasdik eder. Ancak onun tasdiki, Tevrat ve İncil’de de bulunan Kur’ân âyetleri ile sınırlıdır. Çünkü hiçbir âyette onun Tevrat’ı ve İncil’i tasdik ettiği söylenmez. Bir âyet şöyledir: نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَأَنزَلَ التَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ “Sana, gerçekleri içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı o indirmiştir. Tevrat’ı ve İncil’i de o indirmiştir.” (Âl-i İmran 3/3) Buna karşılık İncil’in Tevrat’ı tasdik ettiği açıkça ifade edilir. Ayet şöyledir: وَقَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِعَيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ “Sonra onların izinden Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı tasdik etsin diye gönderdik.” (Maide 5/46) Kur’ân’ın tasdikinin, Tevrat ve İncil’de olan âyetlerle sınırlı olduğunu şu âyetten öğreniyoruz: وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ Doğruları içeren bu Kitabı sana, kendinden öncekilerde, bu Kitaptan olanları tasdik edici olarak indirdik…. (Maide 5/48) Bu aytte iki tane الْكِتَابِ kelimesi vardır. Kelimenin bu şekilde tekrarlanması ikisinin de aynı şey olduğunu gösterir. Sonuç olarak, kadının eğri kaburga kemiğinden yaratıldığını Kur’an tasdik etmediğinden ilgili hadisi, İsrailiyat olarak kabul etmemiz gerekir.

[2] وَخَلَقَ مِنْهَا (أي من النفس) زَوْجَهَا (أي زوج النفس) وهذا يشير إلى أن الله خلق النطفة أولا ففطرها وجعلهما توأما مطابقا فليس لأحد منهما الأولوية في الخلق.

[3] Halil b. Ahmed, (100-175 h.) el-Ayn, (thk: Mehdî el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmrâî), İran 1409/1988. النَّطَفُ maddesi.

[4] Karışanlar diye tercüme ettiğimiz emşâc = أَمْشَاج kelimesi, meşîc = مشَيج ‘in çoğuludur. مشَيج ism-i fail veya ism-i mef’ul olur. ism-i fail olarak anlamı “karışanlar”, ism-i mef’ul olarak “karışımlar”dır.

[5] İbn Manzur, Cemalüddin Muhammed b. Mukrim (630-711), Lisanu’l-Arab, Beyrut trs.

والقَرارُ والقَرارةُ من الأَرض: المطمئن المستقرّ، … وقال أَبو حنيفة: القَرارة كل مطمئن اندفع إِليه الماء فاستقَرّ فيه

[6] Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr, Lübnan 2001, s. 519.

[7] Lisan’ul-Arab, النَّطَفُ maddesi.

[8] www.manzara.gen.tr/su-damlasi-1-18306.html

[9] mutluluk-ruyasi.blogcu.com/inci/8802386

[10] www.esselam.net/…/bilim/hucre/hucre7.html yeni döllenmiş yumurta hücresi

[11] Âl-i İmran 59,Rum 20, Kehf 37, Hac 5, Fatır 11, Gafir 67.

[12] http://www.hurriyet.com.tr/yasam/3708815.asp

[13] Mu’cemu mekâyîs’ul-luğa, Ahmed b. Faris b. Zekeriya, Beyrut, tarihsiz.

مَنَى يدلُّ على تقديرِ شيءٍ ونفاذِ القضاءِ به. منه قولهم: مَنَى له المانِي، أي قدَّر المقدِّر

[14]. İbn Mâce, Nikah, 1841.

[15] el-Misbâh’ul-münîr. عانية, عُنُوّ (unüvv) kökünden de عناية (inâye) kökünden de gelebilir. Unüvv’ün ism-i faili عانوة anive’dir. Onu (عانية) âniye yapmak için vav yaya dönüştürülür. (عناية) inâye’nin ism-faili ise hiçbir işleme gerek kalmadan âniye (عانية) olur. Unüvv’den türetilince “esir kadın”, inâye’den türetilince de “kendini koruyan kadın” anlamını alır.

[16]. Buhârî, Hayz 6. Hadisin metni şöyledir:

حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ أَبِي مَرْيَمَ قَالَ أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ قَالَ أَخْبَرَنِي زَيْدٌ هُوَ ابْنُ أَسْلَمَ عَنْ عِيَاضِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ الْخُدْرِيِّ قَالَ خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي أَضْحَى أَوْ فِطْرٍ إِلَى الْمُصَلَّى فَمَرَّ عَلَى النِّسَاءِ فَقَالَ يَا مَعْشَرَ النِّسَاءِ تَصَدَّقْنَ فَإِنِّي أُرِيتُكُنَّ أَكْثَرَ أَهْلِ النَّارِ فَقُلْنَ وَبِمَ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ تُكْثِرْنَ اللَّعْنَ وَتَكْفُرْنَ الْعَشِيرَ مَا رَأَيْتُ مِنْ نَاقِصَاتِ عَقْلٍ وَدِينٍ أَذْهَبَ لِلُبِّ الرَّجُلِ الْحَازِمِ مِنْ إِحْدَاكُنَّ قُلْنَ وَمَا نُقْصَانُ دِينِنَا وَعَقْلِنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ أَلَيْسَ شَهَادَةُ الْمَرْأَةِ مِثْلَ نِصْفِ شَهَادَةِ الرَّجُلِ قُلْنَ بَلَى قَالَ فَذَلِكِ مِنْ نُقْصَانِ عَقْلِهَا أَلَيْسَ إِذَا حَاضَتْ لَمْ تُصَلِّ وَلَمْ تَصُمْ قُلْنَ بَلَى قَالَ فَذَلِكِ مِنْ نُقْصَانِ دِينِهَا.

[17]. Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn savaşında Ali’nin saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hariciler”, DİA, c. XVI, s.169-175.)

[18]. Müslim Hayız 67.

[19]. فإذا قضيتم مناسككم Bakara 200

[20]. فإذا قضيتم الصلاة Nisa 4/103

[21]. Kitab’ul-ayn, Tac’ul-Arus, Lisan’ul-Arab, es-Sıhah, el-Mısbah’ul-munir. قضي mad.

[22]. Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Mısbah’ul-Munîr.

[23]. İbn Mâce, Nikah, 1841.

[24]. Müslim, Sahih, Hac, 2137.

[25]. Buhârî, Sahih, Nikâh, 93.

[26] “Zinaya yaklaşmayın; o fuhuştur, kötü bir yoldur.” (İsrâ 17/32)

[27] Lut kavminin üzerine ٍyanardağ patlamasıyla oluşan siccîlden taşlar yağdırılmıştır. Siccîl ( سِجِّيْل) çamurun pişirilmesiyle oluşan taştır; Farsça’dan Arapçaya geçmiştir. Cevheri siccîli, “cehennem ateşinde pişirilmiş taşlar” diye tanımlamıştır (es-Sıhah). Bu taşlar, gerçekten de cehennemi andıran yanardağın içinde pişirilip fırlatılan taşlardır. İlgili âyetlerden bir kısmı şöyledir: Lut (erkek misafirlerini gayrimeşru ilişki için isteyen erkeklere) dedi ki: “Bunlar benim konuklarım; onların yanında beni utandırmayın. Allah’tan çekinin de beni üzmeyin.” Dediler ki; “el âlemin işine karışmanı yasaklamamış mıydık?” Lut dedi ki, “Eğer yaklaşmak istiyorsanız, işte kızlarım…” Senin hayatına yemin ederim ki onlar, sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı. Gün doğarken büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine siccîlden taşlar yağdırdık Kalıntı arayanlar için bunda kesin belgeler vardır. Orası bugün bir yol üzerinde durmaktadır. Bunda inananlar için de kesin bir belge vardır. (Hicr 15/68-77) Yanardağı patlatmakla görevli melekler İbrahim aleyhisselama uğramışlardı. İbrahim onlara: “Asıl göreviniz nedir, ey elçiler? Diye sordu. Biz, günaha batmış bir kavme gönderildik, dediler. Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için Rabbinin katından aşırı gidenler için damgalanmış taşlar. (Zariyat 51/31-34)

[28] Taberânî bu hadisi el-Mucem’ul-Kebîr’inde (Hamdi b. Abdulmecid es-selefî’nin tahkikiyle, Musul 1404/1983, c. XXII, s. 63, hadis no 153) muttasıl senetle Valise’den (واثلة) rivayet etmiştir.

[29]– Tarla, ürün alınan yerdir. Ters ilişki ile üreme olmayacağı için ayet üstü kapalı olarak ters ilişkiyi yasaklamaktadır.

[30]. Tirmîzî Nikâh; İbn Mâce Nikâh 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned c. VI, s. 260.

[31]. Ebû Dâvûd Nikâh 20; Tirmîzî Nikâh 14; İbn Mâce Nikâh 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 66.

[32].Şemsuddin es-Serahsî, el-Mebsût, c. XVI, s. 124, Bâbü men lâ tecûzü şehâdetühü; Kasım b. Abdullah Ali, Enîsu’l-fukahâ fi ta’rifâti’l-elfâzi’l-mütedâvile beyne’l-fukahâ, Thk. Ahmed b. Abdurrezzak el-Kubeysi, Cidde, 1406/1986, s. 148.

[33]. Ebû Dâvûd Nikâh 26; İbn Mâce Nikâh 12; Nesâî Nikâh 35; (Metin İbn Mace’nindir. Hansâ ismi Ebû Davûd ve Nesâî’de geçmektedir.)

[34].Nesâî Nikâh 36; İbn Mâce Nikâh 12; Ebû Dâvûd Nikâh 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned c. VI, s. 136. (Metin Nesâî’den alınmıştır.)

[35].İbn Kudâme, el-Muğnî, c. VII, s. 5.

[36].Bakara 2/232.

[37] Serahsî, el-Mebsût, IV, 212.

[38] Bkz. Nisa 6. âyet.

[39].Bkz. “Tesbih ve Takdis” başlıklı yazı.

[40]. Mâruf; bilinen ve malum olan şey demektir. Bu bilgi, ya gelenek ve göreneklerden ya da Kitap ve Sünnetten elde edilir. Gelenek ve görenekten elde edilmişse Kitap ve Sünnete aykırı olmaması gerekir.

[41]. Buhârî, Sahih, Talâk, 1, 3, 44, 45; Tefsîru sureti’t-talak, 1; Müslim, Sahih, Talak 1, 14; Nesaî, Sünen, Talak 13, 15, 19; İbn Mâce, Sünen, Talak 1, 3; Dârimî, Sünen, Talak 1, 2; İmam Malik, Muvatta’, Talak 53; Ebû Dâvûd, Sünen, Talak 4, Tirmîzî. Sünen, Talak. (Yukarıdaki metin, Buhârî, Sahih, Talâk, 1’in tercümesidir.)

[42]. Ebû Davûd, Sünen, Talak 4.

[43]. Buhârî, Ahkâm 13.

[44].Bakara 231 ve 232 ilele Talak 2. âyet erkeğin karısına dönme zamanı olarak iddet bitimini göstermektedir. Bu âyet ise erkeğin, iddet bitmeden dönmeye daha çok hak sahibi olduğunu bildirmektedir.

[45]. el-Muvatta, Talak 11.

[46]. Mâlik b. Enes, el-Müdevvenetü’l-kübrâ, Mısır tarihsiz., c. I, s. 341.

[47] . Geniş bilgi için bkz. Abdulaziz BAYINDIR, Kur’ân Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, İstanbul 2010, s. 240.